Orijinal adı: Şerh-i Hadis-i Cunud-i Akl ve Cehl Merhum İmam Humeyni (r a)


Reca (İmit)ve Zıddı Olan Kunut (Ümitsizlik) Hakkında



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə17/66
tarix24.02.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#43328
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   66

Reca (İmit)ve Zıddı Olan Kunut (Ümitsizlik) Hakkında


Burada da birkaç bölüm vardır:

Birinci Bölüm

Ümidi Aklın Askerlerinden ve Ümitsizliğin İse Cehaletin Askerlerinden Biri Olduğu Beyanında


Bil ki akıl-fıtrat nuru ve tiynet sefasıyla, irfani ve manevi zevki üzere Hak Teala’nın mutlak kamil olduğunu, zat, sıfat, isim ve fiilerinde imkani noksanlıklardan olan bir sınırlamanın bulunmadığını ve o mukaddes zatın rahmet tecellisinin hiçbir sınırla sınırlanmadığını derkedince, bu marifetin gereği Hak Teala’ya ve rahmetine kamil ve sağlam bir ümitle bağlanmaktır. Fıtrat onu mutlak kamile ve mutlak rahmete davet edince, kamil iyimserlik ve ümide ulaştırır. Eğer fıtrat asıl nuraniyetinden örtülü olursa, Hak Teala ile zati ve sıfati kemallerinden ve o mukaddes zatın geniş rahmetinden de örtülü kalır. Bu örtünme, bazen insanı Hakk’ın rahmetinden bile ümitsiz hale getirir. Bu ümitsizlik hakikatte rahmeti sınırlamaya döner ve bunun da gereği isim ve sıfatlarda, hatta zatta bir sınırlamaya gitmektir. Allah-u Teala zalimlerin dediklerinden çok daha yücedir.

Buradan da anlaşıldığı üzere ümit, fıtri şeylerdendir. Ümitsizlik ise yoğrulmuş fıtratın aksinedir ve örtülmeden sayılmaktadır. Ümidin vücuda geliş nedeni Hak Teala hakkında hüsn-ü zanda bulunma; Hak Teala’nın rahmetinden ümitsizliğin nedeni ise o mukaddes zat hakkında su-i zanda bulunmaktır. Hüsn-ü zan ve su-i zannın oluşum nedeni ise rahmet genişliğini bilmek ve isimsel, sıfati ve fiili kemale iman etmek veya aksine bu hususta cahil kalmaktır. Bu ikisinin dönüşü de o mukaddes zatı tanımak veya tanımamak haletinedir. Akıl zati yoğrulmuş fıtratı hasebiyle örtülü olmadığından ve hicab/örtü de pir ağaç olan tabiata dönüş olduğundan ve de tenezzül (nazil olmuş) alemde ise nehyedilmiş ağaç olduğundan kendi asil fıtratı hasebiyle Hak Teala hakkında fıtri marifet sahibidir.

Eğer kendini pis tabiat ağacına teveccüh ile Hakk’tan örtülü kılmazsa o batını sefayla, isimlerin resmi sınırsız bir şekilde onda tecelli eder. Bu tecelli ise bağlılık, ünsiyet ve ümit getirir. Bu da sağlam bir ümittir.

Ama nehyedilmiş pis ağaca teveccüh edilirse, teveccüh miktarınca isimler, sıfat ve fiillerde sınırlama hasıl olur ve rahmet genişliğine ümitsiz düşer. Sonunda tümüyle fıtrattan ayrılır, hicap hükümleri üstün gelir, kalp aynasını toz ve karanlık kaplar. Öyle ki isim ve fiillerin tecellisinden ve gayb aleminden mahrum düşer. Rahmani cilvenin yansımasından örtülü kalır. Kalpte ümitsizlik hükmü hakim olur. Öyle ki kendini Hakk’ın geniş rahmetinden mahrum kılar. Bu da mahrumiyetin nihayetidir ve bundan Allah’a sığınırız.



2. Bölüm

Ümit ve Aldanmanın Farkı Beyanında


Bil ki insan nefis sevgisi, bencillik ve egoistlik sebebiyle kendisinden gafil olur. Kendinde olan noksanlık ve ayıpları kemal ve güzellik sayar. Nefsin sıfatları hususunda yapılan yanlışlıklar oldukça çoktur.

Bu sıfatları doğru bir şekilde ayırt edebilen kimseler oldukça azdır. Bu da nefsi unutmanın anlamlarından veya mertebelerinden biridir ve de insanın Hak Teala’yı unutmasından hasıl olmaktadır. Nitekim Haşr suresi 19. ayette bu gerçeğe işaret edilmiştir: “Allah'ı unutup da, Allah'ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar, yoldan çıkmış kimselerdir.”

İnsanın yanlışlık yaptığı ve örtülü olduğundan aldandığı hususlardan biri de kibir, kuruntu, ümit ve Hakk’a bağlanma haletlerini ayırt etmek hususundadır. Açıkça bilindiği üzere kibir İblis’in en büyük askerlerinden biridir. Tam tersine, ümitlenmek ise aklın rahman askerlerinden biridir. Ayrıca bu iki sıfat temel ve etkiler hususunda da birbirinden ayrı ve farklı konumdadır. Ümitlenmenin temeli rahmet genişliğini bilmek, feyiz, kemal, isimler ve sıfatların kapsamlılığına iman etmektir. Kibrin temeli ise Allah’ın emrini küçümsemek ve gayb alemleri, fiilerin gaybi suretleri ve nefsin sıfatlarının melekuti gerekleri hususunda cahil olmaktır. Bu yüzden bu iki sıfatın etkileri de farklıdır. Zira bir kimse rahmet genişliğine, Hakk’ın nimet genişliğine bilerek iman edecek olursa onun için ümit hali meydana gelir, bu marifet onu amellerin tezkiyesine, ahlak tasfiyesine Mevla ve velinimetin emirlerine itaatte ciddiyete davet eder. Kibir içinde olan insan ise şeytan ve nefs-i emarenin tuzağında marifetler, yüce ahlak ve salih ameller elde etmekten geri kalır.

Ümit sahibi nefisler her türüyle işe koyuldukları halde güvendikleri nokta kendi amel ve halleri değildir.

Zira onlar Hakk’ın azametini derketmiş ve Hakk’ın azameti karşısında her şeyin küçük ve her kemalin değersiz olduğunu ve yüce dergahı nezdinde bütün salih amellerinin hiçbir değer taşımadığını bilmiş oldukları için Hakk’ın rahmetine dayanır ve o mukaddes zatın geniş feyzine güvenirler.

Ama kibirli nefisler tüm kemallerden geri kalır, kendisini aşağılık hayvanlar derecesine düşürür, Hakk Teala’dan ve rahmetinden gafilce yüz çevirir. Bir dil lakırtısı olarak “Allah rahmet edenlerin en merhametlisidir ve Allah büyüktür” der. Şeytan onları büyük günahlara ve büyük farzları terk etmeye sürükler. Onlara özür makamında “Allah büyüktür” demelerini telkin eder. Oysa zerre kadar dahi Allah-u Teala’nın azametini derketmiş olsalardı, Allah’ın hususunda nimetlerine karşı muhalefet içinde olmazlardı. Bunlar Allah’ı azametle anar, kendisine ve diğerlerine karşı Hakk’ın geniş rahmetini savunur. Ama amel ve fiileri Hakk’ın azametinin kalplerine tecelli ettiği ve nefs levhalarında Hakk Teala’nın geniş rahmetinden bir nurun bulunduğu, yansıdığı kimselerin amellerine benzememektedir.

Bunlar ahiret işlerinde tembellik eder ve bunu sağlam bir ümit olarak değerlendirirler. Hakk’ın azametine dayanma şekline sokarlar. Ama dünyevi işlerde büyük bir hırs ve aceleyle toplamaya ve ele geçirmeye çalışırlar. Adeta onlara göre Allah-u Teala sadece ahiret ile ilgili işlerde büyüklük sahibidir, dünyevi işlerde büyük değildir. Bunlar dünyevi işlerde tümüyle nefse ve insanlara dayanmakta ve Hakk Teala’dan gaflet etmektedirler. Hatta adını bile anmazlar. Uhrevi işlerde ise Allah’a güvendiklerini söylerler. Bu sadece aldanmadan ibarettir.

Özetle ümit sahipleri asla amelden geri kalmazlar. Hatta herkesten daha çok ciddiyet gösterirler. Ama onlar kendi amellerine güvenmezler. Onlar amel ettikleri halde Hakk Teala’ya güvenirler. Zira hem kusurlarını görürler ve hem de rahmet genişliğini. Ama aldanmış kimseler, tohum ekme ve ziraat ile meşguliyet günlerinde oynaşan, tembellik eden ve “Allah büyüktür, tohum ekmeden de verme gücüne sahiptir” diyen kimselere benzer.

Ama ümitli kimseler ise yeri geldiğinde ekin işleriyle uğraşan, tohum eken, ekinleri sulayan, ürünlerini Hakk’tan dileyen, meyve ve sonuç elde edişi Allah’ın gücüne bağlayan çiftçiye benzer. Dünya da ahiretin tarlasıdır. Bu konu delillerle de ispat edilmiştir. 1 Aynı zamanda son Peygamber’den (s.a.a) de bu gerçek nakledilmiştir. 2

Amel etmedikleri halde karşılık ve sonuç bekleyenler aldanmış kimselerdir.

Amel ettiklerinde bu amellerine güvenen ve dayanan kimseler ise kendilerini beğenmiş kimselerdir. Bunlar da kendilerini unutmuş ve Hakk’tan gafil kimselerdir.

Ama amel ettikleri halde kendini ve amellerini hiç sayan, Hakk’a ve rahmetinin genişliğine dayanan kimseler ise ümit sahibi olanlardır. Bunların alameti de dünyada Allah’tan başkasına itimat ve tevekkül etmemeleri, diğer varlıklara gözlerini kapayıp cemilin cemaline açmaları ve görevlerini yerine getirme hususunda kusur etmemeliridir. Onların marifeti kendilerini amele zorlar ve muhalefetten alıkoyar. Hadis-i şeriflerde de bu gerçeğe işaret edilmiştir. Nitekim Kafi’de İmam Sadık’a (a.s) ulaşan bir senetle ravi şöyle diyor: “İmam Sadık’a (a.s) insanlardan bir grubun ölünceye kadar Allah’a isyan ettikleri halde ümitli olduklarını söylediklerini bildirdim. İmam şöyle buyurdu: “Bunlar yersiz hayallere ve kuruntulara sapılmış kimselerdir. Bunlar yalan söylüyor. Bunlar ümitli kimseler değildir. Bir şeyi ümit eden kimseler o şeyi talep eder. Bir şeyden korkan kimse de ondan kaçar.”3

Bu anlamda başka bir rivayet daha vardır. Sadece orada şöyle buyurulmuştur: “Onlar bizim dostlarımız değildir.”4

Hakeza Kafi’de İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu yer almıştır: “Mümin, korkan ve ümitli olmadıkça mümin olamaz. Korktuğu ve ümit ettiği şeyler esasınca amel etmedikçe de korkan ve ümit eden bir kimse olamaz.”5

Kafi’de İmam Bakır (a.s) Resulullah’tan naklen Allah-u Teala’nın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Benim için amel edenler, benim sevabım için yaptıkları amellere itimat etmezler. Zira onlar ömürleri boyunca ciddi davranacak ve nefislerini bana ibadet hususunda zahmete düşürecek olsalar bile, kusur içindedirler ve bana ibadetin hakikatine erişemezler. Nezdimde olan –yücelikler, cennet nimetleri ve civarımda yüce derecelerden- taleb ettikleri şeylerde rahmetime güvensin, ihsanımı ümit etsin ve hüsn-ü zan ile itminan içinde olsunlar. Zira bu esnada rahmetim onlara erişir, ihsanım onları rızayetime ulaştırır ve mağfiretim onlara bağışlanma elbisemi giydirir. Şüphesiz ben rahman ve rahim olan Allah’ım ve bu isimle adlandırılmış bulunmaktayım.”1

Bu husustaki hadisler oldukça çoktur.” 2

Şimdi ey aziz! Nefsinin hallerini incele, nefsinin hallerinin etkilerini ve temellerini teşhis et. Hangi gruptan olduğumuza bir bak! Acaba Allah’ın büyüklüğü, rahmet azameti, mağfiret büyüklüğü, bağış ve mağfiret genişliği bizi mukaddes zata ümitli mi kılmış, yoksa bizleri şeytani gurura mı düçar kılmış; Hakk’tan celal sıfatlarından gafil mi etmiş ve bizleri ahiret işlerine karşı umursamaz mı kılmıştır?

Büyük birine, nimet sahibine ve herkese huzurunda saygın davranmak insanının fıtri özelliğidir. Dünya erbabı kimseler, dünya nimetlerinin sahibine, dünyevi kudret ve azamet sahiplerine onların huzurunda olduklarında saygı gösterirler. Zira onların büyük ve velinimet olduklarını teşhis etmişlerdir. Dolayısıyla örtülü fıtrat onları saygı göstermeye davet etmiştir. Dolayısıyla eğer kalbinde Hakk’ın azameti, rahmet genişliği, nimet ve mağfiret enginliği, bağış ve ihsan kapsamlılığından bir tecelli var ise, yoğrulmuş fıtrat seni de saygı göstermeye davet etmeli ve tüm alemlerden ibaret olan huzurunda asla muhalefet göstermemelisin. O halde bu muhalefetler örtülmedendir ve bu örtülü olma haleti kibir ve gurur nedenidir.

Ey aziz! Ağır uykudan uyan. Bu şeytani gururdan sakın ki gurur insanı abadi helak olmaya sürükler. Salikler kervanından alıkoyar. Ehlullah’ın göz nuru olan ilahi marifetleri elde etmekten mahrum kılar.

Bil ki gurur olduğu takdirde ilahi öğütler, peygamberlerin davetleri ve velilerin nasihatı etkili olamaz. Zira gurur bütün bunları kökünden söküp atar. İnsanı kendini ve hastalıkları düşünmekten alıkoymak, unutma ve gaflete neden olmak ve doktorların tedaviden aciz olacağı dertlere düşmek de şeytanın ve nefsin büyük tuzaklarından ince hesaplarından biridir. İnsan bu durumda bir an kendine gelir ki artık islah zamanı geçmiş ve çözüm yolu tümüyle kapanmış olacaktır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Sen, onları hasret günü ile korkut. O gün, onlar gaflet içinde inanmamakta iken, iş bitirilmiş olur.”1



Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin