Uğur ve Bereket Amacıyla Hadis-i Şerifin Lafzının Nakli
“Erbein”1 adlı kitabımızda zikrettiğimiz bir senetle Şeyh Kuleyni’nin2 Kafi3 adlı kitabından naklen, Semae b. Mihran şöyle diyor: “Ben Abi Abdillah Ca’fer b. Muhammed’in (a.s) yanında dostlarından bir grup ile birlikte oturuyordum. Akıl ve cehaletten söz edilince Eba Abdillah (a.s) şöyle buyurdu: “Aklı ve ordusu ile cehalet ve ordusunu tanıyınız ki hidayete eresiniz.” Semae şöyle diyor: “Bunun üzerine ben şöyle dedim: “Fedan olayım, biz sadece sizin öğrettiklerinizi biliyoruz.” Bunun üzerine Eba Abdillah (a.s) şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah, aklı yarattı ve akıl ruhanilerden yaratılan ilk varlıktır. Allah onu arşının sağından, kendi nurundan yarattı. Sonra ona, “dön” dedi. O da böylece döndü. Sonra ona “gel” dedi, o da böylece geldi. Allah-u Teala şöyle buyurdu: “Seni büyük bir yaratılış üzere yarattım ve seni bütün yaratıklarımdan üstün kıldım.” Ebi Abdillah (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “Böylece Allah cehaleti acı ve karanlık denizden yarattı ve ona, “Dön” dedi. O da bunun üzerine döndü. Daha sonra ona, “Gel” dedi. O gelmedi. Böylece Allah ona şöyle buyurdu: “Sen kibirlendin.” Allah ona lanet etti. Sonra akıl için yetmiş beş asker karar kıldı. Cehalet, Allah’ın akla verdiği bu yüceliği ve kendisine bağışladığı şeyleri görünce, içinden akla karşı bir düşmanlık besledi. Böylece cehalet şöyle dedi: “Ey rabbim! O da benim gibi bir yaratıktır. Onu yarattın, yüce kıldın ve güçlendirdin. Ben ise onun zıddıyım. Ama ona karşı bir gücüm yoktur. Bana da ona bağışladığın gibi askerler bağışla.” Bunun üzerine Allah şöyle buyurdu: “Evet, eğer bundan sonra isyan edersen, seni ve ordunu rahmetimden uzaklaştırırım.” Cehalet şöyle dedi: “Şüphesiz ben de buna razıyım.” Böylece Allah ona da yetmiş beş asker verdi.
Allah’ın akla verdiği yetmiş beş askerden biri, aklın veziri olan hayır ve zıddını ise cehaletin veziri olan şer; iman, zıddını ise küfür; tasdik ve zıddını ise reddetme; ümit, zıddını ise karamsarlık; adalet ve zıddını ise zulüm; hoşnutluk, zıddını ise öfke; şükür ve zıddını ise nankörlük; arzu ve zıddını ise isteksizlik; tevekkül ve zıddını ise hırs; merhamet, zıddını ise katılık; rahmet ve zıddını ise gazab; ilim ve zıddını ise cehalet; anlayış ve zıddını ise ahmaklık; iffet ve zıddını ise ahlaksızlık; züht ve zıddını ise rağbet; yumuşaklık ve zıddını ise kabalık; korku ve zıddını ise cüretkarlık; tevazu ve zıddını ise kibir; teenni1 ve zıddını ise acelecilik; hilim ve zıddını ise beyinsizlik; susma ve zıddını ise gevezelik; boyun eğmeyi ve zıddını ise böbürlenme; teslimiyet zıddını ise şek; sabır ve zıddını ise tahammülsüzlük; bağışlama ve zıddını ise intikam; zenginlik ve zıddını ise fakirlik; anma ve zıddını ise yanlışlık; belleme, zıddı unutkanlık; acıma ve zıddını ise ilişkiyi kesme; kanaat ve zıddını ise hırs; yardımlaşma ve zıddını ise esirgeme; dostluk ve zıddını ise düşmanlık; vefa ve zıddını ise sadakatsizlik; itaat ve zıddını ise günah; huzu ve zıddını ise ululanma; esenlik ve zıddını ise bela; sevgi ve zıddını ise buğzetme; doğruluk ve zıddını ise, yalan; hak ve zıddını ise batıl; emanet ve zıddını ise hıyanet; ihlas ve zıddını ise katışıklık; zekilik ve zıddını ise budalalık; kavrayış ve zıddını ise kalın kafalılık; marifet ve zıddını ise inkar; idare etme ve zıddını ise açığa çıkarma; dürüstlük ve zıddını ise aldatma; gizleme, zıddını ise ifşayı; namaz ve zıddını ise (namazı) zayi etme; oruç ve zıddını ise iftar; cihat ve zıddını ise kaçınma; hac ve zıddını ise ahdini bozma; söz saklama ve zıddını ise laf taşıma; anne babaya iyilik ve zıddını ise anne babaya itaatsizlik; hakikat ve zıddını ise riya; iyilik ve zıddını ise kötülük; örtünme ve zıddını ise açılıp saçılma; takiyye ve zıddını ise yayma; insaf ve zıddını ise bağnazlık; ıslah etmek ve zıddını ise azgınlık; temizlik ve zıddını ise kirlilik; haya ve zıddını ise arsızlık; itidal ve zıddını ise taşkınlık; rahatlık ve zıddını ise sıkıntıya sokma; kolaylık ve zıddını ise zorluk; bereket ve zıddını ise yokluk; afiyet ve zıddını ise bela; denge ve zıddını ise rekabet; hikmet ve zıddını ise heva ve heves; vakar ve zıddını ise hafiflik; mutluluk ve zıddını ise mutsuzluk; tevbe ve zıddını ise günahta ısrar; istiğfar ve zıddını ise gururlanma; önemseme, zıddını ise küçümseme; dua ve zıddını ise tenezzül etmeme; neşe ve zıddını ise bitkinlik; ferah ve zıddını ise hüzün; ülfet ve zıddını ise ayrılık; cömertlik ve zıddını ise cimrilik karar kılmıştır.
Bu güzel hasletlerin tümü sadece Peygamber’de veya Peygamber’in vasisinde veya Allah’ın kalbini imanla imtihan ettiği müminlerin kalbinde, bir araya toplanabilir. Ama diğer dostlarımıza gelince, şüphesiz onlardan birinde bu sıfatlardan bazısı vardır ta ki kemale erer ve cehalet ordusundan temizlenir. Bu durumda Peygamberler ve vasilerle birlikte yüce bir derecede bulunur. Şüphesiz bu akıl ordusunu tanımak ve cehalet ordusundan sakınmak ile elde edilebilir. Allah bizleri ve sizleri, kendi itaati ve rızayeti hususunda başarılı kılsın.” Kitabın başında da belirttiğimiz gibi ilmi konulara girmemeye söz verdiğimiz halde mecburi olarak bu hadiste yer alan bazı ilmi hususiyetlere özetle ve icmalen işaret etmek zorundayız.
İkinci Makale
Akıl ve Cehalet Hakikatinin ve Hadis-i Şerif’in Maksadının Kısaca Beyanında
Bil ki dostlar meclisinde söz konusu edilen akıl ve cehalet zahir hasebiyle insanda var olan akıl ve cehalettir ve bu da kuvve-i akile, yani zatı hasebiyle soyut ve fıtratı hasebiyle iyiliklere ve kemallere meyleden, adalet ve ihsana çağıran ruhani güçtür. Bunun karşısında yer alan (cehalet) ise, kuvve-i vahime, yani fıtraten aklın düzeni altına girmedikçe ve soyut nefsin yücelik gölgesinde boyun eğmedikçe kötü ağaç ve kötülüklerin aslının aslı olan dünyaya meyleden güçtür. Şimdi de inşallah bu ikisi hakkında bir miktar söz etmek istiyoruz.
İmam Sadık’ın (a.s) diliyle ifade edilen akıl, ruhlar aleminde yaratılan ilk yaratış oluşu gibi bir takım hususiyetler sebebiyle, tikel akılların hakikati, sırrı ve batını olan büyük alemin tümel aklıdır. Bu hakikat anlaşıldığı taktirde, onların maksadı da kendiliğinden anlaşılmış olmaktadır. Akıl, nurani ve cismani ilgilerden soyut bir cevherdir. Ruhlar aleminde yaratılan ilk varlıktır, feyz-i mukaddes1 ve mutlak meşiyyetin ilk tecellisidir ve de tatlı suyun oluşumudur. 2 Yaratış ve icat aleminde, son Peygamber’in nurudur.
Bunu inkar etmek, akıl ve dinin bir çok zaruri hükümlerini inkar etmeyi gerektirir. Örneğin varlık aleminde Allah-u Teala’dan daha üstün bir varlık olduğunu düşünmeyi veya kudreti yüce olan Allah’ı sınırlamayı, zat-i mukaddesi cisim olarak kabul etmeyi, Allah-u Teala’nın zatında, cehalet, acizlik ve cimriliğin, varlığını iddia etmeyi ve benzeri şeyleri gerektirir ki, bunları bırakın incelemek, saymak bile sözü uzatacaktır. Büyük muhaddislerden bunları inkar edenler ise, bu inkarın gerektirdiği kötülükleri ve batıl sonuçları, görememişlerdir.”1 Zira bu hakiki tevhit ve tecrit ilimlerinde alıştırma yapmakla ortaya çıkan gizli bir sonuçtur. Zahir ve hadis ehli olanlar ise bunu derk edememiş ve gaflet göstermişlerdir. Bu yüzden onlara dil uzatmak asla doğru değildir. Zira, onlara göre akli ve soyut bir alemin olduğunu kabul etmek, alemin yaratılmış olduğunu reddetmeyi gerektirmektedir. Oysa, bazı büyük araştırmacılar2, bu konuyu derin bir şekilde incelemiş ve alemin, zamansal olarak hadis olduğunu (sonradan yaratıldığını) ispat etmişlerdir ve bunun yüce ve celil olan Allah’ın tevhit, tenzih ve takdis ilkeleriyle de asla çelişmemektedir. Biz, elhamdülillah, Allah’ın verdiği güzel bir inayetle, marifetler ve kalp ashabının yoluyla uyumlu olarak, bütün gayb ve şehadet alemlerinin zamansal olarak hadis olduğunu ispat etmiş bulunmaktayız. 3
Bunun detaylarını açıklamak ise, şüphesiz ayrı bir çalışmayı gerektirir.”Bilmezsin, olur ki, Allah bunun ardından bir hal meydana getirir.” 4 Allah izin verirse, bu konuda ayrı bir çalışma yapmayı düşünüyorum. Ama bazı büyük muhaddislerin5 ariflere isnat ettiği alemin hadis oluşuyla ilgili sözler, doğru olmayıp, bir çok sakıncalı şeylere sebep olmaktadır. Bu sakıncalı şeylerin her biri de Allah-u Teala’yı tenzih ve birleme inancını sarsmaktadır. Ama onlar, bundan gaflet etmişlerdir. Özetle soyut aklın, hatta akli alemlerin ispatı, ismet Ehl-i Beytinin hadisleri6 ve bazı ilahi ayet-i şerifelerin işaretleri7 ve akıl sahiplerinin8 aklının zaruretiyle de uyum içindedir ve de marifet ashabının riyazetlerinin sonucudur. Bu soyut cevher büyük alemin aklıdır ve bazılarının dilinde9 bu soyut akıl, “ilk adem” olarak ifade edilmiştir. Bu da insanların babası olan Adem’den başkadır. Bilakis, Adem’in (a.s) ruhaniyeti onun zuhurudur.
Bu nurani hakikatin karşısında başka bir hakikat de vardır ve o, büyük insandaki tümel vehimdir. Bu tümel vehim de fıtrat ve yaratılış hasebiyle, kötülüğe ve fesada meyletmekte, yanlışlara ve hatalara davet etmektedir. Bu tümel vehim, İblislerin İblisi’nin hakikati ve büyük şeytandır. Diğer şeytanlar ve iblisler de onun mazharlarından sayılmaktadır. Bu hakikatin de bir soyut gerçeği vardır. Bu soyut gerçek, zulmani ve berzahi bir soyutluluktur; aklani ve nurani bir soyutluluk değil. Nitekim bu hakikat, marifet ve yakin ashabı nezdinde apaçık bir gerçeği ifade etmektedir.
Üçüncü Makale
Dostları ilə paylaş: |