Orijinal adı: Şerh-i Hadis-i Cunud-i Akl ve Cehl Merhum İmam Humeyni (r a)


Tevazu ve Zıddı Olan Kibir Hakkında



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə49/66
tarix24.02.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#43328
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   66

Tevazu ve Zıddı Olan Kibir Hakkında


Burada yedi bölüm vardır:

Birinci Bölüm

Tevazu ve Kibrin Anlamı


Tevazu tekebbürün değil de kibrin karşıtı olarak ifade edildiği için onu nefsani sıfatlardan biri olarak bilmek gerekir. Nitekim kibir de nefsani sıfatlardan biridir. Tekebbür, kibirlenmeyi izhar etmektir. Ama örf ve lugat açısından tevazu, küçüklüğünü izhar etmektir. 1 Velhasıl insan, bencil olduğu için nefsine karşı beslediği bu aşırı bencillik ve sevgi de kendi eksiklik ve ayıplarından örtülü olmasına ve kötülüklerini görmemesine neden olmaktadır. Hatta bazen, kendi kötülüklerini iyilik olarak görmekte veya sahip olduğu iyilik ve faziletleri kat kat fazla görmektedir. Aynı şekilde çoğu zaman da başkalarının iyiliklerinden de örtülü kalmakta, onların kötülüklerini kat kat görmektedir.

O halde, kendi kemalini ve başkalarının noksanlığını görünce nefsine karşı beslediği aşırı sevgi de yardım edince, nefsinde kendine karşı bir beğeni haleti ortaya çıkar. Bu haletten sonra, nefsin batınında kendisini diğerlerinden üstün görür, büyüklenme içine girer, kendilerini başkalarından büyük sayar, işte bu halet kibirdir. Bu kalbi halet, beden mülkünde zahir olunca da tuğyan eder, büyüklenir, başkalarına karşı zahiren üstünlük satar ve bu da tekebbürdür.

Bu örtülmeden dışarı çıkınca ve kendini olduğu gibi görünce, hatta kendine kınayıcı bir gözle bakınca ve kendine kötümser davranınca kendisini küçük ve alçak görür, zillet ve nefis yoksulluğunu derk eder. Bu bakış açısına sahip olduğu zaman da başkalarına karşı iyimser olma, Allah’ın kullarını ve Hak Teala’nın celal ve cemal mahzarlarını büyük görmeyle, yavaş yavaş nefiste kendini küçük görme haleti ortaya çıkar. İnsan böylece kendini diğerlerinden küçük görür. Bu halet de kalbi bir tevazudur. Bunun etkileri beden mülkünde zahir olunca, “tevazu gösterdi, alçak gönüllü davrandı” denmektedir.

İkinci Bölüm

Tevazu ve Tekebbürün Derecelerinin Beyanında


Biz Kırk Hadis Şerhi kitabında kibrin mertebe ve derecelerini açıklamaya çalıştık. Oradaki bilgilerden tevazunun dereceleri de kendiliğinden anlaşılmaktadır. Her kim dilerse oraya müracaat etmesi, daha uygundur.1 Lakin burada, faydalı olması için kısaca bir bilgi vermeye çalışacağım. Bu tasnif ve bölümleme belirtilen kitapta yaptığımız tasniften ve bölümlemeden ayrı bir şeydir. Bil ki tevazunun bir takım dereceleri vardır ki tekebbür de her derecede onun karşısında yer almaktadır.

Birincisi kamil velilerin ve büyük peygamberlerin tevazusudur. Onlar, kalplerindeki zati, esmai, sıfati ve ef’ali tecelliler vasıtasıyla, Hak Teala ve de o mukaddes zatın celal ve cemal mahzarları karşısında alçak gönüllü davranır, rububiyetin kemali ve ubudiyetin zilleti, onların kalbinde nihayi derecede bir alçak gönüllülük haleti icad eder. Bu iki bakış ve müşahade de ne kadar kemale erecek olursa, tevazu hakikati de kemale erer. Nitekim Allah’ın yaratıklarının en arifi, Allah’ın kullarının en yücesi olan son Peygamber (s.a.a) de Allah-u Teala’nın huzurunda varlıkların en alçak gönüllüsüydü. Zira o, rububiyetin kemalini ve ubudiyetin noksanlığını görmekte, varlıkların en kamil olanıdır.

Alçak gönüllü kimselerden bu taife Allah için alçak gönüllü olduğu gibi O’nun celal ve cemal mahzarları karşısında O’nun için alçak gönüllü olurlar. Bunlar için tevazu, Hak Teala için tevazunun bir gölgesidir. Bunlar, tevazunun yanı sıra muhabbet makamına da sahiptirler ve Hak Teala’nın mahzarlarına muhabbet, Hakk’a muhabbet ile birliktedir ve bu muhabbet ile birlikte olan tevazu da, tevazu mertebelerinin en kamilidir.

İkincisi ise, marifet ehli kimselerin tevazusudur ki onlarda da velilerin tevazusu vardır. Ama daha eksik bir aşamada. Zira marifet makamı, huzuri müşahade ile farklılık içindedir.

Alçak gönüllülüğün üçüncü mertebesi ise, rütbe açısından bunlardan sonra gelen hikmet sahiplerinin alçak gönüllüğüdür. Onlar da ilahi hikmet makamına ulaşmış ve kalpleri hikmet nuruyla aydınlanmış olursa, Hak Teala ve yaratıkları için tevazu içinde olurlar. Nitekim Lokmani hikmetlerde, bu konuda özel tavsiyelerde bulunulmuştur.1

Tevazunun dördüncü mertebesi ise müminlerin tevazusudur. Müminler de iman nuru ile Allah hakkında ilim kazanmış ve kendilerini nurlarının aydınlattığı kadarıyla ıslah etmişlerdir. Dolayısıyla da Allah ve yaratıkları için tevazu gösterirler.

Bu mertebelerden her birinin karşısında da bir tekebbür mertebesi vardır. Zira her örtülmede nefis için bir büyüklük hasıl olur.

Bilmek gerekir ki tevazu, yaltaklanmaktan ve kibir izzeti nefisten farklıdır. Hem temel, hem de hedefler ve hem de neticeler açısından farklılık arzetmektedir.

Tevazunun kaynağı Allah ve nefis hakkında ilim sahibi olmaktır. Hedefi Allah’tır veya Allah’ın yüceliği, neticesi ve ürünü ise nefsani kemaldir.

Yaltaklanmanın ise, kaynağı şirk ve cehalettir, hedefi nefistir, neticeleri ise küçülme, horluk, noksanlık ve utançtır.

Tekebbürün kaynağı ise bencillik, kendini sevmek, cehalet, Hak Teala’dan ve mazharlarından gaflet etmektir. Hedefi nefis ve gösteriştir, neticesi ise tuğyan ve isyandır.

İzzet-i nefsin kaynağı ise, Allah’a tevekkül etmek, Hak Teala’ya dayanmaktır, hedefi Allah’tır, neticesi ise Allah’tan gayrisini terk etmektir.



Üçüncü Bölüm

Göğsün Genişliğinin ve Darlığının Açıklaması


Bilmek gerekir ki tevazu ve tekebbürün bir çok nedenleri vardır ki bunlardan biri de göğüs genişliği ve darlığıdır. Göğüs genişliğine sahip olan bir insan, kendisinde ne kadar kemal, cemal, mal, mülk, devlet ve azamet görse dahi ona önem vermez, bunları büyük görmez, böyle bir insanın varlık genişliği o kadar yücedir ki kalbe giren bütün duygulara galip gelir ve vücut kapasitesini hiçbir şey dolduramaz. Bu göğüs genişliği Hak Teala’nın marifetinden ortaya çıkmıştır ve de Allah ile ünsiyet liyakatine yardımcı olan hususlarda kalbi itminan ve güven makamına ulaştırmaktadır.

Ve Allah-u Teala’yı zikretmek de kalbi tabiat makamlarından geri çevirir, bütün dünyayı ve içindeki her şeyi gözünden düşürür, böylece kalp, Allah’tan başka hiç kimseye bağlanmaz, hiçbir şeye ısınmaz ve himmeti öyle bir makama ulaşır ki varlık alemindeki bütün alemler, onun gözüne küçük gelir. Dolayısıyla kalbine hangi duygular girerse girsin, onu esir edemez. Bunlar vasıtasıyla kendisini büyük ve değerli görmez, Hak Teala’dan ve celal ve cemal eserlerinden gayri her şey gözüne küçük gelir, bu da Hak Teala için tevazu göstermeye sebep olur. Bu tevazuya bağımlı olarak da insanlara karşı tevazu gösterir. Zira yaratıklar da Hak Teala’ya aittir. İşte bu halet, izzeti nefsin ve büyüklüğün menşei olur. Zira, bencillikten ve menfaatçilikten kaynaklanan yaltaklanma ruhu, böyle bir insanda mevcut değildir.

Dolayısıyla Allah’ı istemek, insana göğüs genişliği verir, göğüs genişliği ise tevazu ve izzeti nefse sebep olur. Buna karşı bencillik ise göğsün dar olmasındandır ve hem de göğüs darlığına neden olmaktadır. Bu da tekebbürün kaynağıdır. Zira, kabiliyet zayıflığına ve göğüs darlığına sahip olduğu için, kendisinde ne görürse büyük görür, onunla büyüklenir, aynı zamanda nefsine esir olduğu için de hedeflerine ulaşmak için, tamahlandığı dünya ehli nezdinde, zillet, horluk ve yaltaklanmaya sürüklenir.

Kemallerde, bütün temel ilkelerin kaynağı, marifetullahtır ve nefsi terk etmektir. Bütün kötülüklerin ve noksanlıkların kaynağı ise nefis sevgisi ve bencilliktir. Bütün fesatları ıslah etmenin yolu ise, Hakka yönelmek ve nefsani isteklerini terk etmektir. “Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.”1

“Putların annesi, sizin nefis putunuzdur.”2

Allah’ı tanımak, Allah sevgisine neden olur ve bu sevgi kemale erince de insanı kendisinden koparır. İnsan kendisinden kopunca da bütün alemlerden kopar, tamah gözüle kendisine ve başkalarına bakmaz, şeytan ve tabiatın pisliğinden temizlenir, ezel nuru kalbinin batınında tecelli eder, batından zahire sirayet eder, böylece fiil ve sözleri nurani olur, bütün kuvveleri ve organları ilahi ve nurani hale bürünür, dolayısıyla da mütevazi olduğu halde, Allah’ın yaratıklarının hiçbirinin karşısında yaltaklanmaz, ümit ve tamah gözüyle hiç kimseye bakmaz ve asla gözlerini yaratıklara dikmez.

Aksine Hak Teala’dan örtülmek, nefsini görmek, bencillik ve nefis sevgisi ise insanı Allah’tan koparır, nefsine esir eder. İnsan nefsine esir olunca da her hangi bir yerde, nefis lezzetlerini görünce oraya bağlanır, dünya mal, mülk sahipleri karşısında hor ve hakir hale düşer, onlara tamah gözüyle bakar, aynı zamanda kendilerine ümit gözüyle bakmadığı elinin altındaki kimselere karşı ise, büyüklenir ve tekebbüre kapılır.


Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin