İkinci Bölüm Boyun Eğmek Aklın Askerlerinden, İstikbar ise Cehaletin Askerlerinden Biridir
Önceki bölümdeki bilgilerden anlaşıldığı üzere istislam (boyun eğme) yoğrulmuş fıtratın gereklerinden ve aklın askerlerinden biridir. İstikbar ise örtülü fıtratın gereklerinden ve cehaletin askerlerinden biridir. Zira insan, asil ve salim olan ilahi hediyelerden sayılan ve hakikatte yaratılışın mayası olan asil fıtratında baki kaldıkça nefsani ayıplara, afetlere, örtülmeye ve ruhsal bulanıklıklara bulaşmadıça bu selim fıtrat üzere Hak Teala’yı derk eder ve Hak Teala’ya karşı bir sevgi duyar. Dolayısıyla fıtratı gereği onun karşısında tevazu gösterir ve teslim olur. Teslim olunca da kendisi için “istislam” boyun eğme haleti ortaya çıkar.
Bir hadiste Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Müminler, kolaylaştırıcı ve yumuşak huyludurlar. Bağlanınca boyun eğerler ve bir taşın üzerinde uyutulunca uyur ve sakin olurlar.”1
Kolaylaştırıcı ve yumuşak olmak, boyun eğmek ve Hak Teala karşısında teslim olmak, müminlerin sıfatlarındandır. Eğer onlara bu halet zorla yüklense dahi yine de boyun eğerler. Mümin kandırıldığı zaman, kandırılmış gibi davranır.” Mümin hatta, hile karşısında bile aldandığını göstermeye çalışır.
Özetle insani fıtrat, hakkı kabul ettiği için kendisine istislam haleti hasıl olur. Fıtrat örtüldüğünde, bencilleştiğinde ve tabiat etkileri altına girdiğinde de hak ve hakikatten kaçar, kasavet ve katılık içine girer, neticede istikbara yönelir, Hak Teala’ya isyan eder. O halde anlaşıldığı üzere “istislam” akıl ve Rahman’ın askerlerinden biri ve yoğrulmuş fıtratın gereklerindendir. “İstikbar” ise cehalet ve şeytanın askerlerinden biri ve örtülü fıtratın gereklerindendir.
Yirmi Üçüncü Maksat
Teslimiyet ve Zıddı Olan Şek Hakkında
Burada da üç bölüm vardır:
Birinci Bölüm Teslim ve Şekkin Anlamı Hakkında
Önceki bölümden anlaşıldığı üzere teslim, nefsin ayıplardan ve pis melekelerden arınmasından sonra, batıni boyun eğme ve Hak Teala karşısında kalbi inançtan ibarettir. Kalp salim olunca, Hak Teala’ya teslim olur.
Bunun karşısında ise şek ve Hak Teala karşısında teslim olmamak haleti vardır. Hakkı kabul etmemek ve Hak Teala’ya teslim olmamak, nefsin örtülmesinden, batıni ayıplardan ve kalbi hastalıktandır.
Bazı araştırmacılar şöyle demişlerdir: “Teslimiyetin karşıtı olarak inkarın değil de şekkin karar kılınması bütün işlerde kesin hükmün akla ait oluşudur. Zira kesin hükmün, vehmani (kuruntusal) nefislerle hiçbir hususta ilgisi yoktur. Zira onlar, sadece şek ile ilgilidir, teslimiyetten maksat ise bütün şeylerde onaylamak olduğu için karşıtı da şek karar kılınmıştır. 1
Bu söz tartışılabilir bir sözdür. Zira vehmani nefisler, bütün işlerde şek etmemektedirler. Hatta bazen aksine kesin inanç elde etmekte, bazen inkar etmekte, yalanlamakta ve reddetmektedir.
Hakka teslim olmamak, tür olarak şek ile birlikte olduğu için bu açıdan karşıt karar kılınmış olması da mümkündür. Belki de şekten maksat, yakinin zıddıdır. Nitekim lugat alimleri de bunu açık bir şekilde belirtmişlerdir.2 Yakinin karşıtından maksat ise, terdit haleti olan yaygın şekten daha genel bir anlamdır.
İkinci Bölüm Teslimiyetin Faydalarının Beyanında
“Teslim” müminlerin güzel sıfatlarından biridir. Müminler bu sıfat vasıtasıyla ilahi marifetleri ve manevi makamları elde etmektedirler. Hak Teala ve evliyaları karşısında teslim olmak, onlar karşısında itirazda bulunmamak ve onların adımıyla melekuti seyre koyulmak, insanı daha çabuk hedefe ulaştırmaktadır. Bu açıdan bazı ariflerin dediğine göre, müminler hedefe hikmet sahiplerinden daha yakındırlar. Zira onlar, peygamberlerin izinden yürümektedirler. Hikmet sahipleri ise fikir ve akıllarıyla seyretmek istemektedirler. Elbette ilahi hidayete tabi olan bir kimse, yolların en yakını olan doğru yoldan hedefe ulaşır. Onun için hiçbir tehlike söz konusu değildir. Lakin kendi adımıyla seyreden bir insan, çoğu defa helak yoluna koyulur ve yolunu şaşırır.
İnsan usta bir doktor bulmak için çalışmalıdır, kamil bir doktor bulduğu zaman da sorgusuz sualsiz yazdığı reçeteye teslim olmaz ve aklıyla kendini tedavi etmek isterse, çoğu defa helak olur.
Melekuti seyirde insan, yol hidayetçisini bulmak için çaba göstermelidir. Hidayetçi insanı bulduğu zaman da ona teslim olmalıdır. Seyr-u suluk hususunda onu takip etmelidir ve izinden yürümelidir.
Resulullah’ı (s.a.a) yol hidayetçisi olarak bulduğumuz ve onun bütün marifetlere bağlandığını kabullendiğimiz için, melekuti seyir noktasında da sorgusuz sualsiz ona tabi olmalıyız.
Eğer hükümlerin felsefesini, nakıs aklımızla derk etmeye çalışırsak, doğru yoldan sapar ve daimi helake sürükleniriz. Tıpkı doktorun reçetesinin sırrından haberdar olmak ve ondan sonra ilacı kullanmak isteyen bir hastaya benzeriz. Böyle bir hasta ise, asla esenlik yüzü göremez. Zira reçetenin sırrını öğreninceye kadar tedavi vakti geçmiş olur ve kendini helak etmeye sürükler.
Biz hastalar ve yolunu kaybetmiş kimseler de kalbi hastalıklarımızı ve melekuti seyir reçetelerimizi hidayet yolunun hidayetçilerinden ve nefis doktorlarından ve ruh tabiblerinden elde etmeliyiz. Nakıs fikirlerimizi ve zayıf görüşlerimizi kullanmadan o reçete esasınca amel etmeliyiz ki, tevhit sırlarına erişmekten ibaret olan hedefimize erişmiş olalım. Belki de Hak Teala’nın mukaddes dergahına teslim olmak, ruhsal hastalıkları tedavi eden metotlardan biridir ve nefse sefa bağışlamakta ve batının nuraniyetini gün gittikçe artırmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de Nisa suresi, 65. ayette şöyle buyurmuştur: “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”
İnsan, ilahi belirli hükümlerde teslimiyet içinde olduğu taktirde insani ruhun damağında imanın tadı hasıl olur. Öyle ki göğsünde de bu konuda bir darlık hasıl olmaz. Açık bir yüz ve çehreyle onu karşılar.
Kafi’de yer alan bir hadis-i şerifte Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmanın dört rüknü vardır: Allah’a tevekkül etmek, işi Allah’a havale etmek, Allah’ın kaza ve kaderinden hoşnut olmak ve münezzeh olan Allah-u Teala’nın emrine teslim olmak”1 İmanın bu dört esaslarına sahip olmayan bir kimsenin imanı yoktur ve Allah’a iman hakikatinden mahrum durumdadır.
Dostları ilə paylaş: |