1
Seyyid Kutup 3
Takdim 3
Örnek Bir Kuran Nesli 5
Kur'anî Yöntemin Yapısı 8
Müslüman Toplumun Doğuşu Ve Özellikleri 14
Allah Yolunda Cıhad 17
La İlahe İllallah Hayat Tarzıdır 25
Evrensel Düzen 28
İslam Bizatihi Uygarlıktır 30
İslâm Düşüncesi Ve Kültür 35
Müslümanın Milliyeti Akidesidir 38
Uzun Süren Bir Geçiş Dönemi 41
İmanın Üstünlüğü 45
Yol Budur 47
"...Biz fikir ve sözlerimiz uğruna ölsekte, o fikir ve sözler ruhlu birer vücud olarak kalacaklardır."
Seyyid Kutup, 1906 yılında Mısır'ın Asyut kasabasında doğdu; Dini İlk eğitimini ailesinden aldı. Yani; nezih, temiz ve berrak dimağına ilk nakşedilen bilgi, Kelam-ı İlahi oldu. İlkokulu bitirdiği sene Kur'an-i Ke-rim'i de baştan sona ezberlemiş bulunuyordu.
İlkokulu bitirince babası Kahire'ye götürdü ve el-Ezher Üniversitesinin orta öğretim bölümüne kaydettirdi. Babasının ölümünden sonra ailece Kahire'ye yerleştiler.
Seyyid Kutup, daha lise yıllarında iken kendini edebiyata vermiş ve edebi eserler, makaleler yazmağa başlamıştı. Şair olarak tanınmak istemediğinden yazdığı şiirleri neşretmezdi.
Yüksek tahsilini Kahire Üniversitesinin Darül -Ulûm Fakültesinde yaptı. 1933 yılında bu fakülteden mezun oldu. Aynı yıl Mısır Maarif Vekaleti tarafından bu fakülteye Edebiyat hocası olarak tayin edildi.
1941 yılında sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif Vekaleti tarafından Amerika'ya gönderildi. Amerika'ya gitmeden önce Mısır'daki Müslüman Kardeşler Cemiyeti ile münasebetler kurmuş ve Yeni Fikir adlı bir mecmua çıkarmağa başlamıştı. Amerika'ya gittikten sonra da devam ettirdiği Yeni Fikir mecmuasında, başlıca kapitalizme ve servet sahiplerine çatıyordu.
Amerika'da geçirdiği iki yılı; günümüzün çeşitli doktrinlerini tetkik etmekle değerlendirmişti. Döndükten sonra bu sahadaki akademik çalışmalarını da artırdı. Bu akademik çalışmalarında evvela sosyalizm, komi-nizm ve kapitalizm'i bütün detayları ile inceleyip tahlilden geçirdi. Bu rejimlerin hepsinde de beşeriyete zararlı olan ve insanlığı muhtelif şekillerde köleleştiren unsurlar bulunduğunu tespit etti.
Bu incelemelerin ardından bütün çalışmalarını Kur'anı tetkike hasretti. İman ve İslam prensipleri üzerinde uzun müddet ilmi çalışmalar yaptı. Ve bütün insanlığın kurtuluşunun Kur'an-ı Kerim'e sarılmakla olacağına inanıyordu. Bu ilmi ve felsefi araştırmaları, kendisine sarsılmaz bir iman bahsetmişti.
Bu noktada huzura kavuşmuş olan Seyyid Kutup, artık fıkır ve düşünce hayatının en olgun safhasına girmiş bulunuyordu.
1948 yılında "İslamda Sosyal Adalet" adlı kitabı İslam aleminde büyük yankılar uyandırdı.
Fikirlerini eserleri ile yaymağa çalışırken aynı paralelde kurulmuş olan "Müslüman Kardeşler Cemiyeti'yle temaslarını sıklaştırdı.
1952 yılında Mısır'da yapılan askeri ihtilal neticesinde sosyalizm tatbikine başlandı. 1954 yılında "Müslüman Kardeşler Cemiyeti" fesh edildi. Teşkilatın onbinlerce mensubu zindanlara dolduruldu. Seyyid Ku-tup'da aynı yıl tevkif edilmiş ve onbeş yıl ağır kürek cezasına çarptırılmıştı. Zindanda bulunduğu müddetçe de Hakkı söylemekten fütur etmediği için mahpusluğu müddetince büyük işkencelere maruz bırakılmıştır. Eserlerinin bir çoğunu hapishanede yazdığı gibi en büyük eseri Fi Ziîal-il Kur'an'm son yansımda hapishanede tamamladı.
Nihayet 1965 yılında neşrettiği "Yoldaki İşaretler" adlı eseri sebebiyle, erkek ve kadın olmak üzere tam kırkbin insan zindanlara dolduruldu. Bunların bir çoğu mahkeme edilmeden işkence altında can verdi. Seyyid Kutup ile arkadaşları el-Şeyh Abdüifettah İsmaii ve Muhammed Yusuf Havvaş ise, kurulan askeri mahkeme karan ile 29.8.1966 günü idam edildi.1
Takdim
Bugün insanlık bir cehennemin kenarında bulunmaktadır... Bu hal, başının üstünde asılı duran yokoluş tehdidinden değildir... Bu, bir hastalık belirtisidir ama hastalığın kendisi değildir. Gerçek sebep, insan hayatının, gölgesinde sağlıklı bir şekilde büyüyüp gelişebileceği değerlerin iflas etmesidir, İnsanlığa verebileceği hiç bir değeri kalmayan batı dünyasında bu durum oldukça belirgindir.
O batı dünyası ki, iflas noktasına varan tükenmişlikten sonra, kendi varlığını kendisine bile ikna edecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Yavaş yavaş, doğu bloku sistemlerini, özellikle komünizm olarak adlandırılan ekonomik sistemleri Ödünç almaya, iktibas etmeye başlamıştır.
Doğu blokunda da durum aynıdır. Marksizmin ilk dönemlerinde hem doğuda hem de batıda inanç özelliği taşıdığı zannıyla büyük bir kitleyi cezbeden sosyal teoriler de bu kategoridedir. Marksizm fikir bazında hissedilir bir şekilde gerilemiştir. O kadar
ki, neredeyse kendi ilkelerinden uzaklaşmış, mevcut olan devlet ve kurumlarına münhasır bir hal almıştır. Marksizm ve benzeri sistemler, insan fıtratının yapısı ve gerekleriyle çatışırlar. Bu nedenle ancak bozuk bir ortamda veya uzun süren baskıcı bir rejimin bulunduğu toplumlarda kabul görürler. Ancak Marksist toplumlarda da ekonomik iflas başlamış bulunmaktadır. 2
Bu gün sosyalist rejimlerin süperi olarak görülen Sovyetlerde Çarlık devrinde bile gelişen tarım hayatı tamamen verimsizleşmiştir. Sovyetler artık buğday ve diğer gıda maddelerini ithal etmektedir. Kolhozlarda 3 uygulanan insanın fitraüyla çatışan rejimin iflasından dolayı yiyecek ve giyecek almak için altın olarak hazinede ne varsa satmakta olan Rusya'nın içinde bulunduğu ve her geçen gün daha da kötüleşen durumu budur.
İnsanlık için yeni bir yönetim biçimi zorunludur. Artık batılı insanın, insanlığa önderliği son bulmak üzeredir. Bu, batı uygarlığının maddî olarak iflas etmesinden ya da ekonomik veya askeri güç olarak zayıflamasmdan değildir. Bu, batı sisteminin fonksiyonunun bitmesindendir. Onun, yönetimde kalmasını sağlayacak bir değerler bütünü yoktur.
Maddî alanda, Avrupa dehasının ulaştığı uygarlık düzeyini ayakta tutacak, onu geliştirecek; aynı zamanda, insanlığın tanıdığı değerlerle mukayese ederek; yeni, ciddi, bütüncül bir değerler sistemini, köklü, dinamik ve gerçekçi bir yöntemle insanlığa sunacak bir yönetim zorunludur.
İşte bu değerleri, bu yöntemi elinde bulunduran sadece ve sadece İslâm'dır.
Bilimsel gelişmeler devrini tamamlamıştır. Bu devir, Rönesansm doğup başladığı m. 16. asır ile zirveye ulaştığı m. 18. ve 19. asırlardır. Artık vereceği yeni bir şey yoktur.
Yine aynı zaman diliminde ortaya çıkan vatancı-lık, ulusçuluk, bölgesel birliktelikler de süresini doldurmuştur. Onların da verecekleri bir şey kalmamıştır.
Daha sonra, bireyci ve toplumcu sistemler de başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Artık, sıra İslâm'a gelmiştir. İnsanlığın en zor, en şaşkın, en çalkantılı olduğu bir zamanda gelmiştir; "Ümmet" dönemi... Yeryüzünde maddî kalkınmayı inkar etmeyen İslâm'ın dönemi... Çünkü İslâm yeryüzü hilafetinin insana Allah tarafından tevdi edilmesinden bu yana, maddî alanda gelişme göstermeyi; insanın ilk görevlerinden biri kabul etmektedir. Bunu, belirli şartlar altında; Allah'a ibadet et-
mek, insanın varoluş amacını gerçekleştirmek olarak görür.
"Rabbin meleklere, 'ben yeryüzünde bir halife yaratacağım'dediğinde..." (Bakara,30)
"İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat, 56)
Allah İslâm ümmetini insanlar arasından hangi amaç için seçerek yarattıysa, bu gayeyi gerçekleştirecek olan Ümmetin dönemi başlamıştır.
"Siz insanlar için ortaya çıkarılan,- iyiliği emreden, kötülükten sakındıran, Allah'a iman eden hayırlı bir ümmetsiniz." câi-i İmrân, ı ıo)
"Siz insanlara, peygamber de size şahid olsun diye sizi vasat bir ümmet olarak yarattık." (Bakara, 143)
İslâm, fonksiyonunu ancak bir toplumda uygulayarak gösterildiğinde icra edebilir. Yani bir topluluk tarafından yaşanması gerekir. İnsanlık, özellikle bu devirde soyut bir akideye kulak vermiyor. Günlük hayatta bu gerçeğin doğruluğunu görmüyor musunuz? Asırlardır İslâm Ümmetinin varlığı yok sayılıyor.
İslâm Ümmeti, üzerinde İslâm'ın bulunduğu bir toprak parçası değildir. Tarihin bir kesitinde atalarının, İslâm'a uygun bir sistemle yönetildiği, yaşadığı bir ulus da değildir. İslâm Ümmeti, hayatlarını, düşüncelerini, konumlarını, sistemlerini, değerlerini, ölçülerini, kısaca herşeylerini sadece ve sadece İslâmi yöntemden alan bir insan topluluğudur. İşte bu nitelikleriyle ümmetin varlığı, bütün bir yeryüzünde Allah'ın şeriatıyla hükmetmenin sona erdiği andan itibaren yok olmuştur.
İslâm'ın bir defa daha insanlığın yönetimini gerçekleştirmede beklenen rolünü üstlenmesi için bu ümmetin yeniden varolması zorunludur.
Nesiller boyunca, düşünce ve konum itibarıyla İslâm'la ve İslâmi yöntemle hiçbir bağı olmayan sistemlerin kalıntılarıyla gizlenen, örtülen bu ümmetin dirilişi zorunludur.
Diriliş girişiminin başlamasıyla yönetimin ele alınması arasındaki mesafenin uzun olduğunu biliyorum. İslâm Ümmeti'nin varlığı ve görüntüsü uzun süre kaybolmuştur. İnsanlığın yönetimini uzun bir müddet başka düşünceler, başka anlayışlar, başka konumlar, başka milletler ele geçirmiştir. Son zamanlarda, Avrupa dehası bilim, kültür, sistem ve maddî üretim alanlarında büyük bir atılım gerçekleştirmiştir. İnsanlığın, zirvesinde bulunduğu büyük bir atılımdır bu. İnsanlık ne bundan, ne de bunun sonuçlarından kolayca vazgeçebilir. Özellikle de neredeyse bu gelişmenin dışında kalan, adı İslâm Dünyası olan dünya...
Bütün bu değerlendirmelere rağmen İslâmî dirilişin başlamasıyla yönetimi teslim alma arasındaki mesafe ne kadar uzun olursa olsun, İslâmi diriliş zorunludur. İslâmi dirilişi başlatmak; vazgeçilmesi mümkün olmayan ilk adımdır.
Hadiseyi daha iyi kavrayabilmemiz için - sınırlı bir şekilde de olsa - bu ümmetin insanlığı yönetmesi hususundaki yeteneklerini bilmemiz gerekiyor.
Şu anda, bu ümmetin maddi gelişme alanında insanlığa benimsetip sunabileceği; bu açıdan insanlığın yönetimini üstlenmesini sağlayacak olağanüstü bir başarısı yoktur. Zaten istenen de, bu değildir. Avrupa dehası, bu alanda, onu oldukça geri bırakmıştır. En azından önümüzdeki bir kaç asır içinde ona karşı maddî bir başarı sağlaması beklenmemektedir.
Bu durumda başka bir yetenek gerekiyor. Bu uygarlığın sahip olmadığı bir yetenek...
Bu, bizim maddî gelişmeyi ihmal ettiğimiz anlamına gelmez. Maddî alanda da gayret sarfetmek görevimizdir. Fakat şu aşamada, sayesinde insanlığın yönetimine ulaşacağımız bir vasıf değildir bu. Varlığımızdan kaynaklanan bir zorunluluktur.
Aynı zamanda yeryüzünde Allah'ın halifesi olan insanın, varoluş gayesini gerçekleştirdiği için, maddî alanda gelişmeyi özel şartlar altında Allah'a ibadet sayan "İslâmî Anlayışın" bize yüklemiş olduğu bir gereklilik olarak da maddî gelişmeye önem vermeliyiz.
Öyleyse, maddî gelişmeden başka, insanlığın yönetimini ele almak için başka bir yetenek gerekiyor. Bu yetenek maddî gelişmeye cevap verdiği gibi, fıtrî ihtiyaçlara da cevap veren bir anlayışın rehberliğinde insanlığa maddî dehanın ürünlerini koruma imkanını sağlayan "akide" ve "yö'ntem"den başka bir şey değildir. İşte bu "akide ve yöntem", bir insan topluluğunda, yani müslüman bir cemaatte pratize edilmelidir.
Bugün bütün dünya, hayat dinamikleri, sistemlerin bizzat kendinden kaynaklandığı bir cahiliyye-nin içinde yaşamaktadır. Öyle bir cahiliyye ki, bu hayatın sağladığı muhteşem kolaylıklar, onun kötülüğünden bir şey eksiltmez. Muhteşem maddî gelişme budur işte!
Cahiliyye, yeryüzünde Allah'ın egemenliğine, özellikle O'nun uluhiyyetine, düşmanlık üzerine kuruludur. Özellikle egemenlik... Bu cahiliyye düzeni, egemenliği insana verir. Kimilerini kimilerine Rab yapar. Bunu, cahiliyyenin tanındığı ilk basit, ilkel şekliyle yapmıyor. Allah'ın hayat için koyduğu yöntemden uzaklaşarak, O'nun izin vermediği konularda düşünce, değer, yasa, kanun, sistem koyma hakkının kendisine ait olduğu Allah'ın egemenliğine tecavüz etmek, O'nun kullarına tecavüz demektir. İnsanın, genel olarak, sosyalist sistemlerdeki zelilliği; kapitalist sistemlerde ise, sermayenin baskısı ile birey ve toplumlara uygulanan zulüm, Allah'ın egemenliğine düşmanlığın, O'nun insana bahşettiği değerleri inkarın sonucundan başka bir şey değildir.
İşte burada, İslâmî yöntem kendini ortaya koymaktadır. İslâm sisteminin dışındaki bütün sistemlerde insanlar, herhangi bir şekilde, birbirlerine ibadet etmektedirler. Sadece İslâm düzeninde, insanlar birbirlerinin kulları olmaktan kurtulup yalnızca Allah'ın kulu olurlar. O'ndan isterler, O'na boyun eğerler.
Yolların ayrıldığı nokta burasıdır. Aynı zamanda İslâm sistemi ve onun insan hayatındaki sonuçlarının ortaya koyacağı şeyler bizim insanlara vereceğimiz yeni anlayıştır. İnsanlığın sahip olmadığı hazine budur. Çünkü o, Batı uygarlığının, doğusuyla batısıyla bütün bir Avrupa dehasının ürünü değildir.
Şüphesiz biz, insanlığın tanımadığı, üretemeye-ceği, tamamen yeni bir şeye sahibiz. Ancak, bu yeni olgunun daha önce de belirttiğimiz gibi, pratize edilmesi zorunludur. Öncelikle bir milletin bunu yaşaması gerekir. Bunun için, İslâmi bir toprak parçasında diriliş ameliyesi gerçekleşmelidir. Bu dirilişin ardından gelecek olan, aradaki mesafe uzun da olsa, kısa da olsa, insanlığın yönetiminin elde edilmesidir.
İslâmî uyanış eylemi nasıl başlayacak?
Bu görevi üstlenecek bir öncü cemaat lazımdır. Bu yola baş koymuş bir cemaat... Dünyanın her köşesindeki cahiliyeyi yok etmek için yola çıkmış bir cemaat... Çevresini kuşatan cahiliyeyi yok etmek için yola çıkmış bir cemaat... Çevresini kuşatan ca-hiliyyeden, bir yandan kendini uzak tutmaya çalışırken, öte yandan onunla ilişkisini koparmadan yürüyen bir cemaat...
Bu görevi üstlenen öncü cemaat için yolda kendisine gerekli bazı "işaretler" zorunludur. Rolünün içeriğini, görevinin ne olduğunu, amacını, uzun yolculuğun başladığı noktayı gösteren "işaretler"... Yeryüzünün her köşesindeki cahiliyyeye karşı konumunu belirlediği "işaretler"... Bû öncü cemaat, insanlarla nerede birleşip, nerede ayrılacak? Kendi özellikleri, çevresindeki cahiliyyenin özellikleri nelerdir? Bu cahiliyye topluluğuna İslâm'ın diliyle nasıl konuşacak, nerede konuşacak? Bütün bu hususlarda; ilmi nereden, nasıl alacak?
Bu işaretler, bu akidenin ilk kaynağı Kur'an'dan, Kur'an'ın temel yönlendirmelerinden alınmalıdır. Bu işaretler, Allah'ın yeryüzünde yapılmasını istediği şeyleri gerçekleştirmiş, Allah'ın dilediği şekilde tarihin seyir çizgisini bir kez daha değiştiren, pak, seçkin nefislerde oluşan anlayıştan, düşünceden alınmalıdır.
"Yoldaki İşaretler"!, işte gelmesi umutla beklenen bu öncü cemaat için yazdım. Bu kitabın dört bölümü, 4konusuna uygun bazı düzeltme ve ilavelerle, "Fi Zîlal-il Kur'an"dan alınmıştır.
Önsözün dışındaki sekiz bölüm, Kur'an-ı Ke-rim'in Rabbanî metoduna uygun olan ve bana çeşitli zamanlarda gelen ilhamla yazılmıştır. Bunların hepsini bir araya getiren özellik yoldaki işaretler olmalarıdır. Nitekim her yolun bir takım işaretleri vardır.
Bu kitap, işaretlerin ilk bölümünü oluşturmaktadır. Allah, beni bu yolun işaretlerine ulaştırdıkça, diğer bölüm ya da bölümlerin bunları izleyeceğini umuyorum.
Başarı Allah'tandır. Seyyid Kutup5
Dostları ilə paylaş: |