RAİF KAPLANOĞLU
BURSA KÜLTÜRÜ
Her şehirde yaşayana şehirli denmez… Şehirli olmak, bir kültür işidir. Yarım asır şehirde yaşayıp da şehirli olamayan insanlar çoktur. Ancak bunun sorumlusu şehirli olamamış hemşerilerimiz değil, bu şehrin yöneticileridir…
Kişi ile mekân arasındaki süren romantik ilişkinin farklı mekâna göç etmekle yarattığı kopuş, bazen, zaman içinde mekânın değişmesiyle de yaşanır. Asırlardır Bursa'da yaşayan Bursalılar bile, son 30-40 yılda şehre yabancılaştı…
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Göç Sempozyumu'da yaptığı konuşmasında İstanbul için ilginç bir saptama yaptı: "Türkiye'deki hemen tüm kırsal alanlarda altyapı sorunlarının çözülmüş olmasına karşın, kentlerde yaşanan onca işsizliğe karşın yine de kırdan kente göçün yaşanması anlaşılır gibi değil. Altyapısı tamamlanan yüzlerce köy, bugün boşalmıştır. İstanbul'a göçler, kitaplarda okutulan o klasik tabirle "Kırın itmesi, kentin çekmesiyle" gerçekleşmiyor.
Bugün İstanbul'a gerçekleşen göçün temelinde yatan en önemli gerekçe şu: Talana, yağmaya, yasadışılığa, gasplara olan duyarsızlık.Kırsal kesimdeki aileler için İstanbul, kısa sürede ranta dönüşebilecek sonsuz işgal alanlarının bulunduğu, fethedilecek topraklar olarak görülmekte...
10. Bursa Edebiyat Günleri, hafta sonunda yapıldı… Büyükşehir Belediyesi ile BKSTV'nin düzenlediği Edebiyat Günleri, Bursa'nın kültürel gelişmesine önemli bir katkı yapıyor.
Tiyatro ve Karagöz sanatçısı olmasam da, yıllardır Bursa'da Karagöz Festivali'ne katkı yapmaya çalışıyorum. Tıpkı edebiyatçı olmadığım halde Bursa'da yayımlanan edebiyat dergilere yaptığım katkılar gibi… Benim Bursa'daki bu tür kültürel etkinliklere ilgim, ne edebiyatçılığımdan ne de Karagöz sanatçısı olmamdan ileri geliyor. Benim bu etkinliklere olan katkımın tek nedeni, bu etkinliklerin kent kültürüne yapacağı katkıdır…
Edebiyat Günleri'nde, bir zamanlar Bursa'ya dair yazıları ve şiirleri taşralılık olarak görüp dergilerinde yayınlamayı sakıncalı bulan bazı edebiyatçı dostlarımızın en güzel şiirlerini ve yazılarını, Bursa'ya dair yazdıklarını sevinerek gördüğümü söylemek isterim. Kent üzerine yazmak, bir edebiyatçı için taşralılık değil, edebiyatın ta kendisidir…
Mekânla kişi arasındaki romantik ilişki.
Her şehirde yaşayana şehirli denmez… Şehirli olmak, bir kültür işidir. Yarım asır şehirde yaşayıp da şehirli olamayan insanlar çoktur. Ancak bunun sorumlusu şehirli olamamış hemşerilerimiz değil, bu şehrin yöneticileridir… Bu hafta sizlerle kent kültürü üzerine söyleşmek istiyorum.
Kişilerle mekânlar arasında romantik bir bağ vardır. Kişiler, çocukluğunun geçtiği mekânlar çok kötü olsa da, yeni ve farklı hatta çok daha güzel bir şehre, mekâna taşındığında bile mutlu olmaz. Her zaman çocukluk yıllarının geçtiği mekânı arar. Uzun süre mekânla kişi arasında bir uyum sağlayamaz. Kişi bu yeni mekânda kendisini yabancı hisseder…
Yerel yöneticiler, yönettikleri şehre, çok farklı mekânlardan kopup gelen hemşerilerimize, halen yaşadıkları ve nesiller boyu yaşamak istedikleri bu şehri tanıtmalı ve onu sevmesini sağlamalı. Çeşitli kent ve kasabalardan gelen insanlar Bursa'yı sevip mutlu olamazsa, kentte yapılan eserleri de koruyamayız...
Midas'ın her tuttuğu altın oldu.
Kişi ile mekân arasındaki süren romantik ilişkinin farklı mekâna göç etmekle yarattığı kopuş, bazen, zaman içinde mekânın değişmesiyle de yaşanır. Asırlardır Bursa'da yaşayanlar Bursalılar bile, son 30-40 yılda şehre yabancılaştı… Orta yaştaki Bursalılar için, çocukluk yıllarındaki şehrin hızla değişmesi, başka kent ve kasabalardan kopup gelen göçmenlerde yarattığı kadar, belki de daha fazla etki yapıyor. Belki de bu nedenle, son yıllarda yayınlanan eski Bursa fotoğrafları bu kadar ilgi görüyor.
Eski Bursalıların istisnasız tümü, değişen Bursa için üzülüyor. Ama ne yazık ki, Bursa'nın bu değişmesinin de sorumlusu bizatihi kendilerinin olduğunu biliyor. Rant ve para için o tarihi evleri, mevsimine göre her tür meyve ağacının bulunduğu bahçelerimize apartmanlar diktik…
Frigya kralı Midas’a, oğluna yardım ettiği için, "dile benden ne dilersen" demişti tanrı Dionisos. Aç gözlü kral Midas da "her tuttuğum altın olsun" demişti ya... Sonra da her tuttuğu altın olunca Midas'ın, çevresindeki çocuklarına, sevdiklerine bile dokunamamıştı, buz gibi soğuk ve cansız altın olacağı için. Bursalılar hep bizim evlerimiz bahçelerimiz ne zaman imar planına alınacak, beş kat, altı kat verecek diye diledi, bekledi yıllarca. Dileğim gerçek oldu sevgili Bursalılar, her köşe para, rant oldu. Ovamız yağmalandı, tarihi evleri yakıp yerine apartmanlar yaptık. Şimdi de, dokunacağımız her şey ranta dönüşeceği için, yıkımdan kurtulmuş Bursa'daki bazı değerlere dokunmaya korkuyoruz.
Şehir terbiyesi ne demektir?
Bir süre önce, üst kat komşularımızdan biri, çöplerini pencereden apartman boşluğuna atmıştı. İlk aşamada çok kızıp köpürmüştüm. Ancak çıkıp bu kadınla konuştuğumda, kadının hiç de kötü niyetli olmadığını gördüm. Çünkü kadın, geldiği köyünde de, çöplerini penceresinden atıyordu. Ortadaki tek sorun, bu ailenin yeni yaşam mekânı olan şehir kültürünü tanımamış olmasıydı.
Yerel yöneticiler, Bursa'ya kırsal alandan gelen yeni hemşerilerine, sadece bu kenti sevdirmek için çaba göstermemeli, onlara şehir terbiyesi ve kültürünü de öğretmelidir. Kırsal kesimden şehre gelen göçmenler için en önemli yabancılaşma unsuru da, köyden getirdiği terbiye ve kültürüyle şehirde var olan terbiye ve kültür arasındaki çelişkidir.
Ancak her şehrin terbiyesi ve kültürü de farklıdır. İşte kent kültürü denilen unsur da budur. Eski Bursa'da yaşayan şehir kültüründe, diğer şehirlere göre oldukça farklı özellikler bulunmaktaydı. Örneğin evden eve akan Pınarbaşı suyu nedeniyle bir su kültürü vardır.
Hemen her evde bir müzik aleti bulunur, evlerde özellikle sanat müziği fasılları sık sık yapılır. Bursalılar dinlerine çok bağlı, ama asla tutucu değildir. zengin bir hamam kültürü ve yemek kültürü vardır.
Bursa'nın özellikleri
Bursa'nın değerleri sürekli yitip gitmekte. Belki yeni yeni değerler üretilmekte olsa Bursalılar değerlerini istiyor. Bir asır önce Bursa'nın semtleri ve bazı yakın köylerinin özellikleri şöyleydi.
İnkaya'nın fasulyesi, ayısı
Atpazarı'nın Çingenesi
Atranos'un kayağı
Ulucami'nin yazısı ve sufisi
Apolyont'un gölü
İlbese'nin kömürü
İznik'in yeşil madeni
Ulucami'ın şadırvanı,
Çatalfırın'ın Yahudisi
Çekirge'nin hamamları...
Hisar'ın çirozu
Hamzabey'in çakalı
Zeyniler'in evliyası
Setbaşı'nın Ermenisi,
Soğanlı'nın soğanı
Samanlı'nın samanı
Somuncubaba'nın fırını
Dobruca'nın kalası
Kızıklar'ın kestanesi
Karamazak'ın Yörüğü
Kuruçeşme'nin Yahudisi
Gemlik'in tersanesi
Kelesen'in baklası
Şeyhali'nin nektarı
Mollaarap'ın Tatarı
Misi'nin pekmezi, üzümü
Maksem'in kazı
Mihaliç'in peyniri
Nilüfer'in odunu
Yıldırım'ın Gürcüsü
Yenişehir'in dolabı
Değişen Bursalılık
Bursa'nın hızla kentleşmesi ve yoğun nüfus artışına karşın, kimliğini her şeye karşın korumasında yerel yönetimlerin fazla bir katkısı yok… Bursa'nın en önemli şansı, gelen nüfusun önemli bir bölümünün Rumeli'nden gelen göçmenler olmasıydı.İki hafta önce katıldığım İstanbul'daki Göç Sempozyumu'nda, bazı kent ve semtlerde, özellikle Güneydoğu Anadolu'dan gelen göçlerin yarattığı sorunlar tartışıldı. Rakamsal istatistiklerle, bu bölgelerden yaşanan göçle söz konusu semt veya şehirlerde gasp, kap-kaç başta olmak üzere suç oranının birkaç misli arttığı vurgulandı.
Oysa Bursa, çok daha şok edici yoğun göçler yaşamış olmasına karşın, İstanbul'a, kırsal kesimlerden gelen göçmenlerin yarattığı sorunları hiçbir zaman yaşamadı. Bu açıdan Bursa çok şanslı sayılabilir. Ancak son günlerde Kapalıçarşı önünde, turistleri bıktırırcasına mendil satmaya çalışan, ya da orada-burada boyacılık, satıcılık yapmaya çalışan, hatta kandil günleri sokağımızı kapatıp adeta zorla para toplamaya çalışan çocuklar türedi. Oysa, bu çocukların yasal olarak çalışmaları yasak değil mi, bu çocukların okullarda olması gerekmiyor mu?
Yine bazı sokakları işgal eden ve zabıtanın bile dokunamadığı işportacılar, köprü altlarında yatan balici gençler de çoğaldı… Sanırım yerel yöneticilerimiz, bu gelişmelere, İstanbul'laştığımız için sessiz kalıyor…
Prof. Dr. İlber Ortaylı, Göç Sempozyumu’nda yaptığı konuşmasında İstanbul için ilginç bir saptama yaptı: "Türkiye'deki hemen tüm kırsal alanlarda altyapı sorunlarının çözülmüş olmasına karşın, kentlerde yaşanan onca işsizliğe karşın yine de kırdan kente göçün yaşanması anlaşılır gibi değil. Altyapısı tamamlanan yüzlerce köy, bugün boşalmıştır. İstanbul'a göçler, kitaplarda okutulan o klasik tabirle "Kırın itmesi, kentin çekmesiyle" gerçekleşmiyor. Bugün İstanbul'a gerçekleşen göçün temelinde yatan en önemli gerekçe şu: Talana, yağmaya, yasa dışılığa, gasplara olan duyarsızlık. Kırsal kesimdeki aileler için İstanbul, kısa sürede ranta dönüşebilecek sonsuz işgal alanlarının bulunduğu, fethedilecek topraklar olarak görülmekte...
Ortaylı'nın İstanbul için ileri sürdüğü bu senaryo umarım Bursa için gerçekleşmez. İstanbul'da yaşanan deneyimi, yerel yöneticilerimiz iyi takip etmeli ve zamanında önlem almalı. Bursa kültüründe, asırlarca yaşamak gayesiyle kentimize gelen her hemşerimize kucağını açmak vardır. Onlara yardım ederiz. Ama bizim kültürümüzde asla, yağmacılık, gasp ve işgalcilik yoktur. Bursalılar, her zaman yasalara ve yerleşmiş değerlere saygı duyar…
EK-E:
BURSA’YI YAPITLARINA KONUK EDEN ŞAİRLER
HAMDİ TANPINAR
BURSA'DA ZAMAN
Bursa’da bir eski camii avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdayan su,
Orhan zamanından kalma bir duvar
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi
Bir zafer müjdesi burda her isim
Sanki tek biri anda gün,saat mevsim
Yaşıyor zihnini geçmiş zamanın
Hala bu taşlarda gülen rüyanın
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası
Muradiye sabrın acı meyvası
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer
Türbeler camiler eski bahçeler
Şanlı hikayesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengamelerin
Nakleder yadını gelip geçene
Bu hayalde uyur Bursa her gece
Her şafak onunla uyanır güler
Gümüş aydınlıkta serviler güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin
Başındayım sanki bir mucizenin
Su sesi ve kanat şıkırtısından
Billur bir avize Bursa'da zaman
Yeşil türbesini gezdik dün akşam
Duyduk bir musiki gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur'an sesini
Fetih günlerinin saf neşesini
Aydınlanmış buldum tebessümle
İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu
Bu hayal içinde... Ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya bu renk
Havayı dolduran uhrevi ahenk
Bir ilah uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette
Belkide rüyası eski cedlerin
Beyaz bahçesinde su seslerinin.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
MERHABA YEŞiL
Yeşil'e de deli gönül yeşil'e
Kara sevda katmer katmer açıla
Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek
Yeşertmiyen ateş alev tutuşa
Yeşil'e de deli gönül sımsıcak'
Içimde bir ciinbüş koptu kopacak'
Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek
Bir yeşil kıyamet geldi gelecek.
Yeşil'e de deli gönül uçalım
Tepeden tırnağa, çiçek açalım
Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek
Yeşertmiyen yerden yardan geçelim.
Yeşil'e deli gönül gözüne
Karışalım ak gürgenin hızına
Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek
Canım kurban katibinin sözüne
Yeşil'e deli gönül hıncinen
Başıboş bedava bir sevincinen
Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek
Ister kağıt kalem, ister vincinen.
Yeşil'e de deli gönül tümümüz
Yeşil bizim diinya ahret düşümüz
Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek
Yeşil tütün gibi tütsün canımız
Yeşil'e de deli gönül merhaba
Erikler, vişneler, dutlar, merhaba
Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek
Sahibsiz yoncalar, otlar,merhab
RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI:
BURSA'DA YUNUS EMRE'YE ARMAĞAN
Yüce dağlar ardından
Deniz aşıru geldim;
Evliyalar yurdundan
Selam tapşuru geldim
Ulu bir şara vardım,
Dosta armağanım var;
Erenlerin bağından
GülIer devşiru geldim.
Busbulanık bir çaydım,
Aşk iline baş urdum;
Çalkanıp sara buldum,
Süzülüp duru geldim...
Yunus'un toprağına
Vardım yüzüm sürmeğe;
Sildim gönül pasını,
Yunuben aru geldim...
Cuşa geldim, çağlarım;
Aşık oldum, ağlarım;
Canda coşan esrarı
Döküp taşıru geldim.
Rıza Tevfik Allahtan
Ayrılma ol dergahtan
Ben kurtuldum günahtan.
Eğriyim, doğru geldim...
(1914)
MUZAFFER HACIHASANOĞLU
GAZEL
“Ne gelir akla Bursa deyince
renkler yeşil, minareler ince
Doruklar ak, enginler mavi
Şaşırır insan bahar gelince
Dut yaprağını işler bir böcek
Unutulur böcek, kızlar giyince
Bursa’da bu dünya, öteki dünya
Yaşayıp gidiyor, kişi gönlünce
BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR
BURSA DÜŞÜ
Tırtıl tırtıl kımıldardı kavaklar,
Sisten kozasında mavi zamanın
Mekik mekik minareler uzakta
Örerlerdi ipeğini semanın!
Nakşi Çelebi'nin modeli üzre...
Servi servi' uğultusu çevrede
Ezan seslerine boğuk avanın.
Her çeşmede kirkit kirkit su sesi
Sonsuz tezgâhında yeşil ovanın;
Nakşi Çelebi'nin modeli üzre...
Bu sonsuz gergefin birer ucunda,
Kızlar ki kaderi iğne avcunda;
Omuzları üzre tutardı ışık
-Mavi ipek gömlek, yeşil ot aba-
Emir Sultan yahut Geyikli Baba
Alnı katmer güller gibi karışık,
Nakşi Çelebi'nin modeli üzre..
Bu kat kat halıda emsalsiz bir su;
Hışır hışır kıvrım kıvrım Nilüfer.
Velhasıl bir an ki her zevk, her hüner
Nakşi Çelebi'nin modeli üzre...
Kıvrılıp dikilen ezan sesinde
Yerden göğe büklüm büklüm bir arzu;
Bir bozkurt ağzında sarı bir kuzu
Dört köşe Kurdoğlu mahallesinde,
Nakşi Çelebi'nin modeli üzre...
Bir tutam sırmaydı, her şimşek çakış;
Bir ince gümüş tel çizgi; her akış;
Her tüten dumanda bir silik nakış,
Nakşi Çelebi'nin modeli üzre…
ZEKİ ÖMER DEFNE
BURSA’M BENIM
Giyvermişler Bursa'ları buz gibi
Gelmiş güzellere yaz serin serin
Yollara dökülmüş yanıyor
Temmuz Geçiyor bir düzbeyaz serin serin.
Ramolmuş köpüğe ipek demişler
Suları dokuyup salıvermişler
Ben "Bursa" deyim de sen bak, seyreyle
Olmuyor mu için biraz serin serin.
Kar beyaz, süt beyazım, Bursa'm benim
Nilüfer çayı'na düştü yemenim
Üstünde zihnimden, gönlümden düşler
Akıp gitmekteyiz biz serin serin.
Kaç muradı varsa insanoğlunun
O kadar yeşili var burda onun
Dinle parklardaki maceramızı
Duy ne söyler avaz serin serin.
Maviliklere, dumanlara doğru
Belki de evvel zamanlara doğru
Uludağ denir adına, gidiyor
Bak yukarda bir pervaz serin serin.
İLHAN GEÇ
KUBBELER ŞEHRI
Yeşilin cümbüşünde cilveli oynak
Bir şehir tüter durur gözümde duman duman
Kubbeler serviler ve sokak sokak
Bir şadırvan bir türbe hatta bir sultan
Bir şehir tüter durur gözümde duman duman
Belki şimdi üstünde yağmur bulutlan dolaşır
Yıkanır avlularda bembeyaz güvercinler
Kaybolmuş sevgileri anlatır satır satır
Sır kutusu çınarların gövdesinde çizgiler
Mermer hamamlarında sedef vücutlu kızlar
Yıkanır türkülerle kuğular gibi
Geceleri öpüşür Nilüfer'le yıldızlar
Uludağ’ın sırtını mehtap kurular gibi
Yollar evler bahçeler boyunca hep
Uzar gider hatıralar kervanı
Dallarda hazdan çatlamış yemişler
Bu şehir sırılsıklam aşık eder insanı
Dağ yeşil ova yeşil türbe yeşil
Göklerinde tükenmez şarkılar gibi ezan
Kubbeler çeşmeler şehri Bursa'da
Yeşil duaların kanadındadır zaman
NİYAZİ AKINCIOĞLU:
BURSA
Adını ilk defa
Yedibelâ Rasim’in hançerinde okudum.
Çocuktum.
Çatal geyik boynuzu kabzasında
İlk Bursalıyı tanıdım:
"Bıçakçı Remzi" yazıyordu.
Ve kıvrak, söğüt yaprağı çeliğinde
Bir yara izi gibi kazılmıştı: Bursa.
Bilek olursa
-Diyordu delikanlılar-
Nankör değildir Bursa hançerleri.
Ha!. demiye gör, dönmez geri.
Ülfetim böyle oldu, methini böyle duydum.
Sonra büyüdüm,
Kartpostallarda resmini gördüm:
Gök mavi, zemin yeşildi.
Bir başka resimde:
Beş kurnalı şadırvan,
Şadırvan başında beş adam;
-Yeşil başlı ördekler gibi-
Beş yeşil sarıklı
Bursalı
Abdes alırken mürtesimdi.
Ve gök yine mavi, zemin yeşildi.
Nihayet devran
Yolumu Bursaya düşürdü.
Üç aziz bahar,
-Bütün mevsimler dahil-
Üç uzun yıl,
Bursadan gayri cümle dünyada
Beni nâmevcut okudular.
Ve ben mektebinde okudum.
Bir rivayete göre adam oldum.
Bir rivayete göre kayboldum.
İkisi de ayni kapıya çıkar,
Mesele değil.
Mesele şu ki
Bursa eyi, Bursa güzel.
Bursa için destan yazılır,
Bursa için iğneyle kuyu kazılır;
Fakat yalan:
"Bursa'da zaman,
Billûr bir avize, gibi değil.
Değil ama,
Bir ölmemek arzusu veriyor adama.
Dünyayı bırakıp gitme hasreti,
Yaşamak hasreti,
Dünya sevgisi;
Yeşil yeşil yeşeriyor,
Mavi mavi gülüyor.
Ve sonra "Yeşil"in türbelerinden,
-Daha çok yatsı üstleri,
Yıldızlı gecelerde-
Bir aksi cevap yükseliyor perde perde.
Zaman-ı evail kokuyor burcu burcu
Yaprak yaprak dökülüyor
İmkânsızlığı ve nimet bolluğu.
Korkunçtur bu saatte ezan sesleri;
Allahla konuşur müezzinleri,
Karşılıklı sâlâ verilir.
Bu saatte Bursa'dan
İki eli kanda olan insan,
Koltuk değneklerini unutan,
Dost elini kaybeden âma;
Ve herkes
Kaçıp gitmelidir.
Her şeye rağmen dünyayı
Dünyayı bilmelidir.
Bursa eyi, Bursa güzel.
Eminim ki ben bâsübadelmevt
Orda olurdu:
Yalan yazmasa kitap
Yıkılmasaydı mihrap!..
HALİT FAHRİ OZANSOY
BURSA'DAAKŞAM
Uludağ'ı yine sisler örtüyor,
Bir kuzu meliyor; bir kuş ötüyor.
Sonra perde perde ezan sesleri,
Bu anda bir rüzgâr gibi her yeri
İlahi, derin bir ses dolaşıyor.
Yamaçlar büsbütün koyulaşıyor;
Yıldızlar iniyor sarmaşıklara;
Şimdi Temenye'den ta Işıklar'a
Şu yolun indiği hududa kadar
Ruha râşe veren bir sessizlik var...
İçinden seziyor Bursa yasını,
Uzak asırlarm hatırasını.
OKTAY RIFAT
“ULUDAĞ SOKAK SATICILARI
Girin satıcılar evimin bülbülleri
Girin girin aydınlık bahçemden içeri
Üzüm satın armut satın nar satın bize
İndirin tüy gibi küfeyi sırtınızdan
Dağlar görünürken kapıda ardınızdan
Bir elmada bir mevsim dolsun evimize
Ya sen ey karınca taciri gazeteci
Ağzının ucunda bir sap ebegümeci
Kaşlarında macera gözlerinde oyun
Şeytan gibi kaçan yollu bisikletinle
Yırtık çizmelerin kadife kasketinle
Getir o eski sevincini çocukluğun
Akşamla bacada mavileşince duman
Biten türkü gibi uzaklaşan kapımdan
Kayın ağır ağır gündüzden gecenize
Ey İstanbul ağzıyla mal satan simitçi
Çocukları eşeğine bindiren sütçü
Halil İbrahim bereketi kesenize
CEYHUN ATUF KANSU
BURSA'DA ONBİR TÜRBE
Ölmüşsünüz kiminiz zaferler içinde
Kosova Ovasında şafak! Sultan Murat
Ölmüşsünüz Kiminiz ıslak bir iple boğularak
Sultan Süleyman Oğlu Mustafa,
Emerken anası Şehzade küçük Ahmet.
Ölmüşsünüz kiminiz su sesleri, gül dalları.
Gülşah Hatun, Kamer Hatun, Bülbül Hatun
Aşlarınızda ağu, şarabınızda bir damla kan.
Bir gümüş hançer yarası Cem Sultan!
Örtüyor ölümünüzü bir yeşil gökyüzü
Bir bahar bulutu geçmiş gözyaşlarımızdan
Çınar uykusunda yağmur sonu on bir türbe
Ölümün güzelliğini ben burada anladım
Topraklarınızda gölge otları biterken
On ikinci türbe, o nerede?
Zaferlerinizde akan halkın kanı
Saraylarınız yükselirken taşınan taş!
Havuzlarınızda delip çıkardığım su
Hazinelerinizde parıldayan alın terim
Savaşlarınızı yöneten benim gücüm.
Bursa çarşısının aslan yürekli erleri
Kıl dokuyanlar, bir yanda kılıç dövenler
Demiri eğitenler, saraçlar, dikiciler
Mustafalar, testiciler, çiniciler,
Gülyağcılar, gül memeyi kokutanlar
Gümüşü kurtaran, soysuz kabalıktan
Dal bileklere layık kılan kuyumcular
Ekenler, toprağı sürenler, yemyeşil edenler
Şeftali ağaçlarını büyütenler çocuk gibi
Dut yapraklarından Bursa ipeği üretenler
Ölmüşler daha çok
Ölmüşler, öldükleri unutulmuş
Onlardan bir Kapalıçarşı kalmış
Yaşayıp geldiklerine belge,
Ya öldüklerine?
Nerede on ikinci türbe?
ATİLLA İLHAN
BURSA'DAN YAYLIMATEŞ
karadeniz boğazı'ndan mudanya körfezi'ne kadar
marmara denizi
çitlembik gözlü bir martı gibidir
saçları hep öyle perişan nilüfer çayı'nın
ve bulutlara tünemiş ihtiyar bir akbaba uludağ
kanatlarının altında bursa şehri yatar .
bu şehir yeşillikler meyveler sular şehridir
şimdi yine gözlerimde bursa şehri var
bursa şehri'nde sen varsın
ellerini kalbinin üstüne koyar camlardan bakarsın
ovada çırılçıplak melül mahzun kavaklar
biletçisi dumanlı bir otobüs
geçti muradiye'den
işte gece işçisi merinos fabrikası'nın
bir yağmur bulutu gibi asfalta dökülmüş
ezan sesleri dağıldı kanat kanat minarelerden
hiç bir müezzinin hiç bir surette şüphesi yoktur
bilirim bildiririm
tanrının elçisi muhammet'ten
ve bakarsın üflenir sokak lambaları şehrin
öksüz bir çocuk gibi sabah olur
açılmış bir dev yelpazesine benzer bursa ovası
uçsuz bucaksız
yudum yudum hürriyet damlar şehrin üstüne
cumhuriyet alanı insanlarıyla kaynaşır durur
Ulludağ gibi yine kalbine bakar büyür adam
zehra kardelin
sen siyah kehribar gözlü kız
rüzgarda savrulan kuşların kırmızı böceklerin
heyecanı bulut bulut dolar göğsüne
ve sana malum olur kirsiz çapaksız
sana malum olur bir ayna gibi devran
uludağ köpükler içinde gözlerine kar yağmış
iznik gölü'nden akıyor bir nehir gibi bu rüzgar
yelkenleri paramparça bursa şehri'nin
bursa şehri demir taramış
böyle kavgalı günlerde sen poyraza dönersin
küfreder küfür üstüne yumrukları sıkılmış dağlar
ineceikten bir zehir süzülür gönlüne
zehra kardelin .
hovarda bir çan sesi gibi genişlersin günden güne
ezberinde kınından sıyrılmış bütün mısralar
öyle bursa şehri'nden çıkar şehir şehir gezersin
gazi anadolu'm
gaziler gibi yaralıdır büyüktür
her köşesi bir çare bekler kendi.derdine
karnında sıtma göğsünde verem gözlerinde trahom
saz benizli köylülerimiz yaprak yaprak dökülür
yol bulunmaz iz bulunmaz köylerine
telgraf tellerimiz dile gelir karış karış
kimsesizlikten hekimsizlikten
ayaklarımızın altına yatmış memleket
seslenirler çağırırlar serik'ten siverek'ten
hayır nedim ahmed değil
değil sevgilim eskiden
fikret namına bir şair-i cihan varmış
gençler demiş bütün ümmid-i vatan sizdedir
lakin bir hayli dem geçmiş fikret öleli
yine günler takvimlerde harab takvimlerde sefil
alem yine ol alem devran yine ol devran
bir esmiş pir esmiş başımızdan kavak yelleri
biz genciz kahveler meyhaneler şahit
kanımız kararmış avuçlarımızda kadın memeleri
dilimizde ucuz şarkılar beynimizde kilit
yumruk yumruğa görüp hayran oldu bize stadyumlar
ama sıtmalar veremler trahomlar
karanlık salonlarda mihman
kilometrelerce film gördük
telgraf telleri
ya karış karış telgraf telleri
ya anamız avradımız ya unumuz buğdayımız
ya gazi anadolu?
işte bursa şehri secdeye varmış
dilsiz bir kar dökülür işte uludağ'dan
işte kış gecesi simsiyah bayrakları açılmış
yeşil'den süzülür kollarına bir kumru iner
sen akşamlar içinde şol kumru gibi mahzun
dağıtır hülyalarını bir tren sesi gelir uzaktan
gözlerin serseri saçların rüzgarda yorgun
çıldırsın bursa ovası çıldırsın bursa şehri
körkandil kavaklar çıldırsın boydan boya
işte şehrin ışıkları soğuktan tir tir titrer
işte kahvelerde kanlı bıçaklı mahalle türküleri
giymiş mor cepkeni süleyman durmuş ağlamaya
zehra kardelin
nasıl çıkmış bütün türkiye'yi gezmiş yüreğin
arapkir'de damarlarını kesip ağlamış kahrından
süphan dağı'nda pekmezle kar yemiştir
iki ellerinden öpmüş giresun'da fındık işçileri
erzurum'da üşümüş serçeler gibi titremiştir
artık uludağ'ı silkip atmak ister alnından
şöyle bulutsuz açık denizler gibi genişlemek
şöyle rüzgarın gözüne işlemek
ne çare gazi anadolu bir türlü çıkmaz aklından
sen gülmek istersin ne çare kahrolur devran
İBRAHİM SERHAT CANPOLAT
KUBBELER AL TINDA BURSA'DA
bir çağlayan sesi kulaklarımda
ve gözlerim semaya uzanmış kubbelerde
bir tarihi arar gibi dolaşırken
kimler neler görüyorum karşımda birden
kubbeler altında bengisu dokunuşlarla
şadırvandan heybetle kanatlanan
devinen, çığıl çığıl inen sular
Mostar'da bir köprü ki nehre kemer
ve nehrin öte yakasında yükselen minareden
dedelerimin ilk okuttuğu ezan..
kubbeler altında bengisu etkili sözlerle
bir damarın, bir kılın tenden
ayrılmazlığı kadar bütün, dinle
şadırvandan gelen ses, müsiki mi
kubbeler arasında yankılanan ne?
ben bilmem bunları
yakın koldan akrabalarım, yeni bir kimlik taktılar bana
Bursa'da kubbelere yankıyan sesler
hangi çağlardan geliyor bana
Osman'ımın Söğüt'te attığı temel
Mostar'da Saraybosna'da Üsküp'te
Kosova'da yükselirken, güvercinler
severlerdi kubbeleri, kelebekler
kırmadılar kanatlarını, hararetli
ve devasa gelişirken inanç çiçekleri
akrabalarım ama
adımı koymayan dedelerime inat
bir kimlik taktılar bana
şimdi sırtımı verdiğim duvar
Bursa'nın ulu şadırvanı önünde
sırtımı yasladığım duvar
zihnim bulanık gezintilerde
Yıldırım Beyazıt'a hayır dualarım var
şuracıkta yatan Osman ve Orhan Gaziler
sizlerden helallik diliyorum
aldanışlara gelerek
unutarak
size ve bana yaptıklarını
kucakladığım için Yunanlıyı
kardeşlerim çoğalmışlar
şurada burada belki
adımız konulmadığından bizim
ne onlar beni tanıdı ne ben onları bildim
bildiğim şu ki
Mostar'da kalmış bir kardeşim
bir diğeri Üsküp'te öteki Kosova'da
ben ise Bursa'da
ulvi kubbelere sığınarak el açmışım
cihan sulhu için bilmem hangi dualara
ALİ NİHAD TARLAN
İKİNCİ MURAD'IN TÜRBESİNDE
Hurşid idi seririn eflak-i şan içinde;
Berk-i cihandı tigın ebr-i cihan içinde...
Çok dehre geldi sultan, Şehenşeh-i cihangir
Lakin haris ü zalim, tarihi kan içinde...
Pay-i feragatinle taht-ı sipihri ezdin;
Tac öptü hak-i-payın bin imtihan içinde...
Pür-vecd ü pür-tehalük gökten ine Kürsi;
Bir taht isteseydin sen asüman içinde...
Faniyi anladın sen; bildin nedir bu toprak;
Toprak... Değişmiyen şey devr-i zaman içinde...
Hak olsun istemişsin lahdinde en büyük süs
Toprak ne muhteşemdir kevn ü mekan içinde...
Her şey sonunda toprak... Encam-ı ömr toprak;
Toprak yaşar müebbet bu hakidan içinde...
Hikmet ile şecaat, evsaf-ı tıynetindir;
Devrin nasıl yazılsın bin dasitan içinde?...
Yat, ey Büyük Şehenşeh,"Sultan Murad-ı Sani",
Reyyan-ı ebr-i rahmet bağ-ı cinan içinde...
Yüz sürdüm Asitana, Tarlan, garik-i vecdim;
Yükseldi sanki arşa ruhum o an içinde...
AHMET KUDSİ TECER:
KAPLICADA İHTİYAR ASLAN
Burkulmuş, hummadan erimiş bir dil,
Yıllardır dökülen sular ağzından.
Geceler onunçün havuzda kandil.
Yaratır bin türlü oyun nazından.
Yıpranmış. dökülmüş artık yelesi.
Duvardan başını uzatmış, sinsi.
Seyreder ihtiyar aslan herkesi.
Gözleri ufalmış gibi hazzından.
Her el bu aslanın okşar başını,
Ilınmış bir yosun yalar taşını.
Geçmiş dilberlerin söyler yaşını.
Yıllardır dökülen sular ağzından..
NÂZIM HİKMET
ULUDAĞ’A DAİR
Yedi yıldır Uludağla göz göze bakışıp dururuz.
Ne o kımıldanır yerinden,
ne de ben,
Lâkin birbirimizi yakından tanırız.
Gerçekten yaşıyan her şey gibi gülmesini ve kızmasını bilir.
Bazan,
hele kışın, hele geceleri,
hele rüzgar kıbleden estiği zaman,
karlı senaberlikleri, yaylaları, donmuş gölleriyle
uykusunun içinde şöyle bir kıpırdanır.
ve orda, en yukarda, en tepede orturan keşiş,
uzun sakalı darmadağın
ve etekleri savrularak
Rüzgarın önünde haykıra haykıra iner ovaya
Sonra, bazan,
hele Mayısta şafak vakitleri,
masmavi, uçsuz bucaksız, koskocaman,
hür ve bahtiyar
yepyeni bir dünya gibi yükselir.
Sonra bazan, gün olur,
gazoz şişelerindeki resimlerine benzer.
Ve ben anlarım ki, görmediğim otelinde
kayakçı bayanlar kanyak içerek
kayakçı baylarla dalga geçmekteler.
Ve gün olur,
şalvarı sarı pırpıt bezinden, kara kaşlı dağlılarından biri
Mukaddes Mülkiyetin mihrabında kesip komşusunu
misafir gelir bize,
71'inci koğuşta on beş yıl yatmaya.
Hilmi YAVUZ
BURSA VE ZAMAN
Zaman balkıyor bursa'ya
bilinen budur
ve şiirdir adı...
Zaman yoldadır o şiirde
söz'ün yeşili, dilin mavisi
düzyazının en hârelisi
geliyor, her yerde zakkumlar vardı:
kar ezgileri duyuldu, ya da
evvelzaman
kadınları baladı...
hangisiydi bıldır yağanı kar 'ın
tanpınar mıydı? -ve yağmayanı
villon 'du, kimse anlamadı
şimdi ne kadar üzgünüz, belli
gemliğe doğru bir dize tadı
bak, ayağım mühürlü benim
ve aşkın balmumunu
kimdi, ansızın çekip kopardı?
bense ikisini birlikte tanımış
ve hiç şaşmamıştım;
şiiri ve abelard'ı.
gül yoktu hiçbir yerde, ki
gül denilen neyse o
hiçbir zaman olmadı...
Zaman balkıyor bursa' ya
bilinen budur
ve şiirdir adı.
ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI
BURSA'DA AKŞAM
Bugün de sonbahardan süzülüp doğdu akşam
Dağların yere indi koyu, serin gölgesi
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam
Düştü yeşil ovaya kubbelerin gölgesi.
Ufuklarda bu akşam ne sis var, ne bulut var ;
Selvilerin içinde bir alev Emir Sultan
İçten dualar gibi geçiyor sanki rüzgâr
Bir ilahi adaya benzeyen Yıldırım'dan
Ovada ince yollar gölgeleniyor işte
Karşıdan renk içinde solgun ay görünüyor
Güneşin son nurundan bir damlacık içmiş de
Şu karışık kulübe bir saray görünüyor
Gözlerime vurunca kubbelerin gölgesi
Öz cenneti gönlümle seyrettim ben bu akşam
Göklerde ne bir nefes, ne de bir kanad sesi
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam
ARİF NİHAT ASYA:
BURSA
Çınarların elinden öp,
Saygıyla geç avluları:
Bu kemerler, bu kubbeler
Târihin kapuları.
Çeşmeleri kim akıtmış,
Kim doldurmuş kuyuların?
Çekirge'de hangi eller
Isıtır, böyle suları?
Leyleklerin, fıkır fıkır,
Nedir dedikoduları?
Söyleyin: şu yamacın da
Koza mıdır kuzuları?
Kozalar taşır göğsünde
Nilüfer'in kuğuların...
Kuğum, kuğum, yollarından
Alıkoyma yolcuları!
Âhûdudu,âhûdudu
Yetiş bardak doluları!
Nakışlardan, çinilerden
Gelir çiçek kokuları
Yeşilin, alın, mâvinin
Açıkları, koyuları...
Kestâneler, çıtırpıtır
Korları yavukluların…
Vişne, erik, dut, kiraz, nar,
Bâdem... cilve kutuları...
Şeftâliler, orucundan
Edecek oruçluları.
Yaramazlar, incitmeyin
İncitmeyin usluları!
Güvercinler sizin olsun
Bana verin kumrular!
Gelin odası olurdu
Döşeseniz kutuları.
Âhûdudu,âhûdudu
Yetiş bardak doluları!
Bursa’m, nasıl, gelinlik kız
Ettin dünkü yavruları?
Kıskanırım onlar için
Dokunduğun havluları.
Âhûdudu,âhûdudu
Yetiş bardak doluları!
Artık susalım… yolcunun
Burda kalsın duyguları…
Yeşil’den bir çağıran var
Baıtılıları, doğuluları…
Nerdeyse başlıyor tekbir
Ve Thlil uğultuları
Şadırvanda beni bekler
Târihimin uluları.
İHSAN ÜREN
BURSA’DAN BENDE
Zafer Meydanı
1.
Zafer Maydanı’nda durdum;
yüzümü Tophane’ye,
sırtımı çağlayan sulara verip oturdum.
Önümde Tophane trverteninin
kat kat ağaçları; kimi yeni yırtmış kınını,
kimi de yüklenmiş yaprakları,
yarılamış baharı…
Ağaçları aşıyor çağlayan sarmaşıklar.
Sırtımdan itiyor güneşin sıcak okları,
Saat Kulesi üzerinden geçiyor lodosun ak bulutları…
Karşımdaki traverten mağarasında ibretlik zaman;
sarkıttan damlarken donmuş,
kurumuş havuzda bekleyen sabırlı derviş olmuş.
Al gözüm seyreyle âlemi;
Bu anlık donuş, kaç milyon yıllık bir oluş…
Gelip üstüne bir varmış bir yokmuş
Eski Bursa oturuş.
2.
Tophane…
Şimdi çıksam, Gümüşlü Kümbet’e
Tophane Parkında otursam:
Kırk yıl öncenin gencini yanıma çağırsam;
kızarık yüzüne baksam, terleyen ellerinden tutsam
sevgili bekleyen coşkusuyla dalga geçsem…
Şehâdet Cami’nin oradan; Pınarbaşı’nın
Buzlu suları gibi aziz bir kız alsam,
Öpüp başıma koysam; olsa kırk yıllık karım…
Nafile Bursa, nafile yaşam, yoruyor yıllar;
Ne kadar istemesem de araya giriyor,
zaman denen canavar
bu büyüde aksayan bir yön var.
Aldırmasam, bahar yürüse damarımda,
delikanlı gibi kükrese; şimdi çıksam,
Tophane Parkında olsam, otursam…
3.
Duaçınarı…
Duaçınarı’nda ilkyazdı
Aynı anda gördüm
yerde seli, gökte bulutu.
Ne olduğunu anlamadan, şaşkın
sel ortasında kaldım.
Dağın yamacı iniyordu ovaya;
Kayalar geçiyordu yanımdan, yöremden,
Kendimi yüksekçe bir yere attım…
Uçmüş gitmiş gençliğim;
Gömlek çıkarır gibi yılan,
Sessiz sedasız anlamadan,
Yirmi beş yıl geçmiş aradan.
Nuri DEMİRCİ
BURSA TAŞI
taş dünyadır, dedim ve sustum
ne kıvrımında uyuyan bir yılan gibi kabardı tenim
ne bakışlarıma kartallar kondu
bıraktım kendimi dümdüz, Misialı ustanın ellerine
dedim, canlanır bir gün keskiden bana bulaşan kan
taşa işlenmiş sesimle konuşur mirasım
bir mazgalın kuytusunda eklendim zamana
taşmadan aktım, bildim uslu bir nehir gibi kıyılarımı
uykusuz nöbetçiler geçti önümden. Bythinyalı prensesler
alınlarında yanan aşk ağrısını duydum
fırtına taşıdılar odalarına, gecenin değirmeninden
anne kız, baba oğul; ah, nasıl hızla yer değiştirdiler
taşındım kavmimin şen mezarlığına
satırlar yağdı üstüme, dizeler; uçuşan sözler
Romalı kızların ipek etekleriyle
silindi yüzümdeki mimikler
aynı ağıttaydı dua ve kahkaha
hep aynı parmak izi aktı saatin boğazından
bilge bir gülümsemeyle karşıladım alkışları
söküldüm
örüldüm sonra, bir manastırın karanlık duvarına
boyalı bezleri gezindi üstümde Bizanslı ressamların
kandiller yandıkça doğruldu içimdeki yoksul çoban
uzadı Meryem'in üzgün yüzündeki gölge; kutsaldım
kutsadım çarmıhı yeniden çizen, öpülmüş parmakları
zaman taşa ninni
uyandım şadırvanın sesiyle
mavi bir ayet, bir İznik çinisi asılı üzerimde
kurşun kubbeler koruyor şimdi beni
HİLMİ HAŞAL
BURSA’DA AŞK
Sana aşıladı bu aşk beni, bağladı özsuyuna, dalına an yıllara yürüdü; tutundum, tutuldum, filiz tuttum ne badem yadsıdı, ne kiraz, ne de elma; incir, dut öğrendim; hayatmış ağaçlardaki şölen, süreğen uç
kökleri üzerine diz çöktüm çınar, ilk mekanımdı yundum güneşi kıskandıran simli gölgesinde, teri görkemli nakışlarına iksirli mürekkepti; uyandım her çağın şadırvan şehrine, mucize değilmiş cevher
define tuzak bencileyin; ilkin şerbetine kandıydım meğer ki cennet atlasına doğmuşum ipek çığlıkla sonra Tophane taşıyla kesmişim göbeğimi, kalede ikbal mevsimi, koparmış zümrüt kabuğunu gülün
hicranında sınanmışım; zaman nerde Hannibal, iz başlangıcı hani, Prusias mıydı kutsanan, evreni mi ışığıyla sağaltırken, kül kanatlı Anka'yı göğünde
dün siluetleri miydi ilk anlam, tescilli sevinç harfi inmiş hüküm, Osman Bey'in işaret parmağından kaleye kurulmuş otağ, akıp süzerken surlar ovayı taht çizgileri ölümsüzlüğü dile dolamış, avlularda şimşir, sarmaşık ömürler, sinmiş ruhuna ebruların
Pınarbaşı erguvan şölenine sofraymış, sebil erzak
armağan hep; su sana, su bana, tarihin giz sarnıcı
türbe hatları, Hisar'a örümcek ağıyla işlenmiş zırh
Keşiş'le arşa çıkıyorken aşktaki sen, sendeki aşk...
güneş şevkle taradı yeşil yamaçlarını, Çekirge'den
sokuldu kozasına dünyanın; orada beyaz yalnızlık
hayat denen muamma, ipekte yakamoz zarıymış ve
kırışığı yokmuş düzeltecek, dünyevi sükut katında
sana aşıladı bu aşk beni, bağladı özsuyuna, dalına
an yıllarca sürdü; tutundum, tutuldum, filiz tuttum
ne badem yadsıdı, ne kiraz, ne de elma; incir, dut
öğrendim; zamanmış bağrındaki nektar, bengisu...
AHMET GÜNBAŞ
BURSA SARHOŞU
Yolların yalvacı gitmeye kalkar
İndirir dağını Bursa akşamı
Çünkü ipeğin de bıçağı var
Davranır tez elden işlerliğine
Gül şaşkınlığıyla yaralar adamı
Dört döner başında çinili kuşlar
Sürükler suları gök erimine
Bu kent ki benzersiz eşkıyadır
Şiiri kenet gibi kullanalı
Üç zamanlı kaftanıyla dolaşalı
Asla toz kondurmaz asiliğine
Tuğrası çiçekli erguvan dalı
Konuğu Nâzım'dır sevdası ağır
Anlatır hasreti son dirimine
Bir çınarla şenlenir yorgunluğun
Kolları upuzun anaç bir çınar
Yatarsın kucağında yüzükoyun
Fink atar gölgesinde binbir efsane
Bırak düşaynanı rüzgârın olsun
Anılara bakar bakar hışırdar
Külleri eklenir küllerine
Dost bahsinde durak Arapşükrü'dür
Bencileyin yıkılmaz Bursa sarhoşu
Kadehinden ne yağmurlar dökülür
Kıskanır gümbürtüsünü tophane
İncelir ossaat Maksem yokuşu
Bir aşk düşürürsün çimlenir büyür
Setbaşı'nda buluşmamız bahane
MUSTAFA EMRE
BURSA'DA SABAH
Gecenin kederinden dökülen gözyaşı
Günü ağartan pembe tel mavi tel
Her tel ayrı bir renkle ışırken
Kavakların gümüş sesiyle ezgileniriz
Şafağından buğusu ile tüter can ve ten
Sabahın mavi aydınlığı yürür
Güneş sessizce düşer bağlara bahçelere
Toprağın mührü açılır seher yeliyle
Yediveren güller alını pembesini toplar gibi
Nice geceden nice düşten yol alır zaman
Sabahın yemişini ararken kuşların sahibi
Bursa'nın yakutu Yeşil Türbe değil midir
Uyumamıştır geceler ve yeşiller boyu
Prizmasından geçerken bütün ışıklar
Zamanın sarnıcında saklar anıları
Renkleri sarar eflatun mor sarmaşıklar
Bursa'da sabah el değmemiş yalın güzellik
Bir yoksul evinde dumanı tüten çorba
Isıtır içimizi kekik kokan bir duygu ile
Çınarların gölgesi düşer düşlere
Minik eller dokunur Bursa'nın yüreğine
Aşkla savruluruz zamansız mekânsız kuşlara
AHMET UYSAL
BURSA'DA GECE
Orada, uzun bir sokakta
Unutur yolunu zaman,
Duyumsarım: Hüsnü Züber
Konağında saklı gömü,
Hüznün şiir sözlüğüdür.
Yosun rengi duvarlara
Dağılır suların ezgisi,
Bin yıllık ahşap evlerin
Dağladığı dudağımdan,
Erguvan harfler dökülür.
"Nâzım"a benzeyen sözler,
Güz yaprağıdır çınarlarda;
Sakin, nemli külliyeler,
Ürpertir tenimi birden,
Bilinmezin izi görünür.
Hala eser o eski rüzgâr;
Savurur tan pınarlarında
Yaz tülünü Kozahan'ın,
Orada, her gece avlular,
Bursa ipeğine bürünür.
KEMAL GÜNDÜZALP
İPEK’İN KENTİ/BURSA
Sesini incelterek sesime kat, gecenin hüznünü sar bana
Nasıl da ipek bir şal gibi geçtim yollarından gizlenerek
Tarihi kim süslemişti İpek Han'ının taştan duvarlarında? "Bir su içimi kal" dedi sevgilim, Bursa çarşısında ayrılık.
Mevsim su/yazdı ve ben kıyısından geçtim kentinizin İpek Dokunuşlarla perdeleri örtük bir güzelin uykusunu bölerek.
Hadi beni gözlerimden öp, aşk da yalnızlık gibidir ayrılıkla Artık senin gizemli kentindeyim: Bu çarşılar Bursa değil mi?
Ah, sevgilim de Bursa'da kaldı, dağ bir ayrılığı nakışlayarak Sen kaldın! Ben hangi kentin sığınağı olurum uzaklarında?
FATİH YILMAZ
TETİKLİ ŞEHİR
Göz çukurlarıma karşıcı bir silah vurdu beni
Gemliğe nişanlanan bir rıhtımın tetiğiyle:
Öldüm
Türbeler sardı her yanımı.
Ve dokumacılar, böcekli doğanın ipliğiyle...
Öldüm
Sırtına yaşamın çağıltısını yüklerken
Semeri altına gizlenmiş bir tarihin sessizliğiyle...
Sonra yine öldüm
İskenderin ayarttığı lezizle sevişen
Hemşehri bir gazozun fısıltı keyfiyle...
Öldüm
Düğüm düğüm oldu mavi
Çağladı kendini usul bir kaynağın iç-şivesiyle...
Öldüm
Hiç beklemedi beni kendim.
Tekrar tekrar öldü şehrin gelinliğinde...
Öldüm
Göğsümdeki bu çığlık dalganın köpüğü gibi
Özlüyorum Bursa'yı, özümün ölümsü rengiyle...
Öldüm
Nefesimdeki bu son gülümseme
Aşkla taçladığım şehrin güncesinde...
Ben hep iyi tarafından öldüm.
'Çünkü deli bir ırmağın ellerinden öperek büyüdüm.
Ne kül'e benzer, ne kan'a, ne kor'a;
O ırmağın ellerinde biter ancak, hayata düşkünlüğüm...'
ABDULLAH ŞEVKİ
BURSALI MIYDI BRUCE LEE
Setbaşı köprüsü ne kadar yüksekti
altındaki uçurumdan
ince bir çay akıp giderdi gözlerimin büyüdüğünü hissederdim
aşağıya bakarken
korkularım ard arda intihar ederdi
develer geçerdi tek sıra, kibirli ve ağır
hörgüçleri bir aşağı, bir yukarı
iner çıkardı, iner çıkardı
boyunlarındaki gri bakır çıngırakların
boş tok madeni sesleri vardı
tung tung tıngır, tung ungır
develer geçerdi caddeden kibirli ve ağır
mersedesti elli altıların belediye otobüsleri
heyecan olurdu kapıları benim için
Us tıs ederdi, tıs tıs ederdi
mersedesti elli altıların belediye otobüsleri
hala duyuyorum; belleğimdeki madeni seslerini
okuldan yorgun dönerdi annem
akşam, mor serin gölgelerini bırakırken Çekirg'ye
rüzgar; ağaçların yosunlu gövdelerine sürtünür, inlerdi
akardı Zeki Müren'in sesi gibi hüzünlü
parke taşlı, ruhların serildiği yollardan
şadırvanlardaki siyah-beyaz suyu
kanaya kanaya içerdi loş kuşlar
bir sükûtt, karanlık zencilere ten dikerdi
(adını duyduğumdan beri merak ederim hep)
acaba Bursalı mıydı
Bruce Lee?
YAŞAR FARUK İNAL
BURSA
Düşlerimin yıldızı Bursa,
Yüreğimin atışı.
Bursa, çocukluğumda
Uzun bir hastalık sonrası
Nekahatime karar verilen günde
Üftâde Camii sırtlarından
Doya doya seyrettiğim
Tahtakale 'yi
Leylek gagasında taşınıp
Tekrar dünyaya geldiğim andır.
Bursa, Havuzlupark'ta yüzdüğümüz
Kültürpark'ta el ele gezdiğimiz Candan özge, canandır.
Bursa havludur, tenimizi okşayan
Şeftalidir, şerbeti damlayan
Nar suyudur, bardaklar dolusu
Kestanedir, kış günlerinin sohbeti
Bursa ömür boyu örtündüğümüz
Yedi renkli yorgandır.
MURATHAN ÇARBOGA
HER ŞEY
"İçindeki gençlik aşktır"
diyor eskizlerde kan - revan
eskizlerde ölü doğan imgeler
günler ağulanıyor
çorak yokluklar açıyor
yavan gülüşümde,
aksak maceramdan dökülüyor
dönüp dolaşıp sorguya takılan imler
"Bursa'da eski bir cami avlusu"nda
hala zamanı söylüyor sular
ve arkaik bir dua gibi ketum
topraktan yükseliyor sesler
keder yayılıyor şehre
yitik aşklar üzre,
her şeyde boşalan bir zembereğin
hırıltılı telaşı
tükenen bir duyarlığın
alacanlı soluğu her şeyde
"Bursa'da eski bir cami avlusu"nda
hala zamanı söylüyor sular
ve yüreğimde geçmişin dilsiz kuyuları
yüreğimde su gibi aydınlık aşklar
ÖZGE DİRİK
FERMAN
Bursa ve siz
Bir çiçeğin ilk kökleri idiniz,
Zamanla uzaklaşıp, derinlere gömüldünüz
Sancılıydı tarihin doğurgan karnı,
Eteklere asılan gecekondularda yaşandı,
Betonun yasladığı yeşile hükmü.
Bursa ve siz
Dağın tanıklığında yüz sürdüğüm aşk,
Gölgelere bıraktığım kahkahalardınız.
Deva-sa sularınızda büyüttü içini
Yüreği lüle lüle kokan gençliğim,
Sırrını dağa bağırsa, şehir
Şehre bağırsa, dağ gücenirdi
Çınar altı umutlarımı toplayıp,
Dost fakiri kulaklarımı çınlatan
Bursa ve siz
Bir mısradan daha fazlaydınız.
Adınıza orta yollu teselliler düşlerdim
İçimdeki konuşma çizgilerinden
Beyaz bir eldivendi şarap lekeli kalbim
Çıkartıp, bu kente gömdüm.
Bursa ve siz
Aşka kurgulu üçgenin hipotenüsünde oynadığım,
Tehlikeli bir oyundunuz.
İLHAN ÖZKÜL
ŞEHİR
Sarmada usuldan şimdi her evi
Bir güz yangınının solgun alevi
Bu alevle tutuşmuş her yer
Hüznün deryasında yunmuş gibidir
Sanki Hızır Ab'ı-Hayat'ı
Bir billur kâseyle sunmuş gibidir
Seda bir alev, kor bu şehirde
Eve kapanmak, ah...zor bu şehirde
Su şiir, taş şiir ve hava şiir
Usulca ağına düştüğüm şehir
Donuk bir hüzündür Yeşil'de zaman
Düşmüş sakinleri havzına bir bir
Ebedi vuslatın sisi altında
Saatler apansız durmuş gibidir.
Zamansız bir aşkın düşüp içine
Keşfeder derinden zevkini yine
Uğrayan şi'rin bu taş mabedine
Ölümün sırrına ermiş gibidir
YUNUS KARA
SANA GELDİM
Nurdan bir el gibi alnıma koyup,
Her taşını bin defa öpmeye geldim.
Çalıp kapısını geçen zamanın,
Çileni sineye çekmeye geldim.
Uludağ'da yalnız esen rüzgâra,
Bulutla tüllenen sütten ak kar'a,
Gümüşlü'de anıtlaşan mezara,
Bin yıllık sevdamı dökmeye geldim.
Kızıla boyarken hazan, rüzgârı,
Dağların başı ak, eteği sarı.
Tarihin şahidi ulu çınarı,
Aşk diye gönlüme ekmeye geldim.
Gözlerimde sensizliğin korkusu,
Yüreğimde ayrılığın tortusu;
Dergahında Osman Bey'in uykusu,
Düşünden atiyi seçmeye geldim.
Dün gece rüyamda üç damla suyu,
Yeşile boyayıp kovdum uykuyu.
Ecdadımın gönlündeki coşkuyu,
Tophane'de sur'a dikmeye geldim.
Sevdanın arkından usulca geçer,
Orhan'ı bekleyen mahzun Nilüfer.
Kendime söz verdim Bursa bu sefer;
Bağrından acıyı sökmeye geldim.
Adını nakşedip şerefe şana,
İşte sana geldim, yalnızca sana.
Bir erguvan vakti Emir Sultan'a
Kapında gözyaşı dökmeye geldim.
ERTUĞRUL ŞAKA
BİR ÇİÇEK VE KAR MEVSİMİDİR YAŞAMAK
Kalk, Uludağ gibi doğrulalım umutla
Bir çiçek ve kar mevsimidir yaşamak
NEDİM UÇAR
YEŞİL BİR SEVDADIR BURSA
Hisar Mahallesi, kaleyi gizler,
Saat kulesinde maziden izler,
Kapalıçarşı'da gülerken yüzler,
Dostluğa uzanır eli Bursa'nın
Mavi bir sevdadır İznik'te çini,
Birlikte yaşatmış onlarca dini,
Dört kapılı Sur'a döküp içini,
İlkbaharı bekler Gölü Bursa'nın.
Gürsu'nun eteği çamdır, meşedir,
Mesire cennetten kalan köşedir,
Çekirge akşamı huzur, neşedir,
Gün batımı eser yeli Bursa'nın.
HALİME YILDIZ
GERÇEKTE EYLÜLDÜR BURSA
gözlerimden gözlerine bir ipek yolu akar
mistik ezgiler yağar iklimime
her ikindi
ay ışığı çıplaktır ipek mavi ezgi ürkek
kervanlar gibi çoğul ve doğurgandır gün
ıssız han gibi kuş uçmaz bir diyardır yüreğim
burda
gerçekte eylüldür Bursa
manastırların serinliği düşer kente
gölgeler yıkanır turuneularla
Anibal Prusa'yı çizer alın yazıma
gelincikler rengini soyunur
şehzadeler bir nefes daha diler
umarsızca
acı bir zeytin tadı kalır
son bakışlarda
gerçekte eylüldür Bursa
koca şair
uçmak dilerim gökyüzünde
aklım üşür
insan manzaraları öykümde ilk minyatür
oysa
doğduğum topraklardan
rumeli türküleri getirmiştim sana
tüketmiştim umudu
kaybetmiştim ilkyaz günlerini
sihirli bir eylül
belki bu yüzden
gerçekte eylüldür Bursa
Dostları ilə paylaş: |