1. 3 . Filistin Sorunun Tarihi Süreci
Filistin Sorunu, 1880 yıllarında dünya siyasetine giren Siyonizm’den kaynaklanmıştır. Rusya’da dahil olmak üzere bütün Avrupa’da alevlenen Yahudi aleyhtarlığının (Anti-Semitizm) aşırı boyutlara ulaşmasıyla Museviler baskı ve zulüm altında kalmışlar hatta pek çokları hayatlarını kaybetmişlerdir. Irkdaşlarının bu durumu karşısında bazı Yahudi düşünürleri Musevilerin konukları oldukları uluslarla bir arada yaşamalarının mümkün olmadığına inanmışlardır. Siyonistlere göre “Yahudi Sorunu” ancak Yahudilerin bağımsız bir devlet olarak kendilerine ait bir ülkede hiçbir yabancı yönetimin zulüm ve baskısına tabi olmaksızın özgürlük içinde yaşamalarıyla çözümlenebilirdi. Siyonistlerin vatan kabul ettikleri bölge Musevilerin tarihin ilk çağlarından beri tarihsel ve dinsel bağlarıyla bağlı oldukları Filistin’di.8
Filistin sorununun, uluslararası alanda doğuşu, İkinci Dünya Savaşından sonradır. Filistin İkinci dünya savaşı sonrasında Birleşik Krallık tarafından yönetilen bir bölgeydi. Birleşik Krallık Milletler cemiyeti manda rejimi çerçevesinde 1922’den beri Filistin’de idari kontrolü elinde tutuyordu. Savaşın sonlarına doğru Filistin idaresi, bir yanda sürekli artan insan göçü, diğer tarafta hızla tırmanan şiddet sebebi ile İngiliz hükümeti için başa çıkılmaz bir sorun olmuştur. İngiliz hükümeti de sorunu 1946 yılında bir soruşturma komitesine devretmiştir. Böylece Filistin Sorunu bir anda bütün ulusların sorunu haline gelmiştir.9
Ancak bu tarihten önce de sorunun dünya gündeminde az da olsa yer kapladığı unutulmamalıdır. Nitekim Filistin sorununun 19. Yüzyılın son çeyreğinde dünya politikasının gündemine girmesi Osmanlı Devleti’ni oldukça tedirgin etmişti. Çünkü, Filistin 1517 yılından beri Osmanlı devletinin egemenliği altındaydı. Filistin’in Osmanlı yönetiminde bulunması Siyonistlerin bütün girişimlerinin Türkiye üzerinde yoğunlaşmasına neden olacaktır.
Siyonistler önce II. Abdülhamit daha sonra ise iktidarı padişahtan devralan İttihat ve Terakki ile müzakerelere oturacakladır. Önce belirli bir meblağ karşılığında Filistin’i satın almayı düşünecekler, daha sonra ise Düyun-u Umumiye’nin konsolidasyonu deruhte etmeyi tasarlayacaklardır.
İngiltere için Filistin, Hint sömürgesine giden yollarının üzerinde önemli bir stratejik konuma sahipti. Fransa ise Lübnan ve Suriye’de I. François zamanından beri küçümsenmeyecek bir nüfus korumayı başarmıştı. Böylece Filistin, Fransa’nın Ortadoğu da ki ticaret merkezlerinden biriydi. Almanya’nın ise doğuya açılma politikası çerçevesinde Filistin’i ihmal ettiği söylenemezdi .Almanlar gerek gemicilik kumpanyaları ve gerek bankaları ile Filistin’de kendilerine bir yer açmaya çalışıyorlardı. Rusya’da Orta doğu da ki devletler arası rekabetten kendisini soyutlamamış ve Suriye’deki yerli halkın belirli bir kısmın Ortodoks olmasından yararlanarak kilisesi ve misyoner kurumları ile Filistin’de kültürünü ve nüfuzunu yaymaya başlamıştı. 10
Filistin Sorununun milletler arası bir sorun niteliğini koruması en fazla Osmanlı Devletini tedirgin etmişti. Şöyle ki; Musevi devleti hangi büyük gücün himayesine sığınırsa, diğer güçlerde bu devletin Orta doğuda ki artan nüfusunu dengelemek için devlet içinde ki başka uluslara bağımsızlık verilmesini savunarak, o ulusların oluşturacağı devletleri himayelerine almak isteyeceklerdi. Bu operasyon ise ancak Osmanlı Devleti’nin çözülmesi ve toprak bütünlüğünü kaybetmesi ile gerçekleşebilirdi. Bu da kısaca Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını kaybetmesi, büyük güçler arasında paylaşılması ve “Şark Mes’elesi” nin çözümlenmesi demekti.
İKİNCİ BÖLÜM
SİYONİZM
2. 1 . Siyonizmin Doğuşu
“Siyonizm” terim kökünü oluşturan “Siyon” sözcüğü Musevi tarihinin ilk çağlarından beri Kudüs ile eş anlamlı olarak kullanıla gelmiştir. Bir siyasal düşünce akımını simgeleyen bir deyim olarak modern anlamıyla ilk kez 19. Yüzyılın son çeyreğinde bir Rus Yahudisi olan Nathan Birbaum (1864-1937) tarafından siyasal edebiyata sokulmuştur. 11
Batı düşünce sistemi içerisinde bir siyasi doktrin olarak filizlenen “Modern Siyonizmin” umumi bir tarifini “Yahudilerin Filistin’de müstakil bir devlet tarzında ihya ve iskanını amaçlayan cihanşümul bir hareket olarak yapabiliriz.”
Filistin’de Yahudileri tesis etme çabası Napolyon için siyasi bir taktik olsa bile, Lord Shaftesburg ve Henri Dunant gibi 19. Yüzyılın tanınmış simaları için bir “hayır severlik” örneği idi.
Yahudiliğin fanatik amaçlarını gerçekleştirmeyi öngören Siyonizm son aşamada bir de ırkçılık temeline oturtan 1895 yılında “Yahudi Devleti” isimli kitabı azan Yahudi asıllı Macar gazeteci ve yazar Teodor Herzel’dir12.
Tarihin Kızılhaç örgütünün insaniyetçi kurcusu olarak minnetle anıldığı Henri Durant Osmanlı’ya karşı yeni bir haçlı seferinin vurucu gücü olarak Yahudileri kullanmayı düşlemişti. Silah olarak ise “Batı medeniyetinin İslam ülkesine barışçı yollardan aşılanması” fikrini savunuyordu. Peki bu modern zihniyetteki Haçlı hücumu hangi usullerle gerçekleştirilecekti . Durant’ın cevabı basitti: “Bunun en sağlam yolu Avrupalı devletlerin hususi menfaatlerini kollayacak milletlerarası mahiyette bir cemiyetin (Filistin’de) kurulmasıdır.13
Modern Siyonizm dediğimiz hareket tamamen bir Yahudi teşebbüsü ve vaka’sı idi. Din, ırkçılık, komünizm ve Yahudi aleyhtarlığına reaksiyon gibi dört amilden mürekkepti.
Siyonizmin temeli, Yahudilerin din, itikat ve ananelerinden başlar.Bütün saldırılarını muharref Tevrat’a dayandırdılar. Çünkü Musevilerin siyon dedikleri Filistin’e dönme hülyası Tevrat’ın esas prensibini teşkil eder. Yahudilerin nezdinde iman ile milliyet yek vücuttur. Birbirlerinden tecrit edilmeyecek kadar iç içe kenetlenmişlerdir.14
Hıristiyan maiyetlerini bir veba salgını gibi saran ateşli Yahudi aleyhtarlığı bir başka mekanizması olarak menfi yönden de olsa Siyonizmin oluşması ve gelişmesinde bir rol oynamıştır. Rusya’da olsun, Romanya’da olsun Yahudi cemaatleri devamlı ve sistematik bir şekilde hor görülüyorlar, vatandaşlık haklarından yoksun bırakılıyorlar ve akla gelmedik her türlü işkenceye muhatap oluyorlardı.
19. yüzyılın son çeyreğinde ise Yahudi aleyhtarlığı yeni bir boyut kazanmaya başlamıştı. Antropoloji ve ırk bilimi (Etnoloji) gibi bilgi sahalarında ilerlemeler kaydedilmiş ve insanlar maddi manevi özelliklerine göre değişik gruplara ayrılmışlardı. Fransız Gabineau ve İngiliz Chamberlain gibi teorisyenlerin düşüncelerine göre insanları millet yapan en önemli unsur onların ırki özellikleri idi. Böylece Batı Avrupa’da Yahudi aleyhtarlığı ırkçı bir filtreden geçmiş ve “Anti Semitizm” yani Sami düşmanlığı adı verilen bir felsefe ile tanınmaya başlamıştı
Siyonistler, ilk olarak ellerinde meselenin muhtevası, ikinci olarak yerleşim merkezlerinin coğrafi konumu ve son olarak da Yahudi’nin o mıntıkada ne suretle tesis edileceği hakkında aralarında bölünmüşlerdi.
Iskan için en uygun yer Filistin idi. Çünkü Yahudilerin bir kısmı tarihin çok eski çağlarından beri yaşadıkları Filistin’e vazgeçilmez bir aşkla bağlı idiler. Filistin’deki kolonileşmiş yerleşim merkezleri Siyonistlerin büyük Avrupa devletleri ile olan diplomatik müzakerelerinde politikalarını temel taşı onları Siyonizmin amacına ikna edebilmek için öne sürebilecekleri bir koz olacaktı. Siyon aşıklarının düşüncelerine göre, eğer Avrupalı devlet adamlarına ve diplomatlarına Filistin’de Yahudi milli yurdu tesis etmek için haklı bir bahane gösterebilirlerse, Batı Siyonizm inin tezini benimseyebilirdi.15
2. 2. Teodor Herzel ve Siyonist Faaliyetler
Yahudi sorunun en ateşli taraftarı ve savunucu şüphesiz Teodor Herzel idi. Herzel’in bu Yahudi sorunu ile tanışması Viyana yılların arastalar. Fakat Herzel’in bütün enerjisi ile Yahudi sorununa eğilmesini sağlayacak dönüm noktası Paris’te olmuştu. Neu Freie Presse için Yüzbaşı Dreyfus’un davasını izleyen ve sonunda da subaya idam cezası verildiğine tanık olan Herzel, Yaudilerin dünya üzerinde kıyamete kadar böylesine ezilmeyeceklerini savundu.16
“Bu güne kadar (Kolonizatör Siyonistlerin) yaptıklarına müteşekkirim” diyen politik siyonizmin babası Dr. Herzel, Yahudi meselesinin çok ciddi olduğunu ve yegane çözümünün ise Yahudilerin Filistin’de hükümranlık haklarının tanınarak bir devlet tesisi etmeleri ile mümkün olacağını 19. Yüzyılın son çeyreğinde dünya politikasına şekil veren güçlü devletlere inandırmayı kendisine vazife edinmişti.
Hatıralarında “Milletler arasındaki münasebetler bir kuvvet meselesidir” diye not düşen Dr. Herzel “Bugün ve gelecekte belki de kıyamete kadar güçlü, daima haklı karşısında galebe çalacaktır.” diyordu.
Dr. Herzel 1897 tarihinde hatıralarına şu notu düşmüştü, “Bugün Bazel’de Yahudi Devleti’ni kurdum. Eğer bugün bunu (Dünya kamuoyuna) açıklarsam herkes beni alaya alır. Oysa ki belki beş, fakat hiç şüphesiz elli sene içinde herkes bu gerçeği görecektir. Yahudi devletinin mevcudiyeti manevi temellere oturtulmuştur. Bu devlet Yahudi halkının bu husustaki arzu ve azmi ile kurulmuştur.” Hakikaten de Herzel, kehanetinde haklı çıkmış ve o bu yukarıdaki satırları yazdığı andan tam elli sene sonra 1948 yılında İsrail kurulmuştur.
Siyonizmin nihai hedefinin Filistin’de her türlü hükümranlık haklarına sahip müstakil bir Yahudi devletinin kurulması yatıyordu.
1898 Ağustos’unda gene İsviçre’nin Bazel şehrinde yapıla İkinci Büyük Kongre ile Siyonistler mali meselesini tartıştılar ve sonunda teşkilatın iktisadi politikasına yön verecek bir banka kurulmasını kararlaştırdılar. Londra’da sınırlı sorumlu bir anonim Şirketi olarak kurulan bir banka daha ilk kalemde iki milyon sterlin sermaye ile “Yahudi Müstemleke Vakfı” ismi ile çalışmaya başladı.17
Adı geçen banka Filistin’de faaliyetlerini yürütebilmek amacıyla 1903 de sermayesi yüz bin sterlin olan İngiliz Filistin Şirketini kurdu. Bu şirket Hayfa, Kudüs, Hebron, Beyrut, Safed, Tibergas ve Gaza’da şubeler açarak Yahudi göçmenlerin her türlü arazi alım satım işlerine eğilmeye başladı.
Yahudi’yi Siyonist saflara kazanan Herzel için önemli diğer milletleri ikna edebilmekti. Bu maksatla, dünyanın her bucağına dağılmış Siyonist dernekleri tarih boyunca Yahudi’nin çektiği ızdırabı dile getiren kampanyalar açtılar ve milletlerin merhamet hislerini körüklemeye çalıştılar. Yahudi meselesinin yegane çözüm yolunun, Siyonizm’den geçtiğini iddia ederek bu hususta tonlarca kitap yazdılar, tebliğler dağıttılar, broşürler bastırdılar. Hülasa, Siyonistler Yahudilerin Filistin’de Yerleştirilmesini başka devletlere ve o ülkenin kamuoyuna benimsetebilmek amacıyla lobiler kuruyorlar, gerekli olan her türlü kulis faaliyetlerden kaçınmıyorlardı.
Siyonist hareketi Yahudilerin selameti için uğraşan hayır dernekleri mozaiği olmaktan kurtararak, milletlerarası politikada hatırı sayılır bir kuvvet durumuna yükselen Dr. Herzel, amaçlarına erişebilmek için diplomatik manevralara başlama zamanının gelip çattığına inanıyordu. Siyonist liderin Stratejisi Batı Hükümetlerine Filistin’de bir Yahudi Hükümetinin kurulmasının bu devletlerin milli menfaatleri açısından ne kadar yararlı olacağına mantıki bir takım cambazlık oyunları ile iddia ve ikna etmekti. Herzel eğer Avrupa devletlerinin Siyonizme yakınlık duymalarını sağlarsa, Batının ona Türk sultanının Şark vilayetlerinden biri olan Filistin’i Osmanlı Devleti nezdinde tavassut edeceklerini ve hatta yerinde kuvvet kullanarak Osmanlı Hükümet,ine bu yolda baskı yapacaklarını umuyordu. Böylece Herzel Siyonist tezini Bnatılılara satmak ve onları kendi safına katmak amacı ile Viyana, Berlin, Petrograd, Roma ve Londra olmak üzere Avrupa’nın belli başlı şehirleri arasında mekik dokumaya başlamış, devlet ve hükümet yetkilileri ile müzakerelere girişmişti.18
2. 2. 1. II. Abdülhamit ve Herzel
“Hakkımızdaki nihai kararı hükümdar hazretleri verecektir.” Diye itiraf eden Herzel Abdülhamit’i davasına ikna edebilmek için 1896 ile 1902 yılları arasında ikisi Padişahın kendi kesesinden olmak üzere İstanbul’a beş defa gelmiş ve ziyaretlerinde hem Yıldız Sarayında hem de Bab-ı Ali’de Osmanlı Devlet adamları tarafından kabul edilmişti.1 Sultandan Filistin’de bir aristokratik Cumhuriyet kurmak için izin istedi ve bazı tekliflerde bulundu. Hatta Osmanlı Devleti’nin bütün borçlarını ödemeyi taahhüt etti.
Sultan Abdülhamit Han Herzel’in bizzat ve dostları ile yaptığı teklifleri kabul etmeyerek tarihe altın harflerle geçen şu cevabını verdi.
“Ben bir karış dahi toprak satmam; zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletimin bu toprakları kanlarını dökerek kazanmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla öderiz. Ne ile aldıysak onunla geri veririz. Benim Suriye ve Filistin alaylarının efradı, birer birer Pilevne’de şehit düşmüşlerdir. Ben onun hiçbir parçasını satmam. Bırakalım Yahudiler milyarlarını saklasınlar. Benim devletim yıkılırsa maalesef Filistin’i karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat biz sağ iken, bu devlet ayakta iken, sadece bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsade etmem” diyerek bu teklifleri yapan heyeti huzurundan kovdu.
Sultan Filistin’in tamamını arazi-i şahane ilan etti. Bizzat şahsına bağlı orduyu Filistin de vazifelendirdi. Bölgeden Yahudilere toprak satılmasını yasakladı. Kafkas ve Balkanlardaki bir kısım Müslümanları Filistin’e yerleştirdi. 20
Osmanlının, Siyonizmi hasım olarak karşılarına almışsa bunun sebebi siyasi idi ve iki unsura bağlıydı. İlk olarak , Osmanlı Hükümeti İmparatorluk sınırları dahilinde yeni bir milliyetçilik akımının, bölücülük hareketlerinin filizlemesini istiyordu. İkinci olarak da, İstanbul, Düveli Muazzamanın memleketin üzerindeki nüfuzunu arttırmasından çekiniyordu.
Dostları ilə paylaş: |