karşılığını artıracağım…” 686
12 – Hastalarına şifa verir: “Hastalandığımda da O bana şifa verir.” 687
13 – İnsanın gelecekteki umududur: “O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.” 688
B – Diğerlerinin etkisi
1 – Yaratma kudretine sahip değillerdir. “Sizlerin Allah’ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır…” 689
2 – İnsanın istek ve hacetlerinden habersizdirler: “Çünkü, yalvardıkları şeyler yalvarışlarından habersizdirler.” 690
3 – İnsanın dualarını işitmezler: “Eğer onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar…” 691
4 – İnsanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek kudretleri yoktur: “Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kimdir?” 692
5 – İnsanın düşmanlarıdırlar. “…O taptıkları kendilerine düşman oluverir…” 693
6 – Hadiseler karşısında yetersizdirler: “…Sizin bir sıkıntınızı gidermeye ve onu değiştirmeye güçleri yetmez.” 694
7 – Ne fayda verebilirler, ne de bir gelecek bir zararı önleyebilirler: “…Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı…” 695
Hz. Yusuf’un (a.s) da buyurduğu gibi konu şu ayetle en güzel şekilde özetleniyor: “Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı ilâhlar mı daha iyidir, yoksa mutlak hâkimiyet sahibi olan tek Allah mı?” 696
109.
Hudeybiye Anlaşması
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبٖينًا لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَقٖيمًا وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَزٖيزًا
“Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.”
Fetih, 1 – 3
Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) Hicri 6. yılın Zilkade ayında hac yapmak kastıyla Mekke’ye doğru hareket eder. Müslümanları da bu seferde kendisine eşlik etmesi için teşvik etmesiyle birlikte bin dört yüz kişilik bir gurupla ihram elbiselerini giyerek Mekke’ye doğru yola çıkarlar. Bu haber Mekke müşriklerine ulaştığında, Mekke’ye yakın olan (Hudeybiye köyünde) yolu Müslümanlara kapatıp, Mekke’ye girmelerine engel oldular. Bu macerada, iki taraftan da seçilen elçiler bir diğerine mesajları iletmek için yoğun çaba sarf ediyorlardı. Müşriklerin elçisi, Müslümanların Hz. Peygamber’in (s.a.a) abdest suyunu bile teberrüken kullanacak kadar kendisine hayran olduklarını gördükten sonra müşriklere şöyle der: “İnsanların Muhammed’e (s.a.a) böylesine aşk ve ilgi duymasından sonra kimseyi O’ndan ayıramazsınız.”
Osman, Müslümanlar adına elçi olarak müzakare etmek için Mekke’ye gider. Ancak onun Mekke’de katledildiği haberleri uydurulur. Hz. Peygamber (s.a.a), kendisine inananların herşeye hazır olmaları için bir ağacın altında Müslümanlardan yeniden biat aldı. İşte bu alınan biat, ‘rıdvan biati’ olarak adlandırılmıştır. Osman, birkaç gün sonra sağ şekilde döndükten sonra iki tarafın da elçileri eşliğinde birkaç maddeden oluşan bir anlaşma metni Hz. Ali (a.s) tarafından hazırlanıp her iki tarafa sunulur. Müslümanlar ve müşrikler şu birkaç madde hususunda anlaşmaya vardılar. On yıl içerisinde aralarında bir savaş olmayacak. Müslümanlar tekrar geri dönecekler ve bir sonraki yıl üç günlük umre haccı için Mekke’ye girebilecekler.
Hz. Peygamber (s.a.a) emriyle hac için getirilen develerin orada kurban edilmesini emreder. Ve oracıkta develeri kurban edip, saçlarını traş ettiler. Böylelikle ihramdan çıkarak Medine’ye geri dönerler. Müslümanlar gerçi hacca gidemediler ancak bu anlaşma sayesinde on yıl boyunca savaş yapılmayacak ve umre ziyareti serbest olacaktı. Göründüğü üzere bu Müslümanlar için gerçek bir zaferdi. Çünkü müşriklerin gösterdikleri düşmanlıklar zahiren de olsa son bulacak ve dinin tebliği için yollar açılacak ve bu durum Müslümanların yeniden kuvvetlenmesini sağlayacak ve Mekke’nin fethi için zemine hazırlayacaktı.
Hudeybiye barış hadisesinde Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber’in (s.a.a) emriyle antlaşma metnini ‘Bismillahirrahmanirrahim’ ile başlayarak yazdı. Müşrikler: ‘Biz bu metni kabul etmeyiz’ diye itiraz ettiler. Bu itirazdan sonra ifade ‘Bismike Allahumme’ olarak değiştirildi. Daha sonra müşrikler ‘Resulullah’ ifadesine itiraz ederek kaldırılmasını istediler. Hz. Resulullah (s.a.a) onların bu isteklerini de sakinlikle kabul ederek isminin önündeki ‘Resulullah’ ifadesini kaldırdı. Burada müşriklerin amaçlarının ne olduğunu ve Hz. Resulullah (s.a.a) ve müminlere birlikte sekinenin nazil olduğu örneğini görmekteyiz.
Hicri 6. yılda Hz. Peygamber (s.a.a) rüyasında Müslümanların saçları tıraşlı ve sükûnet içerisinde Mescidu’l Haram’a girdiklerini ve umre ziyaretlerini yaptıklarını görür. Bu rüyadan sonra Hz. Peygamber (s.a.a) umre ziyaretini yerine getirmek için binlerce Müslümanın da eşlik etmesiyle Hudeybiye denilen bölgeye geldiler. Kâfirler durumdan haberdar olunca Mekke yolunu kapattılar ve Müslümanları öldürmek için karar aldılar. Hz. Resulullah (s.a.a) da Müslümanlardan biatlerine vefalı olmaları hususunda bir kez daha söz aldı. Bu gelişmelerin akabinde Allah, Müslümanlara barış ve antlaşma nasip etti. Mekke’de ikamet eden ve kimliklerini gizleyen bazı Müslümanlar haksız yere öldürülüyor, kendilerinden zorla haraç alınıyor ve kâfirlerin hakaretlerine maruz kalıyorlardı. Onlardan birçoğu kâfirlerin yakmış olduğu fitne ateşinde işkence görüyordu. Bu barışın vesilesiyle müşriklerden birçok kimse, İslam dininin haklılığını derk edip, Müslüman olmuştur.
Ancak kimi Müslümanlar Hz. Peygamber’in (s.a.a) rüyasının gerçekleşmemiş olmasından dolayı endişe ediyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.a) ise onlara rüyasının gerçekleşmesinin illa da bu sene olacağını söylemediğini belirtti.
Müslümanlar o sene Medine’ye geri döndüler. Ve anlaşma metnine göre bir sonraki sene üç gün boşaltılmış Mekke şehrine güvenli bir şekilde girerek coşkulu bir şekilde umre ibaretlerini yerine getirdiler. Ancak kâfirler antlaşmayı bozdular ve Müslümanlar bunun üzerine hicri 8. yılda Mekke’yi kan dökmeden fethettiler.
110.
İslam’da Mukaddesat
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِىِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.”
Hucurat, 2
Dünyada yer alan çeşitli akide ve ideolojiler, kendi inanç büyüklerine özel saygı gösterirler. Şehir ve caddelere, üniversitelere, okullara ve kuruluşlara büyüklerinin isimlerini verirler. İslam dininde de kimi şahıslar hatta bitkiler ve otlar kutlu olarak kabul edilmiştir. Pek tabii ki; İslam dininde kerametli ve kutlu olarak görülen her şey, Allah’ın zatının kudsiyetine râcidir ve bu varlıkların Allah ile bağlılığı her ne kadar fazla ise, kutsallıkları da o orantıda artar. Bize düşen ise bu özel saygıyı korumaktır. İslam’daki bu mukaddes varlıklara gelince;
1 – Allah kutsallığın kaynağıdır. Müşrikler Allah’ı başkalarıyla aynı gördüklerinden kıyamet sahnesinde kendi sapkınlıklarını ikrar edecekler ve hayali ilahlarına şunları söyleyecekler: “Bizim perişanlığımızın nedeni, sizi âlemlerin Rabbiyle bir gördüğümüz içindir.” “Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.” 697
Kur’an’da Allah’ın tesbih ve tenzih edilmesi hakkında birçok ayet nazil olmuştur. Yani Allah’ı O’nun için hiçbir kusur tasavvur etmeyecek biçimde yüceltmeliyiz. Allah’ın sadece zatı değil, isimleri de tenzih edilmelidir. “Yüce Rabbinin adını tesbih et.” 698
2 – Allah’ın Kitabına da özel bir hürmet ve saygı gösterilmelidir. Allah, Kitab’ını azim 699 olarak adlandırdığına göre biz de Kitabullah’a tazim etmeliyiz. Allah, Kitab’ını kerim 700 olarak kabul ediyorsa öyleyse biz de Kitabullah’ı kerametli görmeliyiz. Allah Kitab’ını mecid 701 olarak tanımlıyorsa öyleyse bizim de Kitabullah’ı temcid etmemiz (övmemiz) gerekir.
3 – İlahi rehberler olan peygamberler ve onların hak vasileri, özellikle peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a) ve O’nun Ehl-i Beyt’i (a.s) özel bir makama sahiptir. Bu surede Hz. Peygamber’e (s.a.a) gösterilmesi gereken edep ve davranış şekli beyan edilmiştir. Onların önüne geçmeyelim, onların sesinden daha yüksek bir sesle konuşmayalım. Bir başka ayette Hz. Peygamber’e (s.a.a) salavat gönderilme emri verilmiştir. “Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât ederler. Ey müminler! Siz de ona salât ve selam getirin.” 702 Hz. Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra da O’nun ziyaretine 703, O’nun vasisinin ziyaretine, zürriyetine ve Hz. Peygamber (s.a.a) ile bir şekilde bağı olan herkese saygı gösterilmesi gerektiğine de dikkat edilmelidir. Özellikle rabbani âlimler, adil fakihler ve taklid mercileri, rivayetlerin buyruğuna göre Hz. Peygamber’in (s.a.a) varisleridir ve onlara saygı ve hürmet göstermek görevlerimiz arasındadır. Şu hadiste de buna işaret ediliyor: “Her kim adil fakihi reddederse Hz. Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’inin (a.s) sözünü reddetmiş gibidir. Ve her kim Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’i (a.s) reddetse Allah’ın sözünü reddetmiş gibidir.” 704
Sadece Hz. Peygamber’in (s.a.a) kendisi değil, O’na ait ve O’nunla ilgili olan her şey kutsaldır. Hz. Musa’nın (a.s) yeni doğduğunda içine koyulduğu ve suya bırakıldığı sandık daha sonra Hz. Musa (a.s) ve sülalesi tarafından bir hatıra olarak saklanmıştır. Bu sandık öyle bir kutsallığa sahipti ki, melekler tarafından taşınırdı ve düşmanlara karşı yapılan savaşlara götürülerek bu vesileyle zaferler kazanılırdı. 705
4 – İslam dininde ebeveyne özel bir saygı göstermek ve onları tazim etmek hususunda emirler verilmiştir. Kur’an’da beş ayrı yerde tevhide ve anne babaya ihsan edilmesi hususunda ayetler bulunmaktadır. 706 Bir başka yerde ise, ebeveyne teşekkür edilmesi, Allah’a olan şükür ile birlikte zikredilmiştir. 707
Ebeveyne gösterilmesi gereken hürmet babında, onlara muhabbet ile bakmak bile ibadettir denilmiştir. Bizlere onların seslerinden daha yüksek bir ses tonu ile cevap verilmemesi hususunda tavsiyede bulunulmuştur. Onların üzülmesine neden olacak bir yolculuk yapmak haramdır. Ve böyle bir yolculukta namazlar tam olarak kılınmalıdır.
5 – İslam’da kimi vakitler -Kadir Gecesi gibi-, kimi mekânlar –camiler gibi-, kimi taşlar -Haceru’l Esved gibi-, kimi sular –zemzem-, kimi topraklar -İmam Hüseyin’in (a.s) Kerbela türbeti gibi- ve kimi elbiseler -ihram elbisesi- kutsal kabul edilmiştir ve özel hürmete tabidirler.
Kur’an’da şöyle buyrulur: (Hz. Musa (a.s) mukaddes vadiye geldiğinde hürmeten çarıklarını çıkarmıştır.) “Hemen çarıklarını çıkar! Çünkü sen kutsal vadi Tuva’dasın.” 708
Mescidu’l Haram, müşriklerin girişine izin verilmeyen mukaddes bir mekândır. “Ey iman edenler! Müşrikler ancak necistirler. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar…” 709
İbadet yerleri ve mescitler mukaddestir. Mescitlere gidildiği zaman, temiz ve süslü gidiniz. “…Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin…” 710 Cenabet vb. durumlara maruz olup temizliği olmayanın mescitte durmaya dahi hakkı yoktur. “Ey iman edenler! Siz sarhoş ve cünüp iken de gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın…” 711
Mescit o denli aziz ve kıymetlidir ki Hz. İbrahim (a.s), Hz. İsmail (a.s), Hz. Zekeriya (a.s) ve Hz. Meryem (s.a) Allah’ın evlerini temizlemekle görevlendirilmiştir. “…İbrahim ve İsmail’e: ‘Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun’ diye emretmiştik.” 712 Hatta Hz. Meryem’in (s.a) annesi evladının erkek olacağını düşünmüş ve Mescidu’l Aksa’ya hizmet etsin diye adakta bulunmuştu. “İmran’ın karısı söyle demişti: ‘Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.’” 713
6 – İmanı olan insan da keramete ve kutsallığa sahiptir. Müminin yüzünün suyu ve izzeti, Kâbe’nin izzetinden daha büyüktür denilir. Mümin kimsenin gıybeti haram, hakkını savunmak vaciptir. Hatta ölümünden sonra kabrine yapılacak saygısızlık da haramdır.
111.
Araştırma Yapmak,
Toplumsal Dertlerin İlacıdır
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَاٍ فَتَبَيَّنُوا اَنْ تُصٖيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمٖينَ
“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
Hucurat, 6
Tarih boyunca peygamberler çeşitli toplumsal ve ahlaki hastalıklara müptela olmuş birey ve kitlelerle karşı karşıya gelmiştir. Öyle ki; bugün insan hayatında bu denli önemli ilerleme ve gelişim yaşanırken dahi bu ruhsal hastalıklar tüm direnciyle insanlık içinde kalmıştır. Bu hastalıklardan bazıları şöyledir;
– İyi olduğu kabul edilen kimseleri körü körüne taklit etmek ve hurafi adet ve geleneklere sıkı sıkıya bağlanmak.
– Hayallere, söylentilere, iftiralara ve gerçeği olmayan rüyalara tabi olmak.
– İlme sahip olmadan birşeyi desteklemek ve hakemlik yapmak. Herhangi bir bilgiye sahip olmadan onun hakkında konuşmak, övmek yahut eleştirmek.
İşte tüm bu hastalıkları iyileştirecek ilaç, bu ayette de beyan edilmiş olan araştırma ve irdelemedir. Eğer toplumlar her konuya dikkat etseler, bunları araştırıp inceleseler kitleler üzerindeki tüm bela ve afetler bir defada düzeltilmiş olacaktır.
Bu ayetin bir benzeri Nisa suresinin 94. ayetinde gelmiştir. Şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatinin geçici menfaatine göz dikerek ‘Sen mümin değilsin’ demeyin. Çünkü Allah’ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” 714
Tarih kitaplarında şöyle nakledilmiştir: Hayber savaşından sonra Hz. Peygamber (s.a.a), Usame bin Zeyd’i yanında bir grup Müslümanla birlikte ‘Fedek’ topraklarında yerleşik Yahudi köylerine, onları İslam dinine girmeye ya da cizye vergisi vermeye davet etmeleri için gönderdi. Mirdas isimli bir Yahudi kendisine ulaşan bu haberin ardından ailesi ve eşyalarıyla birlikte bir dağa yerleşti. Mirdas, kendilerine doğru gelen Müslümanları ‘La ilahe illallah Muhammed Resullah’ nidalarıyla karşıladı. Usame, Mirdas’ın korkusundan İslam’ı seçtiğini ve haliyle gerçek Müslümanlardan olmayacağını zannederek onu öldürdü. Hz. Resulullah (s.a.a) kendisine bu haber iletildikten sona çok rahatsız oldu ve hemen akabinde de yukarıdaki ayet nazil oldu.
Dostları ilə paylaş: |