Meşveretin Faydaları ve Etkileri
Akıl sahibi kimselerle meşveret etmenin birçok etkisi ve faydası vardır. Onlardan bazıları şöyledir;
〉 Hata yapma ihtimalini azaltır.
〉 Yetenekleri ortaya çıkartır.
〉 Despotluk ve zorbalığa mani olur.
〉 Birilerinin haset etmesine engel olur. Eğer meşveret etmenin neticesinde başarılı olunursa, kimileri yaşanılan rüşd ve olgunluğu kendileriyle yapılan meşverete bağlı olduğunu düşünür. Bundan ötürü meşveret eden kimseye haset edilmeyecektir. Olgunlaşan ve rüşd eden bir evlada babasının asla haset etmediği gibi. Zira onun olgunluğunu kendi olgunluğunun bir parıltısı olarak görmektedir.
〉 İlahi yardımları beraberinde getirir. Dini kültürümüzde şöyle denir: ‘Allah’ın eli cemaatin üzerindedir.’
〉 Başkalarının fikirlerinden istifade etmek gerçekleştirilmek istenilen programı daha da olgunlaştırır ve genişletir. ‘Her kim insanlarla istişare ederse, onların aklına ortak olur.’
〉 İstişare ve meşveret etmek, insanlara gösterilen bir tür saygı ve hürmettir. Yapılan istişareler sonucunda beklenilen yeni bir söz duyulmamış olabilir ancak bu eylem insanların kişiliklerine gösterilen saygıya işarettir.
〉 İnsanları tanımanın etkin bir yoludur. Şairin de dediği gibi;
İnsan bir söz söylememişse
Ayıp ve maharetleri gizlide kalmıştır.
〉 İstişare ederek, insanların ilmi ve fikri dereceleri ile sözlerine ne kadar uydukları tanınmış olur.
Soru: Acaba Hz. Peygamber’in (s.a.a) insanlarla istişare etmesinin zahiri bir yönü olduğu söylenebilir mi?
Cevap: Asla. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.a) istişare ettiği hususlarda çıkan sonucun tersine bir uygulaması olmamıştır. Hz. Peygamber (s.a.a) istişare ettikten sonra çıkan sonuçtan sonra farklı şekilde davransaydı hem ümmetine hürmet etmemiş hem de bir şekilde ümmetinin ruh halini yaralamış olacaktı.
Hz. Peygamber (s.a.a) Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye, Ben-i Kurayza ve Ben-i Nadir boylarıyla yapılan savaşlarda ve Mekke’nin fethinde, Tebük muharebesinde Müslümanlarla istişarede bulunmuştur.
〉 Meşveret insanları ilgilendiren konularda olmalıdır. Ancak Allah’ın emirleri ve dini hükümleri hususunda; biset, imamet, ibadet gibi konularda meşveret edilemez. Namaz, Allah’ın bir ahdidir. Allah’ın ahdini yerine getirmek gerekir ve bu gibi konularda da istişareye yer yoktur.
Ümmetin rehberliği ve imamet hususu da Allah’ın bir ahdidir. Bu yüzden Hz. İbrahim (a.s), Allah’tan zürriyetini de toplumun rehberi olarak seçmesini istedinde Allah kendisine şöyle buyurmuştur: “Zalimler ahdime erişemezler.” Rehberlik ve imamet, Allah’ın bir ahdidir. Bu makamın verilmesi Hz. İbrahim’in duasından ve isteğinden öte Allah’ın seçimiyle olur. Eğer bir şahıs (Allah’a, kendisine veya başkasına) zulüm ederse, o rehberliğe layık kimse değildir demektir.
“Ve İbrâhîm’i Rabbi kelimelerle imtihan etmişti. Nihayet (imtihan) tamamlanınca da (Allah şöyle) buyurdu: ‘Muhakkak ki Ben, seni insanlara imam kılacağım.’ (İbrâhîm a.s): ‘Benim zürriyetimden de (imamlar kıl).’ deyince; (Allah): ‘Benim ahdime (imamlık ve önderlik rahmetime, senin zürriyetinden olan) zâlimler nail olamaz.’ buyurdu.” 622
Öyleyse ümmetin rehberliğinde, seçilen kimseye koşulsuz uymamız gerekir. Kur’an’da buyrulduğu üzere; “…Ben seni insanlara imam kılacağım…” 623 İmamet ancak Allah’ın seçimiyle gerçekleşir.
〉 İslam kâmil ve câmî bir dindir.
• İtikadi meselelerde: “Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir.” 624
• Ahlaki meselelerde: “Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince…” 625
• Toplumsal meselelerde: “…Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir…” 626
• İbadetle ilgili meselelerde: “Onlar öyle kimselerdir ki, şayet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı ikame eder, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar…” 627
• Ekonomik meselelerde: “Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: ‘İhtiyaçtan arta kalanı.’…” 628
• Siyasi ve askeri meselelerde: “Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.” 629
Dikkat edileceği üzere ‘yardımlaşırlar’ ifadesi geniş zaman kalıbıyla gelmiştir ki bu durum sürekliliğe işaret eder.
106.
Karşılık ve Yanıt Verme Esası
وَجَزٰؤُا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمٖينَ
“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.”
Şura, 40
İslam’da karşılık verme kanunları: İslam’ın kanunları akıl, fıtrat ve adalet üzerine inşa edildiği için kimi olaylar karşılıklılık esası üzerine açıklanmıştır. Biz bunlardan bazı örnekleri beyan edeceğiz.
〉 “Hürmetli ay, hürmetli aya mukabildir, hürmetler karşılıklıdır; o halde, size tecavüz edene (saldırana), size saldırdıkları gibi saldırın…” 630
〉 “…Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır…” 631
〉 “…İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe’ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir kefarettir…” 632
〉 “Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.” 633
İlahi sünnette karşılık vermeye örnekler:
〉 “(Yahudiler) tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların hayırlısıdır.” 634
〉 “Şüphesiz münafıklar Allah’ı kandırmaya kalkışıyorlar; hâlbuki Allah onları kandırmaktatır.” 635
〉 “…Şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler. Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.” 636
〉 “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” 637
〉 “…Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı…” 638
〉 “Belki Rabbiniz size merhamet eder; fakat siz eğer yine dönerseniz, biz de geri döneriz (cezalandırırız)…” 639
〉 “Güzel davrananlara daha güzel karşılık, bir de fazlası vardır…” 640
〉 “…Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır…” 641
Onlar dünyada şöyle derlerdi: “Onlar şöyle dediler: Sen öğüt versen de, vermesen de bizce birdir (bizim için fark etmez).” 642 Kıyamette ise şöyle derler: “…Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi doğru yola iletirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur.” 643
〉 “Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” 644
〉 “Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki, ben de sizi anayım…” 645
〉 Eğer Allah bize Hz. Peygamber (s.a.a)’e salavat göndermeyi emrediyorsa: “…Ey müminler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” 646 Bu emrin karşısında Hz. Peygamber (s.a.a)’e de şöyle bir emir vermektedir: “Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et…” 647
107.
Mümin ve Kâfirin Mukayesesi
اَمْ حَسِبَ الَّذٖينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّپَاتِ اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ
“Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini, inanıp iyi ameller isleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!”
Casiye, 21
Kâfir ile müminin mukayesesinde görüyoruz ki mümin Allah’ı hatırlamakla huzur bulur, Allah’ın verdiğine razı olur, gelecekten ümitlidir, yolu açıktır. Ölümü ise büyük bir eve göçmek olarak telakki eder. Ancak kâfir her gün isyan dairesinde dönmekte ve her an ya kendi ya da başkalarının heveslerine mahkûm olmaktadır. Geleceği karanlık ve ölümü yok olmak gibi görür. Kur’an bu yüzden konunun daha iyi anlaşılması için mukayese yöntemlerini açıklamıştır. Böylelikle her ne düzeyde olursa olsun tüm vicdanlar meseleyi derk edecektir.
Müminlerin imanı artacaktır… “O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır…” 648 Ancak kâfirlerin ancak küfürleri artar. “İnandıktan sonra inkâr edip, inkârda aşırı gidenler var ya…” 649
Müminlerin velisi Allah’tır. “Allah inananların velisidir…” 650. Ancak başkalarının velisi tağutlar ve müstekbirlerdir. “…İnkâr edenlerin velileri ise tağuttur.” 651
Allah müminin kalbine sükûnet nazil eder. “Allah, inananların kalplerine huzur ve güven indirir…” 652 Ancak kâfirlerin kalbinde korku ve vahşet yaratır. “Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım” 653
İman sahibi kimseler hakka tabidirler. “İnananların Rablerinden gelen gerçeğe uymalarından dolayı…” 654 Ancak kâfirler batıla tabi olmuşlardır. “…inkâr edenlerin batıla uyarlar…” 655
Müminin geleceğinde neşe ve sevinç vardır. “İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.” 656 Ancak kâfirlerin geleceğinde hakaret ve zillet vardır. “…onları bir zillet kaplayacaktır.” 657
İman ehli, can verdiğinde karşılarında kendilerine selam diyen melekleri bulur. “Melekler, onların canlarını iyi kimseler olarak alırken, ‘Selâm size! Yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin cennete’ derler.”. 658 Ancak zalimler meleklerin acımasız işkenceleriyle karşı karşıyadır. “Melekler kendilerine yazık etmiş kimselerin canlarını alırken: ‘Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk’ diyerek teslim olurlar. Hayır; öyle değil; doğrusu Allah onların yaptıklarını bilmektedir.” 659
İman ehlinin cihadı ve savaşı, Allah yolundadır. “İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tâğût yolunda savaşırlar” 660
İman edenlerin mükâfatı Allah yanında mahfuzdur. “Gerçek şu ki, iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz iyi iş yapanların ecrini zayi etmeyiz.” 661 Ancak inkâr edenlerin karşılıkları yoktur. “…Öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir...” 662
Mümin, sahip olduğu imkânların Allah’tan olduğuna inanır: “… Bu Rabbimin bana bir lütfudur.” 663 Ancak kâfir sahip olduğu imkânları ilmine, hünerine ve emeğine bağlar.
“Karun, ‘Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir’ dedi…” 664
Müminlerin işleri kalıcıdır. “…Allah onların amellerini asla boşa çıkarmayacaktır.” 665 “İnkâr edenler ve Allah yolundan alıkoyanlar var ya; işte, Allah onların bütün amellerini boşa çıkarmıştır.” 666
Mümin, hiç kimseden korkmaz. “…Allah’tan başka kimseden korkmazlar.” 667 Ancak kâfirler korku içindedirler. “…Bir kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar…” 668
Müminlere melekler nazil olur. “…Dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner…” 669 Ancak mümin olmayanlara şeytanlar gelir. “Şeytanların ise kime ineceğini size haber vereyim mi?” 670
İman ehli kimseler ümitlidirler. “…Erdemli davranan müminleri büyük bir ödülle müjdeler.” 671 Ancak kâfirler meyus ve ümitsizdirler. “…Başlarına bir fenalık gelse hemen ümitsizliğe düşüverirler.” 672
Hak yolu bir kelime ile ifade edilse, en iyi yoldur denir. “Allah’ın sözü ise en yücedir.” Kâfirlerin yolu ise en aşağıdır. “Kâfir olanların sözünü alçalttı…” 673
Kur’an’ın bize verdiği bu şeffaf delillere rağmen acaba şüphe edilecek bir şey kalmış mıdır? Dinde şüpheye yer yoktur. “Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen bir kitaptır…” 674 Ancak onlar kendi kendilerine vesvese yaratıp, şüpheye düşerler. “…Kalpleri şüpheye düşüp kendileri de o şüphelerinin içinde bocalayan kimseler…” 675
108.
Allah’a Bağlılık ve
Diğer Bağlılıklar Arasındaki Farklar
وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَجٖيبُ لَهُ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ وَاِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ اَعْدَاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِرٖينَ
“Kim, Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersizdirler. İnsanlar (kıyamet günü) toplandığında, o taptıkları kendilerine düşman oluverir, onların ibadetlerini de inkâr ederler.”
Ahkaf, 5 – 6
〉 Yaşamda Allah’a ve başka güçlere bağlanmanın sonuçları farklıdır
A – Allah’ın bağlanmanın insan hayatındaki izleri
1 – İnsanın yaratıcısıdır. “Allah, insanı yarattı.” 676
2 – İnsanın Rabbi âlemlerin de Rabbidir. “Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” 677
3 – İnsanı çok sevmektedir. “…Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.” 678
4 – İnsanın duasını işitir. “…Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin” 679
5 – İnsanın feryat ve haykırışlarına cevap verir. “Yoksa darda kalana, kendisine yakardığı zaman karşılık veren…” 680
6 – İnsanı en güzel yollara hidayet eder. “Ama bizim uğrumuzda üstün gayret gösterenleri, elbette bize varan yollara eriştireceğiz…” 681
7 – İnsanı himaye eder ve velayetinde tutar. “…O, bütün salihlere velilik eder.” 682
8 – İnsanı rüşd ve kemale erdirir. “O (Kur’an), doğru yola iletiyor, biz de ona iman ettik…” 683
9 – İnsana sükûnet ve huzur bağışlar. “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” 684
10 – İnsana öğretir. “O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” 685
11 – İnsanın nimetlerini arttırır, genişlik verir. “Rabbiniz: ‘Şükrederseniz ant olsun ki, size
karşılığını artıracağım…” 686
12 – Hastalarına şifa verir: “Hastalandığımda da O bana şifa verir.” 687
13 – İnsanın gelecekteki umududur: “O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.” 688
B – Diğerlerinin etkisi
1 – Yaratma kudretine sahip değillerdir. “Sizlerin Allah’ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır…” 689
2 – İnsanın istek ve hacetlerinden habersizdirler: “Çünkü, yalvardıkları şeyler yalvarışlarından habersizdirler.” 690
3 – İnsanın dualarını işitmezler: “Eğer onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar…” 691
4 – İnsanların ihtiyaçlarını karşılayabilecek kudretleri yoktur: “Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kimdir?” 692
5 – İnsanın düşmanlarıdırlar. “…O taptıkları kendilerine düşman oluverir…” 693
6 – Hadiseler karşısında yetersizdirler: “…Sizin bir sıkıntınızı gidermeye ve onu değiştirmeye güçleri yetmez.” 694
7 – Ne fayda verebilirler, ne de bir gelecek bir zararı önleyebilirler: “…Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı…” 695
Hz. Yusuf’un (a.s) da buyurduğu gibi konu şu ayetle en güzel şekilde özetleniyor: “Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı ilâhlar mı daha iyidir, yoksa mutlak hâkimiyet sahibi olan tek Allah mı?” 696
109.
Hudeybiye Anlaşması
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبٖينًا لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَقٖيمًا وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَزٖيزًا
“Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik. Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.”
Fetih, 1 – 3
Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) Hicri 6. yılın Zilkade ayında hac yapmak kastıyla Mekke’ye doğru hareket eder. Müslümanları da bu seferde kendisine eşlik etmesi için teşvik etmesiyle birlikte bin dört yüz kişilik bir gurupla ihram elbiselerini giyerek Mekke’ye doğru yola çıkarlar. Bu haber Mekke müşriklerine ulaştığında, Mekke’ye yakın olan (Hudeybiye köyünde) yolu Müslümanlara kapatıp, Mekke’ye girmelerine engel oldular. Bu macerada, iki taraftan da seçilen elçiler bir diğerine mesajları iletmek için yoğun çaba sarf ediyorlardı. Müşriklerin elçisi, Müslümanların Hz. Peygamber’in (s.a.a) abdest suyunu bile teberrüken kullanacak kadar kendisine hayran olduklarını gördükten sonra müşriklere şöyle der: “İnsanların Muhammed’e (s.a.a) böylesine aşk ve ilgi duymasından sonra kimseyi O’ndan ayıramazsınız.”
Osman, Müslümanlar adına elçi olarak müzakare etmek için Mekke’ye gider. Ancak onun Mekke’de katledildiği haberleri uydurulur. Hz. Peygamber (s.a.a), kendisine inananların herşeye hazır olmaları için bir ağacın altında Müslümanlardan yeniden biat aldı. İşte bu alınan biat, ‘rıdvan biati’ olarak adlandırılmıştır. Osman, birkaç gün sonra sağ şekilde döndükten sonra iki tarafın da elçileri eşliğinde birkaç maddeden oluşan bir anlaşma metni Hz. Ali (a.s) tarafından hazırlanıp her iki tarafa sunulur. Müslümanlar ve müşrikler şu birkaç madde hususunda anlaşmaya vardılar. On yıl içerisinde aralarında bir savaş olmayacak. Müslümanlar tekrar geri dönecekler ve bir sonraki yıl üç günlük umre haccı için Mekke’ye girebilecekler.
Hz. Peygamber (s.a.a) emriyle hac için getirilen develerin orada kurban edilmesini emreder. Ve oracıkta develeri kurban edip, saçlarını traş ettiler. Böylelikle ihramdan çıkarak Medine’ye geri dönerler. Müslümanlar gerçi hacca gidemediler ancak bu anlaşma sayesinde on yıl boyunca savaş yapılmayacak ve umre ziyareti serbest olacaktı. Göründüğü üzere bu Müslümanlar için gerçek bir zaferdi. Çünkü müşriklerin gösterdikleri düşmanlıklar zahiren de olsa son bulacak ve dinin tebliği için yollar açılacak ve bu durum Müslümanların yeniden kuvvetlenmesini sağlayacak ve Mekke’nin fethi için zemine hazırlayacaktı.
Hudeybiye barış hadisesinde Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber’in (s.a.a) emriyle antlaşma metnini ‘Bismillahirrahmanirrahim’ ile başlayarak yazdı. Müşrikler: ‘Biz bu metni kabul etmeyiz’ diye itiraz ettiler. Bu itirazdan sonra ifade ‘Bismike Allahumme’ olarak değiştirildi. Daha sonra müşrikler ‘Resulullah’ ifadesine itiraz ederek kaldırılmasını istediler. Hz. Resulullah (s.a.a) onların bu isteklerini de sakinlikle kabul ederek isminin önündeki ‘Resulullah’ ifadesini kaldırdı. Burada müşriklerin amaçlarının ne olduğunu ve Hz. Resulullah (s.a.a) ve müminlere birlikte sekinenin nazil olduğu örneğini görmekteyiz.
Hicri 6. yılda Hz. Peygamber (s.a.a) rüyasında Müslümanların saçları tıraşlı ve sükûnet içerisinde Mescidu’l Haram’a girdiklerini ve umre ziyaretlerini yaptıklarını görür. Bu rüyadan sonra Hz. Peygamber (s.a.a) umre ziyaretini yerine getirmek için binlerce Müslümanın da eşlik etmesiyle Hudeybiye denilen bölgeye geldiler. Kâfirler durumdan haberdar olunca Mekke yolunu kapattılar ve Müslümanları öldürmek için karar aldılar. Hz. Resulullah (s.a.a) da Müslümanlardan biatlerine vefalı olmaları hususunda bir kez daha söz aldı. Bu gelişmelerin akabinde Allah, Müslümanlara barış ve antlaşma nasip etti. Mekke’de ikamet eden ve kimliklerini gizleyen bazı Müslümanlar haksız yere öldürülüyor, kendilerinden zorla haraç alınıyor ve kâfirlerin hakaretlerine maruz kalıyorlardı. Onlardan birçoğu kâfirlerin yakmış olduğu fitne ateşinde işkence görüyordu. Bu barışın vesilesiyle müşriklerden birçok kimse, İslam dininin haklılığını derk edip, Müslüman olmuştur.
Ancak kimi Müslümanlar Hz. Peygamber’in (s.a.a) rüyasının gerçekleşmemiş olmasından dolayı endişe ediyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.a) ise onlara rüyasının gerçekleşmesinin illa da bu sene olacağını söylemediğini belirtti.
Müslümanlar o sene Medine’ye geri döndüler. Ve anlaşma metnine göre bir sonraki sene üç gün boşaltılmış Mekke şehrine güvenli bir şekilde girerek coşkulu bir şekilde umre ibaretlerini yerine getirdiler. Ancak kâfirler antlaşmayı bozdular ve Müslümanlar bunun üzerine hicri 8. yılda Mekke’yi kan dökmeden fethettiler.
110.
İslam’da Mukaddesat
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِىِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.”
Hucurat, 2
Dünyada yer alan çeşitli akide ve ideolojiler, kendi inanç büyüklerine özel saygı gösterirler. Şehir ve caddelere, üniversitelere, okullara ve kuruluşlara büyüklerinin isimlerini verirler. İslam dininde de kimi şahıslar hatta bitkiler ve otlar kutlu olarak kabul edilmiştir. Pek tabii ki; İslam dininde kerametli ve kutlu olarak görülen her şey, Allah’ın zatının kudsiyetine râcidir ve bu varlıkların Allah ile bağlılığı her ne kadar fazla ise, kutsallıkları da o orantıda artar. Bize düşen ise bu özel saygıyı korumaktır. İslam’daki bu mukaddes varlıklara gelince;
1 – Allah kutsallığın kaynağıdır. Müşrikler Allah’ı başkalarıyla aynı gördüklerinden kıyamet sahnesinde kendi sapkınlıklarını ikrar edecekler ve hayali ilahlarına şunları söyleyecekler: “Bizim perişanlığımızın nedeni, sizi âlemlerin Rabbiyle bir gördüğümüz içindir.” “Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.” 697
Kur’an’da Allah’ın tesbih ve tenzih edilmesi hakkında birçok ayet nazil olmuştur. Yani Allah’ı O’nun için hiçbir kusur tasavvur etmeyecek biçimde yüceltmeliyiz. Allah’ın sadece zatı değil, isimleri de tenzih edilmelidir. “Yüce Rabbinin adını tesbih et.” 698
2 – Allah’ın Kitabına da özel bir hürmet ve saygı gösterilmelidir. Allah, Kitab’ını azim 699 olarak adlandırdığına göre biz de Kitabullah’a tazim etmeliyiz. Allah, Kitab’ını kerim 700 olarak kabul ediyorsa öyleyse biz de Kitabullah’ı kerametli görmeliyiz. Allah Kitab’ını mecid 701 olarak tanımlıyorsa öyleyse bizim de Kitabullah’ı temcid etmemiz (övmemiz) gerekir.
3 – İlahi rehberler olan peygamberler ve onların hak vasileri, özellikle peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a) ve O’nun Ehl-i Beyt’i (a.s) özel bir makama sahiptir. Bu surede Hz. Peygamber’e (s.a.a) gösterilmesi gereken edep ve davranış şekli beyan edilmiştir. Onların önüne geçmeyelim, onların sesinden daha yüksek bir sesle konuşmayalım. Bir başka ayette Hz. Peygamber’e (s.a.a) salavat gönderilme emri verilmiştir. “Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât ederler. Ey müminler! Siz de ona salât ve selam getirin.” 702 Hz. Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra da O’nun ziyaretine 703, O’nun vasisinin ziyaretine, zürriyetine ve Hz. Peygamber (s.a.a) ile bir şekilde bağı olan herkese saygı gösterilmesi gerektiğine de dikkat edilmelidir. Özellikle rabbani âlimler, adil fakihler ve taklid mercileri, rivayetlerin buyruğuna göre Hz. Peygamber’in (s.a.a) varisleridir ve onlara saygı ve hürmet göstermek görevlerimiz arasındadır. Şu hadiste de buna işaret ediliyor: “Her kim adil fakihi reddederse Hz. Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’inin (a.s) sözünü reddetmiş gibidir. Ve her kim Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’i (a.s) reddetse Allah’ın sözünü reddetmiş gibidir.” 704
Sadece Hz. Peygamber’in (s.a.a) kendisi değil, O’na ait ve O’nunla ilgili olan her şey kutsaldır. Hz. Musa’nın (a.s) yeni doğduğunda içine koyulduğu ve suya bırakıldığı sandık daha sonra Hz. Musa (a.s) ve sülalesi tarafından bir hatıra olarak saklanmıştır. Bu sandık öyle bir kutsallığa sahipti ki, melekler tarafından taşınırdı ve düşmanlara karşı yapılan savaşlara götürülerek bu vesileyle zaferler kazanılırdı. 705
4 – İslam dininde ebeveyne özel bir saygı göstermek ve onları tazim etmek hususunda emirler verilmiştir. Kur’an’da beş ayrı yerde tevhide ve anne babaya ihsan edilmesi hususunda ayetler bulunmaktadır. 706 Bir başka yerde ise, ebeveyne teşekkür edilmesi, Allah’a olan şükür ile birlikte zikredilmiştir. 707
Ebeveyne gösterilmesi gereken hürmet babında, onlara muhabbet ile bakmak bile ibadettir denilmiştir. Bizlere onların seslerinden daha yüksek bir ses tonu ile cevap verilmemesi hususunda tavsiyede bulunulmuştur. Onların üzülmesine neden olacak bir yolculuk yapmak haramdır. Ve böyle bir yolculukta namazlar tam olarak kılınmalıdır.
5 – İslam’da kimi vakitler -Kadir Gecesi gibi-, kimi mekânlar –camiler gibi-, kimi taşlar -Haceru’l Esved gibi-, kimi sular –zemzem-, kimi topraklar -İmam Hüseyin’in (a.s) Kerbela türbeti gibi- ve kimi elbiseler -ihram elbisesi- kutsal kabul edilmiştir ve özel hürmete tabidirler.
Kur’an’da şöyle buyrulur: (Hz. Musa (a.s) mukaddes vadiye geldiğinde hürmeten çarıklarını çıkarmıştır.) “Hemen çarıklarını çıkar! Çünkü sen kutsal vadi Tuva’dasın.” 708
Mescidu’l Haram, müşriklerin girişine izin verilmeyen mukaddes bir mekândır. “Ey iman edenler! Müşrikler ancak necistirler. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar…” 709
İbadet yerleri ve mescitler mukaddestir. Mescitlere gidildiği zaman, temiz ve süslü gidiniz. “…Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin…” 710 Cenabet vb. durumlara maruz olup temizliği olmayanın mescitte durmaya dahi hakkı yoktur. “Ey iman edenler! Siz sarhoş ve cünüp iken de gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın…” 711
Mescit o denli aziz ve kıymetlidir ki Hz. İbrahim (a.s), Hz. İsmail (a.s), Hz. Zekeriya (a.s) ve Hz. Meryem (s.a) Allah’ın evlerini temizlemekle görevlendirilmiştir. “…İbrahim ve İsmail’e: ‘Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun’ diye emretmiştik.” 712 Hatta Hz. Meryem’in (s.a) annesi evladının erkek olacağını düşünmüş ve Mescidu’l Aksa’ya hizmet etsin diye adakta bulunmuştu. “İmran’ın karısı söyle demişti: ‘Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.’” 713
6 – İmanı olan insan da keramete ve kutsallığa sahiptir. Müminin yüzünün suyu ve izzeti, Kâbe’nin izzetinden daha büyüktür denilir. Mümin kimsenin gıybeti haram, hakkını savunmak vaciptir. Hatta ölümünden sonra kabrine yapılacak saygısızlık da haramdır.
111.
Araştırma Yapmak,
Toplumsal Dertlerin İlacıdır
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اِنْ جَاءَكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَاٍ فَتَبَيَّنُوا اَنْ تُصٖيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلٰى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمٖينَ
“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
Hucurat, 6
Tarih boyunca peygamberler çeşitli toplumsal ve ahlaki hastalıklara müptela olmuş birey ve kitlelerle karşı karşıya gelmiştir. Öyle ki; bugün insan hayatında bu denli önemli ilerleme ve gelişim yaşanırken dahi bu ruhsal hastalıklar tüm direnciyle insanlık içinde kalmıştır. Bu hastalıklardan bazıları şöyledir;
– İyi olduğu kabul edilen kimseleri körü körüne taklit etmek ve hurafi adet ve geleneklere sıkı sıkıya bağlanmak.
– Hayallere, söylentilere, iftiralara ve gerçeği olmayan rüyalara tabi olmak.
– İlme sahip olmadan birşeyi desteklemek ve hakemlik yapmak. Herhangi bir bilgiye sahip olmadan onun hakkında konuşmak, övmek yahut eleştirmek.
İşte tüm bu hastalıkları iyileştirecek ilaç, bu ayette de beyan edilmiş olan araştırma ve irdelemedir. Eğer toplumlar her konuya dikkat etseler, bunları araştırıp inceleseler kitleler üzerindeki tüm bela ve afetler bir defada düzeltilmiş olacaktır.
Bu ayetin bir benzeri Nisa suresinin 94. ayetinde gelmiştir. Şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatinin geçici menfaatine göz dikerek ‘Sen mümin değilsin’ demeyin. Çünkü Allah’ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” 714
Tarih kitaplarında şöyle nakledilmiştir: Hayber savaşından sonra Hz. Peygamber (s.a.a), Usame bin Zeyd’i yanında bir grup Müslümanla birlikte ‘Fedek’ topraklarında yerleşik Yahudi köylerine, onları İslam dinine girmeye ya da cizye vergisi vermeye davet etmeleri için gönderdi. Mirdas isimli bir Yahudi kendisine ulaşan bu haberin ardından ailesi ve eşyalarıyla birlikte bir dağa yerleşti. Mirdas, kendilerine doğru gelen Müslümanları ‘La ilahe illallah Muhammed Resullah’ nidalarıyla karşıladı. Usame, Mirdas’ın korkusundan İslam’ı seçtiğini ve haliyle gerçek Müslümanlardan olmayacağını zannederek onu öldürdü. Hz. Resulullah (s.a.a) kendisine bu haber iletildikten sona çok rahatsız oldu ve hemen akabinde de yukarıdaki ayet nazil oldu.
Dostları ilə paylaş: |