Sesinin tonu hâlâ biraz kırgın gibiydi.
"Bu tür gecelerin sabahı hep böyle olur. Uyku düzeni bozulur, saatini şaşırır, sersemlik hisseder insan."
"Doğru!" dedi. "Ben bir çay içeceğim. Sana kahvaltı hazırlayayım mı?"
"Teşekkür ederim hayatım. Kahvaltı istemem ama seninle bir çay içerim."
O fincanlara çay koyarken yanına yaklaştım.
Benimle ilgilenmez görünüyordu.
"Senden bir yeni yıl öpücüğü alabilir miyim?" dedim.
Soğuk bir şekilde fısıldadı. "Dün gece on ikiden sonra öpüştük ya."
"O sayılmaz. Kalabalıkta, herkesin arasındaydı. Ben şimdi evimizde, başbaşayken istiyorum."
Lacivert gözler üzerime çevrildi. Soğuk soğuk baktı. Hayır, diyeceğini sandım ama münakaşa etmekten çekinirmiş gibj diliyle içerden avurdunu şişirirken parmağının ucuyla yanağını işaret etti.
"Sadece buradan ve bir tane."
Bozuk çalıyordu.
Yanına sokuldum. Kollarımı ince beline sardım ve gösterdiği yere dudaklarımı değdirdim. O kadarla yetineceğimi sandı. Hâlâ yatağın sıcaklığını taşıyan diri vücudunu kendime doğru çektim ve yan aralık dudaklarını ağzımın içine aldım.
Ellerini hemen göğsüme dayayarak beni itmek istedi. Dudaklarını kurtararak:
"Hayır, öpüşmek istemiyorum," dedi.
"Neden ama? Bu sinirliliğine bir anlam veremiyorum. Ne oldu? Dün geceden beri bana kızgın görünüyorsun."
"Demek nihayet anlayabildin!"
"Hayır, henüz anlayabilmiş değilim."
Kollarımın arasından sıyrıldı. Onu tutmak için gayret sar-fetmedim. Önce sorunu anlamalıydım. Jale elinde çay fincanını alıp salonu doğru yürüdü. Ben de peşinden gittim.
Geniş kanepeye oturdu.
Onu inceliyordum. Dün gece yatarken makyajını tam olarak silememişti. Gözlerinde, yanaklarında hâlâ dün geceden kalma izler vardı. Derbeder giyinmekten hoşlanıyordu. Sırtında body'lerin üstüne giyilen cinsten uzun, kalçalarına kadar inen bir penye vardı. Çocuk giysisi gibi üzerinde hayvan resimleri olan şeylerden biri. Altı çıplaktı. Ayaklarına ise kırmızı yün bir çorap giymişti. Terlikleri yoktu. Evin içinde çorapları ile dolaşıyordu.
Çay fincanını sehpanın üzerine koyarken, bacaklarını top layıp altına aldı. Bir açıklama yapmasını beklerken homurdandı "Bana öyle arzu dolu bakışlarla bakma."
Sanki bir emirdi.
"Ne yapayım, elimde değil!" diye gülümsedim.
Gözlerini yeniden üzerime çevirdi. Patlamamak için kendini zor tutuyordu. İJ7
"Siz erkekler hepiniz aynısınız. Asla, güvenilmeyecek kişilersiniz. Bir de seni farklı, sıra dışı biri sanmıştım. Ahh, aptal kafam."
Biraz da merakla söylendim. "Kuzum ne olduğunu söyler
misin artık? Neye bozuldun yine?"
"Bilmezliğe gelme!"
"Hakikaten anlamış değilim."
Lacivert gözler bir kaplanınki kadar vahşileşmişti.
"Söyler misin bana, benim ondan ne eksiğim var?"
Meseleyi anlamıştım. Hiç bozuntuya vermeden, "Kimden?" diye sordum.
"O kart karıdan!" dedi.
"Yoksa Aysel Kalaycıoğlu'nu mu kastediyorsun?"
"Çok şükür! Beyefendi nihayet anlayabildiler galiba?"
Yapmacık olarak gülümsemeye çalıştım.
"Eksiklik ne kelime? Sen onlan mukayese bile edilemezsin Jale."
Sapsarı kesildi birden.
"Öyle mi? Demek ne tiynetsiz biri olduğunu kabul ediyorsun? Karı baygın baygın gözlerinin içine baktı diye hemen ona da mı tutuldun?"
"Dur biraz! Yanlış anladın galiba. Yani o senin eline su bile dökemez demek istedim. Ne kadar fesatsın? Söylediklerimi hemen yanlış yorumladın. ikinizin mukayese edilemeyeceğini söylerken bunu kastetmiştim."
Bir an kuşkuyla yüzüme baktı.
"Çevir kazı, yanmasın!"
Bu halk deyimini hiç işitmemiştim. Ne anlama geldiğini bilmiyordum ama manasını çıkarmak kolaydı, zor durumda ka-
lınca durumu idare etmek için yalan söylediğimi ima etmek istiyordu her halde.
Yanına oturdum.
"Sakın bana dokunayım deme. Çok sinirliyim," diye homurdandı.
Ellerimi kaldırdım, yalancıktan teslim oluyormuş gibi "Tamam tamam, her şartı kabul ediyorum. Kraliçeme tabla teslim esirim. Kendileri nasıl emrediyorlarsa öyle davranmak boynumun borcudur."
Yine o şımarık mahalle kızı ağzıyla, "Yalancı," dedi. "Yemin ediyorum doğru söylüyorum." Biraz rahatlamış gibiydi ama ısrar etti. "Hadi ordan. Yalnız ben değil, Gönül de, Mahir de anladı zaten."
"Neyi anladılar?"
"O kadınla aranda bir şey olduğunu."
"Kuru iftira. Uydurmuşlar."
"Gözüme mi inanayım sana mı? Karı yiyecek gibi bakıyordu sana."
Durumu şakaya boğmak için takıldım.
"Senin gibi okumuş, eğitimli bir kıza hiç karı demek yakışır mı? Hiç olmazsa Aysel hanım ya da kadın desen."
"Damarıma basma. Ben böyleyim işte. Sıkışırsam küfür bile ederim, işine gelirse."
Kızgınlığı bir alemdi. Jale her ruh halinde güzelliğini kaybetmeyen bir kızdı. Seçtiği ve kullandığı kelimeler ne kadar basit olursa olsun, tabii güzelliğini büründüğü ruh haliyle kaybetmiyordu. Onu keyifle seyretmeye başladım.
"Ne o, sustun! Kendini savunmayacak mısın?"
"Ne yapabilirim sevgilim! inanmak istemiyorsun."
"Olsun! Sen yine de bir şeyler söyle. Müdafaa et kendini. Avukat değil misin? Ağzın laf yapar. Uydur bakalım."
içimi çektim. "Ben seni seviyorum Jale. Ve gözüm başka kimseyi görmüyor."
"Palavra!.. Onun için mi dün gece beni hep ihmal ettin?"
Jale'ye bazı şeyleri açıklamamın zamanı gelmişti artık. Yoksa iş tatsızlaşacaktı.
"Şimdi beni iyi dinle," dedim. "Evet, dün gece Aysel denen kadınla biraz ilgilendim ama bu işimin gereğiydi."
Sinirli bir kahkaha attı.
"Demek işinin gereğiydi, öyle mi?"
"Aysel Kalaycıoğlu'nun kim olduğunu biliyor musun? O Vural'ın karısıydı."
Önce gözleri dehşetle açıldı. Bön bön yüzüme baktı. Müthiş şaşırmış, adeta sersemlemişti. Sonra kendisini toparlayarak gevrek bir kahkaha attı.
"Yalanın da böyle sunturlusunu hiç işitmedim. Sen çocuk mu kandırıyorsun?"
"Vallahi doğru söylüyorum."
Gözleri gözbebeklerimde odaklandı. Yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu.
"Doğru mu bu?"
"Sana niye yalan söyleyelim?"
"Dün geceki hatam affettirmek için tabii."
"Seni dün gece biraz ihmal etmiş olabilirim ama yalan söylemiyorum."
"Neden daha önce bahsetmedin?"
"Ne yararı olurdu ki? Nasıl olsa ikisini de tanımıyordun."
"Olsun yine de bahsetmeliydin. Unuttun mu, ne de olsa ben de bu işe bulaşmış biriyim."
"Seninkine bulaşma denmez."
"Nasıl denmez yahu? Evimden barkımdan oldum."
Sırıttım. "Bu da işin güzel yanı. Böylece birlikte yaşamaya başladık."
Jale ilgilenmeye başlamıştı; kızgınlığını unutup, hemen bana döndü. Elimden çekerek yanına oturttu.
"Anlat," dedi. "Hepsini en başından anlat."
"Bunlar pek hoş şey değil; bilmesen daha iyi olur." "Deli misin sen? Bunca şeye karıştıktan sonra öğrenemez-sem çıldırırım."
Yaramaz bir çocuk gibi yerinde duramıyordu. Uzanıp kolumu omuzuna attım, kendime doğru çekerek dudaklarından öptüm.
"Artık surat asmak yok, değil mi?" diye sordum.
Kaşlarını kaldırıp, muzip bir edayla mırıldandı.
"Dur bakalım, düşüneceğiz. Belki bağışlayabilirim, ama bütün bir gece beni üzüp uykusuz bıraktığın için tabii yine de bir ceza düşüneceğim."
Korkmuş gibi yalancıktan sordum. "Nasıl bir ceza?" "Her halde yüreğini hoplatacak bir şey bulurum. Sen şimdi anlatmaya başla."
Kısa kısa Jale'ye, olayları en başından alarak hikayeyi naklettim. Hiç sözümü kesmeden beni dinledi. Noktayı koyunca pek rahatlamamış gibi yüzüme baktı.
"Aysel ararsa onunla konuşacak mısın?" diye sordu.
"Her halde böyle bir konuşmada yarar var."
"Ne bekliyorsun ki? Kadın çocuğun yüzünü bile görmek istememiş. Analık hislerinden mahrum, aşağılığın teki. Kocasını soyup soğana çevirip kapının önüne koymuş, ondan ne beklenir? Bu görüşme çok anlamsız."
"Yoksa hâlâ kıskanıyor musun?" diye güldüm.
"Artık değil, ne kıratta biri olduğunu anladım. Bence bu görüşme çok anlamsız."
"Haklı olabilirsin. Fakat hâlâ aklımı kurcalayan bir şey var."
"Nedir o?"
"Şu dün gece yalının önünde demirli duran tekne."
"Olaylarla teknenin ne ilgisi var?"
"içimden bir his çocukların onun içinde saklı tutulduğunu söylüyor."
Gözleri iri iri açıldı.
"Delisin sen? Yani Aysel'in oğlunu sakladığını mı düşünüyorsun?"
"Olamaz mı?"
"Çok saçma bir fikir. Hayatı boyunca oğlunu aramayan biri «imdi çocuğunu niye saklamaya kalksın? Hem kimden saklayacak? Alt tarafı onun annesi, yanına almak istese bunu gizli yapmak zorunda değil ki. Üstelik söylediğine göre velayeti de ondaymış."
"Biliyorum, bana da biraz ters geliyor ama Vural'ın hâlâ benden bazı şeyleri de sakladığına eminim."
Jale fikrime pek sıcak bakmamakla beraber düşünmeye başladı.
"Acaba son kocasından gizliyor olabilir mi?" diye sordu. "Belki herkese söylediği gibi kocasına da yalan söylemiştir."
"Nasıl yani?"
"Cahit Kalaycıoğlu'na bir çocuğu olduğundan hiç bahsetmemiştir."
Bunu hiç düşünmemiştim. "Belki," diye mırıldandım.
"Ama bence zayıf bir olasılık," dedi.
"Neden?"
"Yaşamı boyunca çocuğuna ilgisiz kalan bir anne birdenbire niye onunla ilgilensin?"
"Bunu bilemeyiz. Belki bir nedeni vardır."
"Aklına bir sebep geliyor mu?"
"Şimdilik hayır."
"Ayrıca bütün bu faraziyeler bir yanılgı da olabilir."
"Nasıl?"
"Sen bir varsayımla çocuğun o teknede olduğunu düşünüyorsun; ya yoksa?"
Suratımı buruşturdum.
"Evet, haklısın," dedim.
Jale kısa bir tereddüt geçirdi.
"Gel, gidip o tekneyi araştıralım."
"Biz mi? ikimiz mi?" diye sordum.
"Tabii, niye olmasın?"
"Çıldırdın mı? Senin ne işin var orada? Olmaz!"
"Sen gitmeyi düşünüyor musun?"
Yüzüne baktım. Aslına bakılırsa bir yolunu bulup tekneyi araştırmayı düşünüyordum. Ama bunu asla Jale ile yapmayacaktım. Yine de fikrimi söyledim.
"Evet ama seninle değil."
"Yalnız mı gitmeyi düşünüyorsun?"
"Ha şunu bileydin!"
"Bence hata edersin."
"Nedenmiş o?"
"Çünkü ikimiz daha az dikkat çekeriz."
"Ne dikkati? Neden bahsediyorsun Allahını seversen?"
Kararlı halimi görünce hemen hücuma geçti. Yüzü parladı, gözleri ışıldadı, kalın dudakları gülücükler dağıtarak kıvrıldı ve kucağıma uzandı.
"Tekneye gökten inecek değilsin ya? Her halde başka vasıta ile gideceksin. Deniz motorun filan var mı?"
"Hayır, yok."
"Öyle ise muhtemelen bir kayık kiralayacaksın."
"Olabilir."
"Teknedekiler seni tek başına görürlerse şüphelenirler. Oysa bir kadın bir erkek görürlerse yanlarına başka bir sebeple yaklaştığımız akıllarına gelmez."
"Yok canım? Sonra?"
"Sonra ben kayıkta kalırım sen içeriye girersin."
"Daha sonra?"
Dalga geçtiğimi anladı.
"Domuz! Benimle alay ediyorsun, değil mi?" diye surat astı.
Gülerek yüzüne baktım.
"Buna izin vereceğimi aklın kesiyor mu? Sahiden seni böy-I bir tehlikenin içine atacağımı düşünebiliyor musun?"
Somurtuk bir edayla, "Ne yapayım? Ben de merak ediyorum," diye söylendi. "Bak yüreğim heyecandan nasıl atıyor?" "223
Elimi tutup göğsünün üstüne yasladı. Ama kalbinin değil sağ memesinin tam üstüne koymuştu. Sutyensiz diri göğsü avu-cumun içindeydi. Hınzırca verilmiş bir rüşvetti bu. Heyecandan irkilmiştim.
"Kuralları bozuyorsun," dedim.
Tebessümü bütün yüzüne yayıldı.
"Sana yeni yıl hediyesi. Beğenmedin mi yoksa?"
"Çok baştan çıkarıcı bir hediye."
"Evet öyle."
Elimi çekmek istedim, bırakmadı.
En az benim kadar tahrik olmuştu. Göz kapaklarının titrediğini, lacivert gözlerinin zevkten kayar gibi olduğunu gördüm. Elimin memesine yaptığım tazyik artınca inledi.
Kısık kısık, "Hediyeni açmayacak mısın?" diye sordu.
Ben de dayanamıyordum^ Giydiği uzun penyeyi bir çekişte omuzlarına kadar çekip sıyırdım. Çıplak vücudu ortaya çıkmıştı, içinde sadece bir külot vardı. Düzgün ve pürüzsüz cildi gözlerimin önündeydi. Hayranlıkla bu kıvrak vücuda bakakaldım. Dizlerimin üzerinde yılan gibi kıvranıyor, devam etmemi, öpüp okşamamı bekliyordu.
Hareketsiz kaldığımı görünce, "Lütfen sık onları, okşa sev beni," diye inledi tekrar.
Hiçbir erkek daha fazlasına dayanamazdı. Zaten aptallık olurdu bu. Dudaklarımı pespembe meme uçlarına değdirdim. Dilim üzerlerinde dolaşmaya başladı.
"Şimdi beni de götürecek misin?" diye sordu.
Kendimi zor frenleyerek durdum ve gözlerimi Jale'ye diktim.
"Yoksa bu yapağın bana verilen bir rüşvet mi? isteğini yerine getirmekliğim için bana bir parmak bal mı veriyorsun?"
Birden kucağımdan firladı, sert sert yüzüme baktı.
"Bazı zamanlar bu kadar kaba ve anlayışsız olmanı aklım almıyor. Herşeyi bir anda berbat ediyorsun. Aklından zorun mu var senin?"
Tepem atmıştı.
"Ya senin yaptığın? Bu anda sorulacak soru mu bu? Bütün keyfimizin içine okudun. Sanki beni kullanıyormuşsun gibi gel di."
"Aptal!" diye söylendi. "Asıl bütün heyecanımı mahveden sensin."
Penyesini indirerek hızlı hızlı salondan uzaklaşmaya başladı.
Arkasından seslendim. "Dur biraz. Konuşalım. Kaçmakla sorunlarımızı halledemeyiz."
Arkasına bakmadan homurdandı, "Sorun morun yok. Zaten hata bende. Bir anlık boş bulunmaklığım az kaldı başıma dönülmez hatalar açacaktı."
"Jale, dur," diye peşinden seğirttim. Ama benden önce davranıp odasına daldı ve kapıyı kilitleyiverdi.
Yeni senenin ilk gününe yine tartışarak girmiştik...
4
Bütün gün odasından çıkmadı Jale. Uyuduğunu düşündüm. Benim de sinirlerim tepeme üşüşmüştü ama saatler geçip de biraz yatışınca, hata ettiğimi o sihirli anı benim bozduğumu anladım. Bana göre o hâlâ coşku ve heyecanlarının esiri bir çocuktu. Aşkı ve sevgiyi bile bir tür oyun gibi algılıyordu sanki. Pişman olmuştum, odasından çıktığı an gidip özür dileyecek, hatalı olduğumu söyleyecektim.
Ama inatçı bir çocuk gibi odasından çıkmıyordu.
Öğle yemeği yemedi. Akşam üstü beşe doğru dayanamadım kapısını tıklattım. Ne açtı, ne cevap verdi. Uyumadığını bi-
Ivordum. Çünkü içerden hâlâ kesik kesik hıçkırıklar aksediyordu.
içimi suçluluk duygusu kapladı. Haksızlık etmiştim. "Beni duyuy°r musun?" diye seslendim. Yine cevap yoktu. Duyduğu- 225 nu biliyordum. Dilimin döndüğü kadar özür diledim, hatanın bende olduğunu söyledim. Belki yumuşar, dışarıya çıkar diye bekledim.
Çıkmadı.
Akşam yemeği vakti geldi. Yine ortalarda yoktu.
Kapıya dayandım. Taktik değiştirdim. "Acıktım, evde yemek yok. Dışarıya çıkalım bir şeyler yiyelim," diye seslendim.
içerden, "Ziftin pekini ye, anlayışsız adam," diye bağırdı.
"Seni seviyorum," diye mırıldandım.
"Ben seni sevmiyorum," diye karşılık verdi.
Sesinin tonundan biraz yumuşadığını, sinirlerinin yatıştığını anlamıştım. Yine o çocuksu şımarıklığıyla konuşmaya başlamışa ve söyledikleri ciddi değildi.
Kapının önünden çekildim. Çıkmıyordu dışarı.
Ama içimdeki o suçluluk duygusu azalmaya başlamıştı. Jale'nin yavaş yavaş teskin olmaya başladığını hissetmiştim. Birbirlerini çılgın gibi seven ve farklı karakterlerinden ötürü sık sık kavga eden evli çiftler gibiydik. Tabii buradaki evlilik kavramı sadece beynimden geçen bir yakıştırmaydı.
Saat on olduğunda kapının kilidinin döndüğünü işittim. Nihayet dışarıya çıkıyordu. Hemen yerimden fırlayıp koridora çıktım.
Hiç yüzüme bakmadan tuvalete doğru yürüdü.
Önünü kestim. "Barıştık mı?"
"Hayır."
"Ama senden özür diledim. Kilitli kapının önünde saatlerce dil döktüm."
"Çekil önümden."
"Çekilmeyeceğim."
Bir Aşk Masalı - F: 15
"Bana biraz daha engel olursan yerdeki halıların berbat olacak. Çok sıkıştım."
"Hiç umurumda değil."
"Sinan! Çekil diyorum!"
Kollarımın arasına aldım. Sıkıca belinden kavradım.
"Beni sevdiğini söyle."
"Söylemeyeceğim."
"Ben de bırakmayacağım."
Gözlerini benden devamlı kaçırıyor ve gözgöze gelmemeye çalışıyordu. Eğilip dudaklarından öpmeye başladım. Önce karşı koydu, dudaklarını kaçırmaya çalıştı, hatta beni ısırmaya kalkıştı. Ama yavaş yavaş direnci kırılıyordu, sonra kendisini bıraktı ve aynı ateşli şekilde karşılık vermeye başladı.
Bir ara etli dudaklarını kurtarıp soluk soluğa, "Çok aptalsın," diye mırıldandı. "Sabahleyin senin olacaktım; karar vermiştim. Ama elimize geçen bir firsatı boşu boşuna heba ettin."
"Henüz geç kalmış sayılmayız. Gün daha bitmedi," diye fısıldadım.
"Hayır o sihiri, o büyüyü bozdun," dedi. "Kim bilir böyle çılgınca bir kararı ne zaman veririm bir daha?"
"Umurumda değil. Beklerim. Sonsuza kadar beklerim. Yeter ki kırgın olmayalım, birbirimizi incitmeyelim. Bu münakaşalarımız beni kahrediyor. Surat asmana dayanamıyorum."
"Hah şöyle yola gel.. Ama bu gün beni çok üzdün. Bu yaptığını yanına bırakmayacağım."
"Ne demek istiyorsun?"
"Bir yolunu bulup ben de seni üzeceğim. Kanını beynine sıçratacağım."
"Yapma, lütfen bunu yapma. Seninle münakaşa etmek istemiyorum. Hatta..."
"Hatta ne?"
"Beni üzmezsen seni yanımda tekneye bile götürebilirim."
"Sahi mi?"
Öyle çocuksu bir sevinç içinde sormuştu ki, bir an karşım-¦ yetişkin bir doktor değil de, alacağı hediyenin sürpriz sevineni yudumlayan bir ilkokul öğrencisi var sandım.
Parlayan lacivert gözlerini yüzüme dikti.
"Bana şaka yapmıyorsun, değil mi? Gerçekten götürecek
mısın?
"Beni üzmezsen, evet."
"Yaşşa!" diye bir nara attı. Sonra birden sıçrayarak uzun ve mevzun bacaklarını belime doladı. Boş bulunsam, yuvarlanabildik. Bir ağaç gibi ayakta sarmaş dolaş olmuştuk. Ellerinin arasına aldığı yüzümü öpücüklere boğuyordu.
Yeni bir şehvet girdabının içine doğru çekildiğimi hissettim. Bu kız beni öldürecekti. Ona bu kadar yabn olduğum halde sahip olamamak beni çıldırtıyordu. Ellerim nazik bölgelerine doğru kayınca, "Dur bakalım." diye homurdandı. "Çek ellerini kalçalarımdan."
"Ama Jale..." diye fısıldadım.
Hâlâ bacakları belime sanlı duruyordu.
"Bu gece bana dokunmayacaksın. Ben niye izin veriyorsam onunla yetineceksin."
"Ama sevgilim, benim arzu dolu bir erkek olduğumu unutuyorsun."
"Hiç itiraz istemiyorum/'
"Fakat..."
Dudaklarını dudaklarıma kapatıp konuşmamı engelledi. Çılgınlar gibi öpüyordu beni. Elimde olmadan ellerim yeniden kalçalarına uzandı. Sağ elimin üzerinde müthiş bir çimdik hissettim. Canım yandı.
Kısa bir süre dudaklarımı bırakıp mırıldandı.
"Oralarımı okşamak yok, anladın mı?"
"Neden sevgilim?"
"Çünkü beni çıldırtabilir. Oralarıma dokununca aklım başımdan gidiyor."
Allahım, diye inledim. Asıl aklı başından giden bendim. Ve beni çıldırtmak için elinden geleni yapıyordu yine. Ona duyduğum sevginin beni acınacak, zavallı bir erkek haline getirdiğini hissediyordum.
Nedense o an birden aklıma Vural geldi.
Ona hak verdim. Demek insan çılgın gibi sevince böyle komik durumlara düşebiliyordu. Zihnimden inşallah onun haline düşmem, diye geçirdim...
* * *
Ertesi sabah saat on bir sularında yazıhanemde otururken beklediğim telefon geldi. Aysel Kalaycıoğlu umduğumdan da erken, ilk iş gününde aramıştı beni. Öğleden sonra saat ikide yazıhanemde buluşmak üzere anlaştık.
itiraf edeyim ki heyecanlanmaya başlamıştım. Bunun çok önemli bir görüşme olacağı içime doğuyordu. Nedense muammanın bu kadında düğümlendiği gibi bir his vardı içimde. Kadının nasıl bir tutum takınacağı ve neler anlatacağını merak ediyordum, işin en kötü yanı, hâlâ beynimde nasıl bir yol izleyeceğime ve uygulayacağım stratejiye ait şekillenmiş bir plan yoktu. Sonunda işi biraz da olacağına ve kadının anlatacaklarına göre bir tutum takınmaya karar verdim. Bunun yanlış olduğunu sezinliyordum ama elimdeki yetersiz ipuçlarıyla başka bir şey yapamazdım.
Saat tam ikide sekreterim, Aysel Kalaycıoğlu'nu içeriye aldı.
Çok sade giyinmişti. Sırtında iyi cins astragan bir palto vardı. İçine siyah bir kazak ve yeşil dar etek giymişti. Evlilik yüzüğü hariç hiç mücevher takmamıştı. Yüzünde de belli belirsiz hafif bir makyaj vardı.
ilk intibaım oğlu kaybolmuş üzüntülü bir anne rolü oynadığı idi.
Tabii bu numarayı yemeyecektim.
Nezaketle yerimden kalkıp ayakta karşıladım ve elini sıkarak tam masamın karşısındaki koltuğu oturması için gösterdim.
Teşekkür etti ama şık döşenmiş büromla hiç ilgilenmedi. Biraz redirgir olduğu her halinden belliydi. Yine de söze önce o başladı.
"Demek Vural'ın eski okul arkadaşısınız?" dedi.
"Evet hanımefendi. Kolejin hazırlık yılından beri beraber okuduk."
Kısa bir an yüzüme baktı.
"Beni o yıllardan mı tanıyorsunuz?"
Hafifçe gülümsedim.
"Benim de o yıllarda bir flörtüm vardı ve biz de zaman zaman Sevim Abla'nın cafesine takılırdık. Gençlik yılları işte, başımızda kavak yellerinin estiği zamanlar."
Tekrar beni süzdü.
Rahadar gibi olduğunu hissettim. Belki de benden daha saldırgan, daha sert bir davramş biçimi bekliyordu, göremeyince de rahatlamıştı.
"Sizi oradan anımsamıyorum. Çok sık gelir miydiniz?"
"Pek fazla değil," dedim. "Bir kere Vural beni size tanıştırmıştı. Sanırım hatırlamıyorsunuz; fakat şaşmamak lazım, aradan çok zaman geçti ve bizler de değiştik."
Bu kadarcık bir yalan kıvırmamda mahzur yoktu.
"Haklısınız," dedi.
Tebessüm ettim. "Fakat geçen zamanın sizdeki etkisi müs-bet olmuş, yıllar sizi daha güzelleştirmiş ve olgunlaştırmış."
"Teşekkür ederim," diye mırıldandı.
Bu kere ne kadar samimi olduğumu anlamak için bakışlarını gözlerimin içinde daha fazla tutmuştu.
"Bir sigara içebilir miyim?"
"Affedersiniz," diye yerimden fırladım. "Ben kullanmadığım için ikramı da hep unutuyorum."
"Hiç önemli değil."
Sehpanın üzerindeki kristal sigaralığa uzanırken, "Müsaade ederseniz kendiminkinden alayım, diğerleri öksürtüyor."
diye mırıldandı. Çakmağı alıp sigarasını yakmak için uzandığımda, çakmağın alevini sallandıracak en ufak bir esinti olmadığı halde ellerimiz birbirine değdi.
Bir an huylandım.
Bana kasdi yapılmış bir davranış gibi gelmişti. Dumanı çekip üflerken gözleri yine yüzüme takıldı. Dudaklarını büzüp teşekkür ederim derken, bakışları sanki bana özel bir mesaj iletir gibiydi.
Güzel, çekici ve havalı bir kadın olduğu münakaşa götürmezdi. Ama ona karşı en ufak cinsel bir heyecan hissetmediğim gibi, hakkında Vural'dan işittiklerimden sonra şimdi bana itici ve ürkütücü geliyordu.
"Şimdi konumuza gelelim," dedim.
"Evet, iyi olur."
"Oğlunuz için polise baş vurdunuz mu?"
Aysel önüne baktı. Birkaç saniye söyleyeceklerini tartmak ister gibi düşündü.
"Hayır," dedi sonra.
"Neden?"
"Önce sizinle görüşmeyi yeğledim."
"Sebebini sorabilir miyim? Bu ciddi bir durum. Oğlunuz uzun bir süreden beri kayıp."
"Mesele de bu. Ben onun kayıp olduğuna inanmıyorum."
irkilerek yüzüne baktım.
"Neden böyle düşünüyorsunuz?"
Karşımdaki havalı kadın sinirli bir şeklide sigarasından çektiği dumanı salıverdi.
"Belki söyleyeceklerim hoşunuza gitmeyebilir. Vural ne de olsa eski bir arkadaşınız ve sizin müvekkiliniz, ama ona inanmıyorum."
"Galiba ne demek istediğinizi iyi anlayamadım?" "Başka bir ifadeyle Kerim'in kayıp olduğunu sanmıyorum."
Şaşırmış gibi yüzüne baktım.
"Ama çocuk altı aydan beri ortalarda yok. Ben bizzat araştırdım. Babasının polise müracaat zaptını inceledim, devam ettiği fakültede araştırma yaptım, arkadaşları ile konuştum. Kimse ala aydan beri onu görmemiş."
"Bu pek önemli değil. Vural çok kurnazdır."
"Bağışlayın ama yine neyi kastettiğinizi çıkaramadım."
"Bu bir tertip. Vural'ın oyunu."
"Oyun mu?"
"Evet. Vural'ın arkadaşıyım diyorsunuz ama onu ne kadar yakından tanıdığınızı bilmiyorum. Vural çok kötü bir insandır. Bu tamamen onun düzenlediği bir tertip. Gayesi benden intikam almak. Bana neler yaptığını bilemezsiniz. Evet, oğluna karşı olan görevlerini hakkıyla yerine getiren bir anne olduğumu iddia etmeyeceğim; ona karşı manevi borçlarımı eda edemedim ama maddi görevlerimi fazlasıyla ödedim."
"Nasıl yani?"
"Her halde biliyorsunuzdur, Kerim'in velayeti yasal olarak bende. Fakat hayatımın o &fhası, yani Vural ile olan evliliğim, geçmişimdeki en büyük yaptığım hatadır. Tecrübesiz ve toy bir kızdım o yıllarda. Onu sevdiğimi düşündüm. Erkekleri yeterince tanımazdım. Zengin ve varlıklı bir ailenin oğluydu, bana erişilmez gelecekler vaad ediyordu. Teklifini kabul ettim. Ne var ki kısa bir süre sonra ne büyük bir yanılgıya düştüğümü anladım. Vural heyecanları tükenir tükenmez içki ve kumara başladı. O tarihlerde kayınpederim öldüğü için maddi durumu çok iyiydi ve elindeki bütün parayı kumara yatırıyordu. Bir süre sonra aramızda çok ciddi tartışmalar ve kavgalar başladı. Kerim yeni doğmuştu. Her gece eve içkili olarak döner ve beni döverdi. Ne itiraz edebilirdim ne de sesim çıkardı. Boşanmak istiyordum. Ama evvelki gece yüzüme vurduğunuz gibi ben bir otobüs şoförünün kızıydım. Babamın maddi şardan çok kısıtlıydı ve evlenip ayrıldığım baba ocağına dönemezdim artık. Zaten babam da ayrılmamı istemiyor ve sabret kızım, kocan bir gün düzelir, diye