"Yoksa namus davası mı? Emel kimsesi olmadığını söylerdi, galiba yalanmış. O kadın yakını mıydı? Yoksa Emel'i siz mi öldürüp denize attınız?"
"Bu işi fazla kurcalama" diye homurdandım.
Delikanlının artık Emel'in katili olmadığını biliyordum Yine de çok önemli bir şey öğrenmiştim. Aysel Kalaycıoğlu, Tamer'i bir köşeye çekip kızı gebe bırakanın o olup olmadığını anlamak için onu dövdürmüş ve upkı bizim gibi gerçek failin o olmadığını anlayınca susması için öldürmekle tehdit etmişti.
Şu anda, katil henüz belli değildi. Fakat şüphelerim gittikçe dağılıyor ve beynimde olaylar biraz daha aydınlanıyordu. Artık muammanın pek çok noktasını birbirine bağlayabiliyordum. Yine de beynimi kurcalayan bir sürü nokta açıktaydı.
Gerçek anahtarın Kerim de olduğunu anlamıştım. Onu bir bulsam bütün düğüm çözülecekti.
Jale'ye "Hadi gidelim" dedim.
Evden çıkarken bütün aile sessiz fakat husumet dolu nazarlarla bizi süzüyorlardı.
ALTINCI BOLUM
1
Kefeliköy'den Hacı Osman Bayırı'na vuruncaya kadar konuşmadık. Passat bayın hızla tırmanırken Jale bir bacağını kıvırıp bana döndü.
"Konuşmuyorsun.. Söyle bakalım, ne tilkiler dolaşıyor beyninde?"
Gözümü yoldan ayırmadım.
Yol tenhaydı, yağış olmamakla beraber gök koyu kurşuni bulutlarla kaplıydı.
"Ne düşünceğimi bilmiyorum" diye homurdandım.
"Bilirsin, bilirsin" dedi. "Sen kurt gibi zekisindir."
Şaka olsun diye takıldım. "Sen başımda akıl mı bıraktın? Aklım bir karış havada."
Önce zevkle gülümsedi.
"Ben öyleyimdir işte! insanın aklını başından alıveririm" dedi. Sonra, "Bence bu iş aydınlandı artık. Hiç şüphem kalmadı. Emel'i Aysel Kalaycıoğlu öldürtmüş. Bunun başka izahı yok" diye kendinden emin bir şekilde devam etti.
"Ama neden? Aysel Kalaycıoğlu gibi bir kadının cinayet işlemesi için çok önemli bir neden olmalı. Durumunu, içtimai mevkiini, evlilik huzurunu tehlikeye atacak kadar mühim bir sebep."
"Daha sebep mi arıyorsun? Düşünsene, oğlu bir kızı gebe bırakıyor. Bu onun imajını ve toplum içindeki itibarını sarsmak için yeterli bir sebep değil mi?"
2% "Ama onun oğlu bulunduğunu kimse bilmiyor. Bunu istis-
mar edecek ya da şantaj olarak kullanacak kimse yok."
"Belki basından korkmuştur?"
"Hiç sanmıyorum."
"Ona şantaj yapacak kimse aklına geliyor mu?
"Hayır, böyle biri aklıma gelmiyor."
"Ya şu arkadaşın? Vural mıydı adı, neydi? O yapabilir mi?"
"Ne olursa olsun, Vural'ın böyle bir işe kalkışacağını sanmam. Unutma ki bir yanda oğlu diğer yanda da sevdiği kadın var. O asla yapmaz. Ayrıca unuttuğun bir nokta daha var. Kadının Emel'i öldürtmesi en az maruz kalacağı şantaj kadar tehlikeli. Eğer cinayeti o işlediyse bence çok daha geçerli bir sebep olmalı. Kimse cinayet riskini kolay kolay üstlenmez."
Jale sustu. Düşünmeye başladı.
"Acaba oğlana ne oldu?" diye sordu.
"Kerim'e mi?"
"Evet. O da ortada yok. Sakın o da öldürülmüş olmasın." "Hiç zannetmiyorum." "Neden?"
"Oğlanın öldürülmesinde kimsenin menfaati yok ki?" "Hiç belli olmaz. Belki Aysel onu da öldürtmüştür." "Öz oğlunu mu? Saçma!"
"Niye öyle diyorsun? Evlat katili ilk ana o değil her halde!" "Sevgilim! Çok saçma bir fikir bu!" "Niye? Bana hiç de öyle görünmüyor." "Bilmiyorum, biliyorum" diye güldüm. "Sen Aysel'i ilk gördüğün andan itibaren ısınamadın."
"Bak, bu doğru işte. Yüzde yüz isabet!"
* * *
Ani bir kararla Tarabya kavşağından yeniden sahil yoluna inmeye karar verdim. Işıklardan aşağıya sapınca Jale, "Nereye gidiyoruz?" dedi.
"Nasılsa yapacağımız bir iş kalmadı şimdilik, zamanımız bol, önce Tarabya'da bir yemek yiyelim, ne dersin?"
"Peki" dedi Jale, ama pek memnun olmamış gibiydi.
"Ne o? Memnun olmadın mı?"
Çocuk gibi dudaklarını büzdü.
"Hani bana söz vermiştin, unuttun mu?"
"Alış verişi mi?"
"Evet." Sesi kırgın ve küskün gibi çıkmıştı.
"Unutmadım sevgilim" dedim. "Ama Boğaz'a kadar gelmişken önce bir yemek yeriz sonra bütün öğleden sonrayı da sana ayırırız. Tamam mı?"
Hemen uzandı, kollarını boynuma doladı ve yanağımdan öptü.
"Seni seviyorum" dedi.
içimden gülmek geldi. Yirmi yedi yaşındaki bir doktordan çok, on alo yaşlarında yeni yetme bir kız çocuğu gibiydi. Yanağımdan öpmekle de'Kalmadı, dudaklarıma uzandı. Az kaldı direksiyon hakimiyetini kaybediyordum. Allah tan yol tenhaydı ve indiğimiz yolda pek trafik yoktu.
Yalancıktan, "Uslu dur!" diye çıkıştım. Ama o aldırmadı ve bir süre daha beni öpmeye devam etti. Dünya umurunda değildi.
Öpüşme faslını bitirdiğinde arabanın radyosunu kurcalamaya başladı. Tarabya'ya iniyorduk. Birden ona sordum. "Ne zaman evleneceğiz?"
Radyoda istasyon aramaya devam etti. Cevap vermemişti.
"Sana bir soru sordum, beni duydun mu?"
"Duydum."
"Ama cevap vermedin."
Ciddileşir gibi oldu. "Niye beni bu kadar sıkıştırıyorsun Sinan? Sana biraz sabırlı olmanı söylemedim mi?"
"Söylemesine söyledin, ama durumumuzu anlamıyor musun? Çok komik bir yaşantımız var. Hiç etrafında ilişkisi bizimkine benzeyen bir çift biliyor musun?"
"Ne varmış ilişkimizde?"
"Güldürme beni Jale! Durumumuz çok komik. Birbirimizi seviyoruz ama sana yaklaşmama izin vermiyorsun. Bu daha ne kadar sürebilir ki?"
"Ne demek istiyorsun?"
"Sanırım yeterince açık konuşuyorum. Artık tahammülüm kalmadı. Seni arzu ediyorum. Bir erkek olarak bu heyecanımı takdir etmen lazım."
"insafsızlık etme. Sana ilgisiz mi davranıyorum."
"Hayır, ama bu bana yetmiyor."
Radyonun düğmesini kapattı. Koltuğuna yaslandı, suratını astı.
"İşin kolayını buldun" diye mırıldandım. "Bu konu açılınca hemen suratını asıp köşene çekiliyorsun. Hiç olmazsa sebebi öğreneyim, ne beklediğimizi bileyim?"
Soğuk bir sesle, "Eve dönmek istiyorum" dedi.
Yüzüne baktım.
"Yemek yemeyecek miyiz?"
"Hayır!"
"Ya alışveriş?"
"Onu da istemiyorum."
"Bak gördün mü? Yine başladın. Sebepsiz surat asma, iş o noktaya gelince hır çıkarma. Hep bunu yapıyorsun."
Konuşmadı.
"Anlayamıyorum" diye fısıldadım. "Çok garip bir durum. Bir kız kendini bu kadar seven bir erkekten niye esirger? Artık hayatını kazanmış, olgun ve yetişkin bir kızsın. Seni bundan alıkoyan hiçbir neden olmamalı. Şayet beni gerçekten seviyorsan, tabii."
Hışımla bana döndü.
"Yoksa sevgimden de mi şüphe ediyorsun?" diye hırçın bir şekilde bağırdı.
"Hayır," dedim. "Beni sevdiğini biliyorum bu nedenle de yaptıklarına bir anlam veremiyorum." 299
"Bekle o halde?"
"Tamam da ne zamana kadar? Hiç olmazsa onu söyle de bileyim."
Ağlamaya başladı. Başını dışarıya çevirip gözyaşlarını saklamaya çalıştı. Dedim ya, yufka yürekliydim, sevdiğim insanın gözyaşına dayanamazdım.
"Pekala" diye fısıldadım. Tamam, ağlama.. Üzülmeni istemiyorum. Anlaşıldı bu konuyu kapatacağız."
Genellikle böyle münakaşalarda üstüne varmazsam, hemen toparlanır, eski neşesi avdet ederdi. Fakat bu sefer ağlamaya devam etti. Gözlerinden sicim gibi sessiz gözyaşları akıyordu.
"Ağlama artık" dedim. "Kapattım artık konuyu."
Bir süre daha içini çekerek ağlamaya devam etti. Neden sonra:
"Sen haklısın" diye mmldandı. "Hiçbir erkek bu duruma kadanamaz. Ne kadar güzel ve çekici bir kadın olduğumu biliyorum. Yerinde hangi erkek olsa bu tepkiyi gösterirdi. Belki ben yanıldım, seni diğerlerinden daha farklı sandım. Ama artık dayanamayacağım, sana gerçeği anlatacağım."
"Hangi gerçeği?"
"Seninle sevişmemiz... yani o şeyi ... yapmamız imkansız. Hiç olmazsa, şimdilik imkansız."
"Neden?"
Hıçkırmayı kesti. Ama yüzüme bakmıyordu.
"Söyler misin Jale, neden imkansız?"
"Ben özürlüyüm."
Hiçbir şey anlamamıştım. Garip garip yüzüne baktım.
"Özürlü mü? Ne demek o?"
"Doğuştan yani.. Anatomik ve fizyolojik bir kusur. Ciddi ve önemli bir ameliyat geçirmem lazım. Ancak ondan sonra o şeyi yapabilirim." 300 Birden donakaldım. Sanırım ne demek istediğini anlamış-
~ tim.
"Ciddi mi söylüyorsun? Yoksa bu da beni oyalamak için uydurduğun bir yalan mı? Malum ya, beni atlatmak için bir sürü uyguladığın taktik vardır."
Hâlâ gözlerinden yaşlar akıyordu.
"Sevgilim benim de seni ne kadar arzuladığımı hissetmiyor musun? Konuşturma şimdi beni, bazen düz duvara tırmanacağım geliyor. Çıldıracak gibi oluyorum."
Bu sefer numara yapmadığını anlamıştım. Yüreğim parçalanır gibi oldu.
"Niye o bahsettiğin ameliyatı olmadın?" diye sordum.
"Önce uzmanlık stajımın bitmesi gerekiyor."
"Ameliyatın stajla ne alakası var?"
Kalın dudaklarını büzdü. "Senin gibiler için sorun değil, tabii. Fakat ben önce hayatımı kazanmalı ve gerekli parayı temin etmeliyim."
"Para mı? Bu hiç önemli değil. Ne kadar lazım? Ben hemen ödeyebilirim."
"Bunu diyeceğini tahmin ediyordum. Olmaz.."
"Ne demek olmaz! Böyle bir konuda paranın lafı mı olur?"
"Tahmin ettiğin gibi değil sevgilim. Bu çok nadir rasdanan bir hal. istatistiklere göre on milyonda bir; ne yazık ki Tanrı onu da bana verdi. Ameliyat çok özel bir uzmanlık gerektiriyor. Bunu sadece Cleveland'de yapabiliyorlar."
"Ne farkeder? Biz de oraya gideriz."
Jale dalgın dalgın önüne baktı.
"Yine de hiçbir doktor kesin garanti veremez."
içimde bir şeylerin cız ettiğini duyumsadım. Kızın feci problemini şimdi anlıyordum.
"Ne olursa olsun, denemeliyiz. Şansımız nedir?"
ORHAN KEMAL
İL HALK KÜTÜPHANESİ
"Tıbbi istatistiklere göre yüzde yetmiş."
"Oldukça yüksek bir oran. Mutlaka derhal ameliyat olman lazım."
"Ama., nasıl olur? Stajım ne olacak?"
"Şimdi stajı düşünmenin sırası mı?"
"Oraya gitmek çok para gerektirir. Benim için bunu yapamazsın."
"Yine saçmalamaya başladın. Seni seviyorum."
Jale sustu. Yüzü parıldadı birden.
"Hiç Amerika'ya gittin mi?" diye sordu.
"Üç defa."
"Orayı ben de çok görmek isterdim."
"Göreceksin hayatım ve sıhhatine orada kavuşacak, benim olacaksın. Yarın ilk iş olarak pasaport muamelelerine başlayaca-ğım."
Uzanıp minnede elimi tuttu.
"Hadi şimdi istediğin yerde yemek yiyelim" dedi.
Üzüntü ile sevinci aynı anda yaşıyordum.
Gençti ve sağlıklı bir'bünyesi vardı. Bu ameliyatı başarıyla atlatacağına emindim.
* * *
Önce yemek yedik, öğleden sonra da bizim tarafa geçip Bağdat Caddesi'nden alış veriş yaptık. Jale ameliyat dahil, her şeyi unutmuş mutluluk içinde yüzüyordu. Ben ise aklımdan işlerimin durumunu geçiriyordum. Aslında önümüzdeki bir buçuk ay içinde önemli duruşmalarım vardı. Yardımcılarımın halledemeyeceği cinsten bazı davalar. En kötü ihtimalle mesleki başarısına güvendiğim başka bir arkadaşımı yerime vekil tayin etmeyi düşündüm. Ameliyatın süresi, nekahat devresi ve de sonrası için uzun bir zamana ihtiyacımız olabilirdi. Ve başımda bir de Vural'ın sorunu vardı. Farkında olmasam da beni bir hayli uğraştırdığını biliyordum.
Akşam altıya doğru yorgun argın eve döndük. Jale yeni aldığı giysilerini paketlerden çıkarıp sırtında denerken, ben de çalışma odama geçip bankalardaki para durumumu bir gözden geçirdim. Amerika'da en azından bir buçuk ay kalıp zorlu bir ameliyat geçirmek epey masraflı olacaktı. Dolar hesabıma bir göz attım.
Akşam yemeği yiyecek halimiz yoktu. Ben bir meyveli yoğurt yedim, Jale de bir elma ve bir muzla yetindi. Biraz televizyon seyrettik ve erken sayılacak saatte odalarımıza çekildik. Bir süre uyuyamadım. Bugün sevgilimin sıhhati hakkında öğrendiklerim neşemi epey kaçırmıştı. Gözlerim kapanırken saate baktım, bire geliyordu.
* * *
Ertesi sabah uyandığımda aklım hâlâ biraz karışıktı. Jale'nin şu doğuştan sahip olduğu fizyolojik sıkınanın ne biçim bir şey olduğunu hâlâ tam olarak anlamamıştım. Dün kızı daha da üzmemek için üstüne varıp işin aslını soramamıştım ama şimdi düşündükçe bu işte bit yeniği sezinler gibi oluyordum. Neyi eksikti? Ya da ne tür bir anatomik kusuru vardı? Şunu ağzından bir dinlesem hiç de fena olmayacaktı.
Traş oldum, duşumu aldım, giyinirken o da kalktı. Tuvalete girdiğini duydum.
Doğru tuvalet kapısına dayandım. Daha uykusunu alamamış, mahmur gözlerle dışarıya çıktı. Saçı başı dağınıktı ama yine de o haliyle bile çok güzeldi. "Günaydın hayatım" dedi. Elinden tutup salona doğru yürüttüm.
"Hayrola? Sabah sabah nereye gidiyoruz?" diye sordu.
"Bana bir açıklama yapacaksın. Şu sorununu iyice bir anlamak istiyorum. Bunun utanılacak bir yanı yok. Fazla tıbbi bir açıklama istemiyorum, yalnızca anlayabileceğim bir dille sorununu bilmek istiyorum. Öğrenmek istediğim şey çok basit; cinsel ilişkiye neden giremiyorsun? Bu nasıl bir fizyolojik sıkına?"
"Aaa! "dedi. "Sen daha hâlâ orada mısın?"
"Anlayamadın? Ne demek o?"
"O dünkü numaraydı?"
"Ne? Numara mı?"
"Tabii ayol! Baksana, bende öyle yanm bir kadın hali var mı? Allah korusun, sapasağlam bir kadınım ben."
"Yani bana yine oyun mu oynadın?"
"Kızma sevgilim. Dün arabada birden aklıma geldi. Hem gerçekten Amerika'ya gitmek hiç de kötü bir fikir değildi. Ne dersin, evlenince halayımızı Amerika'da geçirelim mi? Düşünsene hem gönlümüzce gezer hem de bol bol sevişiriz. Ben orayı hiç görmedim. Hayalimde hep Amerika'ya gitmek fikri vardı.
Birden çıldıracak gibi oldum. Gerçekten de oynatabilirdim. Bütün geceyi rahatsız bir uyku içinde geçirmiş, aptal gibi ona inanarak içim içimi yemişti. Gözlerimden hiddetimi hemen anladı. Ona unutamayacağı bir ders vermeliydim. Asla şiddeti benimsemeyen biriydim, ama bu sefer onu dövmeyi kafama koydum. Bu kadarı fazlaydı artık.
"Seni çılgın, arlanmaz, utanmaz yaratık!" diye kolundan yakaladım. i
"Dur! Sinirlenme hemen!" diye karşı koymaya çalıştı. "Ne yapayım, elinden kurtulmak için, arada sırada, ufak, zararsız yalanlar kıvırıyorum. Sen de hepsine hemen inanıveriyorsun hayatım. Kabahat bende mi?"
"Zararsız yalanlar mı? Dün bütün geceyi uykusuz geçirdim."
"Böyle olacağını bilseydim, söylemezdim." "Bunu sana ödeteceğim." "Ne yapacaksın? Beni dövecek misin?" "Evet" diye bağırdım.
"Hiç senin gibi kültürlü, nazik, anlayışlı bir beyefendiye kadın dövmek yakışır mı?"
Hiddetimden söylenmeye devam ediyordum. "Bak yakışır mı, yakışmaz mı, şimdi göreceksin!"
Kararlı ve ciddi olduğumu anladı. Lacivert gözleri irileşti Bir an korkuya kapılarak yüzüme baktı. Sonra bir ceylan gibi sıçrayarak elimden kaçtı. Fakat kafama koyduğumu yapmaya kararlıydım, başka türlü rahatlayamayacağımı, içimi kaplayan öfkeden kurtulamayacağımı biliyordum.
Peşinden seğirttim. Hızla odasına doğru kaçmaya başladı. Salondan fırladı ama koridorda ona yetiştim ve omuzlarından kavradım. Direndi. Birlikte yere yuvarlandık.
"Bana vurursan bağırırım. Komşulara rezil olursun" dedi.
"Hiç umurumda değil, istersen bütün dünyayı ayağa kaldır. Yetti artık bu yaptığın maskaralık."
Elimden kurtulmak için yerlerde altalta, üstüste boğuşuyorduk. Keçi gibi inatçı ve güçlüydü de. Halının üzerinde nefes nefese kalmıştık.
"Isırırım" dedi.
"Gücün yetiyorsa ısır."
Ağzını açıp, bembeyaz dişleri ile kolumu ısırmaya çalıştı ama kolumu ağzından uzak tutmayı başanyordum. Sonunda yavaş yavaş takati azalmaya başladı. Yenik düşüyordu. "Tamam" dedi. "illaki öfkeni bastırmak için beni tokatlayacaksan kabulüm. Cezayı hak ettim, ama yüzüme vurmak yok."
Nefes nefese "Tabii" diye homurdandım. "Yüzüne vurmam."
Aslında yerlerdeki boğuşmamız bir tür cinsel heyecan, birbirini arzulayan iki ayrı cinsin cinsellik dolu hareketliliği idi.
Jale hareketsiz kaldı. Kollarını boynuma doladı.
"Sadece popoma vuracaksın, değil mi? Fazla acıtmadan."
"Ona garanti veremem."
Kucakladım, kollarımın arasına aldım ve onu yatak odama götürdüm. Yatağın üzerine oturdum ve dizlerimin üzerine yerleştirdim. Suçluluğunu kabul etmiş, sessizce cezasını bekliyordu.
Geceliğini sıyırdım. Dolgun kaba etleri ortaya çıktı.
Manzara öylesine güzel ve tahrik ediciydi ki havaya kalkan elim öylece kaldı.
"Hadi" dedi. "Popomu seyretmeyi bırak da ne yapacaksan yap!"
Elimi hafifçe çıplak teninin üzerine koydum. Dövmeyi değil, okşamayı tercih ediyordum. Hiç sesini çıkarmıyordu.
Başını kaldırıp yüzüme baktı.
"Beni böyle mi döveceksin?"
"Lanet olsun!" diye homurdandım. "Öyle güzelsin ki, yapamıyorum."
"Benim biricik sevgilim" dedi gülümseyerek. "Ne kadar tatlısın!"
2
O sabah ister istemez evden biraz geç çıktık. Değişen bir şey yoktu; sinirlendiğimle kalmış, yarı çıplaklığı karşısında öfkem falan geçmişti. Heyecanlandığımı görünce biraz okşamama ses çıkarmamış, sonra ellerim işi azıtınca ok gibi kucağımdan fırlayıp kalkmıştı. Çocuk gibi oynuyordu benimle; öylesine teslim olmuştum ki, en çıkar yolun artık üstüne varmamak ve kaprislerine boyun eğmek olduğunu anlamıştım. Hiçbir şey olmamış gibi kahvaltımızı ederek çıkük evden. Hatta onu hastaneye bırakıp büroma dönerken mutlu olduğumu bile hissediyordum. Hayrettir fakat o sabahki oynaşmamız bile bana yetmiş, güne dinç ve ümit dolu başlamamı sağlamıştı.
Oysa berbat bir gün geçirecektim. Ne var ki, o sırada bunu bilemezdim..
Tam öğleye doğru yazıhaneye Erdoğan Sarıkaya diye biri telefon etti ve benden randevu istedi. Ziyaret sebebini sorduğumda da mevzuu telefonda konuşamayacağını söyledi. Adamı tanımıyordum, beni nereden bulduğunu sorduğumda da müş-
Bir Aşk Masalı - F: 20
terek bir dostumuzun adını verdi. Aklıma kötü bir şey gelmemişti. Bazı müşteriler evhamlı ve titiz olurlar, telefonda fazla konuşmak istemezlerdi. Bunu anlayışla karşılardım.
Adam tam randevu saatinde büroya geldi.
Elli yaşın üstünde, şık giyimli, tombul ve kibar birine benziyordu. Koyu gri takım bir elbise giymiş, desenli papyon kravat takmıştı. Eskiden san olduğu anlaşılan saçları iyice dökülmüş, sadece şakaklarında kalmıştı. Onların da çoğu ağarmıştı. Tombul ve bakımlı elleri yeni manikürden çıkmış gibiydi. Tırnakları bakımlı fakat biraz uzundu.
Yer gösterdim, oturdu.
Dudaklarında hiç eksilmeyen bir tebessüm vardı, insana tepeden bakarmış gibi olan hali biraz sinirime dokunmuştu. Bana hep öyle olurdu; insanlarla ilk temas anını çok önemli sayardım, şayet o kişiye ilk nazarda ısınamazsam, çoğu zaman ondan sonra da hoşlanmazdım.
"Buyrun sizi dinliyorum" dedim.
"Uzun boylu vaktinizi almak istemiyorum. Mümkün olduğunca kısa kesmeye çalışacağım. Size bir teklif getirdim."
Susup bir an sessizce yüzüme baktı. Ne teklifi diye sormamı bekliyordu.
Beynimden ilk uyarı sinyallerini o an almaya başladım. Bu adamdan hoşlanmamakta haklıydım. Tam olarak kestirememek-le beraber az sonra bana ters gelen bir teklifle karşılaşacağıma yüzde yüz emindim.
Kaşlarımı çatarak dikkade gözlerinin içine baktım.
O garip ve küçümseyici tebessümü yüzüne daha da yayıldı. Beni tartıyordu.
"Ne kadar istiyorsunuz?" diye sordu birden bire, damdan düşercesine. Sanki hangi konudan bahsettiğini biliyormuşum gibi.
Soğuk bir şekilde, "Biraz garip değil mi?" dedim. "Garip olan nedir?"
"Bana davanızı anlatmadan alacağım ücreti sormanız."
"Vakit kazanmak istedim Sinan Bey. Benim zamanım çok değerlidir. Lafı uzatmanın hiç anlamı yok. istediğiniz rakamı söyleyin, hemen bu işi noktalayalım."
Adamın yüzüne sırıtarak baktım.
"Ne sizi tanıyorum ne de bana vermek istediğiniz davayı biliyorum. Olayı incelemeden hiçbir davayı kabul edemem. Bu prensibimdir. Ücret konusunu da ancak bundan sonra görüşebiliriz."
"Olayı çok iyi bildiğinize eminim. Durmadan araştırma yapıyorsunuz. Sizi her an takip ediyoruz. Boşuna vakit geçirmeyelim."
Durumu birden kavrar gibi oldum. Ama bozuntuya vermedim.
"Daha açık konuşsak iyi olur" dedim.
Şişman adam masanın üzerine acele bir göz attı.
"Umarım ses kayıt eden bir cihaz kullanmıyorsunuzdur?"
"Hayır. Rahat olabilirsiniz."
"Ben Kalaycıoğlu Holding'in üst düzey bir yetkilisiyim. Şimdi anladınız mı?"
Tabii ki anlamıştım, ama başımı iki yana sallayarak:
"Hayır" dedim. "Henüz bir şey anlamadım."
"Bence anladınız. Ikü yüz bin dolar! Ne dersiniz?"
Sıntarak, "iki yüz bin dolar mı?" diye sordum.
Erdoğan Sarıkaya duraklamadan, "Üç yüz bin olsun" dedi.
"Demek üç yüz bin?"
"Evet. Ve bu teklifimizin son sınırıdır."
"Yok canım? Bunun karşılığında ne yapmamı istiyorsunuz?"
"Bu işi tamamen unutmanızı."
"Anlayamadım, nasıl yani?"
"Yeterince açık değil mi? Meseleyi kapatacaksınız ve bir daha hiç ilgilenmeyecek, araştırmaları kesecek ve Vural Toksöz'le görüşmeyeceksiniz."
"Ve öldürülen kızı da sonsuza kadar unutacağım, değil mi?"
"Çok doğru!"
Derin bir nefes aldım. "Sizi buraya gönderen Aysel Hanım maalesef yanlış kapı çalıyor. Bunu kendisine büroma geldiğinde de anlatmaya çalıştım, ama görüyorum ki yeterince anlamamış."
Şişman adam manikürlü tırmak uçlarına bakarak mırıldandı.
"Yanılıyorsunuz. Beni buraya Aysel Hanımefendi göndermedi."
"Öyle mi? Peki kimin adına geldiniz?"
"Cahit Kalaycfbğlu adına."
"Ne farkeder, ha Ali ha Veli? ikisi de aynı yola çıkar."
"Yanılıyorsunuz Sinan Bey. Cahit Bey bir işe el atarsa, mutlaka o işi sonuçlandırır."
"Nasıl?"
"Nasılı hiç önemli değil; bir yolu bulunur."
"Bunun takdiri size kalmış artık. Mesajımızı aldınız. Arzum bana hemen cevap vermeniz şeklindeydi. Yanımda hamiline yazılmış boş bir çek var. Evet deseydiniz hemen size takdim edecektim. Görüyorum ki, biraz düşünmeniz gerekecek, isterseniz yine de iki üç dakika düşünün. Size bu şansı tanıyacağım, zeki bir olduğunuzu tahmin ediyorum."
"Ya hayır demekte ısrar edersem?"
Şişman adam omuzlarını silkti.
"Siz bilirsiniz? Tercih sizin."
"Diğer tercihimin ne olduğunu söylemediniz."
"Bunu bilemem. Bazen soğuk bir kurşun, umulmadık bir trafik kazası veya onun gibi bir son olabilir."
"Anlıyorum" diye mırıldandım. "Şimdi derhal büromu terkedin yoksa hemen polise telefon edeceğim."
Sın tarak ayağa kalktı.
"Yanılmışım" dedi. "Mesleğinizde profesyonel biri değilmişsiniz. Çok hissi ve mantıksız davranıyorsunuz. Gerçekleri göreceğinizi ve tarafları tatmin eden en rasyonel çözümü kabul edeceğinizi tahmin etmiştim."
"işlenen cinayetin rasyonelliği olmaz. Bunun hesabını adalete vereceksiniz."
"Hiç sanmıyorum avukat bey. Biz bu teklifimizle biraz da sizi korumak istemiştik. Gerçek niyetimiz buydu."
"Beni korumak mı? Ne anlama geliyor bu?"
"Düşünsenize, polis bir gün öldürülen kızla bizim aramızda bir bağ kurarsa siz de okka altına gidebilirsiniz?"
"Nasıl?"
Erdoğan Sarıkaya şimdi masamın önünde ayakta duruyordu. Asap bozucu bir rahatlıkla papyon kravatını iki yanından çekiştirdi ve pişkince sırıttı.
"Kalaycıoğlu ailesi bana, yalıları önünde demirli teknelerine gizlice birinin girdiğini, kilitli kapıyı demir bir çubukla kırdığını ve oradan bir çantayı çaldığını söyledi. Bu meçhul hırsızın, ben ona şimdilik hırsız diyorum ama pekala katil de olabilir, çubuk üzerinde ve teknenin kamaralarında parmak izleri bırakmış olması çok mümkündür. Polis bu izleri kolaylıkla saptayabilir."
Adamın ne demek istediğini anlamıştım. Tekneye girmekle hata ettiğimi biliyordum ama başka alternatifim yoktu. O şahsın ben olduğumu anlamışlardı ve şimdi beni bir de o noktadan sıkıştırıyorlardı.
"O kişinin gerçek katil olmadığını siz de biliyorsunuz" dedim. "Ama o deliller sizin başınızı çok ağrıtabilir."
"Kesinlikle hayır. Çünkü katil onları aleyhimize delil olarak kullanamaz. Zira onları teknede bulduğunu iddia edemez. Etse de inkar ederiz. Öldürülen kızla bizim hiç bir ilgimiz, organik bir bağımız yok. Öyle bir şırfintı ile Kalaycıoğlu ailesinin ne alakası olabilir? Ama parmak izlerinden tekneye giren şahsı tesbit edebilirsek hiç olmazsa aleyhimize komplo hazırlayan şahsın kim olduğunu anlarız."
Adamın muhakemesi mantıklıydı. Yine de itiraz ettim.
"Ya öldürülen kızın hamile oluşu? Acaba o kızı Aysel Ha-nım'ın oğlu gebe bırakmış olamaz mı?" 310 "Kızın iffetsiz olduğu ve önüne gelenle yattığını siz de bi-
liyorsunuz. Bundan pratik bir netice çıkaramazsın."
"Adli Tıp çıkarır."
"Acaba mı? Buna emin misiniz?"
"Tıbbın günümüzde bu olanakları var."
"Buna pek güvenmeyin, iş bu yola dökülürse aleyhinize bir rapor çıkacağını düşünüyorum."