Osman Aysu Bir Aşk Masalı



Yüklə 2,22 Mb.
səhifə21/31
tarix29.10.2017
ölçüsü2,22 Mb.
#19546
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   31
"Yoksa bir açık çek de onlara mı verdiniz?"
Adam tekrar sırıttı. "Cahit Bey her olasılığı düşünür."
"Hoşçakalın avukat bey" dedi.
Hırsımdan dudaklarımı kemirdim.
"Güle güle. Yine görüşeceğiz."
Kapıya doğru ilerlerken, "Hiç sanmıyorum" diye mırıldandı...
* * *
Uzun süre döner koltuğumda sallanıp durdum. Hâlâ aklımın takıldığı bir yığın soru yerli yerinde duruyordu. Şimdi sahneye yeni figüranlar çıkıyordu ama bunlar sadece aklımın biraz daha karışmasından fazla bir şey yapmıyorlardı.
Beynimi en fazla kurcalayan husus benden neden çekindikleriydi! iyi bir ceza avukatı değildim; hatta bu sahada hiç tecrübem yoktu. Onları korkutan fazla bir bilgiye de sahip değildim. Gerçi elimde Kalaycıoğlu'ların teknesinde bulunmuş maktuleye ait giysiler vardı ama acemice bunları delil olarak kullanma şansını da yitirmiştim. Şu halde susmam için bana niye rüşvet teklif etmişlerdi? Hatta daha da ileri gitmişler ve beni ölümle tehdit etmişlerdi. Şu halde bildiğim sandıkları fakat hâlâ ne olduğunu kestiremediğim çok önemli bir koza sahip olduğumu düşünüyorlardı.
Acaba bu ne olabilir, diye düşünmeye başladım.
Aklıma bir şey gelmiyordu.
Hâlâ bu muammanın kilidinin Kerim olduğunu sanıyordum. Acaba oğlan neredeydi? Onun yaşadığına emindim. En kuvvetli ihtimal çocuğun bir yerde saklandığı idi. Bence Aysel onu himayesine almıştı. Ve kanımca bunu analık duygusundan çok kendi geçmişinin ortaya çıkmaması için yapıyordu.
Aklıma birden Eşref Koza geldi. Cin gibi bir gazeteciydi ve her tarakta bezi olan biriydi. Hemen telefona sarıldım, çalıştığı gazeteyi aradım. Oldukça yakın bir dostluğumuz vardı, tıpkı Mahir gibi onunla da sık sık tenis oynardık. Bir aydan beri görmüyordum; en son temyiz duruşması için gittiğim Ankara'da uçak beklerken havaalanında karşılıklı içki içmiştik. Şansım yaver gitti ve gazetede yakaladım.
Önce havadan sudan lafladık. Sonra, "Söyle bakalım" dedi. "Önemli bir şey olmasa beni işyerimden aramazsın. Derdin nedir?"
Lafi ağzımda eveleyip geveledim. "Senden Cahit Kalaycı-oğlu hakkında bilgi istiyorum" dedim.
"Hayrola? Onunla ne işin olabilir senin?"
"Orasını kurcalama."
"Pekala, öğrenmek istediğin nedir?"
"Bu adamın şehir içindeki, yazlığı, sayfiye yerlerindeki evleri, çiftliği ve onun gibi gayrımenkullerinin bir listesini istiyorum senden."
"Dalga mı geçiyorsun? Beni tapu müdürü mü sandın?"
"Çok ciddiyim Eşref. Fazla vaktim olsa ben de araştırabili-rim ama bana bu bilgi bir an önce lazım."
Arkadaşım işi şakaya boğdu.
"Ne o? Yoksa mallarına haciz mi uygulayacaksın?"
"Hayır. Ama yakında bir bomba patlatabilirim ve söz veriyorum, bu bomba patlarsa bir gazeteci olarak bunu ilk sen duyacaksın."
Birden Eşrefin ciddileştiğini telefonun öbür ucundan hissettim.
"Sana inanırım" dedi. "Neyin peşinde olduğunu bilmiyorum ama istediğin bilgiyi yarım saate kadar fakslayabilirim. Lakin verdiğin sözü unutmayacaksın, değil mi?"
"Evet" dedim. "Söz veriyorum, ilk duyan sen olacaksın." * * *
Yarım saati geçti. Faksta ok yoktu..
Yavaş yavaş huylanmaya başladım. Acaba Eşref istediğim bilgileri temin edememiş miydi? Kendi kendimi morallendirme-ye çalıştım; Eşrefi tanırdım, yapamayacağı şeye söz vermezdi. Biraz daha beklemeliydim.
Telefon görüşmemizin üzerinden bir saat on dakika geçti. Tam bu işi beceremediğini düşünmeye başladığımda faks harekete geçti. Bilgiler tıkır tıkır geliyordu.
Keyiften dört köşe oldum. Tedbir olarak sıraladığı gayrı-menkullerin kime ait olduğuna dair isim vermemiş, sadece bazılarının yanına "eşine ait" ibaresi koymuştu. Bu daha da güzeldi. Zenginlik hoş şeydi tabii, önümde upuzun bir liste oluşmuştu.
Kağıdı alarak masama oturdum. Birer birer incelemeye başladım, iş yeri binaları ve şirkederinin mülkiyetinde olan gay-rımenkulleri listeye almamıştı, içlerinden üç tanesi özellikle dikkatimi çekti. Rumelihisarı'ndaki metruk bina da dahil edilmişti ama çocuğun orada alıkonulduğunu ya da rızası ile kaldığını kabul edemezdim. Onu bir kalemde sildim. Kışın oturdukları Levent'deki evi ve Etiler'deki daireyi de hesaba katmadım. Keza ayak alandaki yalıyı da. Çocuğu burada saklamazlardı. Dikkat çekici olabilirdi.
işaretlediğim üç yerden biri Eskihisar'daki Gümüş Vadi villalarıydı, iki ay kadar önce tesadüfen bir pazar sabahı oraya gitmiştim. Müvekkillerimden biri oradan tripleks bir villa almıştı. Binaların tamamı bitmiş fakat mevsim nedeniyle pek oturan yoktu. Kerim'i saklamak için mükemmel bir yerdi.
ikincisi Zekeriya Köy'deki villa idi. Burayı da biliyordum.
Üçüncüsü ise Küçük Çekmece'deki çiftlikti. Ne yazık ki çiftliğin yeri hakkında hiçbir malumatım yoktu.
Gözlerim listede düşünmeye başladım. Aslına bakılırsa yapmaya kalkıştığım iş iğne ile samanlıkta çöp aramak kabilinden bir şeydi. Bir varsayımdan yola çıkıyordum; o da Kerim Toksöz'ün bu üç yerden birinde saklandığı düşüncesi idi. Kesinlikle yanılmış da olabilirdim. Listenin altındaki diğer kalemlere bakınca ümidim daha da azaldı. Sapanca, Arifıye, Şarköy'de de bir sürü emlak adı geçiyordu. Kalaycıoğlu'nun Akdeniz sahillerinde bir lüks otel ve beş yıldızlı bir tatil köyü sahibi olduğunu da biliyordum. Çocuğu belki de istanbul dışına da çıkarmış olabilirlerdi. Onu buralarda aramak çok zordu. Buna ne zamanım ne de imkanlarım müsaitti.
Moralim bozulur gibi oldu. Bir süre başıma bu işi açtığı için, içimden Vural'a söylenip durdum. Hatta vazgeçmenin sınırlarına geldim. Ama artık bunu yapamazdım, birincisi ok yaydan çıkmıştı, ortada bir cinayet vardı ve ben bunu biliyordum, ikincisi dolaylı da olsa bu gözü dönmüş insanlar şu veya bu şekilde Jale'yi de taciz etmişlerdi. Bunu bir defa yapan insanlar, bir ikinci kere daha teşebbüs edebilirlerdi.
Sonra aklıma geldi. Acaba Jale ile Emel'in oturduğu evde ne aramışlardı acaba? Aynı şeyi Kerim'in odasında da aradıklarını düşündüm. Demek ortalarda onları ürküten, ele geçirmek istedikleri bir şey olmalıydı. Kafam çatlarcasına zonklamaya başlamıştı. Ne olabilirdi bu? Aklıma pek bir şey gelmiyordu.
Kerim'in odasında bulduğum iki fotoğrafı hatırladım. Onlar bendeydi şimdi. Acaba onun peşinde olabilirler miydi? ihtimal vermedim; alt tarafı sıradan, iki gencin anlık mutluluğunu sergileyen bir resimdi. Bunun ürküten, insanları telaşa sokan yanı yoktu. Şayet Emel'le Kerim'in ilişkileri gizli tutulmuş olsa, belki bu münasebeti belgeleyen bir delil olarak kıymet kazanabilirdi, ama onların ilişkisini bilen bir sürü insan vardı, o zaman da resmin bir esprisi kalmıyordu.
Bir an duraladım; sahi aralarındaki ilişkiyi kimler biliyordu? Mektep arkadaşlarıyla konuşurken kimse bana Kerim'den bahsetmemişti. Aralarındaki rabıtayı bilen çok az kişi vardı. Aklımdan sıralamaya çalıştım. Vural bile, babası olarak, oğlunun o kızla sadece arkadaş olduğunu, aralarında arkadaşlıktan öte bir şey olmadığını iddia etmişti. Ben biliyordum, Jale biliyordu ve bir de dün tanıştığım Tamer.
Bunu şimdiye kadar niye düşünmediğime hayıflandım; olaya bu zaviyeden bakmak hiç aklıma gelmemişti. Ben tehdit edilmiş, Tamer fena halde dövülmüştü. Jale'nin evi basılmış, eşyaları didik didik aranmıştı. Jale'nin bu resimden haberi olmadığını düşünmüş olmalıydılar, yoksa onu da herhangi bir şekilde tehdit ederek, hırpalayabilirlerdi.
Jale'nin de her an bir tehlikeye maruz kalabileceğini düşününce korkamaya başladım. Ford Mondeo'yu hatırladım. Az önce gelen Erdoğan Sarıkaya her hareketimin kontrol edildiğini söylemişti. Jale'nin benimle yaşadığını da artık biliyorlardı. Kıza da çılgınca bir şey yapmaya kalkışırlar mıydı acaba?
Kendimden çok Jale için endişelenmeye başladım. Onun hayatını tehlikeye atamazdım. Artık polise başvurmanın zamanı gelmişti. Tek başıma daha fazlasını yapamazdım. Zaten acemi davranışlarımla bazı şeyleri berbat etmiştim. Tanıdığım, ceza davalarından iyi anlayan bir avukat arkadaşım vardı, onun yardımıyla tanıdığı bir savcıya bütün olayları teferruatıyla anlatabilirdim. Telefon numarısını buldum, elim ahizeye uzandı ama son anda duraladım. Karşımızdaki taraf çok ünlü ve memleket çapında nam salmış biriydi ve elimde henüz böyle bir kişiyi suçlayacak yeterli delil yoktu. Emel'in giysileri ise işler kızışırsa aleyhime bir koz olarak bile kullanılabilirdi.
Telefon etmekten son anda vazgeçtim.
Biraz daha beklemeliydim. Ama neyi bekleyeceğimi bilmiyordum. Bu şartlar altında kayıp Kerim'i bulmam çok zordu; bulsam bile oğlan kendi rızasıyla annesine sığınmış ise ondan ne öğrenebilirdim ki? Her halde bana Emel'i gebe bıraktığını söy-
leyecek değildi. Ayrıca Emel'in öldürüldüğünü biliyor muydu? Annesi onu himayesine aldıysa, -öyle yaptığına emindim- muhtemelen kızın akibeti hakkında ona bilgi vermemiş olabilirdi. Aysel hinoğlu hin biriydi.
Galiba yine işe Kerim'i aramakla devam etmeliydim. Düğümün hep o çocuğun bulunmasıyla çözüleceğine inanıyordum. Kerim'in ifadesine göre de polise başvurmayı düşündüm. Şimdi önümdeki tek sorun oğlanı bulmaktı...
Eve döndüğümde Jale'nin benden önce geldiğini gördüm. Kapıyı o açtı. "Hoş geldin sevgilim" diyerek yanağıma bir öpücük kondurdu. "Seni bekliyordum, arabanı camdan gördüm."
Ben de onu öptüm. Kızcağız yüzümdeki ifadeden yine gergin olduğumu anlamıştı.
"Ne o?" dedi. "Sinirlisin. Yeni bir vukuat mı var?"
Artık bazı şeyleri ondan saklayamazdım.
"Bugün büroya biri geldi" diye mırıldandım. "Cahit Ka-laycıoğlu'nun adamıymış. Önce bana bu işin peşini bırakmam için rüşvet teklif etti, ben reddedince de ölümle tehdit etti."
"inanmıyorum!"
"Ne yazık ki öyle."
"Olacak şey değil. Vay namussuzlar. Polise başvurdun mu?"
"Hayır."
"Neden? Daha ne bekliyorsun ki? İşi iyice azıttılar. Bunlardan korkulur. Bence hemen polise başvurmalısın, hem de hiç vakit geçirmeden."
Başımı salladım. "Çekmiyorum Jale."
Hayretle yüzüme baktı. "Polisten mi?"
"Evet."
"Emel'in giysilerinin sende olması meselesi mi?"
"O değil, onu belki uygun bir dille savcıya ve polise anlatabilirim."
315
"O halde neden korkuyorsun?"
"Bu herifler sana da bir kötülük yapabilirler. Beni devamlı izliyorlarmış, dolayısıyla beraber yaşadığımızı biliyorlardır. Çok 3J0    iyi düşünüp karar vermek zorundayım."
Lacivert gözlerinde geçici bir korku dalgalandı. Bir süre susarak yüzüme baktı. Korktuğunu hemen anladım. Hatta bir an böyle bir açıklama yaptığım için pişmanlık duyar gibi oldum, ama onun da durumu bilmesinde yarar vardı.
"Bana bir şey yapacaklarını sanmam" dedi.
"Hiç belli olmaz. Bunların gözü kara. Kendilerine çok güveniyorlar."
Ağır ağır salona yürüdük.
"Bir içki vereyim mi sana?" diye sordu. "Çok gerginsin."
"iyi olur."
Kendimi koltuğa attım. Saatlerdir başım ağnyordu. Jale bardağa iki parmak viski koyarak uzattı. "Sen de içer misin?"
Hayır anlamında başını salladı. Sonra yumuşacık bir sesle sordu:
"Peki, şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?"
"Henüz bilmiyorum, daha doğrusu sağlıklı bir karar veremiyorum. Bence meselenin çözümü Kerim denen oğlanı bulmaya bağlı. Onu arayacağım."
"Onu bulman çok zor."
"Neden?"
"Ne bileyim, günlerdir bu işin peşindesin ama oğlana dair en ufak bir ipucu ele geçiremedin. Günler geçtikçe durum daha da kötüleşiyor. Onu nasıl bulacaksın?"
"Bugün büroda aklıma bir fikir geldi. Emel'i Aysel'in öldürttüğünü biliyoruz. Bunun en açık delili teknede bulduğumuz giysiler. Şimdi şöyle düşünelim, bu kadın kızı niye öldürebilir? ilk ihtimal Emel, Aysel'e şantaj yapmıştır, oğlundan gebeyim, diye. Ne istediğini bilmiyorum ama külliyetli miktarda para olabilir. Vermezsen durumu basına açıklarım, diye tehdit etmiştir.
"Ama Emel, Aysel Kalaycıoğlu'nun Kerim'in annesi olduğunu nerden bilebilir? Oğlanın ailesinden hiç bahsetmediğini söylemiştin."
"Buna emin olamayız. Konuşurlarken bir vesile ile ağzın-    ~3Î7 dan kaçırmış olabilir, kız da durumu öğrenince bunu para ko-parmanın bir yolu olarak düşünebilir."
"Bence zayıf bir olasılık" dedi Jale. "Emel fazla zeki olmayan bir kızdı, böyle çertefil planlar yapamazdı o."
"Kesin emin olamayız" diye söylendim, "ikinci ihtimal, kızı gebe bırakınca onunla evlenmek zorunda kaldığını hisseden Kerim, annesine gitmiştir. Babasına müracaatın hiçbir faydası yoktu, zira Vural meteliksiz durumdaydı. Bütün bir yaşam boyu oğlundan uzak kalmış bir annenin, pişmanlık duyarak böylesine zor bir anında kendisine yardım edebileceğini düşünmüş olabilir."
Jale yine itiraz etti.
"Ona niye yardım etsin ki? Onu hiç arayıp sormayan bir anne böyle bir durumda yüzüne bile bakmaz, belki de karşısından kovar."                        <|_
"Ama durum senin söylediğin gibi olmalı. Kuvvetle muhtemel Aysel bu yardım isteğini geri çevirmedi, aksi halde Emel'in giysilerini teknede bulamazdık. Şu veya bu şekilde oğluna yardım etti."
"Dediğin gibi olsa kıza para verir, kürtaj yaptırır ve kızı sustururdu. Niye öldürsün? Saçma değil mi?"
"Korkmuş olabilir?"
"Kimden korkmuş olacak?"
"Emel'in sonradan bu durumu bir şantaj vesilesi yapmasından."
Jale dudaklarını büzdü. Sıraladığım ihtimalleri pek onaylamıyordu. "Söylediklerin bana biraz ters geldi. Oğlunu düşünüyorsa, kızla evlendirir ve onlara para vererek uzak bir yerde hayat kurmalarını sağlardı. Bu daha sağlıklı ve mantıklı bir çözüm
değil mi? Gerekirse zaman zaman da el altından yardım ederdi, nasıl olsa zengin bir kadın, işi cinayet işlemeye kadar götürmesi sana abes gelmiyor mu?"
Jale itiraz ettikçe umutlarım kırılıyordu. Korkarım benden daha sağlıklı düşünüyordu. Elimdeki bardağı bir dikişte boşalttım.
"Aklıma başka bir neden gelmiyor" diye homurdandım.
"Bu işe kendini pek kaptırdın sevgilim" diye söylendi. "Sanırım bütün işini gücünü bıraktın ve sadece bu meseleyle uğraşıyorsun."
Haklıydı.. Hakikaten bu olay beynimden hiç çıkmıyordu.
"Doğru" diye mırıldandım.
Ellerimi tuttu. "Unut. Şimdilik tek bir şeyi düşün."
"Neyi?"
"Beni.. Sevdiğin, delice aşık olduğun yaramaz kızı."
Gülümsedim. "O hiç aklımdan çıkmıyor ki zaten. Başıma ne geldiyse onun yüzünden geldi. O olmasaydı, çoktan Vural'ı başımdan savardım."
"Tahmin ediyorum" diye kollarını boynuma doladı. Israrla gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerini hiç kaçırmadan.
"Ne o? Niye öyle bakıyorsun?"
"Seni inceliyorum. Biliyor musun, bu halini ilk defa görüyorum."
"Ne var halimde?"
"işte şimdi oluyor. Bu sevindirici bir durum. Artık gözlerinde arzu ve ihtiras yok. Tamamen şefkat ve içten bir sevgi var. Beklediğim de buydu."
"Ne yani? Seni sadece arzuladığımı mı düşünüyordun? Bütün isteklerimin sırf kaba cinsel arzular olduğunu mu sandın?"
"Evet. Çıplak ayaklarımı ilk gördüğün andan beri."
Utangaç genç bir aşık gibi gülümsedim. "Elimde değildi." dedim. "Güzel ve bakımlı kadın ayağı beni her zaman tahrik eder."
"Biliyorum" dedi. "Onları görmek ister misin?"
"Hayır."
Çapkınca güldü. "Neden?"
"Bu akşam seninle mücadele edecek halim yok. Nasıl olsa sonunda yine kavga edeceğiz. Sağlam kafaya ve düşünmeye ihtiyacım var."
"Bence biraz dinlenmeye ihtiyacın var. Sana benden daha iyi müsekkin ilaç olur mu?"
Ben de güldüm. "Bu doktor tavsiyesi mi?" diye sordum...
* * *
Ertesi sabah geç uyandım. Cumartesiydi ve ikimiz de işe gitmeyecektik. Mutfaktan kızarmış ekmek kokuları geliyordu. Jale benden önce kalkmış, kahvaltıyı hazırlamıştı.
Mutfak kapısından başımı uzatarak, "Günaydın, erkenci-sin" dedim.
"Ne yapayım, utandım. Her sabah sen kalkıp kahvaltı hazırlıyorsun, bari bu sabah da ben yapayım, dedim" diye gülümsedi.                             ,4.
Kahvaltıda, "Bugün programın nedir?" diye sordu.
"Bir arkadaşımı ziyaret etmek zorundayım." Niyetim gazeteci EşrePden aldığım fakstaki yerlere gitmekti, ilk olarak da Eskihisar'dan başlamayı düşünüyordum.
"Arkadaşın ne tarafta oturuyor? Uzak mı?"
Peşime takılmaması için, "Ooo, çok uzak" dedim.
Cin gibi bakışlarımı yüzüme çevirdi. Huylanmasın diye, "Niye sordun?" dedim.
"Canım sıkılıyor. Bugün hava güzel, belki birlikte oluruz diye düşünmüştüm."
"Belki sonra; sabahtan olmaz."
"Çok mu önemli bu konuşman, telefonla halledemez misin?"
"Üzgünüm hayatım, ama halledemem."
Galiba onu atlatmaya çalıştığımı anlamıştı. Lacivert gözler ışıldadı yeniden.
"Bak bakayım suratıma. Sen yine bir şeyler saklıyorsun benden galiba?"
"Yok canım! Ne saklayacağım?"
"Hadi hadi! Ben anlarım. Gözlerindeki ifadeden yalan söylediğin hemen belli oluyor."
Gerçeği söylemek belki daha doğru olacaktı. Oturup ona tüm aklımdan geçenleri anlattım. Önce ben de geleceğim, diye tutturdu ama ona ayağıma bağ olacağını uygun bir dille izah etmeye çalıştım. Sonunda peki dedi. Dikkatli olmamı, başımı daha fazla derde sokmamamı, oğlanı bulursam sadece yerini babasına bildirmekle yetinmemi ısrarla tembih etti. Ben gelinceye kadar dışarı çıkma dedim. Öğleden sonra birlikte gezmeyi kararlaştırdık.
Jale'nin artık korkmaya başladığını hissediyordum. Bu da hayra alametti. Hiç olmazsa biraz daha dikkatli davranırdı bundan sonra...
3
Kış günü yollar tenha sayılırdı. E-5'e çıkarak Eskihisar'ın yolunu tuttum. Etrafı ışıldatan güneş Bayramoğlu'na geldiğimde bulutların arasına girdi. Gündoğusundan sert bir esinti başladı. Hava bozuyordu. Böyle giderse yağmur yağacaktı. Göğü saran bulutların hepsi koyu griydi. Düşündüğüm gibi de oldu, E-5'den Gümüş Vadi villalarına giden sapağa girdiğimde ilk yağmur damlacıkları cama düşmeye başladı.
Denize hakim bir tepe üzerine, iki üç katlı şık villalardan oluşan yeni bir yerleşim merkezi kurulmuştu, inşaatların çoğu bitmiş durumdaydı, yine de bazı yerlerde hâlâ çalışan işçiler görülüyordu. Dikkati fazla çekmemek için önce site içinde şöyle bir tur atom. Bütün ana ve tali yollar asfalt yerine muntazam parke taşlarla döşenmişti. Kaldırım.ve bordürler tuğla rengi taşlarla kaplıydı. Arabayı ağır ağır sürerken binalara bakmaya başladım. Çoğu boştu. Bir iki tanesinin pencerelerinde asılı perdeler gördüm, fakat görüşüne bakılırsa onlarda da kimse kalmıyordu.
Arabayla ilgilenen kimse yoktu. Zaten çevrede ilgilenecek canlı da görünmüyordu. Tatlı bir meyille yükselen site hoşuma gitmişti. Dört ayrı tip yapı vardı ve her tip ayn renge boyanmıştı. Mimari tarzlan da genelde görmeye alıştıklarımızdan farklıydı.
Bir tur daha attım.
Etrafta soru soracak kimse bile yoktu, inşaatçı firmanın şantiyesini aradım, bulamadım. Sitenin hemen girişindeki evlerden birinde çalışan birkaç amele görmüştüm, ama onlar da, binanın içi dekorasyonu ile ilgiliydiler galiba. Kalaycıoğlu'nun villası hangisi diye sorsam, bilmediklerini söyleyeceklerine emindim. Ayrıca isim vererek sormak pek işime gelmiyordu.
Pencerelerinden perde gördüğüm evlerin önünden bir daha geçtim, içerde hiçbir hareket sezinlemedim. Muhtemelen onlar da boştu. Keyfim kaçtı. Dönmeye karar verdim.
Bir Aşk Masalı - F: 21
Hafif meyilli ana yoldan aşağıya doğru hafifçe gazladım. Tam o sırada sitenin alttaki ana girişinden beyaz bir arabanın yukarıya doğru kıvrıldığını gördüm. Nedendir bilinmez, araba beni heyecanlandırdı. Aniden bir ümide kapıldım. Anlamsız olduğunu biliyordum ama yine de yüreğim çarpmaya başlamıştı. Sanki hiç umulmadık anda bir sürpriz olacak, bir şeyler öğrene-cekmişim gibi bir duyguya kapılmıştım.
İçimden geçenler saçmaydı tabii, uzakta gördüğüm arabayla içimdeki titreşimlerin ne ilgisi olabilirdi ki? Çocuksu bir duyguydu bu. Fakat elimde olmadan, şuursuz bir irilimle direksiyonu sağ taraftaki ilk boş sokağa kırdım. Beş, on metre sonra da frene bastım.
Belki beyaz araba benim saptığım sokağa bile gelmeden, daha aşağıdaki başka bir yola girecekti. Yaptığım şeye içimden gülümsemek geldi. Bu davranışımın mantıki bir izahı olamazdı. Ayağımı frenden çekmeden koltuğumda geri dönüp arka pencereden arabayı bekledim.
Bütün çevre boş olduğu için, yaklaşan arabanın homurtusunu işitebiliyordum.
Araba hızla sokak ağzından geçerek, az evvel indiğim yokuşa tırmandı. Ama o kısa süre içinde damarlanmdaki adrenalini bir anda fırlatan önemli şeyler görmüştüm.
Bir an inanmakta zorlandım. Belki kafamın olaylarla fazla meşguliyeti, hayal görmeme yol açıyordu. Sürücü koltuğunda bir kadın vardı ve bu Aysel'di.
Motor homurtusu yokuş yukarı azalarak kayboldu. Belki yanılmıştım, belki bir iki saniye içinde gördüğüm o siluet, Aysel'e ait değildi. Fakat bunu kontrol etmeden duramazdım. Hemen Passat'ı geri geri sürerek yola çıktım ve arabayı tepeye yükselen meyile çevirdim, ilerdeki beyaz arabayı hâlâ görüyordum, o hızla çoktan yolun sonuna varmıştı ve iri stop lambaları kırmızı kırmızı yandı. Duracaktı..
Bir an ne yapacağımı şaşırdım.
Yanılmıyorsam arabada sadece sürücü koltuğundaki kadını görebilmiştim ve kadın yalnızdı. Aynı anda bir sürü şey aklıma üşüşmeye başladı. Acaba arabadaki kadını Aysel'e mi benzetmiştim? Çünkü Aysel'in yanına koruma almadan tek başına böyle tenha bir yere geleceğini sanmıyordum. Buna kocası da izin vermezdi. Başlarında böyle bir bela varken, kadının tek başına buralara gelmesi hiç de normal değildi. Yoksa olup bitenlerden kocasının haberi yok muydu? Yazıhaneme gelen adamı hatırladım, o Cahit Kalaycıoğlu'nu temsil ettiğini söylemişti. Yalan mıydı acaba?
Pek çok sorunun cevabını az sonra alacağıma inanmaya başlamıştım. Artık Kerim'in burada saklandığına emindim. Arabayı gazladım. Çılgınca bir iş yaptığımın farkındaydım evde her halde bir sürü adam olmalıydı. Eve girmemin çok zor olduğunu biliyordum. Bu insanların hiç şakası yoktu, eli kanlı katillerdi bunlar. Emel'i öldürdükleri gibi gerekirse beni de hiç tereddüt etmeden vurabilirlerdi.
Doğrusu korkuyordum. Hayatımda tam huzuru ve tatlı bir aşkı yakaladığımı sandığım sırada bir hiç uğruna vurulmak istemiyordum. Fakat içimdeki merak öylesine güçlüydü ki, daha fazlasını muhakeme edecek, sağlıklı bir değerlendirme yapacak durumda değildim. Tepeye yaklaşırken, Aysel'in arabadan indiğini gördüm, ister istemez biraz yavaşladım. Aramızda en azından dört yüz metrelik bir mesafe vardı. Buradan beni teşhis etmesi zor ihtimaldi.
Kadının sırtında bir anorak, altında da mavi eşofman vardı. Ayaklarına tenis ayakkabıları giymişti. Arabadan ufak bir çanta çıkardı. Etrafla hiç ilgilenmeden eve doğru yürüdü. Yaklaşan arabamı görmemesi olanaksızdı, fakat bir kere bile başını çevirerek merak edip arabaya bakmamıştı.
Ya oraya gelebileceğime ihtimal vermemişti, ya da bu bir tuzaktı ve gelmemi bekliyorlardı, içimi şiddedi bir ürperti aldı.
Tepeye varmadan son sokağın başında durdum. Sonra arabayı o sokağa soktum. Aysel'in arabasının yamna kadar gitmek
istemiyordum. Hâlâ bir şansım vardı, izlerini bulup Eskihisar'a gelebileceğimi düşünmemiş olmaları da hâlâ ihtimal dahilindey-di.
Arabadan indim.
Acele ile kaçmak zorunda kalabileceğimi düşünerek kapıları bile kilitlemedim. Soğuk ve sert bir rüzgarla birlikte iki yağmur damlası suratıma çarptı. Yağmur hafif hafif atıştırıyordu.
Arabayı bıraktığım sokak ile Aysel'in girdiği villa arasında üç bina vardı. Evlerin hepsi bahçe içindeydi. Elimden geldiğince duvar diplerinden gitmeye çalışarak villaya doğru yaklaştım. Biraz heyecan ve meraktan, biraz da korkudan kalbim deli gibi çarpıyordu. Cahit Kalaycıoğlu sitenin en güzel villasını almıştı. Tam tepenin üstündeydi ve önünde başka bir bina yoktu. Ön tarafından Marmara denizi bütün ihtişamıyla görünüyordu. Villanın denize bakan cephesinin önündeki çim bahçe tatlı bir meyille aşağıya kayıyordu. Villanın üst katındaki pencerelerde perde yoktu. Ama alt katın tüm perdeleri sıkı sıkıya kapalıydı. Aysel son model beyaz Buick'i binanın yanına parketmişti. Bulunduğum yerden arabada başka kimse olmadığını görebiliyordum.
Ne yapacağımı bilemeden öylece beklemeye başladım.
Kerim'in içerde olduğuna yüzde yüz inanıyordum. Belki de kadın oğlunu buradan alıp daha emniyetli bir yere nakletmek için gelmiş olabilirdi. Kalaycıoğlu ailesi sıkışmaya başlamıştı.
Orada saatlerce durup bekleyemezdim, bir şeyler yapmalıydım. Bitişik evin yan duvarından villayı gözetlemeye devam ettim. Giriş kapısını görebiliyordum. Kapı aralık duruyordu, tam kapatılmamıştı.
Önce Aysel'in hemen çıkacağını düşündüm. Arabanın içinden bir çanta çıkarmıştı, belki de oğluna giyecek bir şeyler getirmişti, onları verip hemen çıkacaktı. Ama kapıyı açık bırakması tedbirsizlik değil miydi?
Yoksa bu içeriye girmem için kasten tertiplenmiş bir tuzak mıydı? Hayır, diye mırıldandım kendi kendime. Tuzak olamazdı, bugün buraya geleceğimi Aysel nereden bilebilirdi? Dün büroma

Yüklə 2,22 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin