Daha da kötüsü şimdi Aysel de Vural da bu ihbarı benim yaptığımı düşüneceklerdi. Ne de olsa hukukçuydum. Bildiğim şeyleri polise haber vermem hem bir hukukçu olarak hem de namuslu bir vatandaş olarak görevimdi. Oysa her iki tarafa da polise şimdilik gitmeyeceğime dair söz vermiştim.
Şimdi aklıma başka ihtimaller de geliyordu. Alt tarafi ben polis hafiyesi değildim, araştırma imkanlarım sınırlıydı, yoksa bu işin içinde hiç tanımadığım insanlarda mı vardı? Öyle ya, Kerim de Jale de, Emel'in hafifmeşrep biri olduğunu iddia ediyorlardı. Belki kızı adını bile duymadığım başka bir erkek hamile bırakmış ve olay duyulunca da öldürmüş olabilirdi? Böyle bir ihtimal tüylerimi diken diken etti. Sonra kendi kendime yanlış düşünüyorsun Sinan, diye söylendim. Bu cinayeti bildiğim grupların dışında biri işleyemezdi. En açık nedeni de teknede bulduğum Emel'in giysileriydi.
O giysiler sanırım olayın aydınlanmasında en önemli ipucu olacaktı.
Düşüncelerimi bir türlü toplayamıyordum. Şayet cinayeti çevremdeki insanların dışında biri işlemişse o elbiseleri tekneye ne sebeple bırakmıştı? Kerim'in yaşamındaki sırrı nasıl öğrenmişlerdi? Sonunda katilin dışardan biri olabileceği ihtimalini tamamen sildim kafamdan.
Katilin bir erkek olması şarttı. Çünkü öldürülen kız önce gebe bırakılmıştı. Hâlâ bu cinayeti Kerim'in işlediğini sanıyordum. O boş villada konuşurken Aysel'e ve oğlana inanır gibi olmuş ve hatta bir ara Vural'dan bile şüphelenmiştim. Vural'ın dengesiz olduğunu, davranışlarında gariplikler bulunduğunu da farkediyordum, yoksa katil gerçekten o olabilir miydi?
Bilemiyordum ve gazetedeki haberi okuyunca başıma bir ağrı saplanmıştı. Kerim'le bir daha konuşmalıydım, hem de yanında annesi yokken.
Yerimden firladım. Yalçın şaşırarak yüzüme bakû. "Gidiyor musunuz abi?" diye sordu. "Evet" diye mırıldandım. "Belki bu gün büroya dönmem. Arayan olursa siz idare ediverin."
Yardımcım endişeli nazarlarla beni süzdü. Ama ağzını açıp tek kelime etmedi...
* * *
Arabaya atlayıp doğru Eskihisar'a yollandım. Bu kez oğlanı iyice sıkıştıracaktım, ilk görüşmemizde zaman zaman tereddütlere düştüğünü, verdiği cevaplarda annesinden yardım ister gibi ona baktığını birkaç kez yakalamıştım. O çocuk bir şeyler saklıyordu. Vural'a suç isnadı galiba bilinçli olarak yapılmıştı ve ben de saf saf yutmuştum.
Anadolu yakasına geçişte trafik rahattı. Gazı kökledim. Hızla yol alıyordum. Kısa zamanda Gümüş Vadi Konaklarına geldim. Bu defa arabayı tam villanın önüne çektim.
Zili çaldım. Heyecanla kapının açılmasını bekliyordum. Az sonra kapı aralandı. Aralıktan daha önce burnunu kırdığım Hüsamettin denen adamın yüzü göründü. Beni bu saatte karşısında bulacağını pek tahmin etmemiş olacaktı ki epey şaşırdı.
"Ne istiyorsun?" diye sordu hoşnutsuz bir ifadeyle.
"Kerim'le konuşacağım."
"Hanımefendi evde yok. içeriye kimseyi alamam."
Sert bir şekilde homurdandım.
"Ulan dümbelek, hanımınla değil, çocukla konuşacağım dedim sana."
Ani bir hareketle kapıyı yüzeme kapatmak işedi; hemen ayağımı kapının aralığına soktum, örtemedi. "Yine olay mı çıkartmak istiyorsun?"
"Beni içeri almazsan burnunu bir daha kırarım."
Aslında böyle sert ve haşin erkek pozları takınmaya alışık biri de değildim, ama yediği yumruğun hâlâ etkisinde olan adam kısa bir tereddütten sonra kapıyı açtı. Bilmezdi ki o yumruk hayatta attığım ilk ciddi ve yerini bulmuş yumruk sayılırdı.
"Nerde o?" diye bağırır gibi sordum.
"Odada. Televizyon seyrediyor."
"Tamam, anladım" dedim. Peşimden gelmek istedi. Bu defa omzundan tutup dostça sırıttım. "Sen dışarda kal. Yalnız konuşmak istiyorum."
"Ama Hanımefendi'nin emri var, onu yalnız bırakamam."
"Merak etme. Ona bir şey yapacak değilim. Sadece birkaç sual soracağım."
Çok huzursuzdu fakat ısrar etmedi. Kapıyı açıp içeri girdim.
Çelimsiz delikanlı giysileri ile karyolaya uzanmış, bezgin ve dalgın kanallardan birindeki filmi seyrediyordu. Odaya girişimin farkına bile varmadı. Beni koruyucusu Hüsamettin sanmıştı.
"Merhaba evlat" d]tdim.
Birden irkildi, yerinden sıçrayarak oturur duruma geldi. Hemen suratı asılmıştı.
"Yine mi geldiniz?" diye homurdandı. Bu ani ziyaretimden hoşlanmadığını açıkça belli etti.
"Sana birkaç soru sormalıyım."
"Ne öğrenmek istiyorsunuz ki? Fazla bir şey bilmiyorum."
"Yine de aklıma takılan bazı şeyler var."
Yanındaki masanın üzerinde yeşil bir elma duruyordu. Bilinçsizce elmaya uzanıp dişledi. Vakit kazanmak ve beynindeki-leri bir düzene sokarak hazırlıklı olmak gibi bir heyecana kapıldığını düşündüm.
"Bak," dedim. "Ben babanın çok eski bir arkadaşıyım. Onu iyi tanırım. Hakkında söylediklerin bana hiç de inandırıcı gelmedi. Ondan çeşitli nedenlerle hoşlanmıyor olabilirsin. Şu an
annen burada değil, şimdi oturup, seninle erkek erkeğe konuşalım."
"Benim söyleyecek başka bir şeyim yok."
"Olması gerekir. Çünkü polis Emel'in kimliğini tesbit etti."
"Biliyorum" diye homurdandı. "Bugünkü gazetelerden
öğrendim. Çok şükür okumam yazmam var. Anneme verdiğiniz
sözü tutmadınız."
"Yanılıyorsun" dedim. "Polise ihbar eden ben değilim." "Başka kim olabilir ki? Babam mı? Ne de olsa siz onun adamısınız?"
Başımı salladım. "Yanılıyorsun evlat, ben kimsenin adamı değilim. Babana yardım etmek istiyorum, çünkü hâlâ onun suçsuz olduğu kanısındayım."
"Görüyorum. Bunu ilk karşılaşmamızda anladım. Yanıldığınızı size ispadamam çok zor. Ne diyebilirim ki? Sanınm siz babamı hâlâ daha ben dünyada bile yokken, gençlik, o varlıklı olduğu zamandaki haliyle tanıyor ve öyle olduğunu sanıyorsunuz."
"O yandan bu yana ne değişti evlat?"
"Bu kadarını sizin de farketmeniz lazım. Ben babamı bildim bileli içkici, kumarbaz ve saldırgandır."
Kaşlarımı çattım. "Yalan söylüyorsun. Bu yalanlara devam edersen babanın başı fena halde derde girecek, bunun farkında mısın?"
"Keşke söylediğiniz gibi olsa."
"Biliyorsun, ben avukatım. Cesedin kimliği tesbit edilince Emel'in bütün tanıdıkları, arkadaşları sorguya çekilecek. Belki morgda onu görmek istediğim için polisler bana da gelecek. O zaman bildiklerimi söylemek zorunda kalacağım."
"Benim saklandığım yeri de söyleyecek misiniz?"
"Babanın gerçek suçlu olduğunu bana ispadarsan söylemem. Şimdi bana gerçekleri anlat. Emel'in babana yazdığı o mektup gerçek mi yoksa sen mi uydurdun?"
"Yemin ediyorum gerçek. Annemin adamları her yerde o mektubu aradılar ama bulamadılar. Zaten bulsalardı, sorun da kalmayacaktı. Belki başka mektuplar da vardı ama ne yazık ki babam onlan ortadan kaldırmış olmalı."
"EmePle cinsel ilişkide bulunduğunu inkar mı ediyorsun?"
"Size hayır demiştim. Ben hiç EmePle ilişkide bulunmadım."
Cebimden cüzdanımı çıkararak, adada çekilmiş fotoğrafı oğlana uzattım. "Şu yazıyı oku" dedim. "En mutlu günümüzün ebedi anısı. Ne anlama geliyor bu?"
Resmi alarak hayretle, ilk defa görüyormuş gibi baktı.
"Bu benim yazım değil, ben yazmadım."
"Emel'in olabilir mi?"
"Bunu daha öncede sormuştunuz. Emel'in yazısı da de-ğil."
"Bir kadının el yazısına daha çok benziyor."
"Ama Emel'in değil dedim."
Biraz sert şekilde sordum. "Öyleyse fotoğrafın üstüne bunu kim yazdı?" *
"inanın bilmiyorum."
aEn mutlu günümüz lafiyla ne kastediliyor. Birbirinizin olduğu gün mü?"
"Hâlâ aynı şeyde ısrar "ediyorsunuz, onunla ilişkiye girmedim diyorum size."
"inanmıyorum sana evlat. Bu yazıyı sen veya Emel yazma-dıysa annenin adamlan sizin ve Emel'in evinde bu resmi bulmak için her tarafi niye didik didik araştırdılar?"
"Onların asıl aradıkları Emel'in mektubuydu."
"Ama bu resmi de aradılar, değil mi?"
Oğlan yutkundu, sonra, "Olabilir" diye mırıldandı. "Zira o resimler de Emel'le aramda bir ilişki olduğu kanaatini doğurabilirdi. Nitekim siz de öyle düşünüyorsunuz. Asıl sorun da bu zaten. Korkunç bir komplo ile karşı karşıyayım."
"Yok canım? Nasıl bir komploymuş bu?"
"Bütün şardar aleyhime Arkadaşım gebe kalıyor, onu hamile bırakacak tek aday da ben görünüyorum. Babam size bu resmi veriyor..."
Sözünü kestim. "O resmi baban vermedi. Ben buldum."
"Bu da babamın bir oyunu olabilir. Resmi bulmanızı sağlamış olabilir. Ne çocuğu aldıracak ne de onunla evlenecek halim olmadığına göre, benim böyle bir cinayete kalkışacağımı düşünüyorsunuz tabii."
"Evet, akla yakın."
"Onun da istediği buydu zaten. Şüphelerin benim üzerimde toplanması."
"Sen fena halde şartlanmışsın evlat. Yoksa bu düşünceleri aklına annen mi sokuyor?"
"Yine yanılıyorsunuz. Annem çok iyi bir insan. Melek gibi. Anlayışlı ve sevgi dolu. Keşke yıllar önce onun yanına gide-bilseydim. Ama geçekleri ancak aklım başıma gelince anlayabildim. Babamın ne kadar hasta ruhlu, bencil ve nefret dolu olduğunu görebildim. Her halde bütün olanları size anlatmamıştır."
"Ne anlatacaktı ki?"
"Büyükbabamdan kalan serveti nasıl tükettiğini.
Sırıttım. "Sen biliyor musun yani? Büyükbaban öldüğünde bir yaşında filan olmalısın, nasıl bilebilirsin?"
"îşte işin ince noktası da burada başlıyor. Babamın ailesi bütün suçu hep anneme yükledi, onu küçümseyip hiç sevmediler. Onu küçük gördüler. Babamın servetini yitirmesinden annemi sorumlu tuttular."
"Dur bir dakika. Sen babanın ailesini tanıyor musun?"
"Pek sayılmaz. Bir kere Adana'ya gittiğimizde babamın büyük halasını görmüştüm. O zamanlar ilk okuldaydım. Aksi ve lanet suratlı bir kadındı. Hatta ondan korkmuştum. Küçük halası ve çocukları iskenderun'da yaşıyorlardı. Hepsi babama bozuktular ve onunla görüşmüyorlardı. Babamın evliliğini onayla-
mamışlardı. Annemden nefret ediyorlar ve onun büyükbabamın servetini mahvettiğini babamın başını yediğini söylüyorlardı. Hatta öz halam bu yüzdem babamla hiç konuşmuyordu. Onu hayatımda bir kerecik olsun görmemiştim."
"Yine yalan söylüyorsun. Ben bilirim, babanın kardeşi yoktur."
"Ailemi benden iyi mi bileceksiniz? Babamın kendinden küçük bir kız kardeşi vardır. Macide halam. O da Adana'da yaşar, isterseniz babama sorun."
Anılarımı zorladım, Vural'ın okul yıllarından bir kız kardeşi olduğunu hiç anımsamıyordum, belki olabilirdi, belki bahsetmişti de ben unutmuştum.
"Niye dargınlar?" diye sordum. "Annen yüzünden mi?"
"Bunu ben de babama sormuştum. Halam bir defa bile beni görmek istememişti. Babamın tarafi hep bencil ve acımasız insanlardır. Onları hiç sevmem."
Delikanlı sustu. Sinirlerinin çok gergin olduğunu görebiliyordum. Hatta ağlamamak için kendini zor tuttuğunu hissettim. Ama gözyaşlarını tutırçasını bildi.
"Babam dünyanın en kötü insanıdır" diyebildi. "Şimdi de işlemediğim bir suçu üzerime yıkmak istiyor."
"işte, benim de anlamadığım nokta bu. Neden? Bir baba böyle bir haksızlığı neden oğluna yapsın?"
Kerim kızardı. Aklından geçenleri söyleyip söylememek hususunda kararsızdı. Sonunda dayanamayarak patladı. "Biliyor musunuz, çocukken bazen beni döverdi ve her seferinde bana piç diye küfrederdi. Annemin beni başka birisinden peydahladığını iddia ederdi."
Donakaldım. Bu tanıdığım Vural'ın tarzı değildi.
"Doğru mu söylüyorsun?"
"Artık saklayacağım ne kaldı ki? inanmıyorsanız babama sorun."
"Bu kızgınlıkla söylenmiş rastgele bir yakıştırma olmasın?"
"Hayır. Orta okuldayken bir gün bana niye öyle söylediğini sordum. Üstüme yürüdü, az daha beni döve döve öldürecekti, zor elinden kurtuldum. Ertesi gün biraz sakinleştiğinde an-~ğöğ neme gitmek istiyorum dedim, bana asla seni o orospuya ver-mem, diye diretti. Ne zaman annemin lafi açılsa tüyleri diken diken olurdu."
Derin bir nefes aldı oğlan.
Aklım yine karıştı. Çocuğun belli ki yaşamı boyunca çektiği şüpheler şimdi bana bulaşmıştı. Acaba Kerim, Aysel'in başka birinden peydahladığı çocuk olabilir miydi?
Bu şimdiye kadar hiç aklıma gelmemişti.
O an birden bu olaylardan fena halde bunaldığımı hissettim. Yeterdi artık. Eski bir dostuma elimden geleni yapmaya çalışmıştım. Önce ortada sadece kayıp bir çocuk olayı vardı. Çocuğu bulmuştum da, ama artık bir cinayetle karşı karşıyaydık ve ipin ucu benim halledemeyeceğim kadar kaçmıştı. Bundan sonrasını ancak polis çözümleyebilirdi.
Bıkkınlık öylesine içimi kapladı ki, yerimde duramaz oldum. Ne halleri varsa görsünlerdi. Bir dostun yardımı ancak bu kadar olabilirdi. Daha da kötüsü bu işe fazlasıyla karışmıştım. Belki de olaylara ışık tutacak, cinayeti aydınlatacak teknedeki bulduğum giysiler hâlâ bendeydi. Polis durumu bir şekilde öğrenince başım belaya bile girebilirdi. Son bir kere, Vural ve Aysel'le görüşüp artık bu olayla ilgilenmediğimi söylemeye karar verdim. Herşey bir anda olmuştu. Ruhum kararıyor ve bütün bunları unutmak istiyordum. Oğlana tek kelime söylemeden geri dönüp odadan çıktım...
4
Arabayı hızla Nuh Kuyusu'na sürdüm. Düşündükçe sinirlerim geriliyordu; Vural'ın başıma sardığı bu dert, farkına varmadan uzunca bir süredir tek uğraşım olmuştu, iki haftadır baş-
ka hiçbir işle meşgul olmuyordum. Duruşmalara yardımcılarımı gönderiyor, randevularımı atlatıyor, toplantılara gitmiyordum. Bütün vaktimi ve dikkatimi bu işe vermiştim. Tabii, teselli bulduğum bir yanı da vardı; Jale'yi, çılgınca tutulduğum kadını da bu vesile ile bulmuştum.
Yine de artık uğraşmayacaktım. Vural'a da herşeyi anlatacaktım, içimde inşallah evde bulurum, diye geçiriyordum. Arabayı eski evin önüne çekerek kapıyı çaldım. Neyse ki evdeydi. Yüzüme çekinerek baktı. O her zaman ki mahcup ve sıkılgan ifadesiyle:
"Hoş geldin kardeşim, geç içeri" dedi.
Fikrimi hemen söylemezsem, kararımdan cayacağımdan korkuyordum. Ne kadar yufka yürekli olduğumu benden iyi kimse bilemezdi. Hiç duraksamadan, "Artık bu işi bırakıyorum Vural" diye homurdandım.
Hiçbir tepki vermedi.
Ağır başlılıkla, "Hele bir otur, soluklan" dedi.
"Kararlıyım" dedim.
"Tabii kardeşim .^Nasıl istersen. Sana ne diyebilirim ki? Sen elinden geleni yaptın. Sana çok şey borçluyum ve bu iyiliğini asla unutmayacağım."
Dik dik yüzüne baktım.
"Neden vazgeçtiğimi sormayacak mısın?"
"Buna hakkım var mı? Eski bir hukuk uğruna az mı uğraştın? Bana umduğumdan da fazla zaman ayırdın. Senin çok iyi bir dost olduğunu her zaman kabul etmişimdir. Ne diyebilirim."
Yüzüne ters ters bakmaya devam ediyordum.
"Bilmediğin ve henüz sana söylemediğim çok şey var ama."
Birden dikkatle yüzüme baktı. Meraklanmıştı.
"Ne gibi?"
"Oğlunu buldum!"
Sararıp titredi. Heyecandan nefesi tutulmuş gibiydi. Önce ağzını açıp tek kelime söyleyemedi. "Sahi mi?" diye fısıldayabildi ancak.
İsi "Sahi ya!"
Nedense sonra halimdeki garipliği sezinlemişti.
"Sıhhatinde bir şey yok, değil mi?"
Sinirli sinirli söylendim. "Turp gibi."
Şaşkınlıkla yüzüme bakarken, "Ama seni rahatsız eden bir şey var; yüzünden anlıyorum. Onu annesi mi kaçırmış?" diye sordu.
Acı gerçeği hâlâ yüzüne haykıramıyordum. Karşımdaki adamın Kerim'in söylediklerini yapacak hali hiç yoktu. Şimdi anlatacaklarımın onu nasıl sarsacağını tahmin ediyordum.
"Vural, beni bu işe neden bulaştırdın?" dedim.
Garip garip yüzüme baktı.
"Anlamadım, nasıl yani?"
"Ortada bir takım esrarengiz olaylar dönüyor. Aile içindeki bir ihtilaf birden suça dönüştü ve bir cinayet işlendi. Söyle bana o kızı kim öldürdü? O kızı kimin öldürdüğünü biliyor muydun? Olayların içine bir avukatı sokman bu sebepten miydi?"
Yüzünün ifadesi değişti, bitkin bir şekilde kerevete ilişti. Şimdi karşımdaki adam kırk yaşında değil de, sanki seksen yaşındaki bir ihtiyar gibi omuzlan çökmüş ve birden kocamış gibi göründü gözüme. Titreyerek sordu:
"Yoksa seni de zehirlediler mi?"
"Bırak şimdi bu ağızları da, bana gerçeği anlat. O kızı kimin öldürdüğünü biliyor musun?"
Başı önüne düştü. Hiç sesini çıkarmadı. Başka bir alemdey-miş gibi mınldandı.
"Sana ne dediler?"
"Kızı senin gebe bırakıp öldürdüğünü sonra da suçu oğluna yıkmak istediğini."
"Allah kahretsin!" diye homurdandı. "Bunu Aysel mi söyledi?"
"Hayır, oğlun!"
"Aman Allahım, inanamıyorum! Kerim mi etti bu lan?"
"Evet." ____
Omuzları büsbütün çöktü. "Ne olacak işte?" diye homur- 383 dandı. "O lanet kan.. Damarlanndaki o iblisin kanı.. Hiç şaşmamalı.. Anasına çekti.. Sonunda bana bu iftirayı atacak kadar adi-leşti demek."
Şaşkınlığı o kadar içtendi ki nasıl davranacağımı şaşırdım. Hiç üstüne varmadan onun çözülmesini bekledim. Böylesine ağır itham altında kalan bir babanın mutlaka bir reaksiyonu olacaktı.
Bana saatler gibi uzun gelen bir bekleyişten sonra zor duyulur bir sesle:
"Biliyor musun?" dedi. "Bütün insanlardan nefret ediyor ve ölmek istiyorum. Oğlum beni hayata bağlayan tek varlıktı. Onun için elimden geleni yapmaya çalıştım. Asla başarılı olduğumu söyleyemem ama sonuç böyle de olmamalıydı. Düşündükçe tüylerim diken diken oluyor. Şu emeklerimin karşılığına bak. Bir evlat babasına îjjasıl böyle davranır? Havsalan alıyor mu?"
"Ona çok hor mu davrandın?"
"Asla!"
"Dövdün mü?"
"Hayır.. Belki çok küçükken bir iki defa tokat atmışımdır. Hangi baba yapmaz ki"
"Daha büyüyünce onurunu kıracak laflar ettin mi?"
"Kesinlikle hayır."
"Mesela ona piç dedin mi hiç?"
Tuhaf tuhaf suratıma baktı.
"Piç mi?"
"Evet."
"O mu iddia etti, böyle söylediğimi?"
Başımı salladım.
"Beni uzun senelerdir tanırsın. Bir gün ağzımdan tek bir küfîir çıktığını duydun mu? iyi düşün?"
"Hayır" dedim.
"Ama korkarım, onun söylediklerine inandın?"
Sesimi çıkarmadım.
Hışımla konuştu. "Gerçekten küfürü hak etti o teres. Söyle sana başka ne dedi?"
Elimi uzatıp omzuna koydum.
"Beni iyi dinle" diye mırıldandım. "Sen benim dostum ve arkadaşımsın. Ama bu olaydaki gerçek suçlunun kim olduğunu inan anlamış değilim. Şimdi sana bir şey sormak istiyorum. Darılmak, gücenmek yok. Evliliğinin ilk yıllarında Aysel seni aldattı mı? Kerim senin çocuğun mu?"
Kıpkırmızı kesildi birden. Cevap veremedi. Hayretle yüzüme baktı.
"Kusura bakma" diye fısıldadım. "Böyle bir sual sormaya hakkım yok. Ama oğluna iki de bir piç diye küfür edip onu dö-vermişsin. Kerim'in iddiası bu."
Uzun bir süre gözleri dalarak inler gibi homurtular çıkardı.
"Artık ne diyeceğimi bilemiyorum" diye fısıldadı. "Hayatta bir babanın başına gelebilecek en ağır darbeyi aldım. Oğlum beni cinayetle itham ediyor."
"Soruma cevap vermedin" dedim. "Aysel seni aldattı mı?"
"Hayır. Evlenmemiz hataydı ama beni hiç aldatmadı. Günahını almak istemem."
"Doğru mu söylüyorsun? Onu hâlâ sevdiğini biliyorum. Bu cevabında samimi misin? Kerim'in bir başkasının çocuğu olmadığına emin misin?"
"Kesinlikle."
"Öyleyse niye ona piç diyordun?"
"Bu yalan Sinan, inan bana yalan. O velet sana yalan söylemiş."
Artık işin sonunun nereye varacağını kestiremiyordum.
Vural ağır ağır oturduğu kerevetten ayağa kalkü. Yüzüme minnetle bakarken, "Sana tek bir konuda yalan söyledim. Şayet ona da yalan denirse tabii."
Sanki yeni bir şey bulmuş gibi soluksuz sordum. "Neydi o?"
"Sonucun böyle olacağını üç aşağı beş yukarı tahmin etmiştim. Özellikle Emel de ortadan kaybolunca. Ama bir türlü Kerim'in böyle bir halt karıştıracağına ihtimal vermiyordum. Aslına bakılırsa, yırtık, kızlarla rahat ilişki kuran biri değildi. Hatta Emel'den başka kız arkadaşının olduğunu bile sanmıyordum. Kız iyi fakat biraz uçarıydı. Belki Kerim'le ilişkiye o girdi. Çünkü oğlumun cinsel tecrübesi olduğunu da hiç sanmıyordum. Ve korkarım Emel hamile kaldı. Paniğe kapılan benim aptal ve hain oğlum yardım için soluğu annesinde aldı. işte her şey de ondan sonra planlandı. Bunun başka hiç izahı yok. Aysel'in teknesinde bulduğun giysileri unutuyor musun? Bunu başka nasıl izah edebilirsin? Emel'in giysilerinin o teknede ne işi var? Kızı gebe bırakmış olabilir ama onun tavuk bile boğazlayacağına ihtimal verfeıem. Kızı Aysel ya da onun adamları öldürmüştür."
"Kızla bu evde hiç içki içtin mi?"
Yeniden yüzüme baktı garipseyerek.
"Evet içtim. Bunun şaşılacak nesi var ki? Ben, biliyorsun her akşam iki tek atarım. Hatta etrafımda oğlumun arkadaşlarını görünce daha da seviniyordum. Onlara da teklif ettim. Ama Kerim hayatın hiçbir nimetinden zevk almayacak tıynettedir, içkiyi de sevmezdi, hatta ben içiyorum diye, bozulurdu da. Ama kız benimle oturup içti. Suç mu bu?"
Soruları sormak bana ağır gelmeye başlamıştı.
"Kıza hiç sarkıntılık ettin mi?"
"Oynattın mı Sinan? O oğlumun arkadaşıydı ve kızım yaşındaydı."
"Belli olmaz. Bir an buhrana kapılabilirsin."
Bir Aşk Masalı - F: 25
"Çok saçma. Asla öyle bir şey olmadı."
"Ama Kerim, Emel'in ağzından sana yazılmış bir aşk mektubu bulduğunu iddia ediyor." 386 "O da yalan. Onun gibi hayatiyet dolu bir kız bende ne
bulabilir ki?"
"Belli olmaz, belki Kerim'de bulamadıklarını!."
"Kızma ama, saçmalıyorsun Sinan. Ben çoktan bitmiş bir erkeğim. Hem acı da olsa bir gerçek ki, gözüm hâlâ Aysel'den başkasını görmüyor."
"Ciddi mi söylüyorsun?"
Utanarak önüne baktı.
"Çocuğu hiç Adana'ya görürdün mü?"
Birbiri ardına sorduğum ilgisiz sualler Vural'ı şaşırtıyordu. Anlayamadı birden.
"Adana'ya mı?" dedi.
"Evet, akrabalarının yanına?"
Bir an düşündü.
"Evet" dedi sonra. "Yıllar önce bir defa götürmüştüm. Ne var ki bunda?"
"Halalarının yanına mı?"
"Benim halamın evine gitmiştik."
"Kerim'in de halası var mı? Yani senin kardeşin?"
"Bir ufak kız kardeşim var."
"Bilmiyordum. Okul yıllarında seni hep tek evlat olarak tanımıştık. Ünlü pamuk kralının oğlu diye."
Omuzlarını silkti. "Bilirsin" dedi. "Bizim oralarda daima erkek evlat revaçtadır. Zaten kardeşim Macide o tarihlerde çok ufaktı. Lafı bile geçmezdi."
"Oğlun onunla hiç karşılaşmadığını söyledi."
Vural bir an düşündü. "Doğrudur" dedi sonra.
"Kardeşinle görüşmüyor musun?"
"Hayır, kavgalıyız."
"Neden?"
"Bu uzun hikaye. Hem olaylarla halalarımın ve kardeşimin ne ilgisi var?"
"Sen yine de söyle."
Üzgün bir şekilde önüne baktı Vural.
"Macide haklı" dedi sonunda. "Babam öldüğünde o çok ufaktı. Sen daha iyi bilirsin, yasal olarak babamın mirasında onun da hakkı vardı. Ama ben babamdan arda kalanları çarçur ettim. Kardeşimin hakkını da yedim. Geriye ona bir şey kalmadı. Büyüyüp aklı başına gelince bana bozuldu. Bir tarihte esaslı bir kavga ettik. Bir daha da yüz yüze gelmedik. Halalarım da kardeşimin tarafını tuttular. Bunları da Kerim'den mi işittin?"
"Kısmen" dedim.
"Şimdi ne yapacaksın?"
"Bilmiyorum. Galiba en iyisi polise gitmek."
"Bence de. Kerim artık gözümde ölmüştür. Onun gibi evlada lanet olsun. Hakkımızda hayırlısı neyse o olur. Artık meseleyi polis çözer. Seni bu kadar meşgul ettiğim için de üzgünüm. Kusura bakma." 4
Ona son bir kere göz attım.
Yıkık ve perişan görünüyordu, içim elvermedi, teselli edecek birkaç söz söylemek istedim, ama aklıma tek kelime gelmedi..
5
"Ne zaman evleneceğiz?" diye sordum.
Jale iri lacivert gözlerini yüzüme çevirdi. Tam karşımdaki koltukta oturuyordu. Bu gece müthiş havalıydı. Sarı saçları omuzlarına dökülmüş, yeni aldığımız ekose eteği ile yeşil bir kazak giymişti. Bacak bacak üzerine atarak oturuşu içimde tadı ürpertiler yaratıyordu.
"Acele etmemiz şart mı?" diye sordu.
"Daha bekleyecek ne var ki? Bir an evvel muamelelere başlayalım?" 388 "iyi olur. Ama stajımın tamamlanmasını bekleyemez mi-
yiz?"
"Neden?"
"Unuttun mu? Bana verilmiş bir sözün vardı?"
"Balayımızı Amerika'da geçirmek mi?"
"Evet, hayatım."
"Tamam. Evlenir evlenmez çıkarız."
"Bu bana bir seneye patlar, imtihanları kaçırırım. Biraz er-telesek olmaz mı? Kendi aramızda bir nişan yaparız. Stajım biter bitmez de nikahlanırız."
Suratım asılır gibi oldu.
"Asma suratını" diye homurdandı. "Muameleleri biraz ge-ciktirsek ne olur yani? Nasıl olsa istediğine kavuştun. Karı koca gibi yaşıyoruz artık."
"Ben bir an evvel evlenmek istiyorum."
Gülümsedi inci gibi dişleriyle.
"Beni elinden kaparlar diye mi korkuyorsun?"
Yerinden kalktı, gelip yanıbaşıma oturdu. Gözlerinden mutluluk akıyordu. Başını omuzuma yasladı. "Seni çok çok seviyorum" diye mırıldandı. "Sen dünyanın en tatlı erkeğisin."