Beynimden vurulmuşa döndüm. Acaba bulunan ceset Emel'e mi aitti?
Aslında bu kadar şaşırmam yersizdi. Üç aşağı beş yukan böyle bir neticeyi beklediğimi itiraf etmeliydim. Ama yine de dehşete kapılmıştım.
Yardımcılarım şaşkınlıkla beni süzüyorlardı. Erhan dayanamadı. "Ağabey, yoksa o kızı tanıyor musunuz?" diye sordu.
"Galiba tanıyorum" diye mırıldandım.
ikisi de kim, diye sormadılar. Sessizce bir açıklama yapmamı beklediler.
Yalçın'a döndüm. "Sen böyle işlerden biraz anlıyorsun, değil mi?" dedim. "Yani polisle nasıl temas kuracağımızı, işin prosedürünü falan filan."
"Biraz ağabey" dedi.
"Yürü öyleyse" dedim. "Hemen Adli Tıp morguna gidiyoruz. Kızın cesedini görmek istiyorum."
Yalçın hiç itiraz etmedi. "Tabii Sinan ağabey" dedi. "Hemen gidelim."
Yazıhaneden çıkıp son sürat Adli Tıp'a yollandık.
* * *
Adli Tıp morgu kasvediydi. Beyaz duvarların soğuk ve üşütücü havası insanı adeta ürpertiyordu. Müracaattaki görevli polis memuruna Yalçın meramını anlatmak için epey dil döktü. Memur avukat kimliklerimizi gördükten sonra ancak ikna oldu ve alt kattaki yetkiliye götürdü.
Aşağısı cesederin muhafaza edildiği ve otopsinin yapıldığı verdi. Keşif formaldehit kokuyordu her yer. Koku bu yere alışık olmayanlara daha da rahatsız edici bir etki yapıyordu. Karşımıza bir hademe çıktı. Ortalarda başka kimse de görünmüyordu "9Â3 zaten.
Görevli memur isteğimizi ona anlattı. Sıska, çipil gözlü, sarışın hademe, bizi bir süre süzdü. Sonra bekleyin, diyerek bölümün dibindeki bir kapıdan içeriye girdi. Kapının üzerinde "Uzman doktor Tarık Obalı" yazıyordu, içerde bir iki dakika oyalandıktan sonra dışarıya çıktı ve beni takip edin, diyerek ısısı düşük başka bir bölmeye soktu. Sanki bir mezbahanın buzhanesine girmiş gibi titredim. Hademe duvara gömülü kapaklardan birini açtı ve raylı bir sisteme oturtulmuş çinko kaplı sedye gibi bir nesneyi dışarıya çekti.
Sedyenin üzerinde plastik bir örtüye sarılı ceset ortaya çıkmıştı. Bir an cesede bakıp bakamayacağımı düşündüm. Daha şimdiden midemde bulantı öncesi garip bir kabarma başlamıştı. Bu işlere alışık polis memuru, cesetten çok garip garip Yalçın'la bana bakıyordu. Hademe işinin verdiği rahadıkla plastik örtüyü açtı. j.
Kendimi zorlayarak metal sedyeye yaklaştım. Teşhis için cesede bakmak zorundaydım. Midemdeki bulantı daha da artmıştı. Yalçın zaten tanımadığı bir insana bakmak zorunda olmadığından bir iki adım geri kaçmıştı. Gözlerim önce cesedin yüzüne takıldı. Yüz şişmiş ve bir göz yok olmuştu. Manzara korkunçtu.
Midemden yükselen ifrazatı önlemek için yutkundum.
Sonra zorlanarak cesede bir daha baktım.
Otopsi uygulanmıştı. Cesedin boynundan karnının dibine kadar inen geniş bir dikiz izi vardı. Göğüs ve karın boşluğu önce açılmış sonra da dikilmişti. Daha dikkadi bakamıyordum ama bedende ufak ufak bir yığın diş izleri vardı. Bunun cesedin uzun süre denizde kaldığından balıklar tarafindan yapılmış olduğunu düşündüm.
Kerim'in odasında kitaplar arasında bulduğum fotoğraftaki gülerek objektife bakan suratı anımsamaya, beynimde hayal etmeye çalışıyordum. Hiç kuşkusuz resimdeki görüntü ile şu an metal sedyede yatan ölü arasında bir ilişki kurmak olanaksızdı. Ama galiba bu ceset Emel'e ait olmalıydı. Saç rengi, burnunun dişlenmemiş sol yanı ve ovalliği bozulmuş çene yapısı kızınkine çok benziyordu.
Hademe kanıksamış bir edayla, "Tamam mı, gördünüz mü?" diye sordu. Bir an önce işini bitirip uzaklaşmak ister gibi bir hali vardı." Sonra Yalçın'a dönerek, "Beyim siz bakmayacak mısınız?" diye sordu.
Ben, yeter, gördüm anlamında başımı sallarken, Yalçın, "Hayır" diye mırıldandı boğuk bir sesle. Sıska hademe kendinden beklenmeyen bir maharetle cesedi soğuk hava dolabına itti ve bana dönerek, "Doktor beyle görüşmelisiniz" dedi. "Size sorulacak bir kaç suali var."
Yanımızdaki polisle beraber Doktor'un odasına girdik.
Adam elli yaşlarında, oldukça şişman ve güler yüzlü biriydi, insan sanki böyle bir yerde onun gibi sempatik birisinin bulunacağını düşünemiyordu.
Geniş fakat loş bir odası vardı. Bizi görünce parmaklarının arasındaki sigarayı izmarit dolu tablaya bastırırken hiçbir giriş yapmaya lüzum görmeden, "Siz şu denizde bulunan kız için geldiniz, değil mi?" diye sordu.
Başımı salladım.
"Teşhis edebildiniz mi?"
"Tam emin değilim" dedim.
Büyük bir iyimserlikle, "Bazen böyle olur" diye söylendi. "Denizde uzun süre kalan cesetler deformasyona uğrar."
"Suda ne kadar kalmış?"
"Kesin bir süre veremem ama tahminimce bir aydan fazla."
"Boğularak mı ölmüş?"
"Hayır" dedi.
Biraz şaşırarak suratına baktım.
"Ölüm sebebi kafa travması. Sert ve ağır bir cisimle kafasına vurulmuş. Kafatası kırılmış ve beyin tahribata uğramış."
Kekeleyerek, "Yani sizce önce öldürülüp sonra denize mi atılmış?" diye sordum.
"Evet, aynen öyle."
Manidar bir şekilde yüzüme bako.
"Onu teşhis edemedinizse niçin ilgileniyorsunuz?"
Uyanmıştım. Doktoru ve yanımızda dikkatle bizi dinleyen memura açık vermemek zorundaydım.
"Ben avukatım" dedim. "Benim de bu yaşlarda kayıp bir müvekkilem var. Bulunan cesedin o olmasından endişe ettim."
Doktor pek inanmamış gibi bir bana bir de Yalçın'a baka.
"Peki bu bey kim?"
"Yardımcı avukat arkadaşım."
"Hımm" dedi. "Bey de tanıyamadı mı?"
"O zaten müvekkilemi hiç görmemişti."
Bana pek inanmadığını sezinliyordum. Keşke Yalçın için başka bir şey söylesem, o da^anıyamadı filan deseydim, diye aklımdan geçirdim. Ama artık' geçti.
Bozuntuya vermeden, "Acaba otopsi raporunun bir kopyasını alabilir miyim" diye sordum.
"Üzgünüm ama olmaz" dedi doktor. "Bunu ancak cesedin birinci dereceden yakınlarına verebiliriz. Fakat madem ki avukatsınız savcılık kanalıyla tedarik edebilirsiniz."
"Anlıyorum" diyerek kapıya yöneldim.
"Bir dakika" diyerek seslendi arkamdan. Doktora döndüm. Adam yarı mütebessim bir ifadeyde, "Madem yakını değilsiniz, size otopsi raporunun en ilginç yanını söyleyebilirim" dedi. "Gerçi bu bilgiyi yabancılara sızdırmak kurallara aykırıdır ama kız öldürüldüğü zaman dört aylık hamileymiş."
Yerimde donup kaldım.
Vaka şimdi çok farklı bir boyut kazanmıştı...
4
Her şeyden önce bir insan olarak üzülmüştüm. Zavallı Emel'in kimliği, kişiliği, ailesi ve toplum içindeki itilmişliği daha sonra gelebilirdi; ne var ki o yirmi yaşında gencecik bir fidandı ve karnında bir bebek taşıyordu. Şimdi ise bütün ileriye yönelik umutları, planları ve yaşama isteği ile beraber yok olmuştu. Hem de hunharca öldürülerek.
Kızı hayattayken hiç görmemiştim; yaşam tarzı, ahlaki değerleri ve bunu yaşama uygulama şekli beni ilgilendirmiyordu. O bir insandı ve yaşaması gerekirdi. Hukuk formasyonu ile eğitilmiş bir kişi olarak adalet duygularım galeyana gelmiş, buna sebebiyet veren her kimse, mutlaka cezalandırılması gerektiğini düşünmeye başlamıştım.
Passat'ı Nuh Kuyusu'na doğru sürüyordum.
Önce Vural'la görüşmeliydim. Kızın karnında bir bebekle öldürülmesi beni iyice çileden çıkarmıştı. Şimdi olayın rengi değiştiği için aklıma bin bir senaryo geliyordu. Tabii ilk önce de kızın hamile kaldığı için öldürülmüş olma ihtimali ağırlık kazanıyordu.
inşallah Vural'ı evde bulurum diyordum. Birine patlamam ve boşalmam gerektiğini biliyordum. Boşalamazsam sinirden kahrolacaktım.
Eski evin kapısına dayandım ve paslı zilin kulpunu birkaç defa çevirdim.
içerden Vural'ın "Geldim, geldim" diyen peltek sesini işittim. Biraz rahatladım, çok şükür evdeydi. Kapıyı açar açmaz biraz rengi attı, çekinerek yüzüme baktı.
"Sen miydin, Sinan'cığım?" dedi.
Sanırım suratımdaki sert ve sinirli ifade onu korkutmuştu. Yarım ağız, isteksiz bir ifadeyle, "Geç, buyur içeri" dedi.
Doğru odaya daldım.
Odun sobası gürül gürül yanıyordu, içeri sıcak ve sigara dumamndan gözgözü görmüyordu. Ufak tahta.masanın üzeri
yiyecek doluydu ve kerevetin üzerinde otuz yaşlarında, tanımadığı01 in yarı bir adam rakı içiyordu. Adam aniden içeriye dalmam üzerine birden huylanarak yerinden fırladı. Gözleri hemen arkamdan içeriye giren Vural'a çevrildi. Vural mahcup şekilde, "Arkadaş komşumdur" dedi. "Malum, iş güç yok, efkar dağıtıyorduk."
ikisini de süzdüm. Yabancının tipini hiç beğenmemiştim. Bana bir sokak serserisi gibi görünmüştü. Vural'a dönerek, "Biraz görüşmemiz lazım" dedim sertçe.
"Görüşelim kardeşim. Oturmaz mısın?"
Nazarlarımı yabancıya çevirerek mırıldandım. "Yalnız görüşmeliyiz."
Adam içki aleminin en keyifli anında huzurlarını kaçırdığım için önce bana bozuk bir şekilde baktı, sonra Vural'ın ne karar vereceğini anlamak istercesine bakışlarını ona çevirdi. Vural bir baş hareketiyle adama dışarıya çıkmasını işaret etti.
iri yarı adam kerevetin üzerindeki paltosunu alarak tek kelime etmeden odadan çıktı. Az sonra kapısının sertçe kapandığını işittim. 4
Vural toparlanır gibi olmuştu.
"Otur şimdi. Haline bakılırsa bana tatsız bir haber getirdin galiba" dedi.
Önce masanın üzerindeki rakı şişesine baktım. Büyük şişenin dibinde üç parmak kalmıştı. Hesaba göre bir hayli alkollü olması lazımdı.
"Evet" diye homurdandım. "Gazete okur musun?"
Omuzlarını silkti. "Elime geçtikçe. Ara sıra yani. Bazen kahveye gittiğimde eşden dosttan alıp okuyorum."
"iki gece evvel Yenikapı açıklarında bir kız cesedi bulundu."
Vural'ın alkolden kızarmış yüzü sapsarı kesildi. Yarı uyuşmuş beyni bu haberin mahiyetini idrak edecek kadar açık olmalıydı.
Sesi titreyerek sordu, "Emel mi?" Başımı salladım. Yığılır gibi kerevete çöktü. "Ya Kerim? Ondan da bir haber var mı?" "Yok henüz."
Rahadar gibi derin bir nefes aldı. Gözleri daldı. Bir süre konuşamadı. En nihayet, "Nasıl olmuş?" diye sordu. "Başına sert bir cisimle vurularak öldürülmüş."
"Aman Allahım" dedi. "Kim yapmış bu vahşeti? Kendi halinde bir kızdı o."
içimi boşaltmak sırası bana gelmişti.
"Bak Vural" diye homurdandım. "Bu olay beni gittikçe rahatsız etmeye başladı. Mesele bununla da bitmiyor. Bugün morgda korkunç bir şey daha öğrendim."
Merakla yüzüme baktı.
"Öldürüldüğünde kız gebeymiş!"
Aklımdan geçenleri anlamış gibi ayağa firladı.
"Olamaz" diye inledi.
"Bal gibi de olmuş işte. Şimdi bana açık söyle. Bu oğlunun marifeti mi?"
Vural'ın gözleri büyüdü.
"Sen neler diyorsun Sinan? O asla böyle bir şey yapmaz. Kesinlikle yapmaz."
"Nasıl emin olabilirsin?"
Kekelemeye devam etti. Öğrendiği onun için tam bir şok olmuştu.
"Ben babayım, oğlumu tanırım. Unuttun mu, onu ben büyüttüm hem de tek başıma. Huyunu suyunu davranışlarını bilirim. O kızla da ilişkilerin o raddede ileri gitmiş olduğuna ihtimal vermem."
"Öyle mi sanıyorsun?"
Hiddetimden korkarak yüzüme baktı ama cevap vermedi.
Hep cüzdanımda taşıdığım adada çekilmiş resimleri burnuna dayadım.
"Bu fotoğraflara ne dersin öyleyse?"
Resimleri alıp bakmadı bile. Onları daha evvel gördüğü belliydi.
"Şimdi tekrar soruyorum, bana dürüst cevap ver. Kızı oğlun mu hamile bıraktı?"
Vural'ın omuzları çöktü, ağlamaklı bir sesle, "Bilmiyorum" dedi.
"Ama olabilir, değil mi?"
Bu kez sorum havada kaldı.
Hiddetimden ufak odada turlamaya başlamıştım. Sonunda bağırdım.
"Bana niye hep yalan söylüyorsun? Seni ikaz etmiştim. Benden yardım bekliyorsan bildiğin her şeyi dürüstlükle anlatmalıydın."
"Ne yalanı?"
"Geçen gelişimde oğlunu ya da seni arayan olup olmadığını sormuştum, sen de hayifr.yok demiştin. Yalandı verdiğin cevap. Sen yokken bu eve gizlice girip eve araştırdım. Oğlunun odası darmadağınıktı ve birileri bir şeyler aramıştı. Niye benden sakladın?"
Vural ağlamaya başlamıştı. Koca adamın omuzları sarsılıyordu.
"Bunu sana söyleyemedim Sinan, korktum."
"Kimden? Birileri yine seni tehdit mi etti?"
"Hayır. Ama belli ki peşimde birileri var. Az önce burada gördüğün adamı ne sanıyorsun? Onu bana yardımcı olsun diye evde tutuyorum. Anlayamadığım bir şeyler dönüyor etrafımda. Ben Adana'da iken bu eve girmişler. Söylediğin gibi Kerim'in odasını dağıtarak bir şeyler aramışlar. Ne aradıklarını bilmiyordum, inan bana."
Ağlayan arkadaşıma baktım. Yufka yüreğim ezilmişti yine;
"Bu resmin peşinde olabilirler miydi?" diye sordum.
"Bilmiyorum. Şu fotoğrafa bakabilir miyim bir daha?"
Fotoğrafı uzattım. Yaşlı gözlerini silerek elini uzattı. Resimlere uzun uzun baktı.
"Bunları ne zaman buldun?"
"Oğlunun odasını ilk incelediğimde."
Şaşırmış gibi bana sordu. "Niye bana söylemedin?"
Suçluluk burukluğu hissettim içimde. Aslında böyle sitem-kar bir soru yöneltmekte haklıydı. "Bilmiyorum" diye homurdandım. "O sıra benden bazı şeyleri gizlediğini düşünüyordum."
"Ne gibi?"
"Mesela EmePle oğlunun arasında ciddi bir ilişki olmadığını iddia etmiştin. Oysa resmin altındaki yazı ifadeni yalanlıyordu. Oğlun düpedüz kıza aşıkmış, baksana!"
Vural dalgın nazarlarla resme bakmaya devam etti. Sonra düşünceli bir şekilde mırıldandı. "Bu işte bir terslik var."
"Nasıl bir terslik?"
"Oğlumun kıza aşık olduğunu ve onu hamile bıraktığını düşünelim bir an" dedi. "Şayet aşıksa ve kızı gebe bıraktıysa onu niye öldürsün?"
"Ben sana öldürdüğünü söylemedim."
Yine şaşkın şaşkın yüzüme baktı. "Onu ima etmek istemedin mi?"
"Hayır."
Yüzü aydınlandı birden. "Anlatmaya çalıştığın nedir?"
"Şimdilik hiçbir şey. Benimki sadece bir faraziye."
"Nedir o faraziyen?"
Sustum. Beynimde şekillenen çeşitli düşünceleri bir türlü rayına oturtamıyordum. Vural'a cevep vermedim. "Temiz bir bardağın var mı?" dedim.
Garip garip yüzüme baktı. Ne için istediğimi ya da ne yapacağımı anlamamıştı.
"Ben de bir kadeh içki içmek istiyorum" diye söylendim.
Yüzü güldü, onunla içki içmek istememe sevinerek dışarıya fırladı. Sanki onun fakir ve mütevazı sofrasına oturmamı bir onur gibi değerlendirmişti. Az sonra elinde temiz bir limonata 271 bardağı, eğri büğrü bir çatal ve çatlak bir porselen tabakla geri döndü. Büyük şişedeki arta kalan rakıyı bardağa koydu, sonra eğilip kerevetin altından bir ufak rakı şişesi daha çıkardı. Çocuk gibi sevinip heyecanlanmıştı. Bardağıma su koydu, ortadaki beyaz peyirin yenmemiş köşesinden bir parça kesip tabağıma bıraktı. Biraz da kıvırcık salata koydu.
içkiden kocaman bir fırt çekerken, "Biliyor musun?" dedim. "Aysel'le görüştüm."
Benimle beraber içmek için kaldırdığı kadehi havada kaldı.
Donmuş gibi, "Ne zaman?" diye sordu.
Ağır ağır anlatmaya başladım. "Mahir'i hatırlıyor musun? Mahir îçöz'ü. Kolejde aynı sınıftaydık."
Bir an gözlerini kısıp anımsamaya çalıştı. Belli belirsiz hatırladığını göstermek için başını salladı.
"Parlak bir mali müşavir şu sıralarda."
"Bilmiyordum" dedi. "Mezun olduğumuzdan beri görmedim."
"Mahir, bir zamanlar Cahit Kalaycıoğlu ile çalışmış. Onları iyi tanıyor. Gerçi şimdi onların yanında değil ama eski dostlukları hâlâ devam ediyor."
Hiç sesini çıkarmadan dinliyordu.
"Onunla arkadaşlığımız hâlâ sürüyor. Sık sık görüşüyoruz. Yılbaşında bizi bir baloya çağırdı. Nereye gittiğimizi tahmin edebilir misin? Vaniköy'deki yalılarına."
Vural yutkundu. Nefesini tutmuş devam etmemi bekliyordu.
"Orada Aysel'le tanıştm."
Dayanamadı sordu. "Ona benden bahsettin mi?"
"Evet, ona avukatın olduğumu söyledim."
Gururla yerinde dikleşti.
"Sağol Sinan. Sana minnettarım ve yapağın bu iyiliği inan, nasıl ödeyeceğimi bilmiyorum."
Gülümseyerek, "Senin bana yaptığın iyilik benimkinden kat be kat fazla" dedim.
Ne kasdettiğimi anlamadığından saf saf yüzüme baktı.
"Benim yaptığımdan mı dedin? Ne demek istiyorsun?"
"Boş ver, şimdi sırası değil, sonra konuşuruz o konuyu."
Üstelemedi. "Aysel sana nasıl davrandı?" diye sordu hemen.
"Tam anlamıyla afalladı."
"Afallamıştır, tabii kaltak."
"Ona Kerim'in kaybolduğunu söyledim."
"Kılı bile kıpırdamamıştır orospunun. Ana değil, bir canavar o." Sonra mahcup bir ifadeyle, "Küfürlü konuştuğum için beni bağışla, kendimi tutamadım" dedi.
Bir süre dikkade Vural'ı inceledim. Rakı bardağını masaya bırakırken sakin bir şekilde ilave ettim.
"Onu görüşmek için büroma çağırdım."
"Yaa! Geldi mi?"
"Evet."
"Bunu nasıl basardın?"
"Çok basit. Kerim'in kayıp olduğunu söyleyince benimle görüşmek istedi."
Vural homurdandı. "Yıllar sonra anne olduğunu mu hatırladı yani?"
"Olabilir."
"Hiç şamam."
"îşin garibi, bana seninkinden çok farklı bir hikaye anlattı."
"Nasıl yani?"
"Özetle kumara çok düşkün olduğunu ve bütün servetini kumarda kaybettiğini söyledi. Doğru mu? Evliliğinizi senin kumar tutkun mu sona erdirdi?"
"Allahını seversen Sinan, yoksa ona inandın mı? O ne sinsi aşiftenin tekidir! İnsanın beynine yılan gibi sokulup kandırır. Belli ki senin de fikrini çelmiş. Hiç olmazsa aklında bazı kuşkular yaratmış. Gerçi sinirlerimin bozuk olduğu yıllarda biraz kumar oynadım, bunu inkar etmiyorum ama asla evimin huzurunu bozacak ölçüde değil. Her erkek biraz kumar oynar, bilir-
sın.
"Ama Aysel öyle demiyor."
"Yalan söylüyor."
"İkinizden birinin yalan söylediği muhakkak."
"Hâlâ bana inanmıyor musun yoksa?"
Rakımdan bir yudum daha aldıktan sonra, "Ne bileyim? Kime inanacağımı şaşırdım artık! İkiniz de bana yalan söylediniz." diye bağırdım.
Başını önüne eğdi. Suçlu gibi sordu:
"Hâlâ çok güzel, değil mi? Hem de ilerleyen yaşına rağmen."
Bağırıp çağırması, Aysel'e küfür etmesi filan palavraydı. Kadına aşıktı ve unutamadığı zihninden silip atamadığı açıkça belli oluyordu. Belki de sinirle oturup içtiğim rakıdan olsa gerek, birden acıdım ona. Şu anda Vural'ı en iyi anlayacak insanlardan biri de ben olmalıydım. Onunla aynı yaştaydım ve dünyanın en güzel kızına tutulmuştum. Aşkın o ilahi gücünü bütün şiddetiyle ruhumda yaşıyordum. Hem benimki çok daha değişik bir aşk hikayesiydi; kişiliğini anlayamadığım, benden ne istediğini çıkaramadığım, ne sebeple uzak durduğunu kestiremedi-ğim genç bir kıza abayı yakmıştım. Beni gerçekten sevip sevmediğini bile kestiremiyordum. Hem sevdiğimi söylüyor, hem de evlenme teklifimi geri çeviriyordu. Sanki benim durumum Vural'dan daha mı parlaktı? Eve her gidişimde yüreğim çarpıyor, acaba yine münakaşa edecek miyiz diye ödüm kopuyordu. Beni terkederse halimin Vural'dan daha beter olacağını çok iyi biliyordum.
Arkadaşıma anlayışla baktım.
Bir Aşk Masalı - F: 18
"Evet" diye mırıldandım. "Gençliğini bilmiyorum ama şimdi çok güzel bir kadın. Keşke onu talebelik yıllarımda gör-seydim. Mukayese imkanım olurdu."
Vural'ın gözleri zaten ıslaktı.
"Fazla değişmedi o" dedi. "Tıpkı gençliğindeki gibi. Büyüleyici ve kahredici."
Aslında Aysel asla tipim değildi, ama aşkın sihirli tutkusunu çok iyi anladığımdan Vural'a saygı duyuyordum. Onun gözünde dünyanın en güzel kadınıydı o.
Derin bir soluk aldım.
"Şimdi sana önemli bir şey daha söyleyeceğim. Bunu bilmen lazım."
"Söyle kardeşim" dedi.
"Kalaycıoğulların Vaniköy'deki yalılarının önünde demirli duran bir tekneleri var, biliyor musun?"
"Bilmiyordum, ama bunun şaşılacak bir yanı yok. Herif Türkiye'nin en zengin ilk onu içine giriyormuş. Onun olmayacak da, benim mi olacak?"
Bir an olayı Vural'a nasıl açıklayacağımı düşünmeye çalıştım.
"O teknede esrarengiz bir takım olaylar oldu Vural."
Gözlerini yüzüme çevirdi. Uyuşuk alkollü beynine rağmen koku almış tazılar gibi nereye varmak istediğimi anlamak için dikkat kesildi.
"Ne gibi olaylar?"
"Sanırım Emel o teknede öldürüldü."
Bir an ağzı açık kaldı.
"Sen ne dediğinin farkında mısın?"
"Benimki sadece bir tahmin, ama kuvvetli bir tahmin" dedim.
Haberi bir süre içine sindirmeye çalıştı. Tıpkı benim gibi olaylar arasında bir bağ kuramıyordu. Şaşkın şaşkın yüzeme bakmaya devam etti.
"Senin boş konuşmadığını bilirim. Elinde mutlaka bir ka-nlt vardır."
"Evet var."
"Ne buldun?"
"Kıza ait bazı eşyalar."
Yüzü sararmıştı.
"Emel'e ait olduğuna emin misin?"
"Kızı tanıyan birine gösterdim"
"Kime?"
"Son oturduğu daireyi paylaşan kıza."
"Şu Jale dediğine mi?"
"Evet. Kız bulduğum giysilerin Emel'e ait olduğunu onayladı."
Vural şaşkınlığını üzerinden atamamıştı.
"Buna inanamıyorum" diye fısıldadı. "Elbiselerde kan lekeleri filan var mıydı?"
"Hayır. Elbiselerde kan izi görmedim."
"Şu Jale dediğin kız yanılmış olmasın, zira Emel'le Kalay-cıoğulları arasında en ufak bjlr bağlantı kuramıyorum. Emel'in onlara ait teknede ne işi olabilir?"
"Sonunda burada Vural. Benim aklıma çok değişik bir şey geliyor. Acaba oğlu senden habersiz annesine sığınmış olabilir mi?"
Vural'ın yüzü bir anda acı ile kıvrıldı.
"Hayır, asla" diye itiraz etti. "Kerim öyle bir soysuzluk yapmaz. Para veya sevdiği kız için hayatı boyunca kendisini aramayan annesine gitmez. Oğlumu tanırım."
"Ama unuttuğun bir şey var."
"Neymiş o?"
"Kız gebeydi. Bunun Kerim'in başına ne tür bir problem açabileceğini düşündün mü hiç?"
Vural inanmazlık içinde sıktığı yumruğunu dişlemeye başladı.
Böyle bir ihtimali asla kabul etmek istemiyordu.
"Yani oğlumun annesine sığındığını ve bana haber vermeden ortadan kaybolduğunu mu anlatmaya çalışıyorsun? Aylardır 276 beni merak içinde bırakacak ve en ufak bir haber vermeyecek öyle mi? Hayır, Kerim o tiynette bir çocuk değildir; bunu bana yapmaz, kabul edemem."
"Sakin ol Vural ve mantıklı düşünmeye çalış. Kız gebe kaldığı için Kerim'i sıkıştırdıysa, oğlun ne yapabilir? Alt tarafi Aysel onun annesidir, belki ondan yardım istemeye gitmiş olabilir. Sence mümkün değil mi? Tamamen olanaksız mı?"
Arkadaşım sesini çıkarmadan, bu ihtimalin kabul edilmez-liğini anlatmak istercesine kafasını sallayıp duruyordu, içine sin-dirememişti bir türlü.
Birden kaşlannı çatarak bana sordu.
"Ne anlama geliyor şimdi bu? Yoksa Emel'in katilinin Kerim olduğunu mu bana anlatmaya çalışıyorsun?"
Hani aklımdan da geçmiyor değildi. Ama yapım itibariyle hiçbir zaman elimde kesin bulgular olmadıkça kimseyi suçlamazdım.
"Hayır. Şimdilik öyle bir iddiam yok."
"Ne yani? Sonra mı oğlumu suçlayacaksın?"
"Kendini toplamaya çalış Vural" diye fısıldadım. Kızın eşyaları o tekneye gökten zembille inmedi ya? Belli ki Aysel de bu işe karışmış. Ama kızın kimin öldürdüğünü henüz bilmiyoruz."
Vural'ı titreme aldı. Bardaktaki rakıyı bir dikişte bitirdi. Küçük şişeden kadehin yansına kadar yeniden içki doldurdu. Kaşlan çatık, inanılmaz bir şeyle yüz yüze gelmiş gibi yüzünde garip bir seyirme başlamıştı. Durumu uzun bir zaman muhakeme ettikten sonra, "Belki haklı olabilirsin" diye fısıldadı.
Galiba nihayet sonunda olasılıkla kabul etmeye başlamıştı.
"Ne düşünüyorsun? Şimdi aklından geçenleri bana anlat" dedi.
"Henüz hiçbir fikrim yok. Ama bence polise yeniden gitmende yarar var."
"Polise mi? Onlara ne anlatabilirim ki? Ünlü sanayici Cahit ____
Kalaycıoğlu'nun kansını cinayetle suçladığımı mı söyleyeceğim 277 yoksa oğlum bir katildir mi diyeceğim? Benimle alay mı ediyorsun? Bunu yapamam. Öz oğlumu cinayetle itham edemem. Aysel katildir desem polis bir yeriyle bana güler. Sen çıldırdın mı? Hem bu iddiayı neyle kanıtlayacağım?"
"Emel'in giysileri elimde."
"Ben hukukçu değilim ama onlan tekneden çaldığımızı her halde söyleyemeyiz."
işte bu noktada Vural haklıydı. Bu benim hatam olmuştu.
Düşünmeye başladım.
"Böyle elimiz kolumuz bağlı duramayız Vural" dedim. "Ortada bir cinayet var ve katillerin kim olduğu hakkında yaklaşık bir de kanaatimiz. Bunu polise bildirmek zorundayız."
"Ben yapamam. Düşünmeliyiz."
"Daha neyi düşüneceğiz?"
"Belki başka bir çıkartyol buluruz Sinan. Acele etme."
Ona anlayış göstermek istiyordum. Bir yanda oğlu, öbür yanda da herşeye rağmen hâlâ sevmeye devam ettiği eski karısı. Bu gerçekten zor bir seçimdi.
Yalvarır gibi, "Biraz daha bekleyelim Sinan" dedi...
5
Dairenin kapısını araladığımda mutfaktan gelen nefis yemek kokulan çarpü burnuma. Jale eve erken dönmüş ve yemek pişirmiş olmalıydı; birkaç gecedir dışarda yemek zorunda kalmıştık. En önemlisi, şeytan kulağına kurşun, şu son geceleri münakaşa etmeden aramızda hır çıkmadan geçiriyorduk.