gelen Erdoğan Sankaya her an gözlendiğimi söylemişti fakat bir tuzak hazırlamaları için vakitleri yoktu. Evden çıktığımı görseler bile Eskihisar'a geleceğimi bilemezlerdi. Aysel'e ne zaman haber verecekler, kadım ne zaman çağıracaklardı? Buraya peşpeşe geldik ~^2S sayılırdı. Kadın yalıdan bile gelse bana yetişemezdi. Yine de aca-ba mı, diye düşündüm. Pek hızlı geldiğim söylenemezdi. Burada evi buluncaya kadar epey oyalanmışüm, ayrıca evi bulduğum da söylenemezdi. Aysel'i tesadüfen görmesem geri dönecektim. Fakat kadımn alanda son model hızlı bir Amerikan arabası vardı, istese pekala yetişebilirdi. Kararsızlık içinde bocaladım.
Sonunda merakım galip geldi.
Kapının açık olması içeriye sessizce girmem için bir fırsattı. Kabul etmeliydim, buraya gelirken bazı riskleri göze almıştım zaten. Daha fazla duramadım, bulunduğum yerden fırlayarak bir koşu kapının ağzına geldim.
Aralıktan içeriye bir göz attım.
Geniş bir antre görünüyordu. Ve villanın içi mezar kadar sessizdi. Lanet olsun diye homurdandım; keşke yanımda bir silahım olsaydı. Silah kullanmakta çok acemiydim ama ne de olsa bir güçtü.
Usulca kapıyı ittim. Gıcırdamadı ve en ufak bir ses çıkmadı. Biraz daha cesaretlenir gibi oldum. Ana oğulun konuşmalarını duymak istercesine kulaklarımı diktim. Ses yoktu.
Adımımı içeriye attım/Artık villanın içinde sayılırdım..
Aynı anda tam belimin ortasına sert bir şey dayandı. Çocuk bile olsa bunun bir tabanca namlusu olduğunu anlardı. Kaba bir ses, "Kımıldadığın anda kurşunu yersin" dedi.
Bu kadar aptalca tuzağa düşülmezdi.
Ama zeki geçinmeme rağmen mükemmelen kurulan tuzağa av olmuştum. Hem de göz göre göre. Yaptığım gerçekten aptallıktı. Arkamdaki ses emretmediği halde kollarımı yukarıya kaldırdım.
Tabancanın sert namlusu bel kemiğimi acım. Adam arkadan hoyratça itmişti.
Yürümemi istiyordu. Kapı kanadının kapandığını duydum Eşyasız, boş antrenin tam karşısında kapıları kapalı duran bir bölüm vardı. Arkamdaki eli silahlı adam oraya götürmek için belimden iteliyordu.
Yürüdük.
"Aç kapıyı" dedi. Tokmağı çevirdim. Geniş bir salondu, içerde yan yana iki yatak birkaç koltuk ve televizyondan başka bir şey yoktu. Tabii sürpriz sayılmayacak kişiler hariç tutulursa. Aysel, oğluna sarılmış vaziyette içeriye girmemizi bekliyordu.
Kerim'i ilk defa görüyordum.
Cılız, ürkek ve kararsız bir görünümü vardı. Sırtına siyah bir kazakla blujin giymişti. Hayret ve dehşetle bana baktığını gördüm.
Aysel'in makyajsız yüzünde bir gülümseme peydah oldu.
"Gelmekte epey geciktiniz, avukat bey" dedi.
Galiba içinde bulunduğum zor duruma rağmen ilk şoku adatmış gibiydim.
"Haklısınız" diye fısıldadım. "Biraz geciktim."
"Sizi daha zeki sanıyordum. Tuzağıma çok kolay düştünüz."
Aptallığımı kendime yediremediğim için hemen cevap verdim.
"Müsterih olun, bunun zekamla bir ilgisi yok. Merakım galebe çaldı. Aralık kapının beni içeriye davet için bırakıldığını anladım."
"Ama yine de girdiniz."
"Mecburdum."
Aysel kendinden emin ve mağrur bir şekilde sordu.
"Oğlumu tanımıyorsunuz, değil mi?"
Şaşılacak bir soğukkanlılıkla gülümsemeyi başardım.
"Hayır., ilk defa görüyorum."
Aysel çocuğa dönüp sanki onunla iftihar ediyormuş gibi gururla baktı.
"Bana benziyor, değil mi?"
Gerçekten de oğlan Aysel'e benziyordu, itiraf etmeliydim ki, ana oğulun yüz hatlarında şaşırtıcı bir benzerlik vardı. Katil bile olsalar mağrur ve dünyaya tepeden bakan görünümlerini inkar edemezdim.
Fakat çocuğun ürktüğü sapsarı kesilmiş yüzünden belliydi. Ona rağmen konuşmaları sakince dinlemeyi başarıyordu. Bakışlarını bana çevirmiş, bir umacı gibi dikkatle beni inceliyordu. Vural'ın söylediklerinin aksine, çocuğun suç işlemeye uygun bir yapıda olduğu, doğuştan gaddar ve acımasız kişilik taşıdığı hissine kapıldım nedense..
Belki yanılıyordum, ama önsezilerime daima güvenmişliğim vardı.
"işte, onu buldunuz sonunda. Söyleyin bakalım Sinan Bey, şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz?" diye sordu Aysel.
"Konuşmak ve doğruları onun ağzından işitmek isterdim."
"Buyrun konuşun. Bu firsatı size tanıyacağım."
"Ama bu şartlardl değil. Baksanıza, belimin ortasına dayalı kocaman bir namlu var. Nasıl rahat olabilirim?"
Aysel'in bakışları değişti. Dik dik beni süzdü. Sonra adama dönerek:
"Hüsamettin, indir o silahı" dedi.
Yüzünü henüz görmediğim adam, "Ama hanımefendi..." diye itiraz edecek oldu.
Kadın sert bir sesle, "Ne diyorsam, onu yap" diye tersledi.
Hüsamettin denilen adamı merak etmiştim, nedense sesi bana hiç de yabancı gelmemişti. Belimdeki namlunun tazyiki ortadan kalkınca başımı çevirip geriye baktım. Adamı hemen tanımıştım. Hilton Otelinin tuvaletinde burnunu kırdığım adamdı. Burnunda hâlâ bandaj vardı ve sesinin tonu biraz boğuk çıkıyordu. Sesi o yüzden yabancı gelmişti. Elimde olmadan adama bakıp sırıttım. Hanımından aldığı emirden hiç hoşnut kal-
mamış olmalıydı ki, beni nefret dolu nazarlarla süzdü ama elindeki silahı cebine koyarak birkaç adım geri çekildi.
Kerim'e doğru yaklaştım. Ellerimi pantolonumun cebine sokarak, korkmadığımı ve kendimden emin olduğum hissini uyandırmaya gayret ederek, "Delikanlı" dedim. "Seni kaçırdılar mı yoksa burada kendi rızanla mı bulunuyorsun?"
Sorumdan memnun olmamış gibi garipseyerek yüzüme baktı.
"Beni kim kaçıracak ki? Burası annemin evi; onun yanında kalmam suç mu?" diye aksilenerek sordu.
"Hayır" dedim. "Ama içinde bulunduğun şartlara bakılırsa bu durumda bir terslik sezinlemiyor musun?"
"Ne gibi terslik?"
"Şu hale bir baksana! Burada gizleniyorsun ve başına silahlı bir muhafız dikmişler. Normal mi bu?"
"Ben bir anormallik göremiyorum."
"Sahi mi?" dedim.
Hiç umursamadı.
Bir adım daha yaklaştım.
"Niye babana annenin yanına gittiğini haber vermedin? Adamcağız aylardır seni arıyor, hayatından endişe ediyor ve büyük bir üzüntü içinde."
Alaycı bir şekilde sırıttı. "O mu?" dedi. Yüzünde küçümseyici, hor gören bir ifade belirmişti. "Hiç sanmıyorum."
Oğlanın verdiği cevaplara şaşırmıştım. Vural'ın bana çizdiği tablo ile karşılaştığım çocuğun kişiliği arasında dağlar kadar fark vardı.
Yine de yılmadım.
"Emel'i sen mi gebe bıraktın?"
"Hayır" diye bağırdı. Bu kez sesi yüksek çıkmıştı.
"Ama o senin sevgilindi."
"Yalan bu. Biz sadece arkadaştık."
"Bence yalan söyleyen sensin. Babanın kaldığı evde bir resim buldum. Senin odanda, kitaplarının arasında. Her halde hatırlıyorsundur, adada çekilmiş bir fotoğraf. Altında el yazınla hayatımın en mutlu günü yazıyordu. Kızı o gün mü iğfal et- ~$2Ç tin?" -----
Biraz saranr gibi oldu.
"Ben öyle bir yazı yazmadım."
"Ama fotoğrafı inkar etmiyorsun, değil mi?"
Kısa bir tereddüt geçirdi.
"Hayır" diye mırıldandı. "O gün birkaç resim çektirmiştik. Bunu inkar etmiyorum."
"Peki niye kendi el yazını kabul etmek istemiyorsun? Çünkü bu senin suçluluğunu ortaya çıkaracak, değil mi?"
Sinirlenmeye başlıyordu.
"O fotoğrafların altına yazı yazmadığımı size söyledim."
Sırıttım. "Yoksa Emel mi yazdı?"
"Hayır. Onun da yazmadığına eminim."
"Çok garip!" dedim. ^'Öyleyse kim yazdı?"
"Bilmiyorum."
Asıl sorumu şimdiye saklamıştım.
"Söyle bana.. Emel'i sen mi öldürdün?"
Kıpkırmızı kesildi. Cevap vermeden önce annesine baktı. Sanki ondan yardım istercesine. Aysel hiç müdahale etmeden bizi dinliyordu. Çocuğun kendisine baktığını görünce, yumuşak bir sesle ve ona destek olmak üzere fısıldadı.
"Avukat Beye her şeyi anlatabilirsin oğlum."
"Hayır.. Onu ben öldürmedim. Kesinlikle yalan bu" dedi. "Babamın iftirası."
"Babanın mı? Ama onun böyle bir iddiası yok ki? Hiç de olmadı. O seni çok seviyor."
Oğlan yine Aysel'e döndü.
"Bu adamla konuşmaya mecbur muyum?" diye sordu.
"Hayır, sevgili yavrum, mecbur değilsin. Ama avukat beyle konuşmanda yarar var. Hem bu yarar onun için de geçerli. Çünkü bize inanmıyor ve bizim suçlu olduğumuzu düşünüyor."
Aysel bana döndü. Dudaklarında alaycı bir tebessüm peyda oldu.
"Er ya da geç, Kerim'i sakladığımız yeri bulacağınıza emindim. Aslında zeki bir adam olduğunuzu kabul etmek zorundayım. Belki onu yurt dışına gönderir ve izini kesinlikle kaybettirirdim. Ama bunu yapmak istemedim. Oğlumun bir zan altında kalmasını arzu etmiyordum. Olaylardan fazlasıyla etkilendiğini biliyorum, lakin bazı gerçekleri görmesi için bu sıkıntılara katlanması şarttı. Sinan Bey, şimdi beni iyi dinleyin. Bu sizinle yapnğımız son konuşma olacak. Ondan sonra karar size ait."
"Yine beni tehdit mi edeceksiniz?"
"Kesinlikle hayır. Dün Erdoğan Beyin yaptığı konuşma için de sizden özür dilerim. Sanınm ipin ucunu biraz fazla kaçırmış, iş problemleri ile özel aile sorunlarını aym kefeye koyup, alıştığı metodları uygulaması yanlıştı."
"Ya evime yaptığınız saldırılar, takipler, otelde bıçak çekerek tehditler? Onlara ne diyeceksiniz?"
"inanın bunların bir kısmı benim bilgim dışında oldu. Ama artık her şeye ben el koydum, bundan böyle bu tür şeyler olmayacak ve kılınız bile incinmeyecek."
"Çok komik ve hiç inandırıcı değilsiniz. Az önce adamınız belime silah dayadı."
"Haklısınız ama bunu sırf gerçekleri görmeniz için yaptım. Dediğim gibi bu son görüşmemiz, işte, size oğlumla da görüşme firsatı tanıdım. Şu anda ikimize de istediğiniz soruları sorabilirsiniz, ikna olabilirseniz mesele yok. Ama hâlâ Vural'a inanmakta ısrar ederseniz o zaman kendimi ve oğlumu korumak zorunda kalabilirim. Bunu bir tür tehdit anlamında da kabul edebilirsiniz. Ben çok güçlü bir kadınım, kendimi ve oğlumu savunmak zorunda kalırsam, hiç tereddüt etmeden sizi bir sinek gibi ezerim."
"Bakın yine tehditlere devam ediyorsunuz."
"Evet ama gerçekleri kabul etmemeniz halinde."
"Hangi gerçekleri Aysel Hanım? Ortada bir cinayet var. Emel gebe kaldığı için öldürülmüş. Bunu inkar mı edeceksiniz?"
"Hayır. Ama onu ne Kerim ne de biz öldürmedik?"
"Peki kim öldürdü öyleyse? Kızın giysileri neden sizin teknedeydi?"
"işte meselenin en karışık yanı da bu zaten. Kanımca gerçek katil onu tekneye bizi suçlamak için bırakmış. Kızı gebe bırakan adam aynı zamanda cinayetin faali."
"Size inanmam için esaslı bir gerekçe göstermelisiniz" dedim.
"Böyle söyleyeceğinizi tahmin ediyordum. Ben de bütün gücümle bunu bulmaya çalışıyorum."
Dik dik kadına baktım.
Tuhaftır, ilk defa Aysel'in doğru konuştuğuna inanmaya başlamıştım. Mesleğim gereği bana yalan söyleyenleri çabuk anlardım. Buna iş deneyimi* içe doğuş, yetenek veya ne derseniz deyin, ama bu gerçekten sahip olduğum bir seziydi. Kadın galiba doğru konuşuyordu.
Bir ona bir oğluna bakmaya başlamıştım ve içime kurt düşmüştü. Odanın içinde akiım karışmış olarak dolaşmaya başladım. Nihayet, "Şüphelendiğiniz biri var mı?" diye sordum.
Daha Aysel ağzını açmadan, oğlan, "Babam" diye homurdandı.
Şaşkınlıktan neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Gözlerim iri iri açıldı.
"Baban mı?" diye sordum. "Yani Emel'i babanın mı öldürdüğünü iddia ediyorsun?"
"Durun durun!" diye müdahale etti Aysel hemen. "Siz ona bakmayın. O henüz bir çocuk ve hisleriyle konuşuyor. Babasına duyduğu nefret yüzünden. Ben henüz kimseyi suçlamıyorum."
"Ama neden?" diye sordum. "Oğlunuz neden babasına bu kadar kin besliyor?"
Aysel sararmıştı. Başını önüne eğerek, "Sanırım bu meselenin artık çok ciddi bir aile hesaplaşması haline dönüştüğünü anlamışsınızdır. Hislerimiz kontrolsüzleşti ve peşin yargılar verebiliyoruz. Ama itiraf edeyim ki Kerim'in düşündükleri benim de aklıma gelmedi değil. Böyle bir vahşeti o yapmış olabilir."
Yüzlerini dikkade incelemeye devam ediyordum, iddialarını içime sindirmeye çalıştım. Gözlerimin önüne Vural'ın perişan çehresi geldi. Onu bir an için bile bir katil olarak düşünemiyordum. Ama afalladığımı ve kuşkulara düştüğümü sanırım Aysel de anlamıştı.
"Çocukla biraz yalnız konuşabilir miyim?" diye sordum.
Aysel oğluna baktı, onun onayını almak ister gibi. Fakat Kerim beni bir düşman gibi süzüyordu, itiraz etti derhal, "Benim annemden sakladığım bir şey yok. Ne soracaksanız onun yanında da cevap verebilirim?" dedi.
"Öyle olsun delikanlı" dedim.
Hepimiz ayakta duruyorduk. Odadaki iskemlelerden birini çevirip ata biner gibi ters oturdum. Bakışlarımı oğlanın üzerinden ayırmıyordum.
"Demincek söylediğin bana hiç inandırıcı gelmedi. Babanı uzun yıllardan beri tanırım. Eski okul arkadaşımdır. Aynı takımda basketbol oynardık. Onun ne kadar temiz ve dürüst bir insan olduğunu bilirim. Eli açık, iyiliksever bir insandır. Kendi oğlunun kuyusunu neden kazsın ki? Şu anda görünen suçlu sensin."
"Nasıl isterseniz öyle düşünün. Eninde sonunda gerçekler ortaya çıkacaktır."
"Ama bu çok vahim bir iddia. Babanı cinayetle suçluyor-sun."
"Bunun farkındayım."
Çocuk kendisine ısrarlı bakışlarımdan rahatsız olmuşcasına nazarlarını benden kaçırmaya çalışıyordu.
"Hem bu iddianın iğrenç bir yanı daha var" dedim.
Ne demek istediğimi anlamak için kısa bir an yüzüme baktı. ____
"Kız arkadaşını o mu gebe bıraktı?" 333
"Yapmış olabilir."
"Ama Emel onun kızı yaşındaydı."
"Bu mani bir sebep mi?"
Hayretle dudaklarımı büktüm.
"Peki neden böyle bir şeye kalkıştığını düşünüyorsun?"
"Beni de mahvetmek için."
"Hiçbir şey anlamıyorum. O senin baban; insan hiç evladını böyle ağır bir itham altında bırakır mı? Mantıksız değil mi?"
"Anlaşılan siz intikam denen duyguyu hiç yaşamamışsınız. Onun ne kahredici bir illet olduğunu bilmiyorsunuz."
"Ya sen? Sen biliyor musun?"
"Evet. Babamla yaşadım ve babamda gördüm."
"Yine de soruma cevap vermedin."
"Bunu anladığınızı sanmıştım. Sebebi çok basit. Babam yıllar sonra annemi tercih'etmemi bir türlü kabullenemedi."
"Yani annenin yanına döndün diye, senden intikam almaya mı kalkıştı?"
"Evet, aynen öyle!"
Aysel konuşmamızın bu noktasında müdahale etti.
"Sinan Bey" diye fısıldadı. "Oğlum tabloyu en basite indirgeyerek size anlatmaya çalışıyor. Tabii işin aslı, yine de Vural'ın bana duyduğu nefret ve kıskançlıktır. Aslında Kerim'in bütün başına gelenlerde Vural'la aramızdaki uyumsuzluk ve yılların verdiği çekişmeler yatıyor. Oğlum kötü bir evliliğin ceremesini çekiyor. Bunda hiç kuşkusuz benim de sorumluluğum var. Vural'a dayanamadım ve boşandım. Belki o tarihlerde Ke-rim'i yanıma alsaydım, bugün bunların hiçbiri olmayacaktı. Ama Kerim'in sonunda benim yanıma gelmesi, Vural'ı çıldırttı. Yıllar sonra annesine dönmesini kabul edemedi."
Kadın uzanarak oğlunu kendine çekti ve müşfik bir anne
gibi saçlarından okşamaya başladı. Ona şefkat ve muhabbetle
sokulmuştu. Kerim de o yaştaki bir çocuktan beklenmeyecek
334 kadar kadınsı bir davranışla annesine sarıldı. İlk kez oğlanda efe-
minemsi bir hava sezinler gibi oldum.
Şimdi iyice huylanmaya başlamıştım. Söylenenler beni şoke etmişti. Bir de oğlanın bu kadınımsı tavırlarından rahatsız olmaya başlamıştım; belki de yanılıyordum, bütün bunlar çaresizlik içinde çırpınan bir çocuğun gerçek himaye gördüğü anneye içtenlikle sığınması da olabilirdi.
Derin bir sessizlik oldu. Olayları beynimden geçirirken ister istemez bir sessizlik kaplamıştı ortalığı. Aysel'in sorusuyla irkildim.
"Ne düşünüyorsunuz şimdi? Bize inandınız mı?"
Kadına bakmadan, "Bilemiyorum" diye fısıldadım. "Kime inanacağımı şaşırdım."
"Biz doğrulan söylüyoruz. Tabii Vural'ı hâlâ kesin olarak suçlamıyorum. Emel denen kızı onun öldürdüğünü ispat imkanım olsa derhal polise başvururdum."
"Anlıyorum" diye başımı salladım.
"Bize yardım edecek misiniz?"
İrkildim birden. "Yardım mı? Nasıl bir yardım?"
"Ya bu işin peşini bırakın, biz kendi imkanlarımızla çözelim. Ya da..."
"Evet, ya da ne?"
Aysel bir süre yutkunarak yüzüme baktı. Dilinin ucunda bir şeyler olduğunu sezinlemiştim. Ama söylemekte zorlanıyordu. Bir an beni yardım etmekten kaçınırsam, yine tehdit edeceğini sandım.
"Ya da o mektubu siz bulun. Bunun karşılığında size çok tatminkar bir ücret ödeyeceğimden emin olabilirsiniz."
"Ne mektubu? Hangi mektuptan bahsediyorsunuz?"
Kerim annesine sarılmayı bırakarak bana yaklaştı.
"Bunu ben açıklasam daha iyi olacak" dedi. "Bir gün evde Emel tarafından babama yazılmış bir mektup buldum. Zaten her şey ondan sonra başladı ve çorap söküğü gibi gitmeye başladı. Satırları okuyunca beynimden vurulmuşa döndüm."
Susarak oğlanın vereceği izahatı dinlemeye başladım.
"Bir gün okuldan eve erken dönmüştüm. Babam evde yoktu. Tesadüfen sedirin üstündeki yastıklardan birinin alnndan ucu görünen bir kağıt gördüm. Önce ilgilenmedim. Sonra merak ederek kağıdı çektim baktım. El yazısından bunun Emel'e ait olduğunu hemen anlamıştım. Şaşırarak okudum. İğrenç bir mektuptu. O zaman babamla Emel arasında bir ilişki olduğunu anladım. Bütün satırlarda nasıl seviştiklerinin teferruatı vardı. Midem bulandı, az kaldı orada kusacaktım. Zaten son iki senedir, babamla aram açıktı."
"Neden?"
"Parasal sebepler diyebilirsiniz. Asıl etken paraydı. Babam çalışmıyor, zar zor geçiniyorduk. Meğerse o tarihlerdeki bütün gelirimizi de annem karşılıyormuş. Bunu bana söylemiyordu. Bir gün annemle görüşmek istediğimi söyledim. Küplere bindi, üzerime yürüdü ve ben?dövdü."
"Dövdü mü?"
"Evet, bir iki tokat attı. Sesimi çıkarmadım, ne de olsa babamdı ve bütün zorluklara rağmen bana onun baktığını düşünüyordum. Yaşamı çok'süfliydi, elindeki az parayı da içkiye ya da köşedeki kahvede kumara yatırırdı."
"Sonra?"
"Sonra o mektubu buldum. Emel'i o tarihe kadar iyi bir kız olarak tanırdım. Zararsız, sıradan bir arkadaş işte. Biraz havai ve hoppaydı ama genelde iyi bir insandı. O mektup beni kahretti. Babamla ilişkisini öğrenince perişan olmuştum."
"Dur bir dakika" dedim. "Bu posta ile mi gönderilmişti."
Oğlan başını salladı. "Hayır. Bir gün evvel okuldan çıkmış ve bizim eve gelmiştik. Sözde ders çalışacaktık. Ama Emel çoğu zaman kaytarır ve çalışmazdı. Hele babamı görürse. Mektubu
okuduktan sonra pek çok şey kafama dank etti. Bunu fark etmiş ama bu tarzda yorumlamamıştım. Ne zaman Emel gelse, babam kahveye gitmez, evden çıkmaz olmuştu. Hatta birkaç kere evde birlikte içki de içmişlerdi. Ben içki kullanmadığım için onları seyretmekle yetinmiştim, itiraf edeyim ki bu ilişkiyi anlamamıştım. O gün Emel okula gelmemişti ve babam da akşama kadar ortalarda gözükmedi. Meğer bir gün evvel bize geldiğinde ben farkına varmadan o mektubu eline sıkıştırmış. Mektupta babamı evine çağırıyordu."
"Peki" dedim. "O mektubu babana gösterdin mi?"
Oğlan başını salladı. "Hayır."
"Neden?"
"Bilmiyorum. Belki de utancımdan. Bir babanın, oğlunun kız arkadaşıyla giriştiği cinsel ilişki bana çok iğrenç gelmişti. Bunu bildiğimi babamın yüzüne vuramazdım."
Kerim'e hak verdim. Cidden zor bir durumdu.
"O mektubu ne yaptın? Yırttın mı?"
"Gerçekleri öğrendiğimi babamın bilmesini istemedim. Mektubu aldığım yere aynen bulduğum gibi bıraktım."
"Peki evi terketmeden önce babanla bu konuyu tartıştın mı?"
"Hayır. Hiç konuşmadık."
"Ondan sonra Emel'le ilişkilerin ne oldu?"
"Onu da bir daha görmedim. Bu hadise sabrımı taşıran son şey olmuştu. Anneme telefon ettim."
"Anneni daha evvel de aramış miydin? Hiç konuşmuş muydun?"
"Ne yazık ki hayır. Onu ilk defa arıyordum. Ezik, perişan ve yıkılmış bir halde. Kendimi tutamadım ve telefonda ağladım."
"Numarasını nasıl buldun? Malum, annen gibi önemli insanlara telefonda kolay kolay erişemezsin." "Babamın defterinde numara yazılıydı."
Aysel'e baktım. Kadın, "Doğru" dedi. "Numaramı Vural'a ben vermiştim."
Yanıma yaklaştı. Sıcak bakışlarını yüzüme çevirdi.
"Şimdi söyleyin bize; o mektubu ya da varsa onun gibi yazılmış başkalarını bize bulabilir misiniz? Vural'dan alabilir misiniz?"
"Şaka mı yapıyorsunuz? Bütün bunlar doğruysa, şayet Vural böylesine hain ve hunharca bir plan yapmışsa, kızın ölümünden sonra hiç o mektubu ortada bırakır mı? Mutlaka yırtıp yok etmiştir."
Aysel başını önüne eğdi. "Ben de öyle düşündüm, ama oğluma anlatamıyorum bir türlü."
"Bir dakika" dedim. "Size bir şey sormak istiyorum."
"Buyrun" dedi kadın.
"Nuh Kuyusu'ndaki eve o mektupları bulmak için mi adam yolladınız?"
"Evet."
"Emel'in evini de onun için mi arattınız?"
"Evet. Orada bjt. kız arkadaşıyla yaşıyordu. Kocamın adamlan orayı araştırdı ama kızın akrabaları eşyalarını alıp götürmüşler. Adamlarımız da onunla beraber kalan kızın eşyalarını ihtiyaten karıştırmışlar ama bir şey bulamadık."
işittiklerimin tedirginliği içinde omuzlarım çöktü. Adeta mırıldanarak konuştum.
"Ben her iki dağınık odayı da gördüm."
"Biliyoruz Sinan Bey. Vural'ın sizi ziyaret ettiği ilk günden beri sizi takip ediyoruz. Yalnız hatalı bir politika takip ettiğimizi şimdi itiraf etmek isterim. Daha evvel uyanıp sizden yardımcı olmanızı istemeliydik. Biz ise aksini yaparak, size gözdağı vermek, bu işi bırakmanızı sağlamak gibi yanlış bir yol seçtik. Yılbaşı gecesi sizi davetliler arasında görünce çok şaşırdım."
"Ama bunu hiç belli etmediniz doğrusu."
Bir Aşk Masalı - F: 22
"Beni korkutmayı iyi becerdiniz. Ve o gece sizin tehlikeli biri olduğunuzu anladım."
"Bir şey daha sormak istiyorum."
"Tabii buyrun. Ne öğrenmek isterseniz, cevaplarım."
"Şu Rumelihisarı'ndaki evi, hani Vural'la ilk tanıştığınız yıllarda gittiğiniz cafeyi, Vural'ın iki ay evvel size hibe ettiğini neden benden sakladınız?"
Dikkade yüzüne bakıyordum. Kadında hiçbir şaşkınlık emaresi olmadı.
"Vural üç dört ay önce karşıma çıktı. Kerim'in tahsiline devam için paraya ihtiyacı olduğunu ve elindeki son gayrimenkulu de satacağını söyledi. Benim orayı satın alıp almayacağımı sordu. Mutlaka yine kumar borcu olmalıydı, satışa çıkarsa yok fiyatına gideceğini biliyordum. Alırım dedim ve satışı gerçekleştirdik. O sırada size söylemedim. Zira uzaktan da olsa Kerim'i kolladığımı bilmenizi istememiştim."
"Ama Vural bunun satış değil bir hibe olduğunu söyledi."
"Doğrudur, işin o yanına pek aklım ermez ama muameleler sırasında galiba hibe tasarrufu olarak gösterilirse daha az vergi ödeneceğini söylemişti. Siz daha iyi bilirsiniz."
Manidar bir şekilde Aysel'e baktım.
"Hepsi bu kadar mı? Bu devir muamelesine karşı sizden başka bir isteği oldu mu?"
"Nasıl yani? Talep ettiği parayı anında ödedim."
"Daha başka bir istekte bulunmadı mı?"
"Anlayamadım? Nasıl bir istek?"
"Sizinle yatmak istemedi mi?"
Aysal Kalaycıoğlu ayağına basmışım gibi irkildi.
"Benimle alay mı ediyorsunuz? Bu ne biçim bir soru. Tüm gençlik yıllarımı mahveden bir adamla bunu nasıl yaparım? İğrenç bir düşünce! Yoksa bunu o mu söyledi?"
"Evet" diye mırıldandım.
"Tam Vural'dan beklenecek bir iddia."
Kadın hiddetten kıpkırmızı kesilmişti.
"Affedersiniz" diye fısıldadım. "Bana öyle söyledi. Size hâlâ deli gibi aşık."
"Böyle aşk olmaz. Onunki bir saplantı, marazi bir hal. 339 Hastalık gibi."
Cevap vermedim. Oturduğum iskemleden kalktım.
"Artık gitmek istiyorum" dedim.
"Neticeyi öğrenmek isterim" diye karşıma dikildi. "Tercihiniz nedir?"
"Para teklifinizi kesinlikle kabul etmeyeceğim. Ama kendi beynimde meseleyi aydınlığa kavuşturuncaya kadar da Kerim'in yerini ve onu bulduğumu Vural'a söylemeyeceğim. Sizin için şimdilik yeterli mi?"
Minnetle gözlerimin içine baktı.
"Evet yeterli. Teşekkür ederim. Bu bile beyninizde birtakım şüphelerin doğduğunu gösterir. Bizim korkumuz yok. istediğinizi araştınn artık."
Villadan çıkarken beynim uyuşmuş gibiydi.
Vural'ı ırz düşmanı biâkatil olarak düşünmek tüylerimi ürpertiyordu...
YEDÎNCİ BÖLÜM
1
"Vallahi yaman adammışsın, sevgilim!" diye gülümsedi Jale. "Avukat değil polis hafiyesi olmaiıymışsın. Nasıl becerdin bu işi?"
Sırıttım. "Pek zor olmadı."
"Bundan sonra sana Bay Sherlock Holmes diyeceğim. Ha-kettin, yani!"
"O kadar da değil" diye mırıldandım.
"Niye? Daha ne istiyorsun ki? Bütün emelin çocuğu bulmak değil miydi?" 4.