Kapıyı bana Tamer'in kız kardeşi Gamze açtı.
Beni karşısında yeniden görmeyi beklemediğini yüzündeki ifadeden anladım.
"Yine mi siz geldiniz?" dedi. "Ne istiyorsunuz?"
"Endişelenmeyin küçük hanım" dedim. "Kötü bir niyetim yok. Buraya bir dost olarak geldim. Sizlere bir zararım dokunmayacak. Sadece ağabeyinize birkaç soru sormak istiyordum. Onun iyiliği için."
Kızardı, yüzüme baktı. Sonra gözlerini benden kaçırarak, "Evde yok" dedi.
"Ne zaman gelir?"
"Gelmeyecek. Adapazarı'na amcamın yanına gitti."
"Neden?"
"Orada bir iş buldu. Amcamın yanında kalacak."
Yalan söylediğini hemen anlamıştım. Yüzü renkten renge giriyordu.
"Bana doğru söylemiyorsunuz" dedim. "Ben buraya ağabeyinizi bu beladan kurtarmak için gelmiştim."
Güzelce bir kızdı, iri gözlerini kuşkuyla yüzüme çevirdi.
"Ama geçen gelişinizde hiç de öyle görünmüyordunuz" diye mırıldandı.
"Haklısınız" dedim. "Çünkü o sıralarda onun suçlu olduğunu düşünüyordum."
"Ya şimdi?"
"Sanırım artık Emel'i hamile bırakan kimseyi tesbit ettik."
Öldüren kimsqp demekten özellikle kaçınmıştım. Kızın telaşa kapılmasını istemiyordum.
"Öyle mi?" dedi. "Kimmiş."
"içeriye girmeme müsaade eder misiniz? Daha rahat konuşabiliriz."
Kız kararsızdı.
"Annem evde yok" diye mırıldandı. Sonra utangaç bir edayla, "isterseniz buyrun" diyebildi.
"Teşekkür ederim" diyerek girdim içeri. Kız beni mütevazı döşeli oturma odalarına almıştı. Heyecanlı olduğunu hissediyordum. Merak ve heyecanla konuşmamı bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Sorusunu tekrarladı.
"Kimmiş?"
"Kerim Toksöz!"
Gamze'nin tepkisini merak ediyordum.
Irkilir gibi oldu, dudakları garip bir şekilde büzüldü.
"Şu sünepe oğlan mı? Hayret!"
____ "Neden şaşırdınız?"
406 Kendini toparlamaya çalıştı. Omuzlarını silkti.
"Ne bileyim? Onun böyle bir şey yapabileceğini sanmazdım" dedi. '
"Hepiniz gençsiniz, niye olmasın?"
"Ama Emel... yani."
Cümlesinin sonunu getiremeyince sordum, "Yani ne?"
"Ona pek yüz vermezdi.. Gerçi konuşurdu, sıkı fıkı arkadaştılar ama., ne bileyim, şey., değillerdi yani."
"Ne değillerdi?"
Kız kızarıp büzüldü. "Anlarsınız işte," diye mırıldandı.
"Yani yatacak kadar samimi değiller miydi?"
"Evet."
Kıza ufak bir yalan söylemekte mahzur görmedim. "Ama Kerim, Emel'le pek çok kere cinsel ilişkide bulunduğunu söyledi."
Gamze'nin Emel'le arkadaşlığının samimiyetinin derecesini biliyordum. Emel'in yırtık bir kız olduğu kesindi, Gamze'nin de durumu merak ettiğini ve gerçeği öğrenmek için can attığını görüyordum, ama kız daha tutucu bir çevreden geldiği için bu konuda konuşmaktan biraz çekinir gibiydi.
"Hayret!" dedi kız. "Buna şaşırdım."
"Neden?"
"Dedim ya, işi bu kadar ilerleteceklerini sanmıyordum. Emel'in tipi değildi o."
"Öyle mi? Emel'in tipi nasıldı? Daha olgun erkekleri mi beğenirdi?"
"Sanırım."
"Nasıl mesela? Ağabeyin onun için olgun biri miydi?"
Kız bir an bocaladı.
"Hayır" dedi sonra. "Bana kalırsa Emel ağabeyime de fazla yüz vermedi."
"Ama ağabeyin Emel'le ilişkide bulunduğunu itiraf etti bana."
Kız çekingen bir şekilde gülümsedi.
"Siz ona bakmayın. O biraz atar. Onu iyi tanırım. Çapkın erkek numaraları yapmaya bayılır."
"Yani aralarında bir şey olmadı mı demek istiyorsun?"
"Kesin hayır diyemem. Belki de olmuştur. Ama tıpkı Kerim gibi ağabeyim de onun tipi değildi."
Gülümsedim. "Çok ilginç" diye sırıttım. "Şu Emel'in hoşlandığı erkek tipini bana anlatsana. Olgun erkek tipi ile ne kastediyorsun?"
Bir an utanarak yüzüme baktı.
"Bir şey söylersem kızmazsınız, değil mi?"
"Tabii kızmam. Niye kızayım ki? Burada dostça konuşuyoruz."
Yüzüme bakmaya devam etti. Konuşmaya çekindiği belliy-di. ^
"O sizin gibi yakışıklı ve havalı erkekleri beğenirdi."
Gülümsedim. "Teşekkür ederim. Bana iltifat ediyorsun" dedim.
Utanmış gibi gözlerini benden kaçırdı önce. Sonra yumuşak ve kısık bir sesle:
"Ben sizi tanıyorum" diye mırıldandı.
"Nereden tanıyorsun?" diye sordum.
"Bir süre önce Jale abla ile sizi Nişantaşı'nda gördüm bir akşam."
"Öyle mi?"
"Kolkola dolaşıyordunuz ve birbirinize çok yakışıyordunuz."
Dikkatle kızı süzdüm. Adını niye Gamze koyduklarım şimdi daha iyi anlamıştım. Kızın iki yanağında da güldüğünde derin ve ona yakışan çukurlar oluşuyordu.
"Ben Jale ablayı severim. Ama ne yazık ki o, ne benden ne de ağabeyimden pek hoşlanmaz."
"Neden?"
"Emel yüzünden."
"Anlayamadım?"
"Biliyorsunuz, Emel'le aynı evi paylaşıyorlardı. O çok ciddi ve dürüst bir insandır. EmePin önüne çıkan herkesle samimi olmasından hoşlanmazdı."
"Sizlerden de hoşlanmadı mı?" diye sordum.
"Benimle arası iyiydi, ama ağabeyime ısınamadı."
"EmePe asıldığı için mi?"
"Her halde. Bazen ikimizi karşısına alır konuşur, tavsiyelerde bulunurdu. Allahı var, çok güzel bir kızdır."
Gamze çekinerek sordu.
"Onu seviyor musunuz?"
Gülümsedim. "Evet, seviyorum" diye mırıldandım.
"Evlenecek misiniz?"
"Niyetimiz öyle."
"Allah mudu etsin. Birbirinize çok yakışıyorsunuz."
"Teşekkür ederim Gamze" dedim.
Kız birden hatırlamış gibi yerinden fırlayarak masanın üzerinde duran kapalı bir cam şekerliği bana doğru uzattı.
"Bir şekerleme alır mısınız?"
"Hayır almayayım. Sağol."
"Size çay yapmak isterdim ama annem gelirse belki bozulabilir."
"Neden?"
"Artık söylememde bir sakınca yok. Geçen gelişinizde onu çok korkuttunuz. Sizden çok ürktü. Ağabeyime bir zarar vereceğinizi sandı." Sonra birden aklına gelmiş gibi, "Peki Emel'i Kerim mi öldürmüş?" diye sordu.
"Onu henüz bilmiyorum, olabilir."
Tahminime burun kıvırdı.
"Bence katil o olamaz."
"Niye?"
"Dedim ya, o sümsük oğlanın tekidir. Kötü bir şey de olsa, cinayet kararlılık ister, güç ister, beceri gerektirir. Kerim pısırığın biriydi."
Gamze'nin hayat dolu gözlerinin içine baküm. Kızın benden hoşlandığını anlamıştım. "Bak, Gamze" dedim. "Burada yalnızız ve dostça konuşuyoruz. Umarım, artık ağabeyine bir kötülük yapmayacağımı anlamışsındır."
Başını evet anlamında salladı.
"Şimdi bana doğruyu söyle. Tamer, Adapazarı'na amcanın yanına gitmedi, değil mi?"
Şaşırdı. Yüzü kızardı, ne diyeceğini bilemedi bir an.
"Endişelenme" dedim. "Artık onun katil olmadığını kesinlikle biliyorum. Ama birinin bana yardım etmesi lazım. Ona sormak istediğim önemli bir konu var. Ve bana ancak o yardım edebilir. Söyle bana o nerede?"
"Şey..." diye fısıldadı, sustu sonra.
"Lütfen bana sen yardım et. Onunla konuşmalıyım."
Kız korkar gibi olmuştu. Cevap veremiyordu.
"İnan bana ona kötülük etmeyeceğim. Ama gerçekleri öğ-renemezsem, polis onu, eninde sonunda bulacaktır. Belki biraz zaman alır ama mutiaka izini bulup sorguya çekeceklerdir. O zaman daha kötü olacak ve başı belaya girecektir."
Kız sıkılarak, "Ne öğrenmek istiyorsunuz?" diye sordu.
"Bunu ancak ağabeyine sorabilirim. Sen bana cevap veremezsin."
"Emel'le mi ilgili?"
"Hayır. Ağabeyini sıkıştırıp, onu dövenlerle ilgili."
Gamze son bir tereddütten sonra, "Evet" dedi. "Adapazarı'na gitmedi. Burada bir yakınımızın yanında. Ama geceleri eve dönüyor. Şimdilik çalışmıyor. Babam ona bir iş aramakla meş-
gul. Geceleri on ikiden sonra eve geliyor. Ama lütfen bu söylediklerimi annem duymasın. Yoksa beni öldürür."
Ayağa kalktım. "Teşekkür ederim Gamze" diye fısıldadım. "Bana yardımcı oldun. Söz veriyorum, ağabeyine bir kötülük gelmeyecek."
Kız bana samimiyede inanmıştı.
Yanağını okşadım. Utanarak kızardı.
"Verdiğim sözü unutmam" dedim. "Ağabeyin bir zarar görmeyecek."
Birden yeni aklına gelmiş gibi, "Siz kimin avukatısınız?" diye sordu. "Ağabeyimi dövdüren o kadının mı?"
"Hayır."
"Kimin öyleyse?"
Sorun da buydu. Gerçekten ben kimi temsil ediyordum acaba? Bu sualin cevabı henüz kendi beynimde bile oluşmamıştı.
"Gerçekleri, sadece hakikati ve adaleti temsil ediyorum" dedim.
Hiçbir şey anlamadan suratıma bakakaldı.
Gamze saf ve temiz bir kızdı. Acaba Emel'de ne bulmuştu da onunla arkadaşlık kurmuştu? Evden çıkarken hâlâ onu düşünüyordum...
* * *
Gece on ikiye kadar sokaklarda oyalanmak zorundaydım. Bu gece Tamer'le son bir görüşme yapmaya karar vermiştim. Gerçi beynimdeki sorunun cevabını ondan alacağımı pek sanmıyordum ama yine de aklıma gelen bütün ihtimalleri denemek zorunda idim. Gece yarısına kadar uzun saader vardı. Önümdeki boş zamanı nasıl geçireceğimi bilmiyordum; hava daha karar-mamıştı bile. Bir ara Tamer'le görüşmenin bir işe yaramayacağını, onu saaderce beklemenin bir anlamı olmadığını düşünmeye başladım. Eve dönmem çok daha akıllıca bir iş olacaktı.
Kararsız bir şekilde arabamın içinde oturdum. Beynimi şimdi şu sual meşgul ediyordu; Aysel, Emel'in cesedi bulunmadan kızın gebe olduğunu nerden biliyordu? Tabii bunun da makul birkaç cevabı olabilirdi. Belki Emel, Kerim'e söylemişti, ya da harıl harıl aradıkları o mektuplardan birinde böyle bir ifade vardı. Ama şurası muhakkaktı ki, Aysel en az Vural kadar Tamer'den de şüphelenmişti. Çocuğun üstüne varmalarının sebebi gerçeği öğrenmekti.
Beklemeye karar verdim. Delikanlı ile konuşmazsam rahat etmeyeceğimi biliyordum. Artık kolay kolay bu meselenin içinden kendimi çekip çıkaramayacaktım.
Büyükdere'deki bir balıkçı lokantasına girip ızgara uskumru ile bir küçük şişe beyaz şarap ısmarladım. Hafta arası olduğu için oldukça tenhaydı. Saat ona kadar oyalandım. Onda lokantadan çıktım. Daha en az iki saat bekleyecektim. Belki şaraptan kafam hafif dumanlanmıştı. Hemen arabaya gitmedim. Büyük-dere'den Sarıyer'e kadar sahil boyunca yürüdüm. Soğuk ve rüzgarlı hava iyi gelmişti. On bire doğru Passat'ın içine girerek beklemeye başladım. Arabayı karanlık gölgeler arasında uygun bir yere çekmiştim. Tamer'in evinin kapısını gayet rahat kontrol edebiliyordum.
Dakikalar geçmek bilmiyordu. Radyoyu açtım, biraz müzik dinledim, sonra sıkılıp kapattım. Gittikçe gerilmeye başlamıştım.
Saat on iki oldu. Tamer hâlâ ortalarda yoktu.
On ikiyi çeyrek geçe bir gölge sokağın başında göründü. Hızlı ve telaşlı adımlarla yürüyordu. Oğlanı tanımıştım. Eve yaklaşmasını bekledim.
Tam kapıya yaklaştığı sırada arabadan firladım.
Daha beni görmeden karanlıktaki arabadan çıkan birini farkedince hızlanmaya başladı. "Dur biraz delikanlı" dedim. "Seninle konuşmalıyız."
Hâlâ beni tanımamıştı. Sesimden de çıkardığım sanmıyordum. Yerine çakılı kaldı.
Sız kimsiniz?" diye sordu. "Ne istiyorsunuz benden?"
Korktuğunu anlamıştım.
"Telaşlanma" dedim. "Beni tanımadın mı?"
Ağır ağır sokak lambasının titrek ışığına doğru yürüyünce beni gördü.
"Yine mi sen? Ne istiyorsun hâlâ?"
"Sana bir iki şey soracağım."
"Arak sizlerle konuşmak istemiyorum. Üstüme varırsan polise giderim."
"Benim için farketmez. Zira artık senin suçlu olmadığını anladık" dedim.
Kuşkuyla yüzüme baktı. Ama kaçmaya da çalışmadı.
"Ne soracaksın?"
"Atla arabaya" dedim. "Daha rahat konuşuruz."
Kısa bir tereddüt geçirdi. Önce arabanın içinde başkalan olup olmadığını anlamak için eğilip baktı. Kimse olmadığını gör rünce biraz daha rahatlamış gibi gelerek arabaya bindi. Böyle bir karşılaşmayı beklemediği her halinden belliydi.
"Korkma artık" dedim. "EmePi gebe bırakan kişiyi bulduk."
Derin bir soluk aldı.
"Kimmiş?"
"Şimdi onu boşver. Sen soracağım soruyu cevapla bana."
Merakla yüzüme baktı.
"Seni dövdüren kadın, sana ne sordu?"
Tamer sorumu garipsemişti.
"Dedim ya, onu benim gebe bırakıp bırakmadığımı."
"Ama seni yakaladıkları zaman kızın cesedi henüz bulunmamıştı, gebe olduğunu nereden bilebilirlerdi ki?"
Bir an afalladı. Birkaç saniye düşündü.
"Ne bileyim?" dedi. "O zaman ben Emel'in kayıp olduğunu bile bilmiyordum."
"Kızın gebe olduğunu biliyorlardı ki sana bu soruyu sordular. Değil mi?"
"Öyle olması lazım. Her halde öğrenmişlerdi. Hem bu soruyu niye bana soruyorsun. Patronuna sorsana?" 413
"O kadın benim patronum değil."
Tamer'in şaşkınlığı artıyordu.
"Sen kimsin öyleyse? Kimin adına çalışıyorsun? Avukatlığın falan numara mı? Polis misin yoksa?"
"Polis olmadığımı anlamalıydın. Polis olsam seni başka türlü sorgulardım."
Bön bön suratıma baktı.
"Kimsin sen?"
"Boşver kim olduğumu. Sen şimdi sorularıma cevap ver."
Delikanlı aniden huylandı. Aysel'in adamı olmadığımı anlayınca birden kendini yeni bir tehlikenin eşiğinde bulmuş gibi arabadan fırlamak istedi. Kapının koluna el attığında ensesinden yakaladım. Biraz sertçe:
"Otur oturduğun yerde" diye homurdandım. "Beni zor kullanmaya mecbur etme.f Montunun yakasını sıkıca kavramıştım. Kımıldayamadı.
"Seni Emel'in ailesi mi tuttu yoksa?" diye korkarak sordu.
"Olabilir."
Ama sorduğu suale kendisi de inanmamıştı.
"Emel'in ailesi yok ki" diyebildi.
"Nereden biliyorsun?"
"Kendi söylemişti."
"Öğretmen bir babası olduğunu bilmiyor musun?"
"O çoktan ölmüş. Emel ilkokuldayken."
işte o an jeton düştü.
Galiba şimdi her şeyi anlamıştım. Bütün vücudumu bir titreme aldı. Bu aklımın köşesinden bile geçmeyen bir şeydi. Ama düşündüklerim doğruysa bütün taşlar yerlerine oturacaktı. Tamer'in yakasını bıraktım.
Oğlan bendeki değişikliği anlamıştı.
Tuhaf tuhaf yüzüme baktı. "Ne oldu?" diye sordu.
____ Dehşete kapılmış gibiydim. "Yok bir şey" diyebildim an-
414 cak. "Hadi git. Seninle işim kalmadı. Soracağım başka sual yok."
Oğlan son bir kere bana baktı. Sonra koşar adım arabayı terkederek evine gitti.
* * *
Berbat bir haldeydim.
Arabayı ağır ağrı sürerken hırsımdan kuduracak hallere gelmiştim. Aklımdan geçenler doğruysa ne denli iğrenç bir oyuna geldiğimi şimdi daha iyi anlıyordum. Daha fazla ilerlemeye-dim. ilk uygun bulduğum yere arabayı çektim.
Cep telefonumu çıkarıp Jale'yi aradım.
Uykulu bir sesle "Buyrun!" dedi sevgilim.
"Nasılsın hayatım?"
"Çok yorgunum. Yoğun bir gece geçirdim. Şimdi odamda biraz kestiriyordum ki sen aradın. Evde değilsin galiba, klakson sesleri aksediyor."
"Evet, sokaktayım" dedim.
"Ne işin var, gece yarısı sokakta. Yokluğumdan istifade edip bir şeyler mi yapıyorsun yoksa?"
"Hayır sevgilim" dedim. "Galiba Vural'ın meselesini aydınlattım."
"Yaa? Kimmiş katil?"
"Bunu yarın sana anlatırım. Düşün bakalım, belki bulursun."
"insanı merakta bırakma ayol. Söylesene..."
"Vural" dedim. "Katil Vural'mış."
Duraladı birden. "Emin misin?"
"Kesinlikle!"
"Nasıl anladın?"
"Şimdilik bu kadarını bilmen yeter. Devamını yarın sevişirken kulağına fısıldarım."
Jale itiraz etti.
"Hadi, hainlik etme! Meraktan çadarım sonra."
"Olmaz" dedim ve telefonu kapattım.
Derin bir nefes aldım. Ellerimin titremesine bir türlü mani olamıyordum. Sonra avucumdaki telefondan bilinmeyen numaraları çevirdim ve Çapa Tıp Fakültesi'nin numarasını istedim. Az sonra numarayı öğrenmiştim.
Hastanenin numarasını tuşlarken yüreğim duracak gibiydi. Zil bir süre çaldı. Nihayet santraldaki nöbetçi, "Alo" dedi. Ona "Çocuk Hastalıkları Bölümünü" bağlamasını rica ettim. Az sonra hatun öbür ucundan tok bir erkek sesi aksetti kulağıma.
Yüreğimin gümbürtüsünü kulak zarımda duyabiliyordum.
"Evet?" dedi.
"Nöbetçi stajyer Jale Yılmaz'la görüşmek istiyorum" dedim.
"Kim dediniz?" .i
"Doktor Jale Yılmaz."
Adam hiç tereddüt etmeden, "Bu serviste öyle bir doktor yok" dedi.
Israr ettim.
"Bu gece nöbetçi olması lazım."
Adam biraz terslenerek, "Sizi yanlış bir servise bağlamış olabilirler. Burası Çocuk Hastalıkları Bölümü."
"Ben de orayı arıyorum zaten."
"Kardeşim burada öyle biri yok."
Dudaklarımı ısırdım. Güçlükle, "Emin misiniz?" diye sordum.
"Belki başka bir kürsüdedir" diye homurdandı adam.
"Hayır eminim, Çocuk Hastalıkları Bölümü'nde."
Adam bu kez bozularak bağırdı.
"Kardeşim, ben buranın Baş Asistanıyım, kürsüdeki stajyerleri benden iyi mi bileceksin yahu" diyerek çat diye telefonu 4lğ yüzüme kapattı.
Artık tüm gerçeği kavramıştım. Aysel haklıydı. Beni kullanmış ve yönlendirmişlerdi.
Mideme şiddetli bir sancı saplandı.
Tüm ümitlerim ve hayallerim bir anda yok olmuştu. Gözlerim karardı; neredeyse oturup ağlayacaktım...
2
Eve döndüğümde canlı bir enkazdan farkım yoktu. Saat ve zaman kavramını yitirmiştim. Arabayı bahçeye soktuğumda sanırım gün ağarıyordu. Sabaha kadar ne yaptığımı nerede vakit geçirdiğimi, hiç hatırlamıyordum. Beynim uyuşmuş, ruhum daralmıştı. Hâlâ içimden yanılmış olmam için dua ediyordum. Son bir ümit kırıntısı, bütün tahminlerimin boşa çıkması için inanılmaz bir istek taşıyordum. Ama ne yazık ki artık bütün taşlar yerine oturmuştu.
Daha sağlıklı düşünmek için biraz uykuya ihtiyacım vardı. Kendimi toparlamalı ve gereken yerlere telefon etmeliydim. Tabii bunların başında polis geliyordu.
Daireme girdim. Bütün ışıkları yaktım.
Evde beni bir sürpriz bekliyordu. Salonun elektriğini yakınca koltukça oturan Jale'yi gördüm. Aslında bu bir sürpriz olmamalıydı.
"Nihayet gelebildin" dedi.
Sesi boğuk ve soğuktu.
"Evet, döndüm" diye inler gibi konuştum. "Doktorluk oyunu bitti mi?"
"Bitti sevgilim."
"Artık bana sevgilim diye hitap etmesen iyi olur Madde. O kelime ağzına hiç yakışmıyor."
"Demek kim olduğumu da anladın?"
"Evet." ~4Î7
"Tahmin etmiştim. Çok üzgünüm Sinan. Gerçekten çok üzgünüm."
"Ben de öyle."
"Ne olursa olsun, bir şeyi çok iyi bilmeni istiyorum. Seni gerçekten sevdim. Hem de delicesine. Lütfen bana inan. Bunu doğru söylüyorum. Hem de bütün kalbimle."
"Artık sana inanmam için çok geç Jale. istersen sana Madde diyeyim, yani gerçek adınla hitap edeyim."
Macide bir an yüzüme baktı. Onun da uykusuzluktan gözlerinin altı morarmışü.
"Ne yapacaksın şimdi?" diye sordu.
"Her şeyi polise ihbar edeceğim."
Yüzü gölgelendi.
"Bunun ne anlama çeldiğini biliyor musun?"
"Kesinlikle."
"ikimizin de sonu olur."
"Doğru" dedim. "Zaten her şey bitti artık."
"Ya aşkımız, aramızdaki sevgi ne olacak?"
"Sen buna sevgi mi diyorsun? Yalan ve ihanet üzerine kurulmuş bir ilişkiye nasıl aşk diyebilirsin?"
"Yalvarırım iyi düşün. Bir saçmalık yapmaya kalkışma. Harika bir ilişkiyi aptalca bir gurur uğruna mahvetme. Seni çok seviyorum. Geleceğimiz, şu an vereceğin karara bağlı. Acele vereceğin bir karar ikimizin de hayatını söndürebilir."
"Ne yazık ki artık çok geç. Bu oyun bitti."
"Hayır Sinan, bitmesini istemiyorum ve bitmesine de izin vermeyeceğim."
Gülümsemeye çalıştım.
Bir Aşk Masalı - F: 27
"Hâlâ oyun oynamaya devam ediyorsun ha? Geç kaldın; artık maymunun gözü açıldı. Bundan sonra ne söylesen inanmam. Beni fena kandırdın. Aslında seni kudamak gerekir. Rolünü mükemmel oynadın. Beni ağına düşürmekte çok başarılıydın. Oscar'a layık bir oyundu bu. Ama neden? Bir türlü anlamıyorum, beni niye bu tuzağa düşürdünüz? Benden ne istiyordunuz? Bu komploda benim rolüm neydi?"
Jale ya da gerçek adıyla Macide ayağa kalktı. Sinirli sinirli odanın içinde dolaşmaya başladı. Neden sonra, "Hepsini en başından dinlemek ister misin?" diye sordu.
"Ehh, bu kadarı hakkım sanırım" diye mırıldandım.
Bana yaklaştı. Kararsız bir şekilde önümde durdu. Nefsiy-le mücadele halinde olduğunu sezinliyordum. Gözleri yaşarmıştı. Her an bir ağlama krizine girebilirdi.
"Sana her şeyi anlatacağım. Sonra istediğin kararı ver. Buna razıyım. Ama başlamadan önce bir şeyi anlamanı istiyorum. Seni çok sevdim Sinan. Her şeyden şüphe edebilirsin ama asla sana olan duygularımdan şüphe etme. Şu an bile kollarına atılmak, sana sarılmak, sıcaklığını duymak istiyorum. Belki de bu son kez olacak, belki de beni asla affetmeyeceksin."
Bir adım daha yaklaştı. Kollarını açtı.
"Sarılmama, kokunu duymama, şefkat ve merhametini hissetmeme izin verir misin? Şu an sana çok ihtiyacım var."
Göz pınarlarından iki ufak yaş damlacığı yanaklarına süzülmüştü.
Yüreğimin parça parça olduğunu hissediyordum. Benliğimi müthiş bir korku kapladı. Onu hâlâ çok seviyordum ve şu an göstereceğim en ufak bir zayıflık vicdanımda asla onarılmayacak yaralar açabilirdi.
Gırdağım kurudu. Vicdanımla mantığım mücadele ediyordu. En doğru karan vermek zorundaydım. Biraz daha ısrar ederse yenik düşeceğime yüzde yüz emindim.
Sesim çıkmadı.
Macide bir adım daha atıp bana sarıldı. Başını göğsüme dayayarak ağlama başladı. Kımıldamadan, hareketsiz duruyordum.
Kollan boynuma dolandı.
"Sarıl bana. Beni sıkı sıkıya kavra" diye inledi. "Lütfen."
Kollannı boynumdan çekmeye çalıştım.
"Yapma.. Lütfen yapma.. Beni kendinden uzaklaştırma."
"Bu kadar oyun yeter Macide. Artık beni kandıramazsın. Şimdi her şeyi bana anlatmanı istiyorum. Kes şu ağlamayı" diye fısıldadım.
Ama kendi sesimi tanımakta zorlandım. Ona nasıl böyle davrandığımı, nasıl hoyrat ve anlayışsız olduğumu anlayamıyor-dum.
Birden kollarını boynumdan çekti.
Beni hor gören, aşağılayıcı nazarlarla baktı.
"Pekala" dedi. "Tercihini yaptın ve bu sonucu sen istedin. Neticesine de artık katlanmak zorundasın. Sana her şeyi anlatacağım. Hoşuna gitmese ve duymak istemesen bile."
Ağır ağır benden uzaklaşarak kanepeye yürüdü adeta çöker gibi oturdu. Uzun sarı saçları dağılmış olarak yüzüne düşüyordu. Omuzları çökmüş, lacivert gözlerini suçlu insanların psikolojik ezikliği kaplamıştı.
"Doğru bildin" dedi-. "Ben eski okul arkadaşın Vural'ın kardeşi Macide Toksöz'üm. Şu bir zamanların ünlü pamuk kralının kızı. Doktor falan da değilim.. Parasızlık yüzünden Tıp Fakültesini bitiremedim. Okuyabilseydim bugüne kadar çoktan ihtisasımı da tamamlamış olurdum."
içini çekti.
Onu sessizce dinlemeye başlamıştım.
"Babam öldüğünde ilkokuldaydım. Annem beni doğururken vefat etmişti. Babam üstüme titrerdi. Onun en sevdiği evladıydım. Ne yazık ki kalp hastasıydı. Çocuk olduğum için onun yıllardır bu dertten şikayetçi olduğunu bilmezdim. Ölümü ani
oldu. Fabrikada bir kalp krizi geçirdi. Ambulans yetişinceye kadar da gitti."
Macide kesik kesik, kısa cümlelerle konuşuyordu. Geçmişini anlatırken derin bir üzüntüye kapılmış, omuzları titremeye başlamıştı.
"Beni büyük halam yanına almak zorunda kaldı. Halalarıma da babam bakardı. Onun ani ve zamansız ölümü ailenin üzerine kabus gibi çöktü. Öğrenimini istanbul'da tamamlayan ağabeyim zaten aileden kopuktu. Bir anda büyük bir servetin başına geçti, işte her şey ondan sonra başladı. Babamın ölümünden iki ay sonra evlendi. Aysel hayatımda tanıdığım en haris ve para düşkünü kadındı. Ne var ki ağabeyim ona sırılsıklam aşıktı ve onun elinde tam anlamıyla oyuncak olmuştu. Karısının bir dediğini iki etmiyordu. Tabii ben bunları o çağdaki çocuk kafamla takdir edemiyordum. Gerçeklerin büyük bir kısmını daha sonra, aklım erince halalarımdan öğrendim. Vural çalışmıyor, babamın servetini har vurup harman savuruyordu. Hazır paraya dağlar dayanmazdı. Halalarım ağabeyimi ikaz etmeye çalıştılar, ikisiyle de kavga etti. Küçük halam iskenderun'da yaşardı. Kocası yine oradaki babama ait bir fabrikanın müdürlüğünü yapardı. Aysel'in teşvikiyle ilk olarak o fabrikayı sattı ağabeyim. Küçük halamın kocası işsiz kaldı. Ona hiç yardım etmedi. Sonradan öğrendiğime göre o satıştan aldığı parayı olduğu gibi Aysel'e devretmiş. Kısacası Vural Adana'daki bütün tesislerimizi kapatarak işleri tasfiye cihetine gitti ve aileyi yüzüstü bırakarak, karısının teşvikiyle istanbul'a göç etti. Tabii benim de babamın malları üzerinde miras hakkım vardı. Ama ne yazık ki ben miras hisseme hiçbir zaman sahip olamadım. Vural paraları çarçur edip bitirince Aysel daha evliyken tanıştığı bir bankacıya kaçtı. Ondan bir haber alamıyorduk. Ada-na'ya ne geliyor ne de bize bir iki satır yazıyordu. Lise birinci sınıftayken onunla görüşmek için bir defa istanbul'a geldim. Kerim çok ufaktı, daha okula bile gitmiyordu, istanbul'da Ka-ragümrük'te çok süfli bir hayat sürüyorlardı. Gerçi bizim de o