Osmanlı Politik Sisteminin Osmanlı Saray Mimari Mekan Örgütlenmesi Üzerindeki Etkileri / Zafer Sağdıç [s.211-217]
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi / Türkiye
Türkleri ve 4000 yıllık Türk Tarihi’ni siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel yönlerden ele alırken, hiç şüphesiz, Osmanlı İmparatorluğu’nun geçirmiş olduğu yönetimsel değişimler ile teknolojik gelişmeler ve kentsel yaşama koşullarının değişimi parelelinde Osmanlı Mimarisi içerisinde “saray” kavramının ve “saray mekanlarının” organizasyonunun değişimini ve bu değişimin nedenlerini incelemek gerekmektedir. Bugüne kadar çok fazla incelenmemiş bir konu olan Osmanlı sarayında mekan organizasyonunun değişimi sonucu tasarlanan yeni saraylar, modernleşme hareketleri ile beraber yaşanan politik ve kültürel değişimlerin günümüzde hâlâ gözlenebilen belgeleridir. Unutulmamalıdır ki, modernleşme hareketleri, Batılılaşma rüzgarı halinde öncelikle hanedan yaşantısını ve haliyle de hanedanın evi ve yönetim yeri olan sarayları etkilemiştir. Mevcut belgeler ve Osmanlı tarihçileri ile dönemin Batılı seyyahlarının yazdıkları, bu bakış açısı ile incelendiğinde ve Osmanlı saray örnekleri yine bu bakış açısı içerisinde birbirleri ile karşılaştırıldığında, Osmanlı zihniyet dünyasında “modernleşme” kavramının aldığı önemin anlaşılması adına yeni açılımlar sağlanacaktır.
Osmanlıcası “seray”, İngilizcesi “palace”, Fransızcası “les palais”, Almancası “der palast” ve İtalyancası “il palazzo” olan saray kelimesinin sözlük anlamı “büyük konak” veya “devletin en üst yöneticisinin ikamet ettiği ve devleti yönettiği yer” olarak geçmektedir.1 İlk olarak Türklerde Yusuf Has Hacib’in 1067 tarihli eseri Kutadgu Bilig’de geçen ve “Han, Beylerbeği ve Beylerin yaşadığı, pek çok çadır ve otağdan oluşan Hükümdar Makamı” anlamına gelen “saray” kelimesinin en eski Türkçede karşılığı “orda” veya “ordu” idi. Türkçede eş anlamlı olarak kullanılan diğer kelimeler “taht”, “örgin” veya “örgün” ve “karşı”dır. Osmanlı öncesi Türk topluluklarında saray kelimesinin yukarıda geçen diğer eş anlamlı kelimeler ile birlikte günlük hayatta kullanıldığı yazılı kaynaklara dayanarak söylenebilir.2
Saraylar, ilk örnekleri eski doğuda görülen yapılardır. Kavramsal olarak “saray”, monarşik sistemlerde devlet yönetim yapısı olarak açıklanabilir. Yine sarayların devlet yöneticisinin konutu işlevini taşımasının yanısıra, siyasi birliği oluşturan halkın, üretim, para, hukuk, askerlik, eğitim vb. işlerini yöneten kişilerle, onlara bağlı daha alt kademelerde bulunan görevlilerden meydana gelen örgütlerin daireleri ile, bu dairelere bağlı hizmet yapılarını içeren, özellikle de erken örneklerde daha baskın bir biçimde kent merkezi özellikleri gösteren, büyük yapı toplulukları olduğu söylenebilir.3
Tarihte ilk olarak Yakın Doğu ve Mezopotamya’da karşılaşılan saraylar, batıda İspanya’dan doğuda Çin’e ve güneyde Hindistan’a kadar geniş bir coğrafya içerisinde “devlet işlerinin görüşüldüğü, halkın sorunlarının çözüldüğü” mekanlar olarak ortaya çıkmışlardır.4 Hatta sarayları oluşturan yapı birimlerinden yönetimsel toplantıların gerçekleştirildiği, erken Osmanlı saraylarında “divanhane” olarak isimlendirilen mekanların en eski örneklerine İslamiyet’ten önce Akdeniz, İran ve Anadolu’da ve İslamiyet’ten hemen sonra da Asya ve Kuzey Afrika’da rastlanmaktadır.5
Genel olarak sarayı oluşturan yapı toplulukları işlevsel ve biçimsel olarak ayrımlanmaktadır. Bu işlevsel ve biçimsel özellikler, İslamiyet öncesi çeşitli Türk topluluklarının saraylarında, İslamiyet’in kabul edilişinden sonra değişen siyasi düzene göre değişimler geçiren İslam saraylarında ve Türk-İslam saraylarında değişik özellikler göstermektedir denilebilir.6
Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul’un alınmasından sonra geçirmiş olduğu yönetimsel değişim süreci ve bu süreç içerisinde başkent İstanbul’da yapılmış olan, yönetim-mimari saray mekan planlama ilişkisini en güçlü şekilde açıklayabilecek olan üç önemli Osmanlı sarayı, kronolojik olarak 15. yy.’da İstanbul’da yapılan ilk büyük Osmanlı sarayı olan Topkapı Sarayı, 19. yy.’da Batılılaşma hareketlerinin kaçılmaz olarak sembolik merkezi olan Dolmabahçe Sarayı ve yine yapımı 19. yy.’ın son çeyreğine denk gelen, ilk Meşrutiyet döneminden sonra tekrar patronajın tek-ele geçtiğini adeta mekansal örgütlenmesinin her noktasında gösteren Yıldız Sarayı’dır.
Osmanlı dünyasında saray kavramının karşılığı, “Saray-ı Hümayun” olarak adlandırılmıştır ve saray “padişahın resmi makamı ve oturma yeri” yani hem ikametgahı ve hem de yönetim merkezi olarak şekillenmiştir.7 Başbakanlık Osmanlı Devlet Arşivi, Cevdet Saray Tasnifi’nde bulunan belgelerin içerikleri terminolojik bir bakış açısı ile incelendiğinde, padişaha ve padişah ailesinden gelen üyelere ait olan sarayların, “Saray-ı Hümayun”, ve “Saray” olarak, Boğaziçi sahillerinde bulunan sarayların “Sahil Sarayı”, “Sahil Saray-ı Hümayunu” olarak isimlendirildiği görülmektedir.8
“Resmi saltanat makamı” olarak sırası ile kullanılan Bursa Sarayı, Edirne Sarayı, İstanbul’un alınmasından sonra Saray-ı Atik-i Amire ya da Eski Saray, Saray-ı Cedid-i Amire ya da Yeni Saray olarak isimlendirilen Topkapı Sarayı ve karşı sahilde yer alan ve 18. yüzyıla kadar önemini koruyan Kavak Sarayı, yangından ötürü birbiri ardına aynı bölgede inşa edilen Beşiktaş Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı ile Yıldız Sarayı, saltanat tarafından zaman içerisinde biri diğerinin yerini alarak kullanılmıştır. Ancak, Osmanlı saray kullanım mekanizmasında, eski sarayların tamamen terk edilmediği, harem teşkilatına ait bölümlerin kullanımlarının devam etmiş olduğu, ve bu sözü geçen saraylardan özellikle, Topkapı Sarayı’nın hem harem teşkilatının yaşatılmış olduğu ve hem de prestij mekanı olarak bayram kabulleri gibi önemli gün ve törenlerde, Osmanlı’nın en son zamanına kadar bu sarayın kullanıldığı da yine Başbakanlık Osmanlı Devlet Arşivi belgelerinden takip edilebilmektedir.
Başbakanlık Osmanlı Devlet Arşivi Belgeleri incelendiğinde, Osmanlı İmparatorluğu yönetim mekanizması içerisinde iki ana tip “saray” kavramı bulunmaktadır denilebilir. Bunlardan birincisi ve asıl “Osmanlı yönetim sarayı” olarak tanımlandırılabilecek olanı “tam teşkilatlı saraylar”dır. İkinci anatip saray ise, saray yönetim teşkilatının merkezi olan sarayların, yani “tam teşkilatlı sarayların” dışında kalan ve mevsimlik olarak şehir iç ve dışında sayfiye kullanımı amaçlı kullanılan saraylardır ki bunların da arşiv belgelerinden “eksik teşkilatlı saraylar” olarak isimlendirildiği görülmektedir.
Yapıldıkları yüzyıla göre gerek içerdikleri birimlerin isim ve sayılarında bir takım farklılıklar gösterselerde, mevcut örnekler incelendiğinde, “Tam Teşkilatlı Osmanlı Sarayı”nın, genel olarak üç ana bölüm ve onları besleyen alt birimlerden oluştuğu söylenebilir. Uzunçarşılı, “Osmanlı Saray Teşkilatı” isimli eserinde Topkapı Sarayı’nın içerdiği bölümleri, 1. Birun (hariç, dışarısı), 2. Enderun (dahil, içerisi) ve 3. Harem-i Hümayun (aileye mahsus) olarak götermektedir.9 Uzunçarşılı, Topkapı Sarayı’nın ana giriş kapısı olan ve ilk avluya açılan Babüsselam’den başlayarak, birinci avluyu ikinci avluya bağlayan giriş olan Babüssade’ye kadar olan kısmı Birun olarak isimlendirmiştir. Bu bölümde dış dünya ile sarayın iç mekanizması arasındaki geçişi sağlayacak, cami, mutfaklar, depolar, kiler alanları gibi birimlerin yer aldığı görülmektedir. Yine Topkapı Sarayı örneği üzerinden gidildiğinde, Sarayın Enderun kısmını içeren ikinci avluda Hazine-i Hümayun ya da Ata tarihinde geçen adı ile Daire-i Hümayun, Arz Odası, Katip Odaları gibi yönetimsel mekanların bulunduğu görülmektedir. Üçüncü ana bölüm olan Harem-i Hümayun ise, Emanet-i Müteberrika, Valide Sultan Dairesi, Gözdeler Daireleri, Cariyeler Dairesi ve mevcut tüm Hadım Ağaların koğuşları gibi mekanları içermektedir.10
Bu noktada birbirinin her ne kadar birebir aynısı olarak planlanmadığı görülen Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı ve Yıldız Sarayı incelendiğinde, her üçününde “Tam Teşkilatlı Saray” olarak arşiv belgelerinde geçen saray kavramına uyduğu ve birbirlerine çok benzer mekanları içerdikleri görülmektedir.
Uzunçarşılı’nın mekanları isimlendirmesine sadık kalınarak, “Tam Teşkilatlı Saray” yapılarında bulunan 1.Birun bölümünün; Has Ahırlar, Saray Matbahları, Limonluk, Eczane, Hastahane, Fırın, Mutfak, Istabl-ı Amire, Hamlahane, Atiyye-i Seniye Ambarları, Marangozhane, Saray Tiyatrosu gibi ortak kullanım birimleri ile Seferli Koğuşları, Yeniçeri Karargahları, Zülüflü Baltacılar Daireleri, Mehterhane gibi geniş alana ihtiyaç duyulan mekanları.
2. Enderun bölümü/üst yönetimsel bölümünün; a1. arz odası/divan odası ya da yüzyıllara göre geçirilen yönetimsel değişimler ve teknolojik gelişmeler ve kentsel yaşama koşullarının değişimi parelelinde şekillenen, a2. Mabeyn-i Hümayun ve Muayede Salonu, b. Hazine-i Hümayun/Hazine-i Hassa Dairesi/Hazine-i Maliye; İç Hazine, Dış Hazine; c. Vezir-i azam ve diğer vezirler ile üst düzey yönetimsel birimler için yapılan Vezir Toplantı Odası, Katip Odaları, Ferman Odaları, Has’oda, Defterhane, Elbise-i Fahire Odası, Imrahurun Dairesi, Hırka-ı Saadet, İnşa Dairesi Şehremini gibi mekanları.
3. Harem-i Hümayun bölümünün; Emanet-i Müteberrika, Valide Sultan Dairesi, Gözdeler Daireleri, Usta Kalfalar, Gedikli Cariyeler Dairesi Hadım Ağaların koğuşları; Harem Ağası Odası, Kızlarağası Katibi Daireleri, Ak Ağalar (Hadım Ağalar) Odaları/Koğuşu, Zenci Hadım Reisi Meskeni, Kara Ağalar (Zenci Hadım Ağalar) Odaları/Koğuşu, İç Oğlanlar Odaları/Koğuşu, Kapı Oğlanları Odaları/Koğuşu gibi mekanları kapsadığı görülmektedir.
Sedat Hakkı Eldem’in “Köşkler ve Kasırlar” adlı eserinde ve Ata Tarihi’nde Üsküdar’da bulunan ve 18. yüzyıla kadar önemini koruyan, ancak günümüzde mevcut olmadığı için gözden kaçan Kavak Sarayı da tam teşkilatlı Osmanlı sarayları arasında geçmektedir.11 Başbakanlık Osmanlı Devlet Arşivi’nin Cevdet Saray Tasnifine 20 Ramazan 1218 tarihi ve 1164 nolu kayıtlı olan belgede “Üsküdar’da Kavak Sarayı arsasına evvelce yapılan köşkten ve neferat kışladan başka yapılmakta olan zabitan konakları, çarşı dükkanları, hamam, değirmen, tabhane, hastahane, cebehane, talim meydanı ve tulumbacı kışlası, su hazine ve çeşmesi, iskele ve liman ve lağımlar…” masraf kayıdı olarak geçmektedir. Bu bağlamda, sözü geçen belge incelendiğinde, Üsküdar’da bulunan Kavak Sarayı’nın da tam teşkilatlı bir Osmanlı saray yapısı olduğu söylenebilir.12
“Eksik Teşkilatlı Osmanlı Sarayı” ise yukarıda sayılan bu kullanım birimlerinden bir veya bir kaçına sahip olmayan ikincil kullanıma uygun saray binalarıdır. Eksik teşkilatlı Osmanlı sarayları, tam teşkilatlı Osmanlı sarayları kadar sık kullanılmamaktadır, zaten bu nedenle de tam teşkilata sahip olmaları gerekmemektedir. Bu saraylara Boğaziçi’nde bulunan sahil sarayları örnek olarak verilebilir.
Sarayların teşkilatını oluşturan hizmetlilerine “bendegan” adı verilmektedir. Bu sarayların teşkilatlarının kapsamı yüzyıllara göre değişiklik göstermektedir. Bu saraylara kapasitelerine göre saray teşkilatının tümü veya bir kısmı mevsim geçirmek üzere taşınırdı. Bu işleme saray içinde “göç” adı verilmektedir.13
Tam mevsimlik yani ilkbahar ve yaz aylarını kapsayan bir biçimde açılan saraylar gibi sadece bir günlük veya birkaç saatlik ziyaret için açılan saraylar ve kasırlar da bulunmaktadır. Mevsimlik ve günlük kullanılan bu saray ve kasırlara “hadika” denilmektedir. Bunlara gitmek “biniş” olarak adlandırılmaktadır. Yani, biniş kelimesi saray, köşk veya kasırın kullanım için açılmasını ifade etmektedir.14
Biniş yapılacak olan saray, köşk ya da kasırın koruyucu perdeleri açılır, uygun döşeme takımları yerleştirilir, içeride bulunan koruyucu kılıflar kaldırılır. Biniş sarayları eklentilerinin azlığı nedeniyle saray ismindense köşk veya kasır adı ile anılmaktadır. Bunlar Eldem’e göre, “şehirden uzak bahçelerde veya mesirelerde bulunur, biniş anında açılır, sair günler bostancılar muhafazasında kapalı tutulurlar”.15
Osmanlı arşiv belgelerinde saray kelimesinin dışında kullanılan kavramların başında “köşk” ve “kasır” kelimeleri gelmektedir. Sözlük anlamı ile “köşk”, bahçe içinde yapılmış büyükçe, süslü evdir.16 Osmanlı’da önceleri sarayların avlularında yapılan ikamet birimlerine “köşk” adı verilmekteydi, ancak zamanla köşk kelimesinin bir özel kişi evinin ilavesi olarak da kullanıldığı gözlemlenmektedir. Saray avlularında bulunan ve içlerinde Harem ve mutfak bölümleri gibi ayrımlanmış birimleri içermeyen köşk yapıları, padişahın birkaç saatini ya da gününü geçirdiği dinlenme ve eğlenme yerleri olarak da kullanılmakta olduğu söylenebilir. Yine bu köşklerin padişahın genel ikametgahı amaçlı kullanılmadığı da bilinmektedir. Bu kullanıma, Topkapı Sarayı’nda bulunan IV. Murad devrinde yaptırılan Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, III. Ahmed devrinde yaptırılan Sofa Köşkü, Mecidiye Köşkü ile Bağdat Köşkü ve Yıldız Sarayı içerisinde bulunan Ada Köşkü örnek verilebilir. Bursa Sarayı’ndan itibaren ana binanın haricinde bulunan köşklere saray alanı içerisinde daha fazla yer ayrıldığı görülmektedir.
Saray alanları dışında da şehrin manzaralı mevkilerinde ya da sayfiye yerlerinde yaptırılan özel mülk olarak kullanılan çeşitli büyük yapıların da köşk olarak adlandırıldığı görülmektedir. Ayrıca kimi özel mülklerde avlunun içindeki ebadına ve yerine göre, kameriye, mehtabiye, çardak gibi yapılarda köşk isimi ile anılabilir.
Aynı zamanda köşk kelimesinin oda kullanımına karşı gelen bir kullanımı da olduğu söylenebilir. Çeşitli kabul, kış, oturma, koltuk, soba ve kitaplık odaları ile belirli ziyaret ve merasimlere ayrılan mekanlarında Cirit Köşkü, İftar köşkleri, Yalı Köşkü gibi örneklerde köşk olarak adlandırıldığı bilinmektedir.17
Köşk kelimesi ile “kasır” veya “saray” kelimeleri eş anlam taşıyabilir. Osmanlı arşiv belgelerinde Kasr-ı Hümayun olarak geçen yapı tipinin sözlük anlamı, padişah köşküdür.18
Kasır kelimesi genellikle Anadolu Beylikleri ve Osmanlılarda, yöneticinin kırlık yerlerde yaptırdıkları saray ve köşkleri anlatmak için kullanılmaktadır. Ayrıca Anadolu’da beylerin ve valilerin kendilerini çeşitli tehlikelerden korumak için yaptırdıkları, savunma tedbirleri alınmış binalara da kasır denilmektedir. Bunlar genellikle şehrin en yüksek yerlerinde yapılmış hisarların içindeki iç kaleler niteliği taşımaktadır.19
Osmanlı’da ise kasırların daha çok kırlarda bulunan dinlenme köşkleri niteliğinde olduğu görülmektedir. Çeşitli gezinti yerlerinde, ormanlarda ve su kıyılarında sıcak mevsimleri geçirmek için sayfiye niteliğinde çok sayıda kasır yapılmıştır. İstanbul’da Saadabat Kasrı, Göksu Kasrı, Aynalı Kavak Kasrı ve Tershane Kasrı bunlara örnek olarak verilebilir. Eldem’e göre ise, “aslında kullanılma şekilleri arasında bir tercih veya ayırma yapılmamış olsa bile, ‘köşk’ terimi daha ufak ve mütevazi, ‘kasır’ ise daha fazla iddia ve önem taşıyan binalarada kullanılmıştır. Köşk her kimse ve kişinin malı olabilirken, kasır yanlız Hünkar’a aidiyet manasını taşır”.20
Benzer teşkilata sahip, saray bünyesi içerisinde var olan ancak köşk ya da kasır olarak adlandırılan binalar da bulunmaktadır. Topkapı Sarayı’nda bulunan Adalet Kasrı, Alay Köşkü, Yıldız Sarayı’nda bulunan Çit Kasrı, Şale Köşkü, köşk ve kasır kavramlarının bu bağlamda kullanımına örnek olarak verilebilir.
Gerek Osmanlı arşiv belgelerinde ve gerekse de Eldem’in yazdıklarından çıkartılan bir sonuca göre, kasır kelimesi 19. yy.’dan itibaren daha az kullanılır olmuştur. Kasır kelimesinin taşıdığı anlama karşılık köşk kelimesinin kullanılmaya başladığını görmekteyiz. 19. yy.’dan itibaren köşk kelimesi sayfiyelerde bulunan ve mevsimlik kullanılan meskenler ile şehir içinde bulunan bahçe içindeki daimi ikametgahlar içinde kullanılmaktadır. Yine Eldem, bu önemde Avrupa ile yakın ilişkilerin sonucunda Avrupa’daki bahçe içindeki evlere genel olarak villa adının verilmesini ve buna paralel Osmanlı dünyası içinde de bahçe içindeki evlere genel olarak köşk adının verildiğini savunmaktadır. Köşk kelimesi ev veya konaktan daha çekici sayılmış ve “evde ve konakta bulunmayan özellikleri ve güzellikleri” vadeden iddialı bir kelime olduğu için bu dönemde yoğun bir biçimde kullanılmıştır.21
19. yy.’ın ortalarına kadar Avrupa’daki sarayların genellikle tek bir saray binasından oluştuğu bilinmektedir. Oysaki aynı tarihte Osmanlı sarayı ayrı bina ve pavyonlardan oluşmaktadır. Saray kompleksi/bütünlüğü içinde bulunan Hünkar’a ve/veya Hanedan ailesine ait köşklerin ise pavyonlar olarak düzenlendiği görülmektedir. Kimi örneklerde köşklerin kendi başlarına özel bahçeleri içinde bulunduğu görülmektedir. Yıldız Sarayı’nda olduğu gibi bazı örneklerde ise saray kopmleksine hizmet veren ana bahçe içinde birden fazla sayıda bir arada bulunmaktadırlar. Osmanlı arşiv belgelerinden Maliyeden Müdevver defterlerinde bulunan 4614 sayılı belge, III. Ahmed döneminde mevcut bulunan Hadika-i Hassaların listesini içermektedir. Bu belgeye göre Üsküdar Sarayı’nda 10 ve Kandilli Sarayı’nda 6 adet köşk bulunmaktadır. Teşkilatı daha az olan saraylarda ise bulunan köşklerin sayısı azalmaktadır. Bunun sonucunda da, bu gibi bina toplulukları, Küçüksu Kasrı, Ihlamur Kasrı gibi örneklerde olduğu gibi köşk ya da kasır olarak isimlendirilmektedir.22
1720-1721 yılları arasında, III. Ahmed devrinde, çocuk yaşta tahta çıkan XV. Louis’ye Osmanlı imparatoru tarafından tebrikname ve hediyeler gönderilmesi, aynı zamanda, Avrupa milletleri arasında bir denge sağlanmasına yarayacak temasların yapılması, batıda fen ve sanat sahasında mevcut yeniliklerin tesbitiyle, mümkün olanın Osmanlı’ya getirilmesi gibi amaçlarla, Fransa’ya bir elçi gönderilmesine karar verildi.23
Yirmisekiz Mehmed Çelebi elçi olarak gittiği Fransa’dan Batılı yaşam tarzını anlatan bilgi ve belgeler getirdi. Özellikle Osmanlı’nın Fransa ile ticari ve diplomatik kökenli ilişkilerinin yarattığı sosyo-kültürel sonuçlar, Osmanlı’nın Lale Devri ile birlikte başlayan Batılılaşma ya da modernleşme sürecinde bir başlangıç noktası olmuştur. Yirmisekiz Mehmed Çelebi gezip gördüklerini seyahatnamesinde ayrıntılı bir biçimde anlatmaktadır. Özellikle burada gördüğü Versailles Sarayı, Meudon Sarayı, Trianon Sarayı ve Marly Sarayı gibi önemli Fransız sarayları ve bu saraylarda süren yaşantıyı, protokolü çevreleyen yapı ve düzenlemeleri odak noktası olarak anlatmıştır.24 Gezdiği Fransız saraylarında dönemin etkin mimari üslubu Barok’a göre tasarlanan iç ve dış mekanlarla karşılaşan Yirmisekiz Mehmed Çelebi, aldığı notlarda özellikle gezip gördüğü sarayların büyük bahçelerine ve bu bahçelerin içlerindeki su oyunları ile ilginçleştirilen süs havuzlarına dikkat çekmektedir. Yine Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin aldığı notlardan anlaşılacağı üzere Versailles Sarayı’nda seyrettiği opera da kendisini son derece etkilemiştir.25
Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin gözlemlerinden ve anlattıklarından, III. Ahmed’in ve sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa’nın etkilendiği, Paris’ten birçok saray ve bahçe planları ve resimlerinin bu dönemde getirtilmiş olduğundan anlaşılmaktadır. Ayrıca bu bilgi ve belgeler ışığında Sadabat Kasrı’ndan ötürü Sadabat diye de anılan Kağıthane düzenlemesi yapılmıştır. Burada yaptırılan köşkler ve bahçelerin düzenlemeleri, çeşitli açılardan Fransız saray planlaması ve saray bahçeleri düzenlemeleri ile Barok süslemelerin kullanılmasında benzerlikler taşımaktadır. Batur, Kağıthane’nin Osmanlı mimarisinin kendine özgü kalıplarının kullanılarak bunlara Batılı bakış açısı içerisinde yeni olanakların kazandırılma çabası sonucu oluştuğunu savunmaktadır.26
Kağıthane düzenleme programı, burada bulunan derenin ıslahı, iki tarafında mermer rıhtımlı ve üzerinde kaskatların bulunduğu bir kanala dönüştürülmesini, saray ve çevre yapılarını, sultana ait dış köşkleri, hazine arsası üzerinde devlet erkanına ait köşkleri ve Has Bahçe’yi içermekteydi.27 Tarihte ilk kez saraya ve sultana bu kadar yakın özel mülkiyetlere yer ayırılması söz konusu olmuştur. Bu, hem mimari ve hem de çevre düzenlemesi adına önemli yenilikler içeren bu programın, aslında sosyo-kültürel olarak da çok önemli bir girişim olduğunu göstermektedir. İlk kez Osmanlı içerisinde elit bir üst-yönetici çevre yaratma isteğinin var olduğu Kağıthane düzenlemelerinde ortaya çıkmaktadır.
Mimari olarak ele alındığında, Barok üslubun ortaya koyduğu yapıların su öğeleri ile yanyana planlanması ve suyun yüzeyine akseden cephelerinin devamlılığı, yapı cephelerinde “s” ve “c” kıvrımlı süslemelerin ve bezemelerin kullanılması ve meydan çeşmelerinin kullanılması Kağıthane düzenlemesinde görülmektedir. Batur’a göre havuz ve çağlayanların Sadabat Kasrı ile birlikte kapalı bir düzen oluşturmaları, Fransız sarayının monarşik protokol törenlerine sahne olmak üzere düzenlenmiş büyük boyutlu, açık vistalı, formel ve disiplinli bahçe düzenleme anlayışından çok, İran ve Doğu bahçelerinin informal ve çiçek ve su sevgisine bağlı düzenlenmelerine yakındır.28
18. yy’ın ikinci yarısında Batılı yaşam koşullarına göre yaptırılan saray ve köşkler, mimaride kendini gösteren bir Batı etkisinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu oluşumun şehir içerisinde yayılması ve giderek Boğaziçi sahillerine inmesi, hanedan hayatını değiştirdiği gibi, Osmanlı gündelik hayatını da Batılı tarza doğru evrimleştirmeye başlamıştır. III. Selim’in, Avusturyalı ressam ve mimar Melling’i getirtmesi ve Melling’in Batılı bir mimar olarak Boğaziçi’nde bir dizi sahilsarayı yapması da bu oluşuma bir örnek olarak verilebilir.
İtalya’da finansal merkez olma niteliğiyle, tarihçiler tarafından Rönesans’ın başlangıç yeri olarak gösterilen Floransa gibi, Galata da Osmanlı dünyasının finansal merkeziydi. Galata, Cenevizlilerden Bizanslılara ve daha sonra da Osmanlılara kadar, hakimi olan yönetimin “ticari” kimliği ile Avrupa ile arasındaki ilişki kapısıydı. Bu ilişkilerin gelişmesine paralel olarak 18. yy.’ ın ikinci yarısında kent merkezinin, Tarihi Yarımada’dan, artık yavaş yavaş ticaretin yaşadığı bu yere doğru kaydığı görülmektedir. Batur’a göre, “Galata ve Beyoğlu’nun büyümesi ile eş zamanlı olarak gerçekleşen eski Beşiktaş ve Yeni Dolmabahçe Sarayları da bu tarihi bağlam içinde Osmanlı yöneticilerinin Batılılaşma eğilimlerini anlamlandıran bir yer seçimiydi”.29 Zaten Bizans’tan beri gerek iktidarın ve gerekse de kentin merkezi konumunda olan Tarihi Yarımada yaşamı, adeta tüm sistemin Topkapı Sarayı’nın duvarları içinde kaldığı “ortaçağcıl” bir yaşam modeli olarak görülmekteydi. II. Mahmud, hernekadar kendisinden önceki sultanlardan bazıları Boğaziçi sahilinde ya da çeşitli mesire yerlerinde bazı köşk ve kasırlar yaptırmış ve buraları geçici bir biçimde kullanmış olsalar da Topkapı Sarayı’nı terk etme olgusunu ileri atarak, ilk kez değişen, modernleşen ve belki bir ölçü de ticaretin yavaş yavaş kontrolü altına girmeye başlayan bir dünyaya saray yaşamının kapılarını açmaya çalışan sultan olmuştur. Kendisini izleyen ve Topkapı Saray yaşamını ilk kez terk eden sultan ise Abdülmecid olmuştur. “Saray”ın Topkapı duvarları dışına çıkması, bürokrasinin Tarihi Yarımada’dan Galata-Pera aksına kayışı, yeni yönelimleri simgelemekle kalmıyor, aynı zamanda da Topkapı Sarayı’nın uzun bir süreç içerisinde, katmanlar halinde yapılaşmasının aksine, tek ve bütüncül bir proje halinde yapılan Dolmabahçe Sarayı, “Avrupa monarklarınınkine eşdeğerde bir yaşam biçimine” geçişi simgeliyordu.30 Artık öyle bir süreç başlamıştır ki, Dolmabahçe’den başlayan “saray halkının ikamet ettiği alan”, sahil boyunca Ortaköy’e uzanırken, aynı zamanda da arka yamaçlara, Ihlamur ve zamanla da Yıldız’a doğru ağırlığı kayarak devam etmektedir.
Dolmabahçe Sarayı ana saray alanı içerisinde, Mabeyn-i Hümayun, Muayede Salonu ve Harem-i Hümayun yapılarından oluşan ana yapı grubu ile Hazine-i Hassa Dairesi, Mefruşat Dairesi, Camlı Köşk, Kuşluk, İç Hazine, mutfak, kiler ve marangozhane bulunmaktadır. Sözü geçen bu yapıları saran yüksek duvarların dışında ise, saraya ait, ancak “ayrı pavilyonlar” halinde tasarlanan Saray Tiyatrosu, Istabl-ı Amire, Hamlahane, Atiyye-i Senniye Ambarları, eczahane, fırın, un fabrikası, Bayıldım Köşkü ve müştemilat yapıları bulunmaktadır. Ayrıca Saat Kulesi, Bezmi Alem Valide Sultan Cami ve Akaretler Sıra Ev Grubu da saray yapılaşması ile doğrudan alakalı olan yapılardır.31
Bu bağlamda, Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin seyahatnamesine kayıt ettiği notlar tekrar gözden geçirilecek olursa, yeni saray yaşamının içerisine “Saray Tiyatrosu” kavramının girdiği görülmektedir. Ama bundan daha önemlisi, teşkilat kapsamında gerekli tüm idari birimleri bünyesinde barındırması sonucu, yönetim merkezi niteliğinin, sultanın ikameti niteliğine ağır bastığı görülen Topkapı Sarayı yaşantısının, yerini daha ikametgah özelliği ortaya çıkan modern bir saray yaşantısına Dolmabahçe Sarayı ile bırakmış olmasıdır. Dolmabahçe Sarayı’nda yeni bir bölüm vardır artık; Mabeyn-i Hümayun. “İkisi arasında” anlamına gelen “mabeyn” kelimesinin, bu bölüme isim olarak verilmesi hiç şüphesiz bir tesadüf değildir.32 19. yy.’ın başlarında Ebniye-i Hassa Müdürlüğü’nün, Dahiliye Nezareti’nin, Hariciye Nezareti’nin, Evkaf Nezareti’nin ve Nafia Nezareti’nin, Muhassıllık Meclisleri vb. diğer meclislerin kurulması ve kentlerde belediye örgütlerinin kurulması ile idari mekanizma, modern yaşayış gereksinimleri paralelinde, saray yaşantısı dışına çıkmıştır.33 Telefon ve telgrafın icadı ve yaygın biçimde saray yaşamı içinde kullanılmaya başlaması, vb. teknolojik ilerlemeler de 19. yy. ın önemli sosyo-kültürel gelişmeleridir. Bu kurum ve kuruluşlarla saray arasındaki ilişkiye, telefon ve telgraf kullanımı büyük bir kolaylık sağlamıştır. İşte bu noktada, Mabeyn-i Hümayun Bölümü, saray içerisinde, bu dış mekanizma ile sarayın, ya da sultanın ilişkisini sağlayan bir mekan ve adeta yönetim konularının görüşüldüğü bir “ön büro” özelliği taşımaktadır. Hemen yanında yer alan Muayede Salonu ise, törenlerin ve kabullerin gerçekleştirildiği salon olma özelliğini taşımaktadır. Gerek Mabeyn-i Hümayun Bölümü’nün, gerekse de Muayede Salonu’nun, etkileyici bir mimari ile, ancak işlevsel gerekliliği sağlacak bir büyüklükte tasarlandığı görülmektedir.
1876 yılında yapılan iki darbe ile, sırasıyla V. Murad ve Abdülaziz tahtan indirilmiş ve bunun sonucunda da II. Abdülhamid sultan olmuştur. Saltanatının başlangıcında I. Meşrutiyet ve son yıllarında da II. Meşrutiyet’i ilan ettiren II. Abdülhamid, bu iki Meşrutiyet ilanı arasında geçen otuz yılda ise, sorumlulukları ilgili yetkililere yüklemiş, ancak yönetimi her zaman kendi elinde tutmaya özen göstermiştir.34
Dolmabahçe Sarayı’nı denizden ve karadan saldırıya açık, savunması güç bir yapı olarak gören II. Abdülhamid, burayı güvenli bulmayarak Yıldız Kasrı’na çekilmiştir. Döneminde karşılaştığı pek çok siyasi olayla ilgili olarak hakimiyetini artırabilmek için, Yıldız Sarayı içerisinde pavyonlardan ve yoğun çalışmaya uygun olarak tasarlanan çalışma bürolarından oluşan ve aynı zamanda da çok iyi korunan bir saray yaptırmıştır. Karışık bir dönemde saltanatta olduğundan ve amcası Sultan Abdülaziz ve ağabeyi V. Murad’ın darbe sonucu tahttan indirilişinin anısını sürekli taşıdığından ötürü de II. Abdülhamid, 1880 yılından itibaren geleneksel törenler dışında Yıldız Sarayı alanı dışına hiç çıkmamıştır.35
Yıldız Sarayı’nda, Harem-i Hümayun Bölümü ile Mabeyn Bölümü birbirinden, Topkapı Sarayı’ndakine benzer bir şekilde, avlularla ayrılmaktadır. Osmanlı’nın yönetim mekanizmasını daha kolay bir şekilde idaresi altına alabilmek için II. Abdülhamid’in, Yıldız Sarayı’nın Mabeyn Bölümü’nü, daha çok büro birimine hizmet verebilecek şekilde yaptırmış olduğu görülmektedir. Yıldız Sarayı’nın Mabeyn Bölümü, Büyük Mabeyn, Küçük Mabeyn diye yönetim bürolarını içeren, birbirinden ayrı iki yapıyı ve buralarda üst yönetim için çalışan Yaveranların dairelerini, misafir kabulünde kullanılan Çit Kasrı’nı, II. Abdülhamid’in özel ilgi alanı için yaptırdığı Marangozhane’yi ve Silahhane’yi kapsamaktadır.
Harem-i Hümayun Bölümü’nde ise sultanın ikametgahı hissini veren plan anlayışının devam ettiği görülmektedir. Saray Tiyatrosu, Çini Fabrikası, Limonluk Birimi, Malta Köşkü, Çadır Köşkü, II. Kaiser Willhelm’in ziyareti için özel olarak yaptırılan Şale Köşkü ve yetkin bir şekilde planlanmış peyzajı ile Yıldız Sarayı, sultanın özel yaşamı için ince bir zevk ürünü olan bir saray oluşturma çabasını göstermektedir.
Ancak Yıldız Sarayı’nda Mabeyn Bölümü’nün büyüdüğü ve hatta saray planlamasının adeta çekirdeğini oluşturduğu gözden kaçmamalıdır. Bu, mevcut yönetim sisteminin otogratik olarak tekrar sultanın tek-elinde toplanmak istenmesine işaret etmektedir.
Görüldüğü gibi, 15. yy.’da kendi içine kapalı “Ortaçağcıl” bir biçimde yapılan, yönetim için gerekli tüm mekanları ana saray yerleşimi içerisinde tutan Topkapı Sarayı’nın zaman içerisine yayılmış düzenlemesi, Dolmabahçe Sarayı’nın “sultanın ikametgahı” olgusunu vurgulayan ve tek seferde planlanarak yapılan düzenlemesine çevrilmiştir. 19. yy.’ın ikinci yarısında yapılan Yıldız Sarayı planlaması ise, yönetim politikası ve siyasi değişimlere bağlı olarak oldukça büyüyen Mabeyn Bölümü ile, bir tür saray alanı içerisinde “yönetim” vurgusunu veren planlama anlayışı hakimiyeti altındadır. İşte bu süreç, Osmanlı Saray mimari mekan örgütlenmesi üzerinde, Osmanlı politik sisteminin etkileri olduğunu açıkca kanıtlamaktadır.
1 Devellioğlu, 2000, s. 728.
2 Öğel, 1980, s. 205; Seçkin, 1997, s. 12.
3 Akdeniz, 1995, s. 1; Seçkin, 1998, s. 2.
4 Akdeniz, 1995, s. 6.
5 Uzunçarşılı, 1984, s. 33.
6 Seçkin, 1998, s. 3.
7 Eldem, tarihsiz, s. XI.
8 Başbakanlık Osmanlı Devlet Arşivi, Cevdet Saray Tasnifi belgeleri.
9 Uzunçarşılı, 1984, s. 448.
10 Ata Tarihi, cilt 1; Uzunçarşılı, 1984, s. 448.
11 Eldem, tarihsiz, s. XII; Ata Tarihi, cilt 1.
12 BODA, 20 Ramazan 1218 tarihi ve 1164 nolu belge.
13 Eldem, tarihsiz, s. XI.
14 Eldem, tarihsiz, s. XII.
15 Eldem, tarihsiz, s. XII.
16 Meydan Larousse, 1985, cilt 11, s. 546.
17 Eldem, tarihsiz, s. XII.
18 Meydan Larousse, 1985, cilt 11, s. 42.
19 Meydan Larousse, 1985, cilt 11, s. 42.
20 Eldem, tarihsiz, s. XI.
21 Eldem, tarihsiz, s. XI.
22 BODA, Maliyeden Devreden Tasnifi’nde bulunan 4614 nolu belge; Batur, 1986, s. 1452; Eldem, tarihsiz, s. xii.
23 Rado, 1970, s. 6.
24 Batur, 1985, s. 1039; Rado, 1970, s. 58.
25 Rado, 1970, ss. 51-53; ss. 55-57.
26 Batur, 1985, s. 1040.
27 Batur, 1985, s. 1040.
28 Batur, 1985, s. 1041.
29 Batur, 1995, s. 61.
30 Batur, 1985, s. 1063.
31 Önel, 1995, s. 132; Sağdıç, 1999, s. 15.
32 Devellioğlu, 2000, s. 558.
33 Çadırcı, 1991, s. 184.
34 Osmanlılar Ansiklopedisi, 2000, s. 52.
35 Batur, 1985, s. 1045; Osmanlılar Ansiklopedisi, 2000, s. 53.
Akdeniz, G., Topkapı Sarayı Resmi Toplantı Birimlerinin (Divan Yapıları ve Arz Odasının) Geçirdikleri Değişimin Araştırılması, İTÜ. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 1995.
Ata, A. T., Tarih-i Ata, Cilt 1, İstanbul, tarihsiz.
Batur, A., Batılılaşma Dönemi’nde Osmanlı Mimarlığı, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 4, İstanbul, 1985.
Batur, A., Beşiktaş Sarayları, İstanbul Dergisi, Sayı:15, ss. 60-73, İstanbul, 1995.
Çadırcı, M., Tanzimat Dönemi’nde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1984.
Devellioğlu, F., Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitapevi, Ankara, 2000.
Eldem, S. H., Köşkler ve Kasırlar, Cilt 1, DGSA Yüksek Mimarlık Bölümü Rölöve Kürsüsü, İstanbul, tarihsiz.
Meydan Larousse, cilt 11, Meydan Yayınevi, İstanbul, 1985.
Osmanlılar Ansiklopedisi, YKY, İstanbul, 2000.
Öğel, B., Türk Kültür Tarihine Giriş, cilt 1, KB Yay. Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1978.
Önel, S., Dolmabahçe Kompleksi’ni Oluşturan Yapıların Değerlendirilmesinde Yeni Bulgular, Milli Saraylar 1994-95, İstanbul, 1995.
Rado, Ş., Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa Seyahatnamesi, Hayat Tarih Mecmuası Yayınları, İstanbul, 1970.
Sağdıç, Z., Sıraev Kavramının İncelenmesi ve Osmanlı Mimarisi’nde Akaretler Sıraev Grubu’nun Yeri ve Önemi, İTÜ. Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 1999.
Seçkin, N., Topkapı Sarayı’nın Biçimlenmesine Egemen Olan Tasarım Gelenekleri Üzerine Bir Araştırma (1453-1755), Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1998.
Uzunçarşılı, İ. H., Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1984.
Dostları ilə paylaş: |