Osmanlı Kültürünün Eflak ve Boğdan’ın Yaşamına Etkisi


Adakale: Geçmişteki Bir Türk Adası / Dr. Eugenia Popescu - Judetz [s.564-575]



Yüklə 11,12 Mb.
səhifə66/105
tarix15.01.2019
ölçüsü11,12 Mb.
#96589
1   ...   62   63   64   65   66   67   68   69   ...   105

Adakale: Geçmişteki Bir Türk Adası / Dr. Eugenia Popescu - Judetz [s.564-575]


Duquesne Üniversitesi, Pennsylvanıa / A.B.D.

1970 yılında, Yugoslavya ve Romanya’nın işbirliğiyle, Tuna nehri üzerindeki Iron Gates geçidinde köpürerek çağlayan nehir akıntısının önüne set çeken hidroelektrik santral ve barajı inşa edilmişti. Bu tarihte, zamanın yarığından aşağı düşerek nehrin dibine batan Adakale adası, sessiz ve unutulmuş bir şekilde yatıyordu. Bölgedeki tarihi gelişmelere bakıldığında, adanın sular altında kaldığı ve Adakale’nin haritadan silindiği böylece tarihin bugüne kadar korunan ayak izlerinin kül rengi kumlarda dağılarak yok olduğu görülür. Bir zamanlar Iron Gates’in anahtarı ve Orsova Şehir Kalesinin muharebe ileri karakollarından birisi olan Adakale, aşağı Tuna bölgesinde stratejik önemi olduğundan dolayı talep edilen ve uğruna askeri güçlerin savaştığı bir nehir üssüydü. Yüzyıllar boyunca ada kalesi Osmanlılar ve Habsburglular arasındaki savaşlarda sonuca götüren dayanak noktası olmuştur. Çünkü, Ruslar tarafından göz konulan, Bulgarlar ve Sırplar tarafından içlerine sızılan ve nihayetinde Romanya’ya bırakılan aşağı Tuna’nın kontrolü bu kale vasıtasıyla sağlanıyordu. Çetin geçen bu zamanların sonunda Adakale tarih kitaplarında sadece kısa bir dipnot olarak kalmıştır.

Iron Gates’in yukarısında ve Orsova’nın aşağısında yer alan ada, her iki tarafında da yüksek dağ silsileleri olan nehrin ortasında, düz, dar bir şerit şeklinde uzanır. Ada yaklaşık olarak 800 metre uzunluğunda ve 200 metre genişliğindedir.

Toplumun gözünden uzak olmasına rağmen nehirde seyahat eden gemiler tarafından kolaylıkla görülebilen ada, askeri strateji uzmanlarının ve saklanacak güvenli yer arayışında olan isyancıların ilgisini çekmiştir; çünkü ada, komşu kıyılardaki yerleşim yerlerine su yoluyla kolay erişim imkanı sağlamaktadır. Bunların ötesinde ada, Iron Gates’in karmaşık savunma sisteminin önemli halkalarından birisi olarak görev yapmıştır. Aslına bakılırsa Adakale Orsova’nın bir parçası gibidir, böylelikle kim Orsova’ya hakimse, fiilen adaya da o hükmetmiştir. Iron Gates’i ve nehirdeki seyahat güzergahını kontrolünde tutan kalelerden birisi olan Adakale, ikinci olarak sadece Belgrad için stratejik öneme sahiptir. Çünkü, Tuna nehir boyunun kontrolü için yapılan muharebelerin odak bölgesidir. Zamanla stratejik rolünü yitiren ada, bir süre muharebe ileri karakolu işlevinin yanında bazı politik uygulamalara isyan edenlere sığınak veya bazı sert cezaların infazı için korunan bir infaz bölgesi halini almıştır.

Ada, Türkçe ismini alana kadar, dokümanlarda ve tarih yazılarında bir kaç değişik unvanla anılmıştır. Ada Yeni Orsova (New Orsova) veya Orsova Adası (Orsova Island) olarak biliniyordu çünkü Orsova Kalesi (aynı zamanda Rusuva veya Iirsova olarak da bilinir) bu isme karşılık Eski Orsova (Old Orsova) olarak adlandırılıyordu. Benzer şekilde, ada çoğunlukla “Iron Gates’den çok uzak olmayan tahkim edilmiş küçük ada” şeklinde ifade edilmiştir. Ada Habsburglular tarafından ise Insula Carolina veya Karlfried olarak bilinir. Ada, son olarak Almanca’da tabya anlamındaki Schanze kelimesinden türetilen Sans Adası (Tabya Adası) ismiyle anılmıştır. Adanın bölge tarihinde dönüm noktasını oluşturan Türkçe ismi ise Osmanlıların 18. yüzyılda adanın mülkiyetini elde etmek için verdiği mücadele sırasında ortaya çıkmıştır. Ada Kale, Ada Kalesi veya çok ender olarak Ada Kala veya daha da resmi olarak Ada-i Kebir olarak anılan adanın Türkçe ismi birkaç değişik şekilde kendisini muhafaza etmiştir. Türkçe dokümanlarda çoğunlukla bu isimlerin sonuncusuyla karşılaşılır. Adanın Romence’deki orijinal adı Ostrovul Mare’dir ki bu ifade Ada-i Kebir’in edebi tercümesidir. Adanın Türkçe resmi adı olan Adakale Romence kaynaklarda da Adakaleh olarak yazılmıştır.

Ada, ilk zamanlardan beri aşağı Tuna akış hattındaki Osmanlı hakimiyet çemberine girmiştir. 1390 yılında, Sultan I. Murat’ın emirlerinden birisi olan Firuz Bey Vidin ve Orsova’yı kısa süreliğine işgal etmiştir ve daha sonra 1417 yılında, Sultan Mehmet Çelebi Severin Kalesini almıştır. Sonraki yıllarda ise asil bir Romen ailesinden gelen ve Erdel’in cesur Voyvodası olarak bilinen Yanoş Hünyadi 1442 yılında Iron Gates’te Osmanlı ordularını yenerek bazı Türk bölgelerini işgal etmiştir. Bir varsayıma göre Hünyadi’nin ada üzerinde tahkimat yaptırdığı ve bu yerlerde piyade birliği oluşturduğu söylenir fakat bu varsayım tarihi olaylarla kanıtlanamamaktadır.

Müteakip dönemlerde ise ada sık sık Avusturyalıların, Macarların, Sırpların ve Türklerin hakimiyetine girmiştir. Ada, 1521 yılında Belgrad’ın fethinden sonra Feth-i Islam (Kladovo) ve Orsova (Rusuva veya Irsova) kaleleriyle birlikte tamamen Osmanlının kontrolü altında kalmıştır. Bu iki kale Tuna nehrini geçişte ve Belgrad istikametinde akıntıya ters yönde hareket eden Osmanlı gemilerinin savunması için çok büyük bir öneme sahipti. Böylece Adakale dolaylı olarak birliklerin geçiş noktası olması yanında aşağı Tuna’daki askeri gemiler için önemli bir nehir üssü olması sebebiyle aynı savunma sisteminin bir parçası olmuştur. Sonuç olarak adanın kaderi yüzyıllar boyunca Osmanlılar ve Habsburglular arasında yapılan savaşlarda talihin değişmesine bağlı olmuştur.

Bununla birlikte şu andaki mevcut dokümantasyon adaya Türklerin ne zaman yerleştiği konusunda kesin bir bilgi verememektedir. Farklı kaynaklarda karşılaşılan yetersiz bilgiye göre adanın ilk sakinlerinin karışık bir etnik yapıya sahip olduğu belirtilmektedir. 17. yüzyılda küçük bir Sefarit topluluğu adaya geçici olarak yerleştirilmiştir. Bu topluluğun Vidin’deki sinagoga bağışta bulunduğu bilinmektedir. Vidin’de daha önceleri İspanya’dan göç eden büyük bir Yahudi toplumunun da varlığı söz konusudur. Adada bulunan ve Türklere ait olan bazı mezar taşları 17. yüzyılın sonlarından günümüze kadar gelmiştir ve adadaki Türk varlığını desteklemektedir. Evliya Çelebi 1650 ve 1655 yılları arasında Banat bölgesini baştan sona gezmiş ve güney taraflarda Tuna nehrini geçmiştir. Evliya Çelebi eserinde Iron Gates girdabı ile çok uluslu yapılarıyla Feth-i İslam ve Orsova kalelerini tasvir etmiştir. Seyyah, Iron Gates ile Feth-i İslam arasında yer alan adalardan ve bunların etrafındaki balık dalyanlarından genel olarak bahsetmesine rağmen, eserinde Iron Gates yakınındaki adaya belirgin olarak yer vermemiştir.

Adanın tarihiyle ilgili olarak günümüze hemen hemen hiç Türkçe yazılı doküman kalmamıştır. 18. yüzyılın başlarında kronoloji uzmanı Mustafa tarafından kaleme alınan bir risalede adanın Türk egemenliğine girene kadar geçen sürede yaşanan olayları anlatılmaktadır. Tanınmış tarih eserleri olan Silahtar Fındıklı Mehmet, Mehmet Raşit ve Mehmet Suphi’nin eserleri ada için yapılan muharebeleri ve müteakip kuşatmaları da kapsayan askeri faaliyetleri detaylı olarak incelemektedir. Adakale’nin değerli bir tarih analizini ise Allen Zwangil Hertz yapmıştır. Yazarın bu monografısi 1688 ve 1753 yılları arasında adada yaşanan askeri faaliyetleri kapsamlı bir şekilde incelemektedir. Onun bu çalışması hem Türk kaynakları hem de Avusturya harp arşivindeki dokümanlara dayanmaktadır.

17. yüzyılın son yıllarının ardından, Adakale muhalif güçler tarafından sık sık kuşatılmış ve bunun sonucunda sık sık el değiştirmiştir. Adanın Tuna savunma hattındaki kritik rolünü hem Habsburglular, hem de Osmanlılar dile getirmişlerdir. Habsburglular 1688 yılında Tuna savunma hattını yararak Belgrad’ı Osmanlılardan aldılar ve Balkanlara karadan erişim için bir güzergah açtılar. Türk kuvvetlerini nehir boyunca püskürten Habsburglular Orsova ve Feth-i İslam kalelerini de ele geçirdiler. Bu vakitte ada zaten Avusturya’nın kontrolü altındaydı. Bölgeye hükmeden General Veterani, adanın kritik rolünü kavrayarak derhal adada tahkimat yapılması için ısrar ediyordu. Aslında Habsburglular Orsova kalesini yeniden inşa ettiler ve adanın tahkimatını güçlendirdiler; böylece Iron Gates korunacak ve nehir boyunca ulaşım güvenliği sağlanacaktı. Aslında; bu önlemler, Osmanlı gemilerinin nehirdeki seferlerini engellemek, böylece kendi orduları için kara güzergahının emniyetini sağlamak maksadıyla alınmıştı 1689 yılına kadar Osmanlı güçleri yeniden toparlanarak organize oldu ve düzenledikleri karşı taarruzla Habsburgluları Tuna nehri gerisine kadar çekilmeye mecbur etti. Avusturya yönetimine karşı direnen Sırplar ve Eflaklıların önemli (hayati) desteğini alan Osmanlı güçleri, Erdel’deki Imre Tököly ayaklanmasında aktif rol alan Macar isyancıların işbirliğinden de çok fazla istifade etti. Tuna Kaptanı Boşnak Bıyıklı Ali Paşa ve Imre Tököly’e ait birliklerin desteğinde düzenlenen Osmanlı karşı taarruzuna Silistre Komutan’ı Hüseyin Paşa komuta ediyordu. 1689 yılında Feth-i İslam’ı alan Hüseyin Paşa, Transilvanya’nın hakimi ilan edildi. Orsova önlerine kadar gelen Habsburg güçleri, güneye doğru daha da geriledi. Osmanlı güçleri Nis’i ele geçirdi ve Tököly’nin güçlerine Orsova ve Feth-i İslam’daki tahkimatları imha ettirerek nehir boyunca Vidin istikametinde hareket etmelerini sağladı. Osmanlı karşı taarruzunda kara ve deniz birlikleri müsterek görev aldılar. Bu harekat sonunda 1690 yılının baharında Belgrad Türkler tarafından ele geçirildi ve bu zafer sonunda Tuna savunma hattı yeniden tesis edildi. Üstünlüğü ele geçiren Osmanlı donanması hem karada hem de nehirde yapılacak müşterek harekatlar için teçhiz edildi. Kaptan-ı Derya Mezzomorto Hacı Hüseyin Paşa, 30 fırkatadan oluşan küçük bir deniz gücüyle, Iron Gates’e taarruz etmek maksadıyla 1690 yılının Ağustos ayında Vidin civarında hazırlıklarını tamamladı. Bununla birlikte Osmanlı Devletinin Nis’i ele geçirmesi Orsova Kalesi’ni ve ada kalesini savunmasız hale soktu. Habsburg güçleri Osmanlı gemilerinin Tuna nehrindeki ulaşımını engellemek maksadıyla bu mevzilerini sıkı bir şekilde savundular.

Avusturya güçleri, kendi harp dokümanlarında Orsova Adası olarak isimlendirilen bu adanın tahkimatının kuvvetlendirilmesi çalışmalarına dikkatlerini yoğunlaştırdılar. Adadaki ilk tahkimatlar Avusturyalılar tarafından tesis edildi. Bu tahkimatlar yere çakılan kazıklardan ve siperlerden oluşuyordu. Yağış dönemlerinde nehir taşkınlarına maruz kalan ada, taarruzlarda da topçu ateşlerinin ana hedefi olmuştur. “Büyük kazıklı bu adanın” tahkimatlarının düzenli olarak belirli dönemlerde yeniden elden geçirilmesi ve kuvvetlendirilmesi gerekmiştir.

Adakale için yapılan savaş 1690 yılında Osmanlı güçlerinin Tuna bölgesinde toplanmasıyla başladı. Kara güçlerini destekleyen Osmanlı donanması, yelkenli ve kürekli çok sayıdaki atik gemiden oluşuyordu. Bu gemilerin bazıları saykalar, fırkatalar, oraniçalar ve çam kayıklardır. Tuna deniz gücünün en büyük parçasını Tuna Saykası oluşturuyordu. Hem yelkenli hem de kürekli olan bu küçük gemiler 150 asker ve bir hafif silah taşıyordu.

Büyük kazıklı tahkimatlarla korunan adanın savunmasını iyi teçhiz edilmiş 5000 kişilik Avusturya gücü yapıyordu. Adanın garnizon gücü Almanlar, Macarlar, haydutlar ve mürtedlerden oluşuyordu. Bunların sonuncusu, Belgrad yönünde nehrin yukarısına doğru hareket eden Türk gemilerini sık sık yağma eden pervasız korsanlardan oluşmaktadır. Avusturya garnizonu depolarında çok sayıda top, bol miktarda mühimmata ve yiyecek stoğuna sahipti. Osmanlı güçlerini ise çok sayıdaki birliği ve “Tuna suyu içindeki ıssız küçük ada” etrafında konuşlanan gemileri oluşturmaktaydı. Osmanlı komutanları adayı kuşatmaya komuta eden Serasker Mağrulzade Gürcü Mehmet Paşa birliklerini Tuna’nın güney kıyısında palanka altına konuşlandırdı. Kıyı boyunca ilerleyen Osmanlı güçleri Avusturyalıların terk ettiği Feth-i İslam ve Orsova kalelerini ele geçirdiler. Adaya akıntı yönünde demir atan Türk gemileri ile adaya Yeniçeriler, Levendler ve topçu birlikleri çıkarıldı. Ada kalesi kıyıdan topçu ateşiyle dövülerek kuşatma başlatıldı. Tuna Kaptanı Ali Paşa 60 saykadan oluşan filosunu ada yakınında nehir üstünde konuşlandırdı. Arnavut Mehmet Paşa, kuşatmanın 24. gününde, Arnavut piyade askerleriyle yüklü 50 saykadan oluşan takviye birliğini bölgeye getirdi. Birliklerini nehrin kuzey kıyısına yerleştiren Arnavut Mehmet Paşa, askerlerini Eflak kıyısına çok yakın bir noktada adanın akıntı yönündeki ucunda karaya çıkararak Avusturya garnizonunu baskına uğrattı. İmparatorluk askerleri iki Osmanlı gücü arasında kıskaca alındı. Osmanlılar silahlarıyla kalenin duvarları arasında hapis kalan bu askerlere direk olarak ateş edebiliyordu. Kuşatma 27 gün sürdü. Avusturya garnizonu zayıflamıştı fakat kaleyi savunanlar silah bırakmaya hazır değillerdi. Belgrad’ın Türkler tarafından ele geçirildiğine dair bir kanıt gösterilmedikçe teslim olmayı reddettiler. Nihayetinde konuşlandırılmak için başvurdular. 24 Ekim 1690 tarihinde Avusturya ve Macaristanlı askerlerin birliklerinde bulundurdukları haydutları teslim etmeleri koşuluyla, silahlarıyla birlikte geri çekilebilmelerine onay verildi. Sonunda imparatorluk askerleri teslim koşullarını kabul ettiler.

Yaklaşık olarak 2500 Avusturyalı ve Macaristanlı askerden oluşan bütün garnizon kendi istedikleri bir yere gemilerle güvenli bir şekilde nakledildi. Geriye kalan 300 civarındaki haydut ise bölgede idam edildi. Habsburglular geride 30 top ve mühimmatla dolu bir depo bıraktılar.

Adayı ele geçiren Osmanlılar 400 yeniçeriden oluşan bir birlikle garnizon oluşturdular. Adaya Sans Adası ismi verildi. Böylece Tuna nehrinin alt kısmının tamamı Osmanlıların eline geçti ve tahkim edilen adanın daha önceden hiç bilinmeyen stratejik öneminin fakına varıldı. Serdar-ı azam tahkimatların acilen tamir edilmesi ve büyük bir sur inşa edilmesi emrini verdi. Bütün ordu yapım onarım işlerinin tamamlanması için göreve çağrıldı. Adanın fethi Tuna savunma hattının güvenliğini ve nehir ticaretinin korunmasını sağladı. Ada için yapılan muharebe onun kritik değerini gözler önüne serdi.

1691 yılı baharının başlarında ada ve Iron Gates yeniden sayıları 5000 kadar olan Habsburg birliklerinin eline geçti. Habsburglular bu sefer Tuna’yı kapatarak Osmanlıların nehirden geçişini engellemeye çalıştılar. Fakat Tököly güçleri Habsburgluların komutanını esir ettikten sonra geri çekilmek zorunda kaldılar. Bundan sonra, Kuruc ve Türk birliklerinden oluşan dört taburluk bir kuvvet Adakale ve Orsova’yı Tököly güçlerinin elinden aldı. 1691 yılının Haziran ayında Orsova’yı kontrol etmek maksadıyla nehrin yukarısına doğru hareket eden Tököly geceyi güvenli bir sığınak olan adada geçirmiştir.

1692 yılında, Tuna su yolunu Belgrad yönünde tehdit eden Avusturyalılar, Feth-i İslam ve Orsova’yı alarak kontrolü ele geçirdiler. Fakat o sene nehrin taşması sonucu adadan çekildiler. Bundan sonraki süre içinde ada, güvenli bir şekilde Türklerin elinde kaldı. 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşmasından sonra Banat, Orsova ve Adakale Osmanlı hakimiyetinde kaldı.

Osmanlılar Adakale kalesini bütün Iron Gates savunma sisteminin merkezi haline getirdiler. 1701 yılında Sultan II. Mustafa mir-i miran İbrahim Paşa’ya tezkereler göndererek Orsova’ya Tuna yoluyla erişimin güvenliğinin sağlanmasını istedi. Sultan II. Murat tezkeresinde sel sularıyla hasara uğrayan “büyük kazıklı adanın” kalesinin güçlendirme çalışmalarının başlatılmasını emretti. Kalenin yeniden inşası çalışmaları yapıldı ve sonunda kale hemen hemen yeni bir görünüm kazandı. Iron Gates’in girdap ağası Çerkes Paşa 1716 yılında adada büyük savunma setlerinin yapılması çalışmalarını yönetti. Çalışmayı hızlandırmak maksadıyla 4000 kadar Eflaklı getirilerek, yeni savunma surlarının duvar işçiliğinde kullanıldı.

Bu tarihe kadar Osmanlılar Orsova ve Adakale’nin Tuna savunma sistemindeki rolünü güçlendirdiler. Tuna boyunca aşağıya ya da yukarıya hareket eden Osmanlı gemileri için toplanma bölgesi olan Orsova bir liman vazifesi görerek, yükleme ve ikmal yapmalarına imkan veriyordu. Osmanlı donanması için, Orsova’daki iskele olanaklarıyla ilişkili bir deniz üssü işlevi gören Adakale, düşman ordularının saldırılarına karşı nehri koruyan bir kale halini aldı. Güçlendirilen bu çok birlikli deniz gücü sadece Belgrad için ikinci dereceden önemli olacaktır. Adakale’nin stratejik önemi, ada Osmanlı veya Habsburg güçlerince ele geçirildiğinde, Belgrad kalesinin o anki konumuna sıkı sıkıya bağlıdır.

Savoy Prensi Eugene komutasındaki Avusturya ordularının 1715 ve 1718 yılları arasında düzenledikleri harekat 1717 yılında Belgrad’ı ele geçirmeleriyle sonuçlandı. Bu sonuç Tuna boylarındaki Osmanlı güçleri için büyük bir kayıp oldu. Diyarbakır Beylerbeyi Vezir Recep Paşa 40 bin akıncı ve gönüllü askerden oluşan ordusuyla Orsova’dan Erdel’e hareket etti. Osmanlı birlikleri 1500 atlı birlik tarafından püskürtüldü ve geri çekilmek zorunda kaldı. Birliklerin çoğu Tuna’yı geçerek aceleyle Orsova’ya geri çekildi. Birliğin gerisinde kalanlar düzensiz şekilde dağıldı; bazıları kendisini nehre atıp yüzerek karşı kıyıya geçmeye çalıştı, bazıları da saykalara binerek adaya kaçtılar. Türk askerleri adadaki yanıcı her şeyi ateşe vererek adayı terk etti. Temasvar’ı alan Habsburglar Orsova ve Adakale’yi tekrar işgal ettiler.

1718 yılında sonuçlanan Pasarofça (Pojarevac) Antlaşması’nın hükümlerine göre Osmanlılar bölgeyi teslim etmek zorunda kaldılar. Temeşvar’da yer alan Banat’ın tamamı tacın (kralın) bir vilayet olarak Avusturya İmparatorluğu’na ilhak edildi. Buna ilave olarak Türk kaynaklarında Kara Eflak (ya da Küçük Eflak) olarak belirtilen Oltenia bölgesinin kontrolü de Avusturya İmparatorluğu’na verildi.

Bu sefer Avusturyalılar, ada üzerindeki yapıları en gelişmiş teknolojiyi kullanarak kuvvetlendirme sorumluluğunu üstlendiler. 1737 yılına kadar süren bu proje kapsamında çok karmaşık ve mukavim surlar ve korunaklı hisarlar inşa edilmiştir. Taş ve tuğla kullanılarak inşa edilen yeni setler ise nehri bahar aylarındaki taşkınlarına karşı koyabilecek güçte yapıldılar. İnşaatta kullanılan tuğlalar adanın kuzey kıyısındaki Allion Dağı’nın eteklerinde tesis edilen bir ocakta üretildi. İnşaat taşları ise adaya kayıklarla getirildi. Surları inşa etmekle mühendis Nikolaus Doxat de Morez görevlendirildi. Zaten Belgrad’daki istihkam çalışmalarını yapan mühendis de aynı kişiydi. 1718 yılının Temmuz ayında Savoy Prensi Eugene adaya gelerek Yeni Orsova’daki tahkimat çalışmalarını yerinde denetledi. Avusturya resmi kaynaklarına göre kale; köşelerinde dört hisar bulunan bir paralel kenara benzer. Kale içi savunma için inşa edilen bu dört hisara Kral VI. Charles, Prens Eugene, Kont Mercy ve Kont Wallis’in isimleri verildi. Bunların sonuncusu Habsburg Sırbistanı’nın valisiydi. Surların etrafı sağlam hendekler, üstü örtülü bir yol, fazlalık malzemeler ve diğer istihkam çalışmalarıyla kuvvetlendirildi. Kalenin batı kenarı büyük siperlerle korunurken doğu ucu da takviye edilen hücum duvarları vasıtasıyla kaleye bağlandı. Sırbistan kıyısı ise 1736 yılında tamamlanan bir kaleyle güçlendirildi. Bu kaleye Kral VI. Charles’in karısının ismi verildi ve St. Elisabeth Kalesi (Almanca’da Elisabeth Schanze) olarak anıldı. Türkler tarafından Sans-ı Kebir ismiyle anılan bu kale, iki hisardan ve üzerinde mazgallar bulunan bir kuleden oluşmaktadır. Bunlara ilave olarak adadaki kalenin ateşiyle de desteklenmektedir. Elisabeth Kalesi’ne her gün Adakale’den destek birliği çıkarılmıştır.

Ada Kalesi’nde bunlardan başka, askerlerin iskan edildiği kışla, komutan köşkü, katoliklerin Fransiskan kolundan bir keşişin yönettiği kilise, silahlar için mermi ve mühimmat ve iaşe depoları bulunmaktaydı. Alman zanaatkar topluluğu, inşaat işçileri, ticaretle uğraşanlar ve asker ailelerinden oluşan küçük bir nüfus 1718 yılı başlarında adaya yerleşmeye başlamışlar ve 1737 yılına kadar da çoğalmışlardır. Bu kişiler, dubalı bir köprüyle Tuna’nın kuzey kıyısına bağlanan Brückamt noktasına yerleşmişlerdir.

1735 yılı civarlarında Habsburglular ve Türkler arasında yeni bir savaş patlak verdi. 1737 yılında bir askeri harekatta çok ileri çıkan Avusturya İmparatorluğu Osmanlıları tahrik ederek çok kuvvetli bir karşı taarruza yönelttiler. Vezir-i Azam Yeğen Mehmet Paşa kara ve deniz birliklerinden oluşan büyük bir askeri operasyon hazırladı. Operasyonda Vidin muhafızı Ivaz Mehmet Paşa komutasındaki askerler, Kethüda Hüseyin Ağa komutasındaki binekli yeniçeriler (serdengeçtiler) ve ordu gerisinde Karaman Valisi Vezir Mehmet Paşa komutasındaki askerler görev aldı. İyi planlanmış bir askeri harekatın ötesinde Vidin’den gelen önemli istihbaratı da değerlendiren Türk komutanları maksada uygun harekat tarzları belirlediler. Türk askerlerinin baskısına dayanamayan Avusturya güçleri Banat ve Eflak’tan Erdel önlerine kadar çekilmek zorunda kaldılar. Nihayetinde tahkim edilen ada savunmasız kaldı. 1737 yılının Kasım ayında Osmanlı güçleri ada kalesini kuşatmak maksadıyla ilerlediler. 130 saykadan oluşan bir filoyu nehre yukarı yollayan Osmanlılar Iron Gates yakınlarında St. Charles ve St. Elisabeth isimli Avusturya gemilerine saldırdılar; Orsova üzerinde toplanarak bölgedeki köylere hasar verdiler ve beraberinde Adakale ve St. Elisabeth Kalesi’ne taarruz düzenlediler. Bu kuvvetli taarruzlara rağmen kalelerin hiçbirini alamadılar. Sonuçta kuşatmadan vazgeçerek muzaffer bir şekilde Vidin’e dönen Osmanlı komutanları yeni bir askeri strateji uygulamaya karar verdiler.

Cesur bir savaşçı ve açık görüşlü, zeki bir siyaset adamı olan Ivaz Mehmet Paşa siyasi becerilerini askeri strateji ile birleştirdi. Ivaz Mehmet Paşa Vidin’i Macar asilerin kalabileceği güvenli bir limana dönüştürmüştü. Hüseyin Ağa Vidin kaymakamı olarak atanmış olmasına rağmen Ivaz Mehmet Paşa bütün ordunun başındaki serasker olarak görevlendirilmişti. Serasker paşanın komutasında beş bin Arnavut yaya askeri, iki bin bostancı, on dört yeniçeri ve beş cebeci vardı. Serasker paşanın güçleri daha sonra Karahisar sancak mutasarrıfı ya da fiilen Kars vilayet beylerbeyi olan Tuz Mehmet Paşa komutasındaki beş bin asker, Tirkala sancak mutasarrıfı Murtaza Paşa ve seraskerin kendi öz oğlu Halil Bey komutasındaki birliklerle ve eski Nikopol müsellimi komutasındaki dört bin askerle birleştiler. Bu birliklerin hepsine aynı rotayı takip etme ve Adakale’ye doğru ilerleme emri verildi.

1738 yılının Mayıs ayına kadar yaklaşık on bin kişiden oluşan Osmanlı güçleri Orsova’ya kuvvetli bir saldırı düzenlediler ve Habsburgları yenerek Orsova Kalesi’ni ele geçirdiler. Müteakiben adaya ulaştılar ve St. Elisabeth Kalesi’ni de aldılar. Ivaz Mehmet Paşa taarruza önce adadaki kaleye saldırarak başlamayı tercih etti. Adanın savunma sistemi sağlam duvarlar, surlar, hisarların yanında nehri kapatan büyük zincirler ve direklerden oluşuyordu. Bu durum Osmanlı birliklerinin, sıkı bir ateş desteği olmadan karaya çıkmasını imkansız kılıyordu. Bunun üzerine Serasker paşa derhal adayı dış dünyadan tecrit etme stratejisini uygulamaya koydu. Bu iş için gerekli olan duvar ustaları Temeşvar ve Craiova bölgelerinden bu maksatla getirtilen birkaç bin Romenden sağlandı. Fakat bu ambargonun sonucu berabere bitti. Serasker Paşa, Allion dağı zirvesinde tahkimatlı bir mevzi oluşturarak kaleye karşı ağır toplarını yerleştirdi ve böylece hazırlıklarını tamamladı. Aniden başlayan taarruzla kaleye yönlendirilen silahlar ateşlendi. Tuz Paşa emrindeki iki bin yaya askeriyle birlikte düzenlediği saldırı sonucunda yakınında küçük bir kale olan Caroli mevzilerini ele geçirdi. Adanın savunması tamamen askerleri ve adayı koruyan topçu mevzilerine kalmıştı. Türk bataryalarının amansız ateşine maruz kalan ada şimdi etraftaki yüksek yerlerden açık bir şekilde görülebiliyordu.

Albay Baron von Kehrenberg komutasındaki Habsburg garnizonu 2300 kadar Alman ve Sırp askerden oluşuyordu ve yiyecek ya da mühimmat sıkıntıları yoktu. Düşmanlarını yıldırmak isteyen Osmanlılar bu askerleri yoğun bir ateş altına almıştı. Sırplar savunmaya devam etmekte gönülsüzdüler ve teslim olmak istiyorlardı fakat Avusturyalılar sonuna kadar direnmeye kararlıydılar. Komutan savunmanın gücüne güveniyordu ve Adakale’ye doğru yola çıkan yedi piyade taburu gelip kurtarılmayı bekliyordu. Bu destek birliklerinin bir bölümü daha önceden Osmanlı Ordusunu Banat’tan püskürtmek ve adayı kurtarmak için görevlendirilen kırk bin kişilik imparatorluk ordusunun bir parçasıydı.

Serdar-ı ekrem vezir-i azam Yeğen Mehmet Paşa komutasındaki muhteşem Osmanlı ordusu Balkanları geçerek kuzeybatı istikametinde Niş’e doğru ilerliyordu. Kuşatmanın uzamasından dolayı vezir-i azamdan orduyu Adakale’ye yönlendirmesi istendi. Yüksek rütbeli komutanları (mir-i miran) harp konseyinde toplayan Paşa ada kalesindeki meselenin aciliyetini gündeme getirdi. İstişare sonunda Belgrad’ın kuşatması şimdilik ertelendi ve Adakale istikametine doğru tam hızla hareket edildi.

Bu sırada Ivaz Mehmet Paşa’nın birliği Temeşvar’dan gelen bir Habsburg taarruzuna karşı savunma yapıyordu. Zorlu geçen bir muharebeden sonra Türkler mevzilerini terk etmek ve geri çekilmek zorunda kaldılar. Bunun sonunda Ivaz Mehmet Paşa geçici olarak görevden alındı. Harekatın başına Rumeli beylerbeyi vezir Genç Ali Paşa getirildi. Aynı zamanda bir sayka filosuna çok acele olarak Vidin’e gitme emri verilmişti.

1738 yılı baharının ilk günlerinde ada önünde toplanan Türk kuvvetleri en büyük kuşatma silahlarını da beraberlerinde getirmişlerdi. Türkler ve Tatarlardan oluşan yaklaşık seksen bin kişilik güçlü bir Osmanlı ordusu Vidin’e yaklaştı. Feth-i İslam’a varan vezir-i azam Yeğen Mehmet Paşa komuta karargahını oraya kurdu. Nehir üstünde bir gözetleme yeri tesis ettirdi. 13 Temmuz günü Yeğen Mehmet Pasa Habsburg garnizonunu gönüllü olarak teslim olmaya davet etti. Bu ültimaton komutan Kehrenberg tarafından kabul edilmedi. Türkler kuşatmayı kuvvetlendirdiler ve ada mevzilerini gece gündüz ateşle dövdüler. Vezir-azam sayıları artan yeniçeri, cebeci ve topçu askerlerinden oluşan büyük bir orduya komuta ediyordu ve yüz yirmi top ve kırk kadar havandan oluşan topçu ateş destekleri vardı. Kaledeki savunma gücü gün boyu düşen yüzlerce top ve havan mermisinin kale duvarlarında hasarlar vermesine rağmen direnmeye devam ettiler. Garnizon korunaklı mevzilere çekilmişti fakat topçu ateşi yoğun bir şekilde devam ediyordu. Buna rağmen teslim olmamaya kararlıydılar. Kuşatma ilerledikçe garnizon birliği çeşitli hastalıklar ve kötü hava koşulları nedeniyle iyice zayıflamıştı. Diğer taraftan Osmanlı kuşatması o kadar etkiliydi ki, artık Habsburg gemileri adaya taze güç takviyesinde bulunamıyordu. Sonunda 1030 kişiye kadar gerileyen kale savunmasındaki Arad milislerinden getirilen 200 kişilik Macar haydut grubu korunaklı mevzilerin dışına çıkmayacaklarını söylediler.

İki aydan daha fazla süredir kuşatılan ve yoğun topçu ateşiyle dövülen ada savunmasında hala gevşeme ya da teslim olma işareti görünmüyordu. Vezir-i azam Yeğen Mehmet Paşa ada komutanına ikinci kez teslim olma çağrısında bulundu, fakat bu sefer de reddedildi. Bunun üzerine Osmanlı güçleri adaya karadan ve nehirden eş uyumlu bir harekat düzenlemeye karar verdiler. Hazırlıklar tamamlandı ve yığınaklar yapıldı. Yaklaşık yetmiş sayka, beş yüz kadar çam kayık ve büyük sallar Orsova limanına getirildi. On beş bin kişilik dalkılıç milis grubuna kaleye hücum görevi verilmişti fakat akıntıya ters yönde hareket eden kayıklar şiddetli bir akıntıyla karşılaştıklarından Habsburg ateşine maruz kaldılar. Diğer taraftan hızlanan akıntı taarruz gücünü de artıracaktı. Çok sayıda saykadan ve malzemeden oluşan bir Osmanlı filosu nehre yukarı hareket etmiş ve adayı geçmişti, ters akıntı onları da etkilemiş geri dönerek adaya doğru hızla harekete geçmişlerdi. Ada savunmasının Türk gemileri üzerindeki şiddetli ateşine rağmen kuşatma harekatı plana göre uygulanıyordu. Avusturyalı komutan ada üstündeki güçlü Osmanlı filosunun ada savunmasını zayıflattığını fark etti. Türk güçleri adaya hücum etti ve kaleyi işgal etti. İki taraf ta büyük kayıplar vermişti. Nihayetinde 13 Ağustos 1738 tarihinde Adakale şartlı teslim oldu. 15 Ağustos günü ise adanın anahtarı vezir-i azam Yeğen Mehmet Paşaya takdim edildi ve yeniçeri, cebeci ve topçulardan oluşan bir grup birlik kale kapıları, topları ve mühimmatını teslim aldı.

Teslim töreni istiman protokolüne göre 16 Ağustos günü vezir-i azamın güney kıyıdaki köşkünde yapıldı. Komutan Kehrenberg, Tümgeneral von Fürstenberg ve diğer yüksek rütbeli subaylar sonsuz bağlılık göstergesi olarak vezir Yeğen Mehmet Paşa önünde yere eğildiler. Bu bağlılık ifadesinden sonra Paşa onları kaftan ve diğer hediyelerle ödüllendirdi.

Teslim belgesi bütün harp esirlerinin değişimini şart koşuyordu. Bu belgeye göre Adakale ve Elisabeth Kalesi’ndeki Avusturya bağlıları güvenli bir şekilde Belgrad’a gidecekler; Avusturya vatandaşı olan tüccarlar isterlerse mallarını bırakıp gidebilecekler; Osmanlı bağlıları da Türk gemileriyle memlekete dönecekler; yaralılar ise zırhlı gemilerdeki Osmanlı subayları tarafından korunacaktı.

Vezir Yeğen Mehmet Paşa adadaki savunma mevzilerini denetledi ve hasarların tadil edilmesi ve Fransiskan Kilisesi’nin camiye çevrilmesi emrini verdi. Adadaki din işerini yürütmek üzere bir imam, bir hatip ve diğer din görevlileri atandı. Feth-İslam mutasarrıfı olan Bekir Bey mir-i miran rütbesine terfi etti ve kale garnizonu muhafız birliklerinin başına getirildi. Bundan sonra kale güvenlik gücü, Adakale ve Feth-i İslam’daki muhafız birliklerinin başındaki muhafızın emrine girdi ve Vidin valisi olan Paşaya bağlandı. Dokümanlarda bundan böyle adadan Adakale olarak bahsedildi. Adadaki hukuki anlaşmazlıklarla yerel kadı ilgilenirken büyük davalar Vidin kadısına havale edildi.

Sultan I. Mahmut, vezir-i azam Yeğen Mehmet Paşayı hatt-ı hümayunlukla ödüllendirdi ve serasker Ivaz Mehmet Paşa Vidin’deki görevine geri getirildi. Adanın muhteşem zaferi, 1739 tarihi kale kapısının üzerine bronz oymayla işlenen bir yazıtla anıtlaştırıldı. Yazıttaki şiir Sultan Mahmut Han’ın asil cesaretinden ve büyük icraatlarından övgüyle bahsediyordu.

1738 ve 1739 yıllarındaki başarılı Osmanlı harekatının sonucu olarak Tuna nehri Vidin’deki bütün filonun seyrine açıldı ve harp zamanı su yolunun güvenliği sağlandı. Osmanlı güçleri bu sefer Belgrad’ı kuşattılar ve Orsova Kalesi gibi burayı da yeniden ele geçirdiler. Bu zaferle Tuna’nın iki kıyısının da tam kontrolü Osmanlıların eline geçti. Tuna savunma hattı tamamen yeniden inşa edildi. 1739 yılının Eylülü’nde Belgrad Antlaşması imzalandı ve Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya ve Avusturya arasındaki savaşa son verildi. Bu antlaşma ile taraflar arasında yeni sınırlar belirlenerek siyasi ve askeri denge sağlanmış oldu. Banat ellerinde kalan Avusturyalılar Sırbistan ve Küçük Eflak (Oltenia) bölgelerinden çekilerek Osmanlılara bıraktılar. Antlaşma “Orsova’daki Ada Kalesi’nin” ve St. Elisabeth Kalesi’nin de Osmanlılara verilmesini şart koştu.

Aynı zamanda anlaşma gereği Rusya’nın da Azov bölgesini askerden arındırmayı kabul etmek zorunda kalması çok anlamlıdır. Ruslar, Adakale’deki kalenin Türkler tarafından yıkılmasına karşılık kendilerinin de Azov Kalesini yerle bir etmeyi önerdi. Rusların bu teklifi reddedildi. Reisulküttab Hacı Mehmet Paşa denetiminde Belgrad’da yürütülen barış görüşmelerinin sonunda Adakale meselesi pazarlıklara konu oldu. Avusturyalılar da Adakale’deki adanın yıkılması ve geri verilmesi karşılığında iki savunma hattının yok edilmesini teklif ettiler. Sultan teklifi kabul etmedi ve Adakale Osmanlılarda kaldı.

Sufi Miskin Baba’nın bu tarihten hemen sonra adaya yerleştiğine inanmak için yeterli delil vardır. Bölgedeki geleneklere bakıldığında bu kişinin bir din adamı olduğu ve doğudan geldiği görülür. Adada yaşayanlar ve komşu bölgelerdeki Müslümanlar tarafından saygı gören Sufi Miskin Baba adaya gömüldü. Türbesi, 18. yüzyılın sonunda Sultan III. Selim tarafından yaptırılan caminin yanındaki, küçük yapıdır. Miskin Babanın geçmişi tam olarak bilinmemekle beraber, onun Bektaşi Tarikatı’na bağlı olduğu sanıyoruz. Ada ve kaledeki yeniçerilerin devam eden huzurunu da buna bağlıyoruz. Bektaşilik, bunun ötesinde Tuna’nın kuzey ve güney bölgelerinde de çok rağbet görmüştür.

Adanın fethinden sonra sakin ve güvenli bir dönem yaşandı. Osmanlılar kalenin savunma sistemini güçlendirmeye devam ettiler. 18. yüzyılın ikinci yarısında adada yaşanan olaylar hakkında, Romanya Devlet Arşivi’nde, çok az sayıda Türkçe belge bulunmaktadır. Bu bağlamda 1768 tarihli bir belge, ada kalesinin devam eden güçlendirme çalışmalarına kanıt niteliğindedir. Bu belge, vezir-i azam Nişancı Mehmet Emin Paşa’nın kaymakamı olan Abdullah Paşa tarafından, Ada-i Kebir ve Fethi İslam muhafızı ve Wallachia Prensi III. Grigore Ghica’ya yollanan buyruktur. Buyrukta, sık sık Sırp asilerinin saldırısına maruz kalan kalenin palankalarının yenilenmesi emri veriliyordu.

Vezir-i azam Koca Yusuf Paşa, 1738 yılında, Mareşal Laudon komutasındaki Avusturya ordusu üzerine bir sefer düzenledi ve bu harekat adadaki yeni bir mücadelenin başlangıcı oldu. Bu harekatta ada Osmanlı donanması için nehir üssü işlevi gördü. Serdar-ı ekrem Orsova ve Tekiye arasında dubalı bir köprü inşa etti ve Ada-i Kebir Kalesi’ni güçlendirdi. Bu harekat Sefername-i serdar-i ekrem-i Yusuf Paşa başlıklı anonim risalede tasvir edilmiştir. 1789 yılında Avusturyalılar tarafından yapılan yeni bir kuşatma neticesinde Belgrad’ı ele geçirdiler ve adayı işgal ettiler. Mareşal Laudon’a Adakale Kalesi’ni güçlendirme ve daha fazla tahkimat yapma görevi verildi.

Bütün bu kargaşalara son vermek üzere Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğu 1791 yılında Sistova’da bir antlaşma imzaladılar. Bu antlaşma gereğince Avusturya Balkanlarda ele geçirdiği bütün yerleri teslim etti. Sonuç olarak Adakale yeniden Osmanlıların eline geçti.

18. yüzyıl ortaları ve 19. yüzyıl başı arasındaki Hurmuzaki Külliyatı’nda bulunan Romen belgeleri, adada yaşayan ve Romenlerce “adalı” lakabı takılan kişilerle, Balkanlardan gelen “ayan” lakaplı asilerin arasında bir bağlantı olduğunu ispatlamaktadır. Adalılar yol eşkiyalığı yapıyorlar ve Oltenia ve Wallachia’ya yıpratıcı saldırılarda bulunuyorlardı. Yüz bin kişilik Kaptan Küçük Hüseyin Paşa komutasındaki birliğe karşı koyan ve halk tarafından sevilen, kahraman Vidinli Osman Pazvantoğlu Paşa zamanında, büyük isyan sırasında, adalılar kuzey kıyıdaki bölgelere büyük akınlar düzenliyordu. Pazvantoğlu Paşa sık sık Eflak bölgesindeki köylere akınlar düzenliyordu ve adalılar bu akınların bir parçası olarak görev alıyorlardı. Dahası 1806 ve 1812 yılları arasında yapılan Osmanlı Rus Savaşı sırasında bölgede faaliyet gösteren Türk eşkıyalar (panduri turcesti) ve Moskovalı eşkıyalar (panduri muscalesti) vardı. Bu yağmacı çeteler, örgütlü çalışan Eflaklı eşkıyalardan farklı olarak bağımsız faaliyet gösteriyorlardı. Eflaklı eşkıyalar, Tudor Vladimirescu komutasındaki köylü milisler içinde gönüllü askerlik yapan ve çoğunluğu Oltenia bölgesinden gelen kişilerden oluşuyordu. 19. yüzyılın başlarında adalı çeteler Tuna boylarına sık sık akın düzenliyorlardı.

1481 ve 1484 yılları arasında ileri gelenlerden birisi olan ve Fethul İslam ile Adakale’nin muhafızlığını yapan Recep Ağa’nın serüvenleri adalıların hırçın ruh halleriyle özdeştir. 1807 tarihli bir belge, Vidinli Osman Pazvantoğlu’nun halefi olan Molla Ağa ile Recep Ağa arasında yaşanan silahlı bir mücadeleden bahsetmektedir. Bu mücadele Recep Ağaya Oltenia’daki Mehedinti bölgesinde yer alan dört kaza için vergi verilmesi şartı koşularak uzlaşmayla sonuçlandı. Recep Ağa pandurilerden ve adalılardan müteşekkil küçük bir orduya sahipti.

Fakat eşkıyaların bir bölümü 1807 yılında ayrılarak Oltania Eşkıyası Tudor Vladimirescu’ya katıldı. Recep Ağa emrinde kalan adalılar ve eşkıyalar Oltenia ve Eflak’a düzenli akınlar düzenleyen gözü pek soyguncu ve büyük baş hayvan hırsızıydı. Bazı yerleri işgal eden adalılar ve eşkıyalar bütün bölgeyi yıkıyor ve arazi sahipleri ve tüccarlar arasından esirler alıyorlardı. Onların bu faaliyetleri düzenli seyahat edenlerin korkulu rüyasıydı ve Orsova ve Bükreş arasındaki yolu emniyetsiz hale getirmişti. Tudor Vladimirescu’nun kendisi de bu faaliyetlere karşı birkaç sefer adalılarla çatışmaya girmiş, peşlerine düşerek Oltenia ve Eflak bölgelerindeki faaliyetlerini durdurmaya çalışmıştır. Bu dönem, Romen kaynaklarında yaşanan olaylara uygun olarak navalirea adaliilor (adalıların istilası) olarak anılır.

Sırbistan’ın bağımsızlık mücadelesi Iron Gates girdabındaki savunma sisteminde belirgin bir etki yaptı. Sırp isyanlarının ilk patlak verdiği 1804 yılından itibaren, devam eden yıllarda ada kalesi asilerin ağır şekilde cezalandırıldığı bir infaz yeri olmuştu. Ayaklanma sırasında bir grup Sırp asi yakalandı ve adaya getirildi sonra Adakale ve Feth-i İslam muhafızı Recep Ağa tarafından 1809 yılında idam edildi.

1810 yılında Binbaşı Redrikov komutasındaki Rus taburu ile müşterek hareket eden eşkıya Tudor Vladimirescu milis güçleri adayı işgal etti ve bu küçük serüven adadaki bu duruma son verdi. Dönüşünde, askeri hiyerarşiye karşı ayaklanan Recep Ağa, Tuna güneyindeki ayanlardan tehdit aldı. Bunun üzerine yanına kardeşleri Salih, Adem ve Bekir’i de alan Recep Paşa’nın kendisi ayaklanma çıkardı. Vidin valisi Hafız Ali Paşa ve Belgadlı Süleyman Paşa isyanı bastırmak için birlikte hareket etti. Buna rağmen Recep Paşa’nın kardeşi Salih kısa süreliğine Feth-i İslam Kalesi’ni işgal etti. Ali Paşa 600 neferden oluşan küçük gücüyle Feth-i İslam önünde mevzilendi ve adayı tehdit etti. Nihayetinde, Recep Paşa 1814 yılı sonunda ele geçirildi ve idam edildi. Adakale’ye kaçmayı başaran Salih, bütün adayı hakimiyeti altına aldı ve kendisini muhafız ilan ederek Recep Ağanın halefi oldu. Ayaklanma için gerekli olan kaynakları tedarik etmek için adalılardan oluşan çetesiyle Oltenia’ya akınlar düzenlemeye devam ediyordu. Adalılar, bazı yerleri işgal ediyor, evleri ve malları yağmalıyor, yakıp yıkıyor, insanları soyuyor ve seyahat eden tüccarlara saldırıyorlardı. Vidinli Ali Paşa adalıların ayaklanmasını bastırmaya karar vererek adaya saldırmaya karar verdi. Fakat, şansın çevirdiği bir entrika sonucunda Recep Paşanın kardeşleri bağışlandılar ve bu iki resmi fermanla da teyit edildi. Karar, Eflak Voyvodası Ioan Caragea’nın araya girmesiyle resmi makamlara dağıtıldı. Sırbistan’daki hareketliliği yatıştırmak için gönderilen Veli Paşa onları affetti ve böylece serbest kaldılar. Her ne kadar Recep Paşanın kardeşlerinin ayaklanması bastırıldıysa da, adada gizlenen bazı adalıların ve haydutların yaptığı eşkıyalıklar bölgedeki Türk askerlerinin dikkatini çekmişti. Bu sıralarda serdar Yusuf Paşa 1815 yılında güney Oltania’daki Craiova bölgesini yatıştırmakla görevlendirildi. İki bin kişiden oluşan küçük ordusuyla Yusuf Paşanın diğer görevleri; bölgeyi Recep Paşa güçlerine karşı savunmak ve olası bir Sırp ayaklanmasına engel olmaktı.

Romanya arşivinde kalan çok az sayıdaki Türkçe belge, 19. yüzyılın ilk yarısında Adakale ve Eflak arasındaki ekonomik ilişkiyi yansıtmaktadır. Adanın varlığı ana olarak Eflak prensinin Osmanlı Devleti’ne olan yıllık vergisinin bir bölümünün yerine gönderdiği kaynaklara bağımlıydı. İncelenen dokümanlardan, adaya Eflak’tan malzeme tedarik edildiği anlaşılmaktadır. Mesela, Ada-i Kebir ve Feth-i İslam muhafaza memuru Elhacc Abdulkerim, 24 Mayıs 1827 tarihinde Prens III. Grigore Ghica’ya yolladığı bir mektupta ada için gıda maddelerine, canlı çiftlik hayvanına ve iş gücüne ihtiyacı olduğunu belirtmiştir.

1829 yılında imzalanan Edirne Antlaşması’na göre Sırbistan’a özerklik verildi. Aynı antlaşmaya göre; Osmanlılar, Romenlerin yüzlerce yıldır raiale turcesti (Türklerin kontrolündeki kaleler) dedikleri Tuna boylarındaki kaleleri Romanya Prensliğine bırakmak zorunda kaldılar. Sonuç olarak artık Tuna nehri Osmanlı İmparatorluğu için bir savunma hattı olmaktan çıkmıştı fakat, prensliklerle Osmanlı İmparatorluğu arasında yeni sınırlar kurmuştu. Böylece Osmanlı, bölgedeki kontrolünü ve hakimiyetini sınırlayan Tuna boylarında serbest ticaret ve sefer hakkını tanımak zorunda kaldı. 1850 yılında Sırpların özerkliği tanındı ve Osmanlılar Sırbistan’daki kalelerden 1867 yılında geri çekildi. St. Elisabeth kalesi 1868 yılında yerle bir edilmişti fakat Osmanlı kontrolündeki Adakale dimdik duruyordu. Adakale’de bazı güçler varken Sırp Prensi III. Michael Obrenovich eski St. Elisabeth Kalesi’nin kontrolünü eline aldı ve bir süreliğine işgal etti. Böylece Adakale’nin askeri tarihi sona erdi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırbistan ve Prensliklerden oluşan üç komşu ülkenin tam ortasındaki ilginç konumu, Adakale’nin bu ülkelerden hangisine verileceğini zorlaştırdı.

1848 yılındaki Avrupa isyanı sırasında, ada bir kez daha sürgünler için korunmuş bölge olarak kullanıldı. Eflak’ta isyan bastırıldıktan sonra, bir grup Türk askeriyle birlikte, zamanın baş danışmanı Fuat Efendi ve Tanzimatçılardan önemli bir kişi Bükreş’e gönderildi ve bölgedeki dengeyi sağlamakla görevlendirildi. Fuat Efendi isyancı Eflaklıların tutuklanması emrini verdi. Bazı isyancı liderleri gemilere doldurularak Adakale’ye götürüldü ve bir süre burada kaldıktan sonra güneye, Anadolu’ya sürgüne yollandı. 1856 yılına kadar Bursa’da tutulan sürgünlere aylık 1000 lira maaş verildi. Bunun akabinde 1849 yılında Macar devrim hareketi bastırıldı ve başarısızlıkla sonuçlandı. Macar Milliyetçi Hareketi lideri Lajos Kossuth mağlup edildi ve muhalefet tarafından koltuğundan indirildi. Sultan I. Abdülmecid Kossuth’u isteyen Avusturya ve Rusya’ya teslim etmeyi reddetti ve onu Türklere teslim olduğu Adakale’ye yolladı. Türk korumasıyla önce Vidin’e ve buradan da Anadolu’ya getirilen Kossuth Kütahya’da iki yıl göz altında tutuldu. Kossuth’a Vidin’e kadar eşlik eden adalı Bego lakaplı Ali bin Mustafa idi. Ali bin Mustafa’yı Budapaşte’ye davet eden Macarlar onu yerel kahraman ilan ettiler ve Adakale’nin önünde Kossuth’la birlikte yapılan resimlerini posta kartı yaptılar.

19. yüzyılın ikinci yarısında imzalanan bir seri anlaşma aşağı Tuna havzasının ve onun adadaki etkisinin jeopolitik önemine ışık tuttu. 1856 yılında toplanan Paris Kongresi, Tuna nehrinin aşağı kesiminin kontrolünü uluslararası bir komisyona bırakarak, nehir trafiğini düzenledi ve bölgedeki güç unsurları arasındaki dengeyi sağladı. 1878 yılında San Stefano’da (Yeşilköy) yapılan görüşmelerde Osmanlıların Adakale’den çekilmesi şart koşuluyordu. Buna rağmen bu hüküm yerine getirilmedi, çünkü Adakale’nin kime bırakılacağı belirtilmemişti. Sonunda 1878 yılında Berlin Kongresi toplandı ve San Stefano (Yeşilköy) Antlaşması yeniden gözden geçirildi. Bu kongrede Tuna nehrinin aşağı kesimlerinin askerden arındırılması sağlanmıştı; fakat Adakale meselesi tamamen unutulmuştu.

1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında, ada 1878 yılında Berlin Kongresi’nin hemen öncesinde Avusturya birlikleri tarafında işgal edildi. Ada Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun müşterek denetimine bırakıldı. Kale komutanı adayı terk etti ve adadaki Osmanlı bağlıları Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Hükümetinin koruması altına alındı. Anlaşmaya göre ada sözde Osmanlı bölgesi ilan edildi ve Müslüman halk sultanın bağlısı kabul edildi. Türkler Adakale’nin muhafıza olan statüsünü değiştirerek, sivil bir idareci olan müdür tarafından yönetilen nahiye konumuna getirdiler. Müdür İstanbul’dan atanıyordu. Müdüre çalışmalarında, köylü nüfus tarafından seçilen ve dört kişiden oluşan bir komisyon (meclis-i idare) yardım ediyordu. İmam, müezzin, hoca ve muallim de Osmanlı hükümeti tarafından atanıyordu ve maaşları karşılanıyordu. Düzeni ve nüfusun güvenliğini sağlamak maksadıyla savunma bakanlığı (Harbiye Nezareti) tarafından iki ya da dört jandarma askeri (zaptiye) bölgeye atandı. Bunların adada kendi kışlaları vardı ve üniformaları ve maaşları İstanbul’dan gönderiliyordu. Ada Avusturyalı nöbetçiler tarafından korunuyordu.

Her ne kadar ada ayrılmış bir Osmanlı mülkü olsa da müdür Viyana’daki büyük elçilik vasıtasıyla Osmanlı hükümeti ile görüşüyordu. Bunun da ötesinde ada müdürü Orsova ve Tuna boylarındaki diğer Romen şehirlerindeki Türk konsoloslarıyla da irtibat halindeydi. Sık sık memur-u mahsusa olarak görevlendirilen Orsova’daki Türk onursal konsolosu, ada ile diğer yabancı yetkililerin eş güdümünü sağlayan bir irtibat görevini de yürütüyordu. Bunun haricinde müdür de Romen makamlarıyla direk olarak görüşebiliyordu. Ticari görüşmeler de genellikle Orsova’dan sağlanan bir resmi tercüman vasıtasıyla yapılıyordu. Adadaki müslüman halk arasındaki anlaşmazlık ve davalara kadı bakıyordu. Yerel davalarda müdür veya naib de yetkili idi. Taraflardan birisi yabancı ise dava Orsova’da oluşturulan ve başkan tarafından yönetilen karışık bir mahkemede görülüyordu. Karar verme yetkisi mahkeme başkanına aitti.

İki hükümet, adada yaşayan nüfusa daha önceden Osmanlılar tarafından tanınan yetkilerin devamı konusunda anlaştı. Ada halkının gümrük vergisi ödemeden her tür ürünü ithal edebilmelerine ve ürünlerini Orsova, Varciorova ve Kladovo’da satmalarına izin verildi. Avlanma haricinde silah taşımalarına müsaade edilmedi. Osmanlı vatandaşlarının Türk meclisinde milletvekili seçme hakları vardı. Yeni kurallar konulduğunda Osmanlı Devleti’nin kontrolü zayıfladı ve Avusturyalı işgal güçleriyle Türk nüfus arasında gerginlik çıktı. Fakat Türk resmi makamlar tedbirli davranarak provokasyonlara alet olmadılar ve hatta protesto bile etmediler. Sadece gerçekleri diplomatik kanaldan rapor ettiler. Adanın politik durumu açıklığa kavuşmadığı için iki taraftan da çatışma sinyali geliyordu. 1896 yılında Iron Gates’te inşa edilen kanal Avrupalı güçler tarafından hizmete açıldığında, Berlin Kongresine imza atanlar Tuna üstünde bir nehir gezisine davet edildi. Adaya resmi olarak Avusturya-Macaristan bayrağı çekildi. Bununla birlikte yüzyılın sonunda Türk haritaları ve almanakları da Adakale’yi Türk toprağı olarak gösteriyordu.

Romanya Devlet arşivinde bulunan Adakale arşivi 1878 ve 1923 yılları arasındaki döneme ait sekiz bin belge içermektedir. Bu belgelerin beş bini Türkçe, kalanlar da Almanca, Fransızca, Romence, Macarca, Sırpça ve Bulgarca’dır. Arşivin muhtevası 1962 yılında Mihail Gubuğlu tarafından yayınlanan bir bilgi makalesinde özetlenmiştir. Bu makalenin kaynakları ise son Avusturya-Macaristan döneminde adadaki siyasi, ekonomik ve finansal, sosyal ve kültürel yaşamın yanında resmi statüsüne de ışık tutmaktadır. Belgelerin çok büyük bölümünü Viyana büyük elçiliği ile yapılan resmi yazışmalar oluşturmaktadır. Adadaki yöneticinin yazdığı belgelerin başlığında “müdür-ü Ada-i Kebir” ya da “Adakale müdüriyeti” ifadeleri bulunmaktadır.

Bu belgelerden birisi, 9 Mart 1878 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana büyük elçisi Esat Bey tarafından Ada Kalesi Müdürlüğü’ne yollanan mektuptur. Bu mektup, büyük elçinin, ada halkından zorla yerlerinin terk ettirilmek ve başka yerlere göç ettirilmek istenmesi konusunda şikayetler aldığına kanıt mahiyetindedir. Ada halkı, Türk yetkililere yazdıkları dilekçelerde ya adada kalmalarına müsaade edilmesini ya da adanın boşlatılması durumunda terk ettikleri yerlere ilişkin bedelin ödenmesini talep ettiler. Esat Bey ada müdürüne yazdığı mektupta meseleyi Bab-ı Aliye ilettiğini belirtmektedir. Diğer belgeler de, ada halkının yönetimin değişeceği konusunda çıkan söylentilerden çok huzursuz olduğunu yansıtmaktadır. Halk, 1901 yılında adaya gelecek bir Romen-Macar heyeti tarafından incelenecek ve Macaristan’a ilhak edilecek haberleriyle rahatsız edilmiştir. Adadaki Türkler arasında, adanın zorla boşaltılacağı söylentisi o kadar sürüp gitti ki bir kısmı ikna olup 1905 yılında Adana taraflarına göç ettiler.

Avusturyalılar bazen ada halkına tanınan hakları dikkate almıyorlardı. 1893 yılında, müdür, Avusturyalı komutan Milanof’un ada halkının boş arsalara bina yapma taleplerine, tapu belgesi isteyerek engel olan uygulamasını şikayet etti. Çünkü bu uygulama daha önceden tanınan miras haklarının devamlılığı ve vergi muafiyeti haklarına ters düşüyordu. Mesele uzlaşmayla çözüldü. Yüzyılın sonu yaklaştığında adanın ekonomik durumu pek parlak değildi. Ada kaynakları azalmış, adaya getirilen çok az sayıdaki ürün de kar getirmiyordu. Bunun üzerine ada yöneticileri geliri artırmak maksadıyla vergi oranlarını artırmayı düşündüler fakat bu fikir Avusturyalı makamlarca sert bir şekilde reddedildi. Bir ferman-ı hümayunun onlara vergi artırma konusunda yetki verdiği halde, Avusturya makamları bu vergileri toplamalarına engel oluyordu. Bunun üzerine ada müdürü, 11 Eylül 1907 tarihinde şikayetlerini büyük elçi Mahmut Nedim’e iletti. 26 Ekimde cevap veren büyük elçi Avusturya makamlarının adadaki ilişkilere müdahale etmeye haklarının olmadığını belirtmiştir.

Diğer meseleler ada halkına daha büyük problemler çıkardı. Ada halkı 1899 yılında, Macar sınırındaki gümrük görevlilerinin, Kladovo pazarında ticaret yapmalarına ilişkin olarak yüksek miktarda vergi istedikleri konusunda şikayette bulunmuşlardır. 1901 yılında ise küçük tüccarlar Macar gümrük muhafaza görevlilerinin Varciorova’ya ürünlerini satmaya gitmelerine engel olduğu konusunda şikayet etmişlerdir. Sert geçen 1902 kışında Sırp makamları ada halkına yakacak satışını yasaklamıştır. Uzun diplomatik görüşmelerin sonunda Sırp yetkilileri sadece 1903 yılında köylülerin adaya gönderilmek üzere yakın köylere yakacak odun getirmelerine müsaade etti. Ada halkı 1906 yılında Orsova pazarına gidecek sebze, meyve ve hediyelik eşyaya konan verginin artırılmasından tekrar şikayet etti.

Cami vakfı hükümetten gelen ve (akaret-ı vakfiye) varlıklarından elde ettiği geliri fakir halka ve borcu olanlara dağıtılıyordu, fakat mücadele eden halkın artan ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalıyordu. Çeşitli kişisel nedenlerle Osmanlı hükümeti görevlilerin maaş ödemelerini zamanında yapamıyordu. Arşivde bulunan maaş kayıtları (mevacib-i defter) maaşların tam rakamını göstermektedir. Durum o kadar kritik düzeye gelmişti ki dokuz aydır maaşlarını alamayan dört zaptiye 1900 yılında istifa etmiştir. Diğer bir mesele de adanın dışarıdan gelen ustalara ve zanaatçılara bağımlı olmasıydı. Cami ve resmi binalar sık sık bakım ve onarıma ihtiyaç duyuyordu ve bu çalışma Romanya’dan getirilen işçilere yaptırılıyordu.

Adadaki bütün bu zorluklara rağmen bir iş çok büyük gelişme gösteriyordu; likör ve tütün kaçakçılığı. Ada içi tüketim için, variller dolusu alkollü içki ve çeşitli sigaralar büyük miktarlarda adaya kaçak olarak getiriliyor ve ada halkına veya dışarıdakilere karlı bir şekilde satılıyordu. Romen ve Türk makamlarının dikkatlerini çeken diğer bir kanunsuz iş de 1905 yılında bir grup usta kalpazanın sahte Romen parası basmasıydı.

Belgelerin bir bölümünde, adanın yıkıcı ve bölücü faaliyetleri takipte kullanılan bir üs vazifesi gördüğü yansıtılmaktadır. 1902 yılında müdür Ömer Lütfi İstanbul’a gönderdiği bir raporda bir tütün dükkanında Saray-ı Ümmet isimli bir devrimci gazete bulunduğunu ve önceki yıllarda da Orsova’dan bu tip gazeteler yollandığından bahsetmektedir.

Bulgar ve Makedonyalı komitacıların faaliyetleri de adadaki Osmanlı makamlarınca gözetim altında tutuluyordu. Orsova’dan gelen ajanların oluşturduğu bir istihbarat ekibi adaya gelen şüpheli kişilerin faaliyetlerini takip ediyordu. 1900 yılında Vladislav Kovakov komutasındaki bir grup Makedon komitacısı Orsova yakınlarındaki bir köyde tespit edildi. Sonunda bölgeyi terk etmek zorunda kalıp kaçtılar fakat tutuklanan bir komitacı üzerinde isyan belgeleri, çeşitli silahlar, sahte belgeler ve zehirli maddeler bulunmuştur.

1905 yılılında Orsova’daki haber kaynaklarının gönderdiği mesajlarda Bulgar komitacıların bölgedeki bağlantıları hakkında bilgi verilmiştir. Gönderilen raporlara göre Bulgar gemilerinin Orsova limanında boşalttıkları çok sayıdaki silah ve dinamitin Adakale’den yüklendiği ve daha sonra komitacılar tarafından alınıp Tuna boylarındaki Bulgar kalelerine taşındığı belirtilmiştir. Bir seferinde altmış bin kadar top, tüfek, dinamit ve diğer silahların taşındığı bildirilmiştir. Yürütülen gizli bir operasyonla adanın arızalı arazi yapısının desteği de alınarak, daha önceden tesis edilen gizli top mevzilerine kaçaklar ve büyük miktardaki mühimmat saklanmıştır. Bundan başka adada yaşayan ve kaçakçılıkla uğraşan bazı sempatizanların da bu tür faaliyetlere destek verebileceği değerlendirilmektedir. Komitacıların kendileri de kale duvarlarının oluşturduğu labirentten istifade ederek adada gizleniyorlardı. Komitacılar, çabucak gözden kaybolup, nehri geçerek gizlice Orsova’ya veya Tekiye’ye kaçıyorlardı.

1907 yılının sonlarına doğru merkezi Osmanlı makamları kaçak silah taşımacılığı meselesini araştırdı. Müdür Ömer Lütfi’den, Orsova’da daha güçlü bir istihbarat grubu kurması ve şüpheli nakliyatları ve hareketliliği rapor etmekle görevli yeni ajanlar kiralaması istendi. Bu ajanların tespit ettiği bir nakliye sırasında çok sayıda kurşun ve mermi dolu sandıkların Pressburg’dan (Bratislava) Kerut isimli bir şahıs tarafından yollandığı rapor edilmiştir.

Macar Türkolog ve antropologu Ignaz Kunos 1890 yılında Adakale folklorü hakkında büyük çaplı bir araştırma yapmıştır. Kunos, Türk gelenek ve görenekleri ve etnoğrafyası, ada halkının yaşam tarzı, alışkanlıkları hakkında bilgi toplayarak, zengin Rumeli folklorüne ait çok sayıda Türk halk masalı ve halk türküsünü yazmıştır Kunos duvarları yıkılan ve harabeye dönen terkedilmiş kaleyi de incelemek fırsatını buldu. Bölgeyi tanıtırken kalenin mimarisinin iki parçadan oluştuğunu söyler; birinci kat olarak adlandırılan iç yapı ve ikinci kat olarak adlandırılan dış yapı. Birinci katta dört tane, ikinci katta altı tane güçlendirilmiş kapı (tabya) vardı. Baş tabya, idari binanın karşısında yer alıyordu. Sırbistan sınırı tarafındaki tabyanın adı koltuk tabyası, güney uçtaki kızıl tabya, tam karşısında tamamen harabeye dönen aynalı tabya vardı. Gözetleme kulesi halen ayakta duran eski talimhanenin hemen yanındaki tabya konak tabyasıydı ve son tabyalarda ibrikli tabyası ve manda tabyasıydı. Üzerine kazınan yazıtın muhteşem tarihe ışık tuttuğu cami kapısı da siperlere yakındı ve köye yapılan giriş çıkışı hakim bir noktadaydı.

O tarihte nüfus yaklaşık olarak 600 kişiydi. Bunların içinde çok az sayıda gayrimüslim Osmanlı vatandaşı ya da yabancı vardı. Bunlardan fakir olan yaklaşık olarak yüzü topçu siperlerindeki depolarda kalıyordu. Adada bir kasaba meydanı, iki kahvehane, pazar ve alış veriş merkezi vardı. Cezaevi binası adalılar tarafından bunaltıcı yaz sıcaklarında dinlenmek ve serin hava almak için kullanılıyordu. Köy evlerinin mimarisi Rumeli’deki Türk tarzını yansıtıyordu. Her evin bir bahçesi vardı ve etrafı duvarla çevriliydi. Köylülerin çoğunluğu balıkçılık, kayıkçılık, nehir taşımacılığı ve Orsova’da iskele işçiliği ile meşguldü. Çok az sayıda dükkan veya küçük ticarethane vardı ve yaklaşık olarak yirmi tane olan şekerlemeci çeşitli Türk tatlılarından yapıyordu. Köylüler toprağı işleyip, sebze, meyve ve çok çeşitli üzüm bağları yetiştiriyorlardı. Ürünlerini yakınlarındaki pazarlarda satışa sundular; salı günleri Varciorova’da, cumartesi günleri Kladovo’da artanlar da Orsova’da satılıyordu. Dükkanlar da ziyaretçilerine İstanbul’dan gelen pahalı hediyelik eşyalar ve “Adakale” markalı sigara, kahve, el işi eşyalar ile mutfak malzemeleri satıyorlardı.

Siyasi ve tarihi sıkıntılara boyun büken fakat fazla sosyal değişime uğramayan ada, arındırılmış bir Türk bölgesi olarak kaldı. Bununla birlikte adadaki yaşamı etkileyen diğer faktörler de mevsim yağışları nedeniyle yükselen nehir suyu baskınları ve sık sık ortaya çıkan salgınlardı. Ada halkı, Romen ve Sırp dillerinden etkilenmiş ve Tatar deyimleri içeren bir Rumeli lehçesi konuşuyordu.

Adakale 1913 yılında, Macar Krasso-Szereny komitesinin idaresine verildi. Bu durum Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar devam etti. İç karışıklık nedeniyle Macar Devleti’nde meydana gelen çözülmeler, barış çalışmalarını geciktirdi. Adanın hukuki statüsü tam olarak belirlenmemesine rağmen, 1918 yılında Romen birlikleri adayı ve Orsova’yı işgal etti.

1920 yılında imzalanan Trianon Antlaşması’nda, adanın Romanya’ya verilmesine karar verildi. Macaristan bölgeden çekilmek ve vatandaşlarını çekmek zorunda kaldı. Romanya Banat’ın büyük bölümünün ve Erdel’in sahibi oldu. Fakat, Adakale meselesi detaylı olarak incelenmedi ve karar uygulanamadı. Bundan sonra, 1922-1923 yılları arasında düzenlenen Lozan Konferansı ve Antlaşması’nda Adakale sorunu incelendi ve Romanya’nın adayı müsadere etmesine karar verildi. Görüşmelerde Türkiye devletini, zeki ve usta bir görüşmeci olan İsmet İnönü temsil etti. Lozan Antlaşması’nda karar verildikten sonra kararın uygulanması yönünde Türk ve Romen taraflarında direk diplomatik mübadele görüşmelerine devam edildi. 24 Temmuz 1925 tarihinde Başbakan İsmet İnönü Lozan Antlaşması gereği Adakale’nin Romanya’ya verilmesi kararına imza attı.

Yeni hükümet ada yaşamına büyük değişiklik getirmedi. Türk nüfusu adada kalmaya devam etti ve Romen makamları da Tuna’nın iki kıyısını kontrol eden bir subay komutasındaki sınır muhafaza birlikleri tarafından temsil ediliyordu. Bu birliklerin başındaki subay genellikle ceza olarak ya da sürgün nedeniyle bu göreve atanıyordu. Daha sonra ada, Oltania yöresindeki, Mehedinti bölgesinde yer alan Turnu Severin’e bağlı bir belediye oldu. Adada, Romen makamlarından sonra ikinci sırada yer alan naib, mahalle okulunda Türkçe öğreten hoca ile imam ve müezzin vardı. Adaya düzenli vapur seferi haricinde ulaşım imkanı sunan özel motorlu kayıklarla nehir trafiği artmıştı. Adanın ilginç görünüşü, buharlı gemilerle seyahat eden turistlerin ilgisini çekiyor ve onların durup adayı gezmesine neden oluyordu. Yerli balıkçılar ve kayıkçılar tarafından desteklenen ve sınır muhafaza birliklerinden cesaret alan kaçakçılık işi hala büyük kar getiriyordu. Komşu ülkelerden alınan kaçak mallar sallarla ya da Tuna’da seyahat eden yabancı buharlı gemilerle getiriliyordu. Köylülerin büyük bölümü ya Orsova’da hamal olarak çalışıyor ya da nehir vapurlarında çaycı olarak çalışıyordu.

1930 yılında yerel bir girişimci tarafından kurulan sigara fabrikasında Ada-Kaleh marka sigara üretilerek sadece turistlere ve ülkedeki birkaç yerde satışa sunuldu. Fabrikada Oltenia’dan getirilen tütün işleniyordu ve çalışanlar mahalli işçilerdi. İkinci Dünya Savaşı sırasında adaya gelen turist akını durdu ve ada hemen hemen unutuldu. Komunist rejim göreve geldiğinde adada çalışanlarının çoğu kadın olan bir elbise fabrikası kuruldu.

1948 yılında Mareşel Tito Yugoslovya’yı Sovyet kontrolünden kurtardıktan sonra Yugoslovya ve Romanya sınırında gerginlikler yaşandı. Romanya’daki Banat bölgesinde yaşayan Sırpların çoğu Yugoslavya’ya göç etmekle zorlandılar. Takibeden 10 yılda adanın ziyaretçilere kapatıldığı resmi olarak açıklandı. Romanya ve Yugoslovya ilişkilerini tekrar geliştirdiklerinde, Iron Gates geçidinde Gura Vaii noktasında bir baraj yapmaya karar verdiler. Romanya hükümeti adada yaşayanların Turnu Severin’in aşağısında yer alan küçük bir ada olan Simian’a taşınmasını teklif etti. Bu yeni yerleşim yerinde orijinal mimarisine sadık kalarak Adakale Kalesi’nin inşa edilerek açık hava müzesi yapılması planlandı. 1963 yılı civarında arkeolog C.S. Nicolaescu-Plopsor kalenin yerinden sökülerek aslına uygun olarak Simian adasına taşınması çalışmasını yönetti. Geçmişi korumaya özen gösteren arkeolog, bölgede turistlerin ilgisini çekecek bir arkeolojik çevre düzenledi. 1968 yılında Adakale adası boşaltıldı ve yaklaşık 460 kişiden oluşan nüfus farklı bölgelere dağıtıldı. Bazıları Dobruca’yı seçti, bazıları güney Romanya’ya yerleşti, bazıları ise Türkiye’ye göç etti.

Geçmişine bakıldığında, Adakale’nin büyük savaşçıların aşağı Tuna bölgesindeki muhteşem muharebelerinden, süslü diplomatların ve kurnaz politikacıların katıldığı uluslararası görüşmelere kadar uzun bir yolculuk yaptığı görülür. Perde çekildiğinde, Adakale tarih sahnesini terk edip, hayaller ülkesinde yerini almıştır.

Ali, Mehmet, Monografia insulei Ada Kale. Turnu Severin, 1937.

Anonim, Sefername-i serdar-i ekrem Yusuf Pasa, Istanbul Üniversitesi Kütüphanesi, T. Y. 3254.

Çavas, Raşit, “Adakale’nin Romanya’ya Verilmesi Tartışması.” Toplumsal Tarih Dergisi, sayı 5. 78 (2000), s. 4-12.

Cordun, Val, Bektasismul in Ada-Kaleh. Craiova, 1967.

Dapontès, Constantin, Ephémérides daces ou chronique de la guerre de quatre ans, s. 1736-1739, Çev. Emile Legrand, c. 2, Paris, 1881.

Darkot, Besim, “Adakale.” İslâm Ansiklopedisi, c. 1 (1941), s. 124.

Decei, Aurel, “Ada Kal’e.” The Encyclopedia of Islam, c. 1 (1960), s. 174-75.

Evliya Çelebi, Seyahatname. c. 7, İstanbul, 1928.

Giurescu, Constantin C. and Dinu C. Giurescu, Istoria Românilor din cele mai vechi timpuri pîna astazi. Bucharest, 1975.

Guboglu, Mihail, Catalogul documentelor turcesti, 2 cilt, Bucharest, 1960, 1965.

- “Arhiva insulei Ada-Kalesi importanta ei.” Revista Arhivelor. Bucharest, 5. 1 (1962), s. 117-147.

Hertz, Allen Zwangil, “The Emergence of Ottoman Ada Kale 1688-1753,” Doktora Tezi. New York, Columbia University, 1973.

Hurmuzaki, Baron Eudoxiu de, yay, Documente privitoare la istoria românilor, C. 19-20. Bucharest, 1940.

Jerrold, Walter Copeland, The Danube. New York, 1911.

The Jewish Encyclopedia. New York, 1938.

Kúnos, Ignacz, Ada-Kálei Török Népdalok. Budapest, 1906.

- Türkische Volksmärchen aus Adakale. Leipzig, 1907.

Mehmet Raşit, Raşit Tarihi, c. 2 ve 4. İstanbul, 1867.

Mehmet Suphi, Mustafa Sami ve Hüseyin Sakir.

- Tarih-i Sami ve Sakir ve Suphi. İstanbul, 1783.

Musaffa, Belgrad ve Adakale Seferi ve Zaferi. İstanbul Millet Kütüphanesi, El yazması. Ali Emri 273.

Siruni, H. Dj, “Bayraktar Mustapha pacha et Manouk bey, ‘prince de Moldavie’.” Balcania, c. 6 (1943), s. 53-100.

Silahtar Fındıklı Mehmet Ağa, Silâhtar Tarihi, c. 2, Istanbul, 1928.

Shaw, Stanford J., History of the Ottoman Empire and Modern Turkey, 2 cilt. Cambridge, 1977-78.



Yüklə 11,12 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   62   63   64   65   66   67   68   69   ...   105




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin