Osmanlı Kültürünün Eflak ve Boğdan’ın Yaşamına Etkisi



Yüklə 11,12 Mb.
səhifə81/105
tarix15.01.2019
ölçüsü11,12 Mb.
#96589
1   ...   77   78   79   80   81   82   83   84   ...   105

B. II. MAHMUD DÖNEMI

Yeniçeri Ocağı'nın Kaldırılması ve Yerine Asâkir-İ Mansûre-İ Muhammediye'nin Kurulması / Ahmet Yaramış [s.697-702]


Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye

Osmanlı İmparatorluğu’nun genişlemesinde büyük rol oynamış olan Yeniçeri Ocağı, I. Murad zamanında daimi ücretli askerlerden kurulmuştu. Ocak, iki yüzyılı aşkın bir süre sorunsuz bir şekilde idare olunmuştur. 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ocakta, teşkilat nizamının ihlal edilerek, dışarıdan esnaf ve köylülerin asker olarak alınmasıyla bozulma başlamıştır. Bu durum ocağın iyi işleyen düzeninin hızlı bir şekilde bozulmasına sebebiyet vermiştir. İşleri askerlik olan yeniçerilerin bundan sonra, askeri talim ve taallum yerine kahvecilik, kayıkçılık, tellaklık ve hamallık gibi işlerde çalışmaya, evlenmeleri yasak olduğu halde evlenerek “aile hayatı” geçirmeye başladıkları görülür. Ayrıca, yeniçeri esâmelerinin, yeniçeri ağaları, mütevellîleri, ileri gelen devlet görevlileri tarafından satın alınması veya ölmüş, firâr etmiş yeniçerilerin halihazırda görev yapıyor gibi gösterilerek menfaat sağlanması gibi suistimaller çok yaygınlaşmıştı.1

Bu bozulmayı gören padişah ve devlet adamları bozulmayı düzeltmek için tedbirler almak istemişlerdir. Fakat, yeniçeriler yapılmak istenen düzenlemelere karşı çıkarak, bildikleri talîm usûlünü ve kullanageldikleri silah ve araç-gereçleri yeni olanlarıyla değiştirmeye yanaşmamışlardır. Bunun sonucunda Yeniçeri Ocağı; bozulmayı düzeltmek, zamanın askeri harp tekniklerini ve araç-gereçlerini ocağa tanıştırmak için gayret gösteren padişah ve devlet adamlarına karşı muhalefet eden ve onlarla zaman zaman silahlı mücadeleye girişen bir fitne yuvası haline dönmüştür.2 Bu durum 1826 yılına kadar devam etmiş ve ocağın artık iflâh olmayacağı görülerek kaldırılmasına ve yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye (bundan sonra Asâkir-i Mansûre) ordusunun kurulmasına karar verilmiştir.

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılma sebeplerinden yukarıda kısaca bahsettikten sonra, II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırma kararını vermeden önce ocağa yönelik uyguladığı siyaset, Vaka-i Hayriye olayı ve Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılarak yerine Asâkir-i Mansûre’nin kurulması konuları açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır.

II. Mahmud’un askeri yenileşme (ıslahat) hususunda uzun bir süre yenilik teşebbüsünde bulunmamış olması dikkat çekicidir. Bunda, III. Selim ve Alemdar Mustafa Paşa’nın uğradıkları feci âkıbetin etkisi olduğu muhakkaktır. Zira II. Mahmud 1826 yılına kadar geçen süre içinde ciddi sayılabilecek hiçbir ıslahat teşebbüsünde bulunmamış; bunun sonucunda yeniçeriler, daha fazla azgınlaşmış, askerlikten uzaklaşmış ve halkı canından bezdirmiştir. Üstelik, Yeniçeri Ocağı’nın Sırp ve Yunan isyanlarını bastırmakta âciz kalması; II. Mahmud’u Nizâm-ı Cedîd ordusuna benzer yeni bir talimli ordu kurmaya mecbur etmiştir.3

II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nın yenileşmesinden ümitvar olmaması nedeniyle ve de yeniçerilere karşı bir denge unsuruna sahip olmak için topçu ve arabacı ocaklarına özel yakınlık göstermiş ve onlara ihsanlarda bulunmuştur. Bu ilgi ve alaka, ocakların Vaka-i Hayriye’de yeniçeriler karşısında padişahı desteklemesini ve onun zafer elde etmesini sağlamıştır.4

II. Mahmud, bir yandan kendine yakın ve güvenini kazanmış kişileri iş başına getirerek güç kazanırken; bir yandan da sorun çıkaranları sürgün yoluyla İstanbul’dan uzaklaştırmakta ve ardından da idam ettirmekteydi. Bu şekilde, başkentte sorun çıkartan yüzlerce kişi temizlenmiştir.5 Yeniçeri Ocağı’nda çıkan herhangi bir karışıklık ve kargaşa bahane edilerek, sorumluluk sahibi kimseler görevden azledilerek onlardan boşalan yerlere yenilik taraftarları iş başına getiriliyordu. Böylelikle, II. Mahmud kendisine yakın kişilerin kısa zamanda önemli makamlara yükselmelerini sağlamıştır. Bunlardan Ağa Hüseyin Paşa’yı Yeniçeri Ağalığına (1823), Hüsrev Mehmed Paşa’yı Kapudân-ı Deryâlığa (1822), Dede Mustafa Ağa’yı Humbaracı Ocağı başına (Şubat 1826), Anadolu Beylerbeyiliği ile Boğazların kumandanlığına da İzzet Mehmed Paşa’yı getirmiştir.6 II. Mahmud’un bu tayin politikası dâimâ arzu ettiği üzere gitmemiştir. II. Mahmud’un 1825 yılında Cebeci Ocağı başına getirdiği Mehmed Ağa isyan sırasında tarafsız kalmayı benimseyerek çarpışmanın sonucunu beklemiştir. Böylece padişahın kendisine duyduğu güveni boşa çıkarmış ve bunu da hayatıyla ödemiştir.7

Bu arada II. Mahmud Yeniçeri Ocağı ve diğer ocaklarda kendine yakın kimseleri işbaşına getirdikten sonra, Ağustos 1824’te Benderli Selim Paşa’yı sadrazamlığa, Ekim 1825’te de Kadızade Tahir Efendi’yi şeyhülislamlığa tayin etmiştir. Her ikisinin yeniçeri isyanının bastırılmasında gösterdikleri başarı, yapılan bu tayinlerin ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir.8

Bu aşamalardan sonra II. Mahmud, muntazam ve talimli bir ordu kurulması zamanının geldiğine kanaat getirdi. Bunun için 23 Mayıs 1826’da Meclis-i Meşvereti toplayarak devlet ileri gelenlerinin görüşlerini öğrenmek istedi. Bu toplantıda, Yeniçeri Ocağı’nın içinde bulunduğu vaziyet “…Bir de şu ocaklunun hâli şimdiye kadar def’atle tecrübe olundu ve erbâb-ı ukûlun tedbîrinde âciz kaldıkları bir madde-i müşkîledir eğerçi şimdilik sukûta vardılar gibi ise de bunların şimdiye değin meşhûd olan hallerine nazaran sözlerinde devâm u sebât etmedikleri ma’lûm olan bir keyfiyettir ancak böyle vakt-ı nâzikte bu azgınlıkları dahi tahammül olunur dereceyi aşdı bunlar devlet-i ‘aliyyemizin ‘urûk-u asâbına sirâyet etmiş ve içlerine her cins katışmış ve katışmışlardır içlerinde eyü âdemlerde hiç yok değil lakin baldırı çıplak cühelâsı anlara galibdir bu cihetler ile salaha meylde beynlerinde ittifak ve sebât olamıyor sâbıklarda bunları terbiye ve ıslâh içlerinden eyülerine isti’mâlet ve gayret virerek arâ-yı sıyânet ile ekserî ola gelmişdir…”9 şeklinde ifade edildikten sonra, mevcut ocakların dışında talimli ve muntazam bir ocağa ihtiyaç olduğu zarureti dile getirilerek “Eşkinci” adıyla yeni bir askeri ocağın kurulmasına karar verilmiştir. Yeniçeri Ocağı’nın ileri gelenleri yapılmak istenen düzenlemeyi kabul ederek, alınan kararın altına imzalarını atmışlardır.10

26 Mayıs 1826’da hazırlanan Eşkinci lâyihasına göre, Yeniçeri Ocağı’nın İstanbul’da bulunan 51 ortasından toplam 7650 nefer eşkinci yazılacaktı. Eşkinci askerleri yeniçeri kışlalarında kalacaklardı, fakat yeniçerilerle temas etmelerine engel olunacaktı. Eşkinci neferlerinin başlıca görevi savaş talimi yapmak olduğundan, Etmeydanı talimhane olarak düzenlenecekti. Tüfenkle atış talimi Kağıthane’de ya da Davud Paşa sahrasında yapılacaktı.11 Eşkinci sınıfının teşkiliyle yapılmak istenen, hiç değilse yeniçerilerin bir bölümünü yeniden talimli ve muntazam hale sokmaktı.

Eşkinci Ocağı’na kısa bir süre içinde 5.000 nefer kaydoldu ve 12 Haziran 1826 tarihinde II. Mahmud’un da hazır bulunduğu bir merâsimle Etmeydanı’nda talime başlandı.12 Bu arada yeniçeriler, eşkinci sınıfının teşkilinden büyük rahatsızlık duymakta ve daha eşkincilerin talime başladığı gün, İstanbul kahvehanelerinde Eşkinciler aleyhinde propaganda yapmaya başladılar. Yeniçeri ileri gelenlerinden Kethüda Yeri Mustafa ve Kürd Yusuf kışkırtıcıların başını çekerek, yapılan işin kâfirleri taklit, esas amacın ise Yeniçeri Ocağı’nın tamamen yok edilmesi olduğunu ve bu arada Yeniçeri esâmelerini ellerine geçirmiş olan binlerce esnafın da bu gelirlerini kaybedeceğini söyleyerek; ayaklanma için uygun bir ortam hazırlama gayreti gösteriyorlardı.13 Bunun üzerine II. Mahmud, çıkarılan söylentilerin asılsız olduğunu ilan ederek, isyan çıkmasını önlemek istedi.14 İsyan hazırlıklarının yapılmaya başlandığı haberini alan Sadrazam Benderli Selim Paşa, Topçu, Humbaracı, Lağımcı, Tersane Ocakları ile Ağa Hüseyin Paşa ve İzzet Mehmed Paşaların maiyetlerindeki askerleri, müdahale için hazır halde tutmaya başladı.15

Sonunda, Eşkinci Ocağı aleyhinde yapılan tahrik etkisini göstererek yeniçeriler 14 Haziran akşamı kazanlarını Etmeydanı’na çıkararak isyan başlattılar. İsyancıların bir kısmı hiç vakit kaybetmeden aynı akşam Yeniçeri Ağası Mehmed Celaleddin Ağa’nın konağına saldırıp yağmada bulundular. Ağa, konakta gizlenmeyi başararak olası bir katlden kurtuldu.16 Ertesi gün sayılarının 20.000’i17 bulmasından da ümitlenen yeniçerilerden iki grup sadrazamın konağı ile Baruthaneler Nazırı ve Mısır Kapu Kethüdası Nazırı Necip Efendi’nin konağına saldırdı. Fakat onlar, konaklarında bulunmadıklarından dolayı öldürülmekten kurtuldular.18

Yeniçerilerin kazan kaldırarak Etmeydanı’nda toplandıklarını haber alan, başta Sadrazam Benderli Selim Mehmed Paşa ve ileri gelen devlet görevlileri Topkapı Sarayı’nda bir araya geldiler. Askerler de saray etrafında mevzi aldılar ve verilecek emri beklemeye başladılar. Sayıları birkaç bini bulan medrese talebeleri ile ahaliden birçok kişi padişahın yanında çarpışmak üzere saraya geldiler.19 Bu arada isyancılarla dolaylı bir görüşme yapılmış; isyancıların Eşkinci Ocağı’nın kaldırılması ve bazı zevâtın idam edilmesi taleplerinde ısrar etmeleri üzerine anlaşma sağlanamadı.20

II. Mahmud, isyan haberini alır almaz Beşiktaş’taki yazlık sarayından deniz yoluyla Topkapı Sarayı’na geldi ve ardından Meclis-i Meşveret’i toplayarak durum değerlendirmesi yaptı.21 Toplantı sonucunda isyancılara karşı kuvvet kullanılması yönünde karar çıktı ve bunun caiz olduğu ulema tarafından onaylandı.22 Ardından sancâk-ı şerîf çıkarıldı ve tüm sâdık kuvvetler, medrese talebeleri ve ahali çarpışma için hazırlık yapmaya başladılar. Sarayın cephaneliğinden silahı olmayanlara silah dağıtıldı. II. Mahmud kılıcını kuşandı ve çarpışmaya katılmak istedi. Fakat ileri gelenlerin padişaha sarayda kalmasının daha isabetli olacağı tavsiyesi üzerine sarayda kaldı.23

Sadrazam Benderli Selim Mehmed Paşa, Sultan Ahmed Camii’ni karargah merkezi yaparak buradan hücumu idare etti. Ağa Hüseyin ve İzzet Mehmed Paşalar ikiye taksim olunan askeri kuvvetlerin başına geçtiler.24 Bu sırada yeniçeriler ise bulundukları Etmeydanı’nda ne yapacaklarını tartışıyorlardı. Tartışma sonunda, saldırıyı ilk önce kendilerinin başlatarak askerler üzerinde manevi değeri büyük olan Sancak-ı Şerif’i ele geçirerek zafer elde etmeyi planlamışlardı.25 Yeniçerilerin planından haberi olan sadrazam ve ileri gelenler ilk hücumu yeniçerilerden önce kendilerinin başlatmasını kararlaştırdılar. Ağa Hüseyin Paşa ve İzzet Mehmed Paşa kumandasındaki kuvvetler Etmeydanı’na doğru iki ayrı koldan hücuma geçtiler. Sadrazamın başında olduğu medrese talebeleri ve ahâlînin oluşturduğu kuvvet de üçüncü bir koldan saldırıya geçti.26 Yeniçeriler, âni hücum karşısında hazırlıksız yakalandılar ve yeterli bir direniş gösteremeden kışlalarına geri çekilmek zorunda kaldılar. Kışlaları her taraftan kuşatılmış olan yeniçeriler, son bir defa daha yapılan teslim olma ve özür dileme teklifine şiddetli ateş ile karşılık verdiler. Ardından, her iki taraf arasında çıkan çatışmada yeniçeriler fazla bir mukavemet gösteremeden darmadağın edilerek ele geçirildiler. Ele geçirilen yeniçeriler, çabukça yapılan yargılama sonucunda ekseriyetle idam cezasına çarptırıldılar. İdam edilmeyenler ise hapis, kürek veya sürgün cezalarına çarptırıldılar. İdam edilenler arasında Eşkinci Ocağı’nın kuruluşuna taraftar gözüken fakat sinsice aleyhinde çalışan eski Sekbanbaşı Mustafa Ağa, Kethüda Yeri Mustafa Ağa ve Kürd Yusuf da vardı.27 Yeniçerilerin başarısızlığıyla sonuçlanan bu isyan olayı, Yeniçeri Ocağı’nın sonunu da beraberinde getirdiği için Osmanlı Tarihi’nde “Vaka-i Hayriye” olarak adlandırılmıştır.28

Vaka-i Hayriye’nin ertesi günü toplanan Meşveret Meclisi’nde Yeniçeri Ocağı’nın tamamen kaldırılmasına karar verilerek bir ferman hazırlandı. Ferman ilk önce Sultan Ahmed Camii minberinde Esad Efendi tarafından okunmuş ve ardından bütün sancaklara gönderilmiştir. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışını ilan eden fermanda;29 Yeniçeri Ocağı’nın kurulduktan itibaren düşmanlara karşı gösterdiği sebat ve metânet ile padişahlara inkıyâd ve itaâtleri sebebiyle büyük zaferlerin kazanılmasını sağladıkları ancak zamanla ocağın içine uygun olmayan kimselerin girdiği ve bundan dolayı itaatlerini kaybedip, birçok fesâda karıştıkları, seferlerde itaatsizlik yaptıkları ve düşman ile savaşmak yerine firâr etmeyi tercih ettiklerinden dolayı, Osmanlı Devleti’ni büyük toprak kayıplarına uğrattıkları; Padişah III. Selim ve Alemdar Mustafa Paşa’nın yenileşme için çaba gösterdikleri için onları hayırla yâd ettikten sonra Eşkinci Ocağı’nın kurulmasının zarûrete binâen kurulduğu, Eşkinci Ocağı’nın kuruluşu için asker alımının Yeniçeri Ocağı’nın “kadîm, usûl ve kanûnlarının” hiçbirisine zarar gelmemek üzere, yeniçeriler içinden yapılmasına başlandığı ve sonuçta büyük masraflar yapılmasına rağmen, yeniçerilerin yine de ayaklanma çıkardıkları, ayaklanmada yeniçerilerin yok edildiği ve ardından devlet ileri gelenlerinin Sultan Ahmed Camii’nde toplanarak Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına, Yeniçerilik, Zağarcılık, Hasekilik, Yeniçeri Zabitliği, Serdarlık, Turnacılık, Saksonculuk, Yoldaşlık tâbirlerinin yasaklanmasına;30 Yeniçeri Ocağı’nın yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye unvanıyla tâlimli ve muntazam yeni bir ordu kurulmasına, yeni ordunun seraskerliğine Ağa Hüseyin Paşa’nın, seraskerlik merkezi olarak “Ağa Kapısı”nın tayîn ve tahsîsine,31 Yeniçerilik ile ilgili her türlü isim pâye, nişân ve tâbirlerin yasaklanmasına, yeniçerilerin yevmiye ve esâmelerine sahip olanların belgelerini göstermek kaydıyla haklarının korunacağına, ülke içinde huzuru bozmaya çalışanların lâyık oldukları cezalarının verilmesi için yöneticilerin uyarılmasına, karar verildiği ilan edilmiştir. Bu fermanın sancaklara gönderilen emr-i âli sûretlerinde fazladan olarak, halihazırda mevcut bulunan yeniçerilerin dağıtılması, onların idarelerindeki kalelere el konulması, ellerindeki silah, cephane vb. araç gerecin hepsinin demirbaş listesinin yapılarak hemen başkente gönderilmesi emri de bulunmaktadır.32

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasını ilan eden ferman aynı zamanda onun yerine kurulacak orduyu da haber veriyordu. Hz. Muhammed’in adına izâfetle bu yeni orduya Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye ismi verilmiştir. Yeni ordunun başına, serasker unvanıyla Ağa Hüseyin Paşa ve nazırlık görevine ise Hacı İbrahim Saib Efendi tayin olunmuşlardır. Yeni askeri teşkilatın kuruluşu için kanunname hazırlama çalışması devam ederken; askeri birliklerin oluşturulması için zâbitân tayini ve asker alımı hızlı bir şekilde yürütüldü.33 Asâkir-i Mansûre tertiplerinin başına “başbinbaşı” unvanıyla Hacı Osman Ağa ve tertiplerin kumandanlıklarına binbaşı rütbesiyle de Eşkinci Ocağı zâbitleri olan Davud ve İbrahim Ağalar tayin olundular.34

Asâkir-i Mansûre’ye ilk asker alımı, başkentte çok hızlı olarak gerçekleştirildi. Öyle ki, kuruluşunun üçüncü gününde 1.500 kadar asker kaydı yapıldı. II. Mahmud, Mısır fesi ve kıyafeti içinde tabancalı ve kılıcını kuşanmış bir vaziyette, 20 Haziran 1826 tarihinde yeni oluşturulan tertîpleri Topkapı Saray’ında kabul etti.35 Mustafa Nuri Paşa, II. Mahmud’un Asâkir-i Mansûre’nin kuruluşu sırasındaki gayreti ve o sırada yapılan çalışmaları “…Sultan Mahmud Han Hazretleri muhîb ve gayûr bir şehriyâr-ı kaviyy-al ‘azîm olduklarından asla fütûr getürmeyüb lazım gelenleri te’dîb ve te’sîs-i nizâmât-ı askerîyeye fevka’l-gâye ihtimâm itmekle bir taraftan kışlalar ve hastahaneler ve debboylar yapılır ve bir tarafdan askerin teksîriyle beraber Avrupadan ta’lîmîler ve hocalar celb kılınarak ta’lîm ve ta’allümün ikmâline çalışılır idi…”36 şeklinde ifade etmektedir.

Asâkir-i Mansûre askerleri vakit kaybetmeden üniformasız fakat tüfenkli ve süngülü olarak, Bâb-ı Seraskerî’nin yakınındaki talim sahasında nizam ve intizam içinde yürüyüş ve talim çalışması yapmaya başladılar. Henüz askerlere dağıtılacak üniforma temin edilemediğinden, askerlerin ahaliden ayırt edilebilmeleri için başlarına “beyaz mendil” bağlamaları emredildi.37 Asâkir-i Mansûre askerleri Başbinbaşı Osman Ağa yönetiminde talim çalışması yaparken, orduya dahil olanlarla beraber toplam asker sayısı Haziran ayı sonu itibarıyla 5.000’e yaklaşmıştı. 29 Haziran 1826 tarihinde II. Mahmud, askerleri denetlemek üzere sarayına çağırdı ve onların atış talimini izledi. O, askerlerin atış taliminde gösterdikleri başarıdan memnun kaldı.38 Ardından II. Mahmud, beraberindekiler ile birlikte atların üstünde, arkalarında askerler olmak üzere seraskerliğe doğru yürüyüşe geçtiler. Yürüyüş sırasında ahalinin onlara karşı büyük tezahüratı altında seraskerliğe vardılar. II. Mahmud, burada bir defa daha askerlerin atış talimi gösterisini izledi ve ardından yeni seraskerlik binasını teftîş etti. Serasker Ağa Hüseyin Paşa ve Nazır İbrahim Saib Efendi gayretlerinden dolayı padişah tarafından ödüllendirildiler.39

Asâkir-i Mansûre’nin İstanbul’da asker alımı ve talim çalışması bir arada yürütülürken, teşkilatlanmasını da bir esasa göre yapmak için kanunname hazırlığı serasker ve nazır tarafından birlikte yapılmaktaydı. Taslak çalışması, bittikten sonra II. Mahmud’un da hazır bulunduğu Divan-ı Hümayun’da Haziran ayının sonu ile Temmuz ayının başında birkaç kere müzakere edildi. 7 Temmuz 1826 (1 Zilhicce 1241) tarihinde II. Mahmud müzakereler sonucunda en son şekli verilen taslağı onaylayarak Asâkir-i Mansûre kanunnamesini yürürlüğe koydu.40

Asâkir-i Mansûre Kanunnamesi’nin içeriğine bakıldığında öz olarak Nizâm-ı Cedîd Kanunnamesi’yle benzerliğinin çok olduğu görülmekte, sadece yönetim örgütlenmesinde yeni ilaveler yapıldığı dikkati çekmektedir.41 Buna göre Asâkir-i Mansûre, Nizâm-ı Cedîd’de olduğu gibi, İstanbul’da yaklaşık olarak 12.000 kişilik bir askeri kuvvetten oluşacak ve bu askeri kuvvet sekiz tertibe taksim olunacaktı. Ordunun temel taktik birliği olan tertipler, yönetim olarak birbirlerinden bağımsız olarak örgütlenecekti. Her bir tertip bir binbaşı tarafından idare edilecek ve toplam 1526 askerden oluşacaktı. Tüm tertiplerin askeri yönetiminden sorumlu olan “başbinbaşı” tayini, serasker ve nazır tarafından verilecek ortak karar ile yapılacaktı.

Asâkir-i Mansûre’nin her bir tertibi 1526 kişilik bir askeri kuvvete sahipken, Nizâm-ı Cedîd ortasının mevcudu 1602 idi. Yeni ordu tertibinin sayısının daha az olmasının sebebi tertip’deki yardımcı ve hizmet branşlarında görev yapan personelin sayısında azaltmaya gidilmesinden kaynaklanıyordu. Yine, unvan ve terimlerin kullanımında da bazı farklılıklar bulunmaktaydı. Her bir tertip Nizâm-ı Cedîd teşkilatında olduğu gibi, on iki “saf”a ayrıldı. Altı saf bir tabur gücü büyüklüğünde olan bir “kol”u oluşturdu. Fakat, kol idari yönden bağımsız ve etkin bir birlik olarak düşünülmedi. Her bir kolun başına Sağ Kol Ağası (Ağa-yı Yemîn) ya da Sol Kol Ağası (Ağa-yı Yesâr) rütbeli zâbitler atandı.

Kanunname ile tertibin binbaşısı, tertipteki kol ağaları ile topçu, arabacı, cebehaneci, mehter ve zurnazen yardımcı birliklerinin başındaki zâbitleri de komuta edecekti. Sağ ve Sol Kol Ağaları ile yardımcı kuvvetlerin başındakiler yönetimlerindeki zâbitân ve neferattan sorumlu kılındılar.

Kanunname, terfi için kıdemliliği esas aldı.42 Neferât kendi sınıflarında yükselebilirdi. Saftaki bir nefer sırayla onbaşı, çavuş, bayraktar, yüzbaşı mülâzimi, yüzbaşı, kol ağası mülâzimi, kol ağası ve binbaşı rütbelerine yükselebilirdi. Bu düzenlemede esas olan, kıdemlilik olsa da “liyâkat” da gerektiğinde dikkate alınabilecekti. Bir başka deyişle liyâkatli olan, kıdemliliğine bakılmadan terfi edilebilirdi. Ayrıca, tertibin topçu zâbitânı, liyâkatına göre binbaşı rütbesine terfi edilebilirdi.

Zâbitan ve neferâta ödenecek maaş belirlenerek aylık olarak ödenmesi kabul edildi. Böylelikle üç ayda bir ödenen ulûfe uygulamasına son verildi. Yoklama defterleri tutulmaya başlandı. İstanbul’da askerlere maaş ödemesi, serasker, nazır, asâkir kâtibi ve tertîbin yüksek rütbeli zâbitlerinin hazır bulunduğu bir törenle yapılacaktı.

Asâkir-i Mansûre askerlerine iki öğün olarak verilecek ta’yînât, sabah çorba, ekmek; akşam çorba, yahni olarak belirlendi. Haftanın pazartesi ve perşembe günleri akşam menüsüne pilav ilave edildi. Bunlara ilaveten yağ, soğan ve tuz da ayrıca yeterli olarak verilmekteydi. Bundan başka yüzbaşı ve üstündeki rütbeli zâbitlere ilave ta’yînât veriliyordu.

Zâbitân ve neferât her yılın mayıs ayında bir çift ayakkabı ve birtakım üniforma elbisesi alacaklardı. Asker üniforması pantolon, kuşak, kısa bir ceket ve bir yelekten ibaretti. Yelek ve ceket çuhadan; pantolon ise yünlü kumaştandı. Mayıs 1827’de ithal edilen çuha kumaşının yerine yerel üretilen yünlü kumaşlar askerlerin üniformalarının dikimi için kullanıldı. Yazlık askeri üniformalar pamuktan dikiliyordu.43 Askerlerin başına giyecekleri başlık için geçmişte bostancıların giydiği bir yuvarlak başlık olan “Şubara” kabul edildi. Ancak Mayıs 1827’de Mısır ordusunun da giydiği “fes”, yeni başlık olarak kabul edildi.44 Zâbitân üniforması, askerin giydiği ile aynı olmasına karşılık daha iyi kalitede idi. Yüzbaşı ve üstü zâbitâna bir çengelli iğneyle boyunun etrafına bağlanan bir uzunca kırmızı saat verildi. Bu saat, şüphesiz zâbitânın üniformasındaki en iyi aksesuar olarak gözükmekteydi.45

Kanunnameye göre zâbitân, silahların tevziinden ve askerlerin silahları uygun olarak kullanmalarını sağlamakla sorumluydular. Bozulan silahlar, yüzbaşı ve üstü zâbitân ile nazırın birlikte uygun görmeleri ile değiştirilecekti. Kanunname kullanılan silahların çeşidini açıkça belirtmemişse de, daha sonra askerlere verilen tüfenk, süngü ve bir fişek kutusunu işaret ettiği anlaşılmaktadır. Zâbitân ise sadece kılıç taşıyacaktı.46 Kanunname gereğince, askerler kışlalarında veya görevlendirildikleri yerlerde hazır bulunacaklar, zamanlarını ta’lîm ve taallümle, nöbet tutma ve kendilerine verilecek diğer askeri vazifelerle geçireceklerdi. Askerlerin firâr etmelerini önlemek için zâbitleri kendilerine “kefil” yapıldılar.

Barış zamanı boyunca her beş neferâttan biri dönüşümlü olarak sıla iznine gönderilecekti. Sıla izni süresi askerin gideceği yerin uzaklığına göre kısa ya da uzun müddet olabilecek fakat sekiz ayı geçmeyecekti. Ayrıca zâbitân ve neferât hac yapmak için izin alabilirlerdi. Kendilerine verilen izin süresi içinde birliğine geri dönen askerlere biriken paralarının hepsi ödenecekti. Zâbitândan, askerlerinin firâr etmesine engel olmaları hususunda büyük özen göstermeleri, ölçüsüz olarak sıla izni vermemeleri, emri altındaki askeri birlikleri dâimâ tam kadro olarak hazır bulundurmaları istenmekteydi.

Yüksek rütbeli zâbitânın emri altındaki askeri personeli şahsi işlerinde kullanmaları ve konaklarındaki hizmetçilere askeri üniforma giydirmeleri yasaklanıyordu.

Kanunname, İslamiyet’in esaslarının askerlere öğretileceği bir mektebin her safta açılmasını emretmekteydi. Bunu temin için İstanbul Kadısı uhdesinde yapılacak imtihanda başarılı olan medrese öğrencileri, bölüklere imam olarak atanacaklardı. Her bir tertibe toplam on iki imam atanacaktı.

Askere alınanlar on beş ile otuz yaşları arasında olacaklardı. Bununla birlikte istisnâî durumlarda kırk yaşını geçmemiş olanlarda alınabilecekti. Zâbitân ve neferât için en az hizmet süresi on iki yıl olacak ve bu süreyi tamamlayanlara maaşsız olarak askerlik hizmetinden ayrılmalarına müsâade edilecekti. Hizmet sürelerini tamamlayıp emekliliği hak eden zâbit veya nefer, en son aldığı maaşın yarısı miktarı kadar bir aylıkla mütekâid olabilecek eğer görev yapmasını engelleyen bir hastalık sebebiyle emekli edilir ise en son maaşının üçte ikisi ya da hastalığının ağırlığı ve hizmet süresine bakılarak daha fazla bir nispetle emekli edilebilecekti.

Sonuç; 1826 yılına kadar varlığını sürdürmüş olan Yeniçeri Ocağı, zamanla askerlik hizmetlerini yerine getiremeyen, askeri teknik ve taktik gelişmelerden uzak, yenileşmeye kapalı ve bu yüzden sık sık isyan çıkararak yenileşme çalışmalarını akîm bırakmış bir ocak olduğundan, başta II. Mahmud ve devletin idarecileri bu ocağı kaldırmışlar ve onun yerine çağa uygun bir ordu olan Asâkir-i Mansûre ordusunu kurmuşlardır.

1 Özer Ergenç, “Osmanlı Askerinin Nitelik ve Fonksiyonları Üzerine”, Birinci Askeri Tarih Semineri, Bildiriler II, Ankara-1983, s. 80; Mustafa Akdağ, “Yeniçeri Ocak Nizamının Bozuluşu” A.Ü.D.T.C.F. Dergisi, C. V/3 (1947), s. 295-300; İrina Petrosyan, “Osmanlı İmparatorluğunda Askeri Reformlar Konusunda İlk Girişim: XVI. Yüzyılın Sonu ile XVII. Yüzyılın Başında Yeniçeri Ocağı” Osmanlı, C. 6. Ankara-1989, s. 673-683.

2 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yayınları, İstanbul-1978, s. 74.

3 Lütfi, Tarih-i Lütfi, I, İstanbul 1328, 125 vd.

4 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kanunname-i Askeri Defteri (bundan sonra BOA, KAD), II, vr. 1a-b (Gurre-i Muharrem 1243); Cevdet Askeri, 449 (29 Muharrem 1243);. Mehmed Ataullah Şanizade, Tarih-i Şanizade, II, İstanbul 1290-1291, s. 156.

5 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Tarih-i Şanizade, II, s 48-49, 51-52;. III, s. 41-43. Ayrıca II. Mahmud’un Sekbanbaşına verdiği emirnâmenin sureti için bkz. Ahmed Cevdet, Tarih-i Cevdet, IX, İstanbul-1309, s. 357-359; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Kapukulu Ocakları I, Ankara 1988, s. 523-525; Robert Walsh, A Residence at Constantınople, Vol. II, London 1836, ss. 503.

6. Tarih-i Cevdet, XII, s. 73, 79-80, 123, 151, 166; Ahmed Cevad, Tarih-i Askerî-i Osmanî, I, İstanbul 1290, s. 369; Esad Efendi, Vak’a-üvîs Es’ad Efendi Tarihi, (Neşre haz: Ziya Yılmazer), OSAV, İstanbul 2000, s. 226; Walsh, a.g.e., pp 503, 522-523.

7 Esad Efendi, Üss-i Zafer, İstanbul 1293, s. 119-120.

8 II. Mahmud’un yapmış olduğu askeri düzenlemelerinde ulemanın vermiş olduğu destek hakkında geniş bilgi için bkz: Avigdor Levy, “The Ottoman Ulema and the Military Reforms of Sultan Mahmud II”, The Ulama in Modern History (ed. Gabriel Baer) Asian and African Studies, Vol. 7, SS. 13-39.

9 BOA, Hatt-ı Hümayun Tasnifi (H. H), 25636; ayrıca sureti için bkz. Tarih-i Lütfi, I, s. 134-136.

10 Tarih-i Cevdet, XII, s. 146, Üss-i Zafer, 21-22.

11 BOA, H. H. 17465.

12 Üss-i Zafer, s. 64-65, Ahmed Cevdet Paşa’ya göre ilk talim anında sadece birkaç yüz eşkinci neferi vardı. Bkz. Tarih-i Cevdet, XII, s. 174-175.

13 Üss-i Zafer, s. 69-70.

14 A.g.e, s. 65-67; Tarih-i Cevdet, XII, s. 175, 310-311; Ahmed Cevad, A.g.e., s. 291-292.

15 Üss-i Zafer, s. 70-71; Tarih-i Cevdet, XII, 175-177; Uzunçarşılı, A.g.e., I, s. 546-547.

16 İsyanın bastırılmasında aktif rol almadı ve ancak ayaklanma bastırıldıktan sonra gizlendiği yerden ortaya çıktı. Bkz. Üss-i Zafer, s. 71-72; Tarih-i Cevdet, XII, s. 178; Ahmed Cevad, a.g.e., I, s. 292-293. Tarih-i Lütfi, I, s. 137.

17 Et meydanında toplanan yeniçerilerin sayısı hakkında Osmanlı kaynaklarında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Elimizde sadece Fransız büyükelçiliği maiyyetinde bulunan bir Fransız görevlinin verdiği bilgi vardır. Fransız görevli, Etmeydanı’nda toplanan yeniçeri sayısının yirmi bin ile yirmi beş bin arasında olduğunu söylemektedir. Bunun için bkz. Howard. A. Reed, The Destruction of the Janissaries by Mahmud II in June, 1826 (PhD Dissertation), Doctoral Dissertation series, 5163, Mıchıgan, 1953, SS. 194.

18 Üss-i Zafer, s. 72-73; Ahmed Cevad, a.g.e., I, s. 292-293; Tarih-i Cevdet, XII, s. 178-179.

19. Bkz. Üss-i Zafer, s. 73-74; 187-188; Tarih-i Cevdet, XII, s. 180-181; 187-188; Reed, a.g.e., SS. 195-198.

20 Üss-i Zafer, s. 74-76; Tarih-i Cevdet, XII, s. 181-182; Ahmed Cevad, a.g.e., I, s. 293-294; Reed, a.g.e., SS. 198-201.

21 Üss-i Zafer, s. 77; Reed, a.g.e., SS. 203-204.

22 Tarih-i Lütfi, I, s. 154; Reed, a.g.e., SS. 204-205.

23 Üss-i Zafer, s. 76-79; Tarih-i Cevdet, XII, s. 158, 182-183; Reed, a.g.e., SS. 206-209; Tarih-i Lütfî, I, s. 154; Ahmed Cevad, a.g.e., I, s. 294.

24 Üss-i Zafer, s. 81-83; Tarih-i Cevdet, XII, s. 185-186; Ahmed Cevad, a.g.e., I, s. 294-295; Reed, a.g.e., SS. 214-216.

25 Üss-i Zafer, s. 80, 84; Reed, a.g.e., SS. 212-217.

26 Üss-i Zafer, s. 84-85; Tarih-i Cevdet, XII, s. 187-188; Ahmed Cevad, a.g.e., I, s. 295.

27 Üss-i Zafer, s. 91-97; Tarih-i Cevdet, XII, s. 191-192; Ahmed Cevad, a.g.e., I, s. 295-296; Tarih-i Lütfi, I, s. 142-143.

28 Üss-i Zafer, s. 85-91; Tarih-i Cevdet, XII, s. 188-189; Ahmed Cevad, a.g.e., I, s. 295.

29 Üss-i Zafer, s. 99-104; Tarih-i Cevdet, XII, s. 192-194; Ahmed Cevad, a.g.e., IV, s. 2.

30 Bu hususta ayrıca bilgi için bkz. BOA. H. H. 17517, 17517-B.

31 B. O. A., H. H. 17517-A; Üss-i Zafer, s. 115; Tarih-i Cevdet, XII, s. 314; Ahmed Cevad, a.g.e., I, s. 300; Uzunçarşılı, a.g.e., I, s. 669-670.

32 Üss-i Zafer, s. 118.

33 M. Nuri Paşa, Netayicü’l–Vukuat, IV, İstanbul 1327, s. 109.

34 Üss-i Zafer, s. 107-108, Ahmed Cevad, a.g.e., IV, İÜK, TY. 6127, s. 4; Netayic’ül-Vukuat, a.g.e., IV, s. 109.

35 Üss-i Zafer, s. 189-190.

36 Netâyicü’l-Vukuat, IV, s. 109.

37 Ahmed Cevad, a.g.e., IV, s. 7.

38 Üss-i Zafer, s. 195.

39 Üss-i Zafer, s. 195-197; Tarih-i Cevdet, XII, s. 202.

40 Kanunnamenin tamamı için bkz. İ.Ü.K, Kanunname-i Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye (KAMM), TY. 5824, vr. 2a-16a.

41 III. Selim’in askeri düzenlemeleri için bkz. I. Ü. K, Kavanîn-i Sultan Selim, TY 3208, vr. 33b-37a; Stanford Shaw, “The Nizam-ı Cedid Army under Sultan Selim III, 1789-1807”, Oriens, 17-19, Leiden-1967, SS. 176-179.

42 1831 yılında terfi olacak zâbitânın imtihana tabi tutulması uygulamasına geçilmişse de, üst düzey görevlilerin tasarruf ve kayırmacılıkları terfide etkili olmaya devam etmiştir. Bkz. Avigdor Levy, The Officer Corps in Sultan Mahmud II’s New Ottoman Army, 1826-1839, IJMES, 2, London-1971, SS. 26-31.

43 Tarih-i Lütfi, I, s. 254-256; Ahmed Cevad, a.g.e., IV, s. 30-34, Charles Mac Farlane, Constantınople in 1828, vol. I, London 1829, SS. 26-27, 338, 354, Baron Von Moltke, 1828 Seferi (çev. Ahmed Rasim-Muammer), İstanbul-1932, s. 9.

44 Şubara’nın yerine Fes’in kabul edilmesi ancak Şeyhülislam efendinin cevaz vermesiyle mümkün oldu. Bkz. Tarih-i Lütfî, I, s. 255-256; Uzunçarşılı, “Asâkir-i Mansûre’ye Fes Giydirilmesi Hakkında Sadrıazamın Takrîri ve II. Mahmud’un Hattı Hümayunu” Belleten, S. 70, Ankara-1954, s. 223-230.

45 Mac Farlane, a.g.e., SS. 26.

46. BOA, KAD, I, s. 31 (Evâhir-i Zilhicce, 1241), Mac Farlane, a.g.e., SS. 27.


Yüklə 11,12 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   77   78   79   80   81   82   83   84   ...   105




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin