1906’ya Doğru İngiltere
Dış Politikası ve Akabe
1904 yılına kadar, İngiltere’nin temel meselesi Mısır’daki varlığı hakkında diplomatik zorluklar çıkaran Fransa, Rusya ve Osmanlı Devleti ile boğuşmaktı. Sudan’daki Mehdi isyanı ve Ondurman Savaşı’yla meydana çıkan gelişmeler 1904 antlaşmasıyla çözülmüştü. Bu şekilde Fransa aradan kopmuş oluyordu.31
Bu noktaya varabilmeleri için İngiltere ve Fransa’nın çeşitli alanlarda çok uzun yıllardan beri süregelen çatışmalarını sona erdirmeleri gerekmiştir. Mısır ve Sudan’da süren sömürge mücadelesinde İngiltere, Nil havzasını ele geçirmiş ve Fransa’ya üstünlük sağlamıştı. Bu antlaşmaya göre, Mısır’ı tamamen İngiltere’ye bırakan Fransa buna karşılık Fas’ı ele geçiriyordu.32
1906 yılında, Mısır’ın Suriye ile Batı sınırını meydana getiren bölgede bir hadisenin çıkması üzerine İngiliz idareciler telaşlandılar. Onların telaşlanmasına sebep, İngiltere’nin Mısır üzerindeki stratejik hedeflerinin tehdit altında kalmasıydı. İngiliz diplomasi tarihçilerince Akabe olayı şeklinde telaffuz edilen meselede, önemli olan İngiltere’nin Filistin’le bağlantılı bölgesi Suriye’de stratejik çıkarlarının zedelenmesi idi. Ve bu tehlike, İngiltere için Mısır’ın da birkaç yıl sonra zor duruma düşmesine sebep olabilirdi.
İngiltere’nin Mısır’da görevli bulunan Başkonsolosu ve diplomatik ajanları Drummond Wolff, Sir Eveleyn Baring, Lord Cromer ve Doğu İşleri Sekreteri Harry Boyle tarafından yürütülen politikada Mısır’ın iç işlerini düzenlemek ve Mısır’daki İngiliz hâkimiyetinin kuvvetlendirilmesini sağlamak yolunda bazı tedbirler almak da vardı. Bu tedbirlerin başında; genç üniversite mezunlarını Mısırlılara, bürokraside yardımcılık ve uzmanlık yapması üzerine gönderilmesi yer alır.33 Bir kısmı da, Mısır basınına yön vermek amacıyla gönderilmişlerdir. İngiltere’nin Mısır üzerindeki tesirini gösteren en çarpıcı örneklerden biri de Lord Cromer’in Mısır’daki etkinliğidir.34
Akabe meselesi aynı zamanda, İngiltere’nin, 1890’larda Boğazlardan aşağıya doğru inen Rusya baskısına karşı yanına almayı tercih ettiği Osmanlı Devleti’ni bu kez karşısında bulmasıyla da önemlidir. Artık, Mısır, İngiltere’nin Doğu Akdeniz’deki I. derecede önemli bir üssü olmuştur.35 Hiç kimseyle paylaşılamaz müttefik bile olsa…
1906’da meydana gelen bu olayda 14 yıl öncesindeki bir kavganın yeniden İngiliz gündemine çıktığı görülür.
İngiltere tarafı, Abbas Hilmi Paşa’nın Hidivliğinde verilen Osmanlı fermanının meselenin başlangıcında önemli bir rolü olduğuna inanmaktadır. Geleneksel Mısır’ın doğu sınırı -ki bu, aynı zamanda Mısır’ın kutsal toprakları olarak da geçer- Süveyş’ten Akdeniz’e uzanıp Refah’ta son bulurdu.
1841 yılında, Mısırlıların, Hicaz’dan geri çekilmesine rağmen 1890’a kadar Sina çölünde ve sınırın doğu yakasındaki Kızıldeniz taraflarında bulunan Akabe, Nuvaybe ve Vech bölgelerinde hâkimiyeti devam eder. Hâkim oldukları bölge eski Mısır hac yolunun Sina’dan, Hicaz, Mekke ve Medine’ye gidiş hattıdır. Bu hatta, Osmanlı Devleti Bedevilerin kervanlarına saldırı teşebbüslerini önlemesi için Mısır’ın tadbir almasını istemiştir. Daha sonraki yıllarda Sultan II. Abdülhamid Hicaz üzerindeki hâkimiyetini çoğaltmak istediğinde, Mısırlılardan emniyeti sağlamak için yaptıkları garnizonları geri çekmelerini talep eder. 1890’daki bu talep, 92’ye kadar yerine getirilmemiştir. Osmanlılara göre Sina’nın statüsü Hicaz’ınki ile aynıdır yani ikisi de kendi toprağı sayı-
lır. Ayrıca, Osmanlı hükümeti, eski hudutlarına dönüşü ve bu dönüş sırasında bağlantılı sahanın da intikal talebini gündeme getirir.36
Cromer, Osmanlıların bu talebini derhal geri çevirir. İstanbul’daki İngiltere Büyükelçisi’ne ve Bâbıâli’ye giderek, Sina’nın Hidiv tarafından idare edilen topraklara dahil olduğunun söylenmesi talimatını verir. Bazı müzakerelerden sonra, zamanın sadrazamı Cevad Paşa, Hidiv’e bir telgraf göndererek, Osmanlılar’la İngilizler arasındaki mücadelede muhatabın Mısır Hidiv’i olması gerektiğini ifade eder. 8 Nisan 1892 tarihli bir telgrafta, Sina’nın Hicaz tarafının Mısır’ın dışında olduğu özellikle vurgulanır. Bundan 5 gün sonra Cromer, Tigrane Paşa’ya37 bir not göndererek müdahale eder ve el-Ariş civarlarından geçecek bir hattın Akabe Körfezi’nin başına kadar uzanmasını talep eder. Bu durum, asker-sivil hiçbir Türk tarafından kabul edilmez. Aynı zamanda, Filistin sınırını da belirleyen bu hat 14 yıl sonra statükonun tespitinde tekrar gündeme gelir.
1906 yılında Kahire’den bölgeye gönderilen Mısır’ın Hicin birlikleri komutanı Jennings Bramly Be,38 Sina’daki göçebeler üzerindeki idarî hakkı olduğunu savundu ve buna bağlı olarak da Sina Yarımadası Yeni Müfettişliği ismiyle bir müessese kuruldu. Bunun başına, ilk defa Bramly Bey atandı. Bedeviler arasında meydana gelen çekişmeler büyük çapta olmayıp, daha ziyade Towara kabilesiyle St. Catherine Manastırı mensupları arasındaydı.39
Bramly Bey’in Sina’daki meseleleri çözmek için Nahl’de bir komuta merkezi kurması ve sınır boyunda küçük askerî karakollar inşa etmeye teşebbüs etmesi, Türklerin müdahalesine sebep olur.
Hicaz Demiryolu ile Akabe
Meselesinin Bağlantısı
Hicaz Demiryolu’nun bir şube hattıyla Akabe Körfezi’ne bağlanmasına dair ilk fikir 1891’de Erkân-ı Harbiye feriki Mahmut Şakir Paşa’dan gelmişti. Paşa, Ahmet İzzet Efendi’nin Şam’dan Hicaz’a demiryolu yapılmasıyla ilgili lâhiyası hakkında hazırladığı raporunda Akabetü’ş-Şam veya başka uygun bir mahalden Akabe Körgezi’ne yapılacak bir yan hattın büyük faydalar sağlayacağını belirtmekteydi.40 Paşa’ya göre bu hat, Hicaz demiryolunun ticari kapasitesini genişletmesinin yanı sıra Osmanlı Devleti’nin Kızıldeniz’deki hâkimiyetini de kuvvetlendirecektir.41
1900 Mayıs’ında Hicaz Demiryolunun güzergahıyla ilgili çalışmalar sırasında da aynı konu yeniden ele alınmış, neticede Akabe’ye bir şube hattı yapılması prensip olarak benimsenmiş,42 daha sonra, özellikle Mısır Fevkâlade Komiseri Ahmet Muhtar Paşa’nın bu hattın gerekliliği hakkında yolladığı yazılar43 da dikkate alınarak kamuoyuna açıklamamasına rağmen inşaat kesinlik kazanmıştı.44
Gerçekten de Akabe hattı büyük stratejik önem taşıyordu. Bu hat yapıldığı takdirde, her sene Hicaz ve Yemen’e asker, erzak ve teçhizat sevki için Süveyş Kanalı şirketine ödenen binlerce liranın hazinede kalması sağlanacaktı. Belki daha da önemlisi askerî ve sivil bütün nakliyatın yakın gelecekte bütünüyle Hicaz ve demiryolu kanalıyla gerçekleştirilecek olmasıydı.45 Teçhizat ve asker sevkıyatında sağlanacak kolaylık ve süratin,46 sonuçta Osmanlı Devleti’nin Kızıldeniz ve Yemen’deki askerî etkinliğini tabiî olarak artıracağı şüphesiydi.
Akabe hattı, Yemen vilayetine tayin edilen devlet memurlarının yolculukları açısından da rahatlama getirecek; bölgeye ulaşımın kolaylaşması, Yemen’in bürokratlar nezdindeki uzaklığı sebebiyle görev yapılmak istenmeyen yer konumunu da değiştirecek, bu sayede birçok memur beraberinde ailelerini de götürme imkânı bulacaktı.47 İnşaat tamamlandığında Süveyş Kanalı ile bir dereceye kadar rekâbet bile edebilecek48 olan Akabe
hattı, aynı zamanda Hicaz demiryolunun Maan-Medine bölümünün inşaatında ve malzemelerin naklinde kullanılacaktı.49 Zaten, Akabe’ye demiryolu yapılmak istenmesinin görünüşteki sebebi, inşaat araç gereçlerinin Körfez’den Maan’a naklinde sağlayacağı kolaylıklardı. Denizden getirilecek demiryolu malzemelerinin boşaltılacağı en uygun yer, hem ulaşılması kolay hem de sarnıçları bulunan Akabe Körfezi’ndeki Taba limanıydı.50
Bu arada, yapılması planlanan hattın tahmini maliyet hesapları da yapılmıştı. Buna göre, takriben 80 km. olan Akabe-Maan arasında döşenecek demiryolu için 1905 sonu rakamlarıyla 260.000 lira yeterliydi.51 Hattın inşaatında ise, öncelikle askerî birlikler, gerekli olduğu takdirde de Kudüs sancağı ile Suriye vilâyeti “amele-i mükellefe”si çalıştırılacaktı.52
İngilizler, işin başından beri dikkatle izledikleri demiryolu yapımına karşı gizli bir faaliyet içerisine girmişlerdi. Bu faaliyetler, onların Hicaz demiryolundan duydukları rahatsızlığın ilk işaretleriydi. İngilizler, inşaat sırasında bazı bedevî kabilelerini, “bu hatlar yüzünden sizin eski an’anat ve âdâtınız bozulacak, her sene hazineden almakta olduğunuz avâid kesilecek, develer ve atlarla icra ettiğiniz seferler muattal kalacak, kervan kafile ticareti kaldırılacak” şeklindeki menfî propagandayla demiryolu aleyhinde sürekli kışkırtmışlardı.
İngilizlerin Hicaz demiryoluna karşı çıkmalarının diğer önemli bir sebebi de, Osmanlılarla iyi ilişkiler içersinde olan Almanların, demiryolu vasıtasıyla Arabistan’da nüfuzlarını yerleştirecekleri endişesiydi.53 Bu endişenin temelinde, Hicaz demiryolunun ileride Alman
sermayesiyle inşa edilmekte olan Bağdat hattıyla birleştirilmesinin planlanmış olmasıydı.
İngiltere, Hicaz demiryolunun bir parçası olan Akabe hattının, ileride, Mısır ve Süveyş Kanalı’nın “masuniyeti” noktasından tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini,54 aynı zamanda, bu hat nedeniyle, Kızıldeniz’deki kuvvet dengelerinin değişip, Yemen’deki İngiliz çıkarlarının da zarar göreceğini düşünüyorlardı.
II. Abdülhamid’in Hicaz’a kadar uzanan demiryolu projesini uygulamaya sokması, hem bu topraklara bir devlet hizmeti götürmek ve halifelik pozisyonunu güçlendirmek; hem de buraları bilhassa bir dış saldırı durumunda devlete bağlı tutmakta yararlanılacak bir stratejik vasıtaya sahip olmak amaçlarına yönelikti. Ayrıca Sultan II. Abdülhamid, 1904 güzünde Maan’a kadar ulaşan hattın Akabe’ye bağlanarak Mısır hacılarının Hicaz’la temasını kolaylaştırmayı düşündüğünde, İngiltere, Padişah’a sert baskıda bulunarak, kendisini bu fikirden vazgeçmeye zorlamıştır. Halbuki, Hicaz demiryolu, İslâm’ın gücünü gösteren bir ulusal girişim olmasıyla beraber,55 Osmanlı Hükümeti’nin mali ve teknik imkânlar bulduğu oranda demiryolu yaptırma azminin de göstergesiydi.56
II. Abdülhamid ve Akabe
Meselesi
Bâbıâli bürokrat ve diplomatlarının Akabe ve civarında meydana gelen sınır anlaşmazlığında çok büyük bir hassasiyet göstermelerinin en büyük sebebi. II. Abdülhamid’in bu konuya gösterdiği özel ilgidir. Padişah bu konuda evvelden beri takip ettiği bir politikanın ısrarlı ve yakın takipçisi olmuştur. Yıldız Sarayı’nda İzzet Paşa dairesinden yönettiği Hicaz demiryolu projesinin İngiltere tarafından engelleneceğini baştan itibaren tahmin eden ve muhtemel tedbirleri düşünen II. Abdülhamid olay çıktığı andan itibaren sistemli bir politika izlemiştir.57
Abdülhamid’in ana hedefi Hicaz demiryolunun aksamasına yol açmayacak bir fiili durum kazanmak olduğu gibi, Filistin ve Suriye bölgesinin de emniyetinin sağlanmasıydı.58 Ama bu meselede, Abdülhamid’e göre esas önemli olan Şam ile Mekke arasındaki demiryolunu en kısa zamanda inşa edebilmektir. Bu suretle, karışıklık olduğu zaman bölgeye süratle asker gönderebilmekte mümkün olacaktı.59
II. Abdülhamid’e göre Hicaz demiryolu Akabe’de İngiltere tarafından sabote edilmezse, “Müslümanlar arasındaki bağı öylesine kuvvetlendirecektir ki, İngiliz hainliği ve hilekârlığı bu sağlam kayaya çarpacak ve parçalanacaktır.”60
Aynı duyguları Bağdat demiryolu projesi için Kuveyt’te İngiliz tehlikesi baş gösterdiğinde de Padişah’ta görüyoruz.61 Ama orada Alman ittifakını yanında görebileceğini bilen Abdülhamid Mısır’da daha zor durumdadır.
1892 fermanı ile Hidiv’in sadece Osmanlılara tabi bir eyalet sayılacağı halde İngiltere’nin bu bölgede devamlı zararlı faaliyetlerde bulunması Osmanlı Padişahı’nın baştan beri gözünden kaçmamıştır. Dolayısıyla Sina Yarımadası sınır meselesinin Akabe Körfezi’nin ucunda çıkması hiç de sürpriz olmamıştır.62
1906 yılında yani Akabe meselesinin çıktığı tarihte Sultan II. Abdülhamid’in Hicaz, Mısır, Suriye taraflarına hususî vazife ile Mahmud Şevket Paşa’yı63 gönderdiğini biliyoruz. Paşa bölgede İngiliz faaliyetleri hakkında bilgi topladığı gibi, Hicaz ve Suriye telgraf hatlarını tetkike memur edilmişti.64
Mahmut Şevket Paşa, Arapça’ya vukufiyeti dolayısıyla bölgede yerli ahali ve memurlardan aldığı haber ve kanaatleri değerlendirerek, Yıldız’da bölgenin temsilcisi olarak bulunan Arap İzzet Paşa vasıtasıyla II. Abdülhamid’e aktarmıştır. Buradan da anladığımıza göre Padişah bölgede oluşturacağı politikayı merkezden bizzat yönetmekle beraber mahallinden gönderilen istihbarata da çok önem vermektedir. II. Abdülhamid’in bölgede bulunan memurlarından en faal olanlarından birisi de Mısır Fevkâlede Komiseri olan Gazi Ahmet Muhtar Paşa’dır.
Gazi Ahmet Muhtar Paşaya, Mısır’da bulunduğu süre içersinde sadece Mısır’ın yahut 1906 hadiseleri sırasında Sina-Akabe bölgesinin durumuyla ilgili rapor vermekle yetinmemiş, hemen hemen bütün Orta Doğu ile ilgili görüşlerini İstanbul’a aktarmıştır. Bu görüşler, hem Bakanlar Kurulu’na hem de Padişah’a politika belirlerken çok faydalı olmuştur.
Diğer taraftan bazen Padişah da kendi görüşlerini Paşa’ya aktararak düşüncelerini ifade etmiştir. Bunlardan birinde “İngilizlerin nihai hedefleri hilafeti ilga, yahut Mısır’a nakil, bağımsız Ermenistan ve küçük bir uydu Anadolu Devleti kurmaktır” teşhisinde bulunması II. Abdülhamid’in uzak görüşüne örnektir.
Sonuç
Akabe meselesi, 1906 yılında Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında Sina’nın doğu sınırının belirlenmesi sırasında çıkan bir meseledir. Aslında, bu meselede doğrudan taraf olanların Mısır Hidiviyeti ile Osmanlı Devleti olması gerekirken, İngiltere bölgedeki hayatî çıkarları dolayısıyla meseleye dahil olmuştur.
Olay, basit bir sınır anlaşmazlığı olmayıp bir bölge hakimiyeti mücadelesi ve uluslararası rekâbet örneğidir.
1841 ve 1892 fermanlarında Sina’nın doğu sınırı Osmanlı Devleti ile Mısır’ın ortak kontrolü altında bulunmaktadır. Bölgenin çizilen ilk haritasında, ayırıcı hat
Süveyş’ten Refah’a uzanan düz bir çizgi halinde işaretlendiği halde hac yolunun o sahada bulunması ve Mahmil’in bölgeden geçmesi dolayısıyla Sina emniyetinin sağlanması amacına yönelik olarak birçok mevkiin Mısır’a bırakıldığı bir gerçektir. Mısır, çölde güvenliği sağlamak amacıyla Süveyş-Refah hattının doğusundaki bazı bölgelerde Osmanlı Devleti’nin izniyle karakollar kurmuştur. Bâbıâli, bu duruma izin verirken Mısır’ı hâlâ kendine bağlı bir bölge olarak görmesinden yola çıkmıştır. Dolayısıyla, çöldeki bazı noktaların Mısır’a yahut Hicaz’a bağlı olup olmaması o günün şartlarına göre pek mühim değildir. Halbuki, bölgeye, İngiliz emperyalizminin girmesi durumu değiştirmiştir. Ortadoğu’nun birçok bölgesinde şahit olduğumuz Osmanlı-İngiliz rekâbeti Akabe meselesinde de kendisini gösterir. Osmanlı Devleti, Kızıldeniz’in girişindeki en stratejik yer Aden’i İngilizlere kaptırmanın bilincinde olarak Kızıldeniz’in bitişindeki en stratejik nokta olan Akabe’yi kontrol altında tutmak istemektedir. Osmanlılar için, Sina yarımadasının doğu sınırının nereden geçip geçmemesinden ziyade Akabe Körfezi’ne hakim olarak jeopolitik bir avantaj kazanmak önemlidir. Diğer taraftan, Akabe Körfezi’ne hakim olunursa daha önce Maan’a kadar gelen Hicaz demiryolunun Akabe’ye uzantısı sağlanacak ve Sina-Süveyş-Mısır hattı Hicaz bağlantısına sahip olacaktır.
İngiltere ise, Süveyş Kanalı’nın kendi kontrolünde kalması için her şeyi göze almaya hazırdır. Osmanlı askerini Süveyş’ten mümkün olduğu kadar uzak tutmak İngiliz politikasının önemli bir özelliğidir. Süveyş’e ilave olarak Akabe’ye İngiliz askeri çıkarılabilirse Hicaz vilâyeti yoluyla, Yemen, Vadiü’l-Uraba yoluyla Kudüs ve Filistin İngiliz kontrolüne girecektir.
Bağdat demiryolunun kontrolü için Kuveyt ve Basra’da verilen mücadele bu sefer de Hicaz demiryolunun kontrolü için Akabe’de görülmektedir.
Osmanlı Devleti ile İngiltere, Şark meselesi çerçevesi içinde Anadolu’da, Mezopotamya’da, Kuveyt’te, Basra’da, Yemen’de, Hicaz’da, Mısır’da, Akdeniz’de yani Hindistan’a giden bütün yollar üzerinde kıyasıya bir mücadeleye girişmişlerdir. Bu genel mücadele içinde, hiçbir ekonomik özelliği olmayan Taba’ya, İngiltere’nin sırf yukarıda zikredilen stratejik sebeplerden dolayı asker çıkartmak istemesine karşılık Osmanlı Devleti, daha erken davranarak Ocak 1906’da Taba’yı işgal eder. Bu andan itibaren de zaman zaman sertleşen bir siyasi-diplomatik çekişme başlar. İngiltere daha önce Fachoda’da Fransa’ya yaptığı gibi tehdit yoluyla rakibini geri çekilmeye zorlar, ama Osmanlı Devleti, başta II. Abdülhamid ve bölgede bulunan Akabe mevkii kumandanı Rüştü Paşa ve Mısır Fevkalâde Komiseri Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın gayretleriyle dişe diş mücadele eder.
Aylar süren çekişme sonucunda İngiltere, Akdeniz filosunu bölgeye sevk edip, askerî bir operasyonu göze alır. Taba’nın, derhal Osmanlı askerinden tahliye edilmesini talep eden sert bir ultimatomuyla da diplomatik yolların kapandığını, askerî operasyonun başlayacağını beyan eder. Osmanlı Devleti, Fransa ve Rusya gibi devletlerin yanı sıra Almanya’nın da yardımını sağlayamayınca geri adım atar ve Taba’dan Osmanlı askeri çekilir ama İngilizler de Taba’yı işgal edemezler. Akabe Körfezi’nin en stratejik yeri olan Akabe Kalesi ise Osmanlıların elinde kalır. Bundan sonra, Mayıs ortalarından Ekim’e kadar süren resmî sınırı belirleme faaliyetleri başlar. Bâbıâli, Akabe’den başlayan sınır çizgisinin Akdeniz’de, el-Ariş’te sonuçlanmasına çalışırken, Sina’daki yeni sınır, Akabe’den Refah’a uzanan bir çizgiyle belirlenir.
Sonuçta, Sultan II. Abdülhamid’in bizzat belirleyip uygulamaya koyduğu politikayla Akabe Körfezi’nin en stratejik yeri olan Akabe liman ve kalesi Osmanlılarda kalır. Taba ise Mısır’ın kontrolü altında olan bölgeye dahil edilir. Sina’nın bir bölümü “de facto” olarak hatt-ı fasılla Mısır’a bırakılırken, “de jure” olarak bölgede Osmanlıların hükümranlığı devam eder. Akabe Körfezi’nin jeopolitik önemi daha sonra I. Dünya Savaşı’nda ve Arap-İsrail çatışmasında da kendisini gösterir. 1906 çizgisi bugün de geçerli olarak Mısır, Ürdün, İsrail arasında sınır olur.
DİPNOTLAR
1 Akabe ve civarı ile Tûr-ı Sina mıntıkasının Mısır’a veya Osmanlı ülkesine âidiyyeti meselesine dair İngiltere ile çıkan anlaşmazlık hakkında cereyan eden muhâberat evrakı ile Vükelâ meclisi mazbataları ve sadaret tezkereleri (1 klasörde 16 gömlek ve 276 vesika) BOA, YEE, Kısım No: 39, Evrak No: 2134, Zarf No: 161, Karton kutu: 119.
2 Mirliva Rüştü, Akabe Meselesi, Dersaadet 1326, s. 4.
3 Hüseyin Hilmi Paşa, Tevfik Paşa’nın istifası üzerine 1909’da ikinci defa sadarete getirilmiş, 1910’da istifa etmiştir.
4 İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Sadrazamlar, C. III, s. 1682.
5 Gidion Biger, “The First Map of Modern Egypt Mohammed Ali’s Firman and the Map of 1841” Middle Eastern Studies, XIV, 3 C. (1978), 323-25, s. 324’te harita bulunmaktadır.
6 Rıfat Uçarol, Bir Osmanlı Paşası ve Dönemi – Gazi Ahmet Muhtar Paşa, İstanbul 1976, s. 166.
7 Arabî isyanı için bkz. Selim Deringil, “The Ottoman Response to the Egyptian Crisis of 1881-1882”, Middle Eastern Studies, January 1988, s. 3-24.
8 Şark Meselesi kaynakları için bkz. I. Bölüm, 54 No’lu dipnot.
9 Bkz. Uçarol, a.g.e., s. 260-277.
10 Gazi Ahmet Muhtar Paşa: 1839’da Bursa’da doğmuş, 1912 yılında sadrazam olduktan sonra aynı yıl istifa etmiş ve 1909’da İstanbul’da vefat etmiştir. 1885’te Mısır Fevkalâde Komiseri olmuş, 1990’da bu memuriyetten ayrılmıştır. Bu göreve Aydın Valisi ve eski Dahiliye Nazırı Rauf Paşa tayin edilmiştir. Gazi Ahmet Muhtar Paşa hakkında geniş bilgi için bkz. Rıfat Uçarol, Bir Osmanlı Paşası ve Dönemi-
Gazi Ahmet Muhtar Paşa, İstanbul 1976; Selim Deringil, “Ghazi Ahmet Muchtar Pascha and the British Occupation in Egypt”, Al-Abbath XXXIV, Beirut 1986.
11 Belge, BOA. YEE. Res. No: 134-94, 1323 Hicrî.
12 Mahmil-i Şerif: Harameyne “Surre” adıyla gönderilen para ve hediyelerin yükletildiği vasıta münasebetiyle kullanılan bir tâbirdir. Mahmil, deveye yükletilirdi. Surre, birkaç deve ile gönderilirdi. Mahmil-i Şerif, Üsküdar’a kadar teşyi edilirdi. Mehmet Zeki Pakalın, Tarih Deyimleri Sözlüğü, C. II, s. 375. İstanbul’dan gönderilen Surrelerden başka, Hacı kafilelerini çöldeki Arapların tecavüz ve taarruzlarından muhafaza etmek amacıyla her sene hacıların yolları üzerinde bulunan bazı kabilelere “Urban Surresi” ismiyle bir para verilirdi. Hz. Peygamber zamanında sefere gidişlerinde kendilerinin binmiş oldukları deveye Mahmil-i Şerif denirdi. Mısır’dan yola çıkan kafilenin karayoluyla, Kahire’den Vadiü’n-numan “Sath-ül Akabe ve Eyle’de, el-Vech, Yenbû yoluyla Mekke’ye gelinirdi. İsmail H. Uzunçarşılı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, s. 57-61.
13 Daire-i Sadaretten Hidivviyet-i Celile-i Mısriyye’ye yazılan telgrafnâme-i Sâmi Sureti, 26 Mart 1308, BOA. Yıldız Sadâret tasnifi Sadaret hususi marz. evrakı, cilt 4, D. N. 256, s. n. 97.
14 J. C. Hurewitz, The Middle East and North Africa in World Politics, New Heaven 1975, C. I. s. 267-268.
15 İnal, a.g.e., C. 2, s. 1012.
16 Zekeriya Kurşun, Küçük Mahmut Sait Paşa (Siyasi Hayatı, İcraatı ve Fikirleri) 1828-1914, (Basılmamış doktora tezi), İstanbul 1991, s. 40-42.
17 Mısır’ın İngilizler tarafından tahliyesi ile ilgili olarak hazırlanan taslak, 15 Kasım 1893’te padişaha sunulur, BOA, YEE., Sadâret Resmî Maruzât Evrakı, No: 68/3, Ayrıca BOA. BEO. Mümtaze Kalemi, Mısır 5/A, 135, İç sıra no. 9.
18 Hasan Fehmi Paşa’nın İngiltere’nin Türkiye politikasına dair görüşlerini ihtiva eden Londra mahreçli 1302 tarihli arıza için bkz. BOA. YEE. Kısım 14, Evrak 88130, Zarf 88, Karton kutu: 12.
19 Mısır’daki hadiselerde Bâbıâli’nin tutumu hakkında daha fazla bilgi için bkz. Bâbıâli Hariciye Nezareti, Mısır Meselesi, İstanbul 1339, s. 50-68. ayrıca Mısır hakkında bkz. Earl of Cromer, Modern Egypt, London 1911; A. M. Broadley, How We Defended Arabi, London 1884; D. Mansfield, The British in Egypt, New York 1969; R. Robinson, J. Gallogher and A. Deniy, Africa and Victorians, London 1961; Alexander Schölch, Egypt for the Egyptians, London 1981; A. Lütfi al-Sayyid, Egypt and Cromer, London 1968; J. Berque, Egypt Imperialism and Revolution, London 1972; Pignor, Modernization and British Colonial Rule in Egypt, 1882-1914, Princeton 1966; E. R. J. Owen, “The Influence of Lord Cromer’s Indiian Experience on British Policy in Egypt 1883-1907”, St. Anthony’s Papers No: 17, London 1965.
20 II. Abdülhamid çevresinden ve İngilizlerden gelen bütün telkinlerle birlikte 1882 başında İngiltere Somali sahilinin bir kısmının Osmanlı Devleti’ne verilmesi teklifini de getirmişti. Mısır’daki İngiliz mevcudiyetinin kalıcı olduğu ve Abdülhamid’in bundan sonraki dış politikasında İngiltere’ye bağımlılıktan kurtulmayı dış politika hedefi yaptığını ve bu nedenle Almanya’ya yaklaşıp, Avusturya ve Rusya ile iyi ilişkiler geliştirmeye çabaladığını biliyoruz. Bu konularda bkz. BOA. YEE. 39/2465/121/122, s. 35-36 ve Selim Deringil, “Dış Politikada Süreklilik Sorunsalı, II. Abdülhamid ve İsmet İnönü”, Toplum ve Bilim, 28 Kış 1985, s. 93-107.
21 Şakir Paşa (1838-1839): XVIII. yüzyıla kadar Bozok ve Yeni-il Ayanlığı yapan Çapanoğulları ailesine mensup olan Ahmet Şakir Paşa, Anadolu Islahatı sırasında Umumi Müfettişlik görevini üstlenmiştir. Daha geniş bilgi için bkz. Ali Karaca, Anadolu Islahatı Umumi Müfettişi Ahmet Şakir Paşa ve İcraatı (1838-1899), Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1992, s. 14. Said Paşa, 1838’de Erzurum’da doğmuş, 1897’den başlayarak 9 kez sadrazamlık yapmış, 1914’te İstanbul’da ölmüştür. İbn-ül emin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, C. 2, s. 989 ve Said Paşa’nın Mısır’la ilgili görüşleri için bkz. Said Paşa’nın Hatıratı, Dersaadet 1318, C. 1, s. 74-77; ayrıca Kurşun, a.g.e., s. 41.
22 Sadrazam Kamil Paşa; 1808’de Arapkir’de doğmuş, 1863’te sadrazam olmuş, aynı yıl azledildikten sonra 1886’da İstanbul’da ölmüştür. İnal, a.g.e., C. I, s. 196; ayrıca Kamil Paşa’nın Mısır’la ilgili görüşleri için bkz. Hatırat-ı Sadr-ı Esbak Kâmil Paşa, Konstantiniye 1329, C. I, s. 10-15, ayrıca bkz. Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, C. I.
23 (1851 Şam-1900 İstanbul) 1891’de Sadarete getirilerek 4 sene sonra II. Abdülhamid tarafından azledilmiştir. İnal, a.g.e., C. 3, s. 1473.
24 Uçarol, a.g.e., s. 269.
25 Bu politikayı savunan Salisbury için bkz. J. Grenville, Lord Salisbury and Foreign Policy; The Close of the Nineteenth Century, London 1864 ve C. 5. Lowe, Salisbury and the Mediterranean (1886-1896), London 1965.
26 Uçarol, a.g.e., 259-270.
27 II. Abdülhamid’in İngiltere Devleti’nin Osmanlı Devleti’ne karşı takip ettiği siyaseti, bizzat 12 madde üzerine tespit edip bunların tefsir ve izahını istediğini biliyoruz. Bu konuda bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “II. Abdülhamid’in İngiliz Siyaseti’ne dair Muhtıraları”, TD., VII/10, İstanbul 1954; ayrıca İngiltere hakkındaki şahsî kanaatlerinin geniş bir şekilde yer veren eser için bkz., Sultan Abdülhamid, Siyasi Hatıralarım, İstanbul 1984, s. 127-128-133-149-151-152-154 ve Tahsin Paşa, Abdülhnamid Yıldız Hatıratı, İstanbul 1931, s. 23, 52, 62, 107, 187-8, 283.
Dostları ilə paylaş: |