Osmanlı-Rus Savaşı1



Yüklə 8,72 Mb.
səhifə146/193
tarix27.12.2018
ölçüsü8,72 Mb.
#87611
1   ...   142   143   144   145   146   147   148   149   ...   193

Kıbrıs ayân ve eşrâfı ada halkının önde gelenlerinden oluşmaktaydı. Bir kısmı büyük mültezimler olarak ara sıra muhassıl veya müsellim, çoğunluğu da alt-mültezimler veya küçük çaplı mültezimler olarak “voyvoda”, “mütevelli”, “câbî”, “kadı nâ’ibi” olabilen bu mümtâz kimseler, daha çok “ehl-i ‘örf” ve “‘ulemâ”dan olup, görev sürelerinin bitiminde doğdukları memleketlerine dönmek yerine, uzun yıllar görev yaptıkları, alıştıkları ve yerlilerle yaptıkları evlilikler sayesinde iyice kök saldıkları adada kalmayı tercih eden yüksek rütbeli tekâüde ayrılmış (emekli) devlet memurlarından, (ağa/efendi) oluşmaktaydı. Bizzat kendilerinin veya kendileri için başkalarının kullandığı unvanlar bu durumu en açık şekilde göstermektedir:

“Miralây-ı sâbık Hacı Mehmed”, “Kethüdâ-yı sâbık Hüseyin”, “Ağa-yı Yeniçeriyân-ı sâbık” veya “Sâbıkan Kıbrıs Defterdârı Es-seyyîd İsmail Efendi” (KBŞ: 1/5, 12, 14, 16, 54, 58; KBM: 1/4, 14).

Kıbrıslı zimmî reâyâ temsilcileri ve önde gelenleri de Kıbrıs ayân ve eşrâfı arasında yer alabiliyordu. Meselâ, “sâbık Rum Tercümânı” ve “Tuzlalı sâbık Kocabaş” gibi. Bunlar da “mültezim” olabilmekteydiler (KBM.: 1-14, 39). Mültezim olarak hrıstiyan seçkinleri bir hayli büyük çiftliklere bile sahip olabilmişler ve sâkinleri Rumlardan veya belli sayıda zimmî nüfus içeren bölgelerin devlete ait vergilerini (emvâl-i mîrî) toplama yetkisini uhdelerine alabilmişlerdi (KBM.: 1/4; D. KBE.: 20559-60).

Genelde askerî ve ilmiye sınıflarına mensup emekli yüksek rütbeli devlet memurlarından müteşekkil Kıbrıs a’yân ü eşrâfı, yukarıdaki önemli görevleri elde etmek ve yıllarca bu önemli görevlerde bulunmuş olmanın verdiği bir avantaj olarak İstanbul nezdinde kazanmış oldukları itibârları, uzun yıllar içerisinde elde ettikleri maddî birikimleri ve yerlilerle kurmuş oldukları akrabalık ilişkileri sonucu kazanmış oldukları geniş mahallî çevreleri ve nüfuzları sayesinde bu dönemde, yani on sekizinci

yüzyılın ikinci yarısında gerçekten yeni ve etkili toplumsal ve ekonomik bir güç, bir sınıf olarak ortaya çıkmıştı. Başka bir deyişle, ayânlık olayı, bu döneme gelindiğinde Kıbrıs Eyâleti bazında da kurumsallaşma sürecini tamamlamış gözükmüştü.

Bu konuda sahip olduğumuz arşiv kaynakları arasında, on sekizinci yüzyılın ikinci yarısına ait olup, hem Osmanlı geneli, hem de Kıbrıs Eyâleti bazında ayânlık olayı, yani toplumsal menşelerine yukarıda değinilen ayânların tayin ve azil usülleri, sorumlulukları, diğer mahalli yetkilere karşı pozisyonları, suistimalleri ve suistimallerine karşı alınacak tedbirler hakkında çeşitli bilgiler muhtevî karakteristik bir belge bulunmaktadır.14 Söz konusu belge; hicrî 17 Şevvâl 1198/24 Ağustos 1784 tarihli olup, “…Anadolının sağ kolı yemîn ve yesâriyle nihâyetine varınca vâkî‘…” olan “vüzerâ-yı ‘azâm … ümerâi’l-kirâm … mîr-i mîrân-ı kirâm … mevâlî-yi fihâm … sâ’ir kuzât ve nevâ’ib ve bi’l-cümle zâbitân ve a‘yân-ı memleket”e hitâben, “a‘yânlık maddesi” hakkında daha önce (H. 1193/M. 1779) sâdır olan fermânla belirlenen hususlar ve bunlarda görülen sapmaların giderilmesini “tenbîh” maksadıyla kaleme alınmış ve “mu‘cebince ‘amel” olunması istenilen ve sadrazam çukadârlarından El-hâc Ebubekir tarafından Kıbrıs’taki yetkililere ulaştırılan bir “sûret-i hatt-ı hümâyûn” kaydıdır (KŞS 21: 8/1, 9/1).

Belgenin genel bir tahlili sonucunda dikkat çekici şu gibi noktalar tespit edilmiştir: En başta “a‘yânlık maddesi”nin Osmanlı’nın en azından on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında en önemli idarî, malî ve toplumsal bir meselesi olduğunu hem belgenin, yani fermânın muhatabı olan kişiler ve unvanları, hem de belgenin aşağıda özetle değinilecek olan genel içeriği göstermektedir. Kıbrıs Eyâleti vâlisi ve kadısı da, bu konuda ciddî “tenbîh” ve tehditlere-fermânla belirlenen düzene muhalefet edenler için “her kim olur ise bi-lâ imhâl haklarından geleceğim muhakkak olmağın” (KŞS 21: 8/1) denilmektedir-muhatap olan onlarca yetkili arasında bulunmaktaydı.

Belgeden bu dönemde Osmanlı’da ayânlık olayının kesin olarak kurumsallaşmış olduğu anlaşılmaktadır. “A‘yânlık maddesi” için hicrî 1198 tarihli elimizdeki hatt-ı hümâyûndan önce de, meselâ H. 193 tarihinde bir fermân yayımlandığı ve bu fermânla ayânların nasıl ve kimlerden tayin olunacağının kurallarının tespit olunduğuna dair kayıt bulunmaktadır (KŞS 21: 8/1).

Hicrî 1193 tarihli fermâna göre, işin “nizâm”ı şöyleydi; “memâlik-i mahrûse”deki bütün belde ve kazâlarda, ayân tayini artık daha önce olduğu gibi “emr-i ‘âlî ve vâlî buyruldısı” ile olmayacaktı. Vâliler ve hâkimler o tarihten sonra (H. 1193) herhangi birisine ayânlık için buyruldı ve mürâsele vermeyecekti. Bunun yerine, her kazâ veya belde halkı “mehâsin-i etvârı” ile bildikleri birisinin kendilerine ayân tayin olunması için dilekçe (istidâ‘) vereceklerdi. Kadılar halkın belirlediği ve arzuhâl ile istediği kişinin gerçekten bu işe uygun olup olmadığını samimice tespit ettikten sonra sadrazamlığa resmî yazı ile (i‘lâm) durumu bildirecek ve sadrazamlık da o kişi hakkında kesin bir kanaâta vardıktan sonra “izin mektûbı” verecekti. Bu düzenin dışında hiç bir şekilde ayân tespit ve tayini mümkün olmayacaktı. Kısaca, hicrî 1193 tarihli düzenleme ile, ayânların tayini konusunda vâlilerin aday gösterme hakkı kaldırılıp, inisiyatif halka verilmiştir. Halk artık kendi ayânını kendisi belirleyecekti.

Yine belgenin devamından (KŞS 21: 8/1), ayân tayini konsunda hicrî 1193 tarihinde belirlenen düzene uyulmadığı anlaşılmaktadır. Vâliler, sadrazamlıktan gelecek “izin mektûbı” olmaksızın “a‘yân nasbına cür’et” ederek, halktan normal vergiler gibi “a‘yâniyye nâmıyle” akçe tahsil etmeye devam etmişlerdi. Hatta bazen, bir eyâlet veya bir sancak zaruret gereği bir iki defa bir iki vâlîye verildiğinde her gelen vâlî “a‘yânlık” konusunda halktan para toplamak için hicrî 1193 tarihli fermâna muhalif olarak “a‘yân ‘azl u nasbı”, yani gereksiz yere eski ayânları azledip, yerlerine başkalarını tayin etmekteydi. Bu şekilde de ezilen “fukarâ ve zu‘afâ” olan halk olacaktı.

Merkezî hükûmet yayımladığı hicrî 1198 tarihli fermânla (KŞS 21: 8/1) yukarıda belirtilen ayânlık konusundaki usûlsüz uygulamaları önlemeye çalışmıştı. Vâlilerin sadrazamlıktan izin almaksızın ayânlığı bahane ederek gizliden ve açıktan halktan İstanbul’a “a‘yânlık ‘arzı mesârifi ve i‘lâm harcı” vb. isimler altında para toplamaları kesinlikle yasaklanmış ve buna cesaret edenler için “her kim olur ise bi-lâ imhâl haklarından geleceğim muhakkak olmağın” denilmiştir. Ayrıca, belgede eyâletlerde vâlilerin ve hâkimlerin yardımıyla “a‘yânlık iddi‘â iden zalemeler”in kendi çıkarları için birbirleriyle sık sık mücadele ettikleri, vâlilere verdikleri meblağları “fukarâ”dan aldıkları ve bu şekilde arada kalan halkın ezildiğinin tespit edildiği bildirilmektedir.

Hicrî 1198 tarihli fermân kaydında (KŞS 21: 8/1) ayrıca, hicrî 1193 tarihli fermânla belirlenen prosedüre uygun olarak yapılmaya çalışılan ayân tayinlerinde de bazı sıkıntıların olduğu ve bunların nasıl giderileceği de belirtilmektedir. Bu konuda; izin alındıktan sonra “memâlik-i mahrûse”deki bütün belde ve şehirlerde, halk, kendi işlerini idare için kimi ayân seçerse, ittifâk hâlinde toplu dilekçe (‘umûmî ve ittifâkî ‘arz u mahzarlar) ile, bu kişinin kimliği, kişiliği, saygınlığı, güvenilirliği ve ayânlığa uygunluğu gibi hususların İstanbul’a resmî yazı ile bildirilmesi (inhâ) gereğine, bu şekilde merkeze yapılan bir bildirimle bir kişinin hemen ayân olmuş sayılmayacağına, “halk (memleketlü) tarafından seçilmiş ve merkeze bildirilmiş” diyerek ayân adaylarına hemen itibar edilmemesine ve izin verilinceye kadar

hiçbir ayân adayının tayininin muteber olmayacağına dair kayıtlar bulunmaktadır.

Yine aynı yerde, bir belde veya kazâ ahâlisinin birkaç ayân adayı arasında gruplara bölünmesi durumunda takip edilecek yöntem de belirtilmektedir. Böyle bir durumda, belde veya kazâ halkından veya hariçten “hüsn-i hâl” sahibi olan, vilâyet halkına hayrı, iyiliği dokunmuş ve kazânın işlerini yürütmeye iktidarı olan “âher münâsib” birisinin ayânlık için tespit ve tayininin sadrazamlık tarafından yapılması ve ayân olacak kişinin eline vâlî ve hâkim aracılığıyla izin ve ruhsatı içeren “kâ’ime ve mektûb” verilmesi karara bağlanmıştı. Belirlenen usûl dışında hiçkimsenin ayân tayin olunmaması ve usûle uygun olarak tayin olunanların da vâliler tarafından açgözlülük ve başka nedenlerden dolayı azledilmemeleri, aksi hâlde bu gibi yanlışlıklara cesaret edenlerin en ağır şekilde cezalandırılacağı, usûlsüz ayânlık iddi‘âsında bulunanlar veya usûlüne göre tayin olunanlardan “vâlî ve hâkime akçe virdik ve masrâr ittik deyü defter-i tevzî‘a a‘yâniyye nâm u tâm ile kendü nefisleri içün akçe idhâl kasdında” olanların derhal İstanbul’a bildirilmesi ve bir şekilde usûlsüzlüğü tespit olunan “a‘yân makûleleri”nin en uygun şekilde cezalandırılmaları gereği vurgulanmıştır (KŞS 21: 9/1).

Belgenin son kısımlarında tespit edilen birkaç nokta daha vardır. Bunlardan birincisi, mahallî yetkililere, ayân tayinin tamamen “himâyet-i ra‘iyyet” için olup, “serdârlık” vb. askerî tâifesinin müdahale edecekleri bir konu olmadığı bildirilmektedir. Onlardan (vâli ve hâkim), şartlarına uygun olarak ayân azl ve tayininde askerî sınıf mensuplarının hiçbir şekilde karıştırılmaması, fuzuli karışmak isteyen olursa, bağlı oldukları ocaklarına (birlik) bildirilmesi ve derhal ocakları marifetiyle men edilmelerinin sağlanması istenilmektedir. İkincisi, vâli ve hâkimlerin her mahalde ayânlık konusunda belirlenmiş olan “nizam”ın korunması için ihtimam göstermeleri gereği hatırlatıldıktan sonra, ayânlara da görevleri ve dikkat edecekleri hususlar yeniden bildirilmektedir. Bu çerçevede onlardan hâllerini ve amellerini fermânda (KŞS 21: 8/1, 9/1) belirlenen kriterlere uydurmaları istenilmekte ve “zulümden ve zulme vesîle olmaktan tehâşî ve mücânebet” ederek, kazâları ahâlîlerinin;

… evâmir-i şerîfem mûceblerince üzerlerine edâsı lâzım gelen tekâlifi ve umûr-ı mühimmeyi kemâl-i hakkâniyyet ve nısfet üzre tahsîl ve idâre itdirüb ve tevzî‘ husûsında dahî şürût-ı istikâmetle tesvîyeye dikkat idüb mesârif-i sahîha-yı mühimmeden mâ‘adâ nefsiniz içün veyahud fukarâyı mü (v) ekkil ittihâz iden zâlimler içün vâlî-yi memlekete evâmir-i şerîfe ile tahsîs kılınandan mâ‘adâ vâlîler ve sancâk mutasarrıfları içün defter akçesi nâmı ve nâm-ı âher ile kâdîlar ve nâ’ibler içün tevzî‘ defterine bir akçe bir habbe zamm idhâl olınmamasına mezîd ikdâm ve dikkat ve sizleri dinlemeyüb ve evâmir-i şâhâneme imtisâl itmeyüb fukarâdan bi-gayr-i hakk akçe almak ve tevzî‘ defterine mesârif-i sahîhadan mâ‘adâ akçe idhâlini cebr itmek misüllü evzâ‘a cesâret idenleri der-‘aliyyeme i‘lâm itdirmege dikkat ve eger i‘lâm i‘tâsında tereddüd olınur ise kazâlarınızın müftî ve ‘ulemâ ve vücûh-ı ahâlî ve re‘âyâsının bi’l-ittifâk mahzarları ve kendü tahrîrâtınız ile hakîkât-ı keyfiyyeti oldığı gibice der-sa‘âdetime bildirmege ihtimâm ve bu vechile vikâye-yi nizâm ve himâyet-i ‘ibâd-ı melik-i ‘allâma sa‘yi mâ-lâ-kelâm eyleyesiz …

denilerek dikkat edecekleri hususlara vurgu yapılmaktadır.

Elimizdeki belgenin (KŞS 21: 9/1) son bölümünde ifâde edilen kayda değer üçüncü bir nokta da, ayânların, yukarıda belirtilen mutat masrafları ve kendi istihkakları olan parayı halka tevzî ederken ve bunları, bir nüshasını İstanbul’a gönderdikleri tevziât defterlerine kaydederken yaptıkları bazı usûlsüzlüklere dikkat çekilmesidir. Bu konuda belgede şu kayıtlar bulunmaktadır:

… işbu tenbîhât-ı şâhânemin icrâsında kangı mahalde rehâvet ve muhâlefet oldığı bilinmek için her kazânın mesârif defterleri dikkat ü kat sicillâtdan ihrâc ve der-‘aliyyeme celb ve imrâr-ı nazâr-ı dikkat olınacağı ve hilâf-ı tenbîhe kangı kazânın defterinde mesârif-i gayr-i sahîha bulınır ise ol kazânın a‘yânı hakkında bi-lâ imhâl tertîb-i cezâdan gayri mu‘amele olınmayacağı muhakkak olmağla ânâ göre hareket ve himâyet ü siyânet-i ahâlî ve re‘âyâya ez-dil ü cân ikdâm ve gayret eylemeniz bâbında fermân-ı ‘âlî-şânım sâdır olmışdır …

Biraz ayrıntılı şekilde üzerinde durduğumuz ve Osmanlı genelindeki durumu da belli ölçüde yansıtan bu karakteristik belgenin dışında elimizde, ayânlık olayının Kıbrıs bazında nasıl cereyan ettiğine şahitlik yapan başka belgeler de mevcuttur. Aşağıda atıfta bulunulacak olan bu belgelerden de anlaşıldığı kadarıyla, özellikle on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Kıbrıs Eyâleti’nde, en başta bizzat devlet otoritesinin temsilcileri durumunda olan bazı devlet memurlarının görevlerini ve yetkilerini değişik şekillerde kötüye kullanmaları sonucu özellikle taşrada meydana gelen otorite boşluğunu bu zümre, yani Kıbrıs ayân ve eşrâfı dolduracaktı.

Kıbrıs ayân ve eşrâfı zamanla bazen büyük mültezimlik denilebilecek muhassıllık ve mütesellimlik mevkîlerini, çoğunlukla da diğer küçük çaplı mültezimlik görevlerini ve bunlarla birlikte birçok idârî, beledî, âsâyişle ve zaman zaman adanın haricî tehditlere karşı muhafazası ile ilgili yetkileri ele geçirdikleri için, bu dönemde devletin yardımını arayacağı ve kendine muhatap kabul edeceği bir pozisyona gelmişlerdi. Bu durumu, devletin bu dönemde, bahsi geçen konularda yayımladığı resmî belgelerde, doğrudan muhatap durumundaki adlî, askerî ve mülkî yetkililerin unvanları arasında onlarınkine de yer vermesi açık şekilde göstermektedir

(KBM: 1/22-23, 28, 40, 53; KBŞ: 1/5, 8, 35): “‘Umûmen ‘ulemâ ve sülehâ ve e’imme ve hutebâ ve zü‘emâ ve çorbacıyân ve sâ’ir a‘yân ü eşrâf…” veya:

Lefkoşa Nâ’ibine ve Eyâlet-i Kıbrıs’ta vâkî‘ kazâların kuzât ve nevâ’ibine ve Kıbrıs Muhassılı zîde mecduhuya ve zikrolunan kazâların a‘yân ve zâbitân ve vücûh-ı memleket15 ve bi’l-cümle iş erlerine hüküm ki…

On sekizinci yüzyılın ikinci yarısında, zaman zaman devlete gerçekten önemli hizmetleri görülmüş olan Kıbrıs ayân ve eşrâfının, gerek nadiren muhassıllık veya mütesellimlik, gerekse genelde küçük çaplı mültezimlik, mütevellîlik, voyvodalık, câbîlik veya kadı nâibliği gibi iltizâmen elde ettikleri makamlarda birer devlet memuru olarak görev ifâ ederlerken “şer’a ve kânûna muğâyir” olarak halkın perişân olup, dağılmalarına sebep olacak şekilde hak ve yetkilerini kötüye kullandıklarına da şahit olunacaktı (KŞS 21: 8/1). Zirâ, İltizâm olayında, yani açık artırma ile bir gelir kaynağının belli bir süre veya kaydı hayat şartı ile (“ber-vech-i mâlikâne” KBM: 1/9 veya “eshâm” KBM: 1/50) satılmasında, gelir kaynaklarının en yüksek fiyâtı teklif edene verilmesi esastı. Dolayısı ile mültezimlerin ahlâkî durumlarına her zaman dikkat edilecek diye kesin bir kural yoktu. Mültezimler de genelde, gelir kaynaklarını satın alırlarken, patronlarına yaptıkları peşin ödemeyi kendilerine tanınan kısıtlı sürede fazlası ile çıkarıp, kâr elde etmek isteyecekti. Onlar için gelir kaynağının ve ona bağlı üreticilerin, yani köylülerin içinde bulunduğu şartlar ikinci plânda kalacaktı. Bu durumu şu belge (KBŞ: 1/17, H. 25. 12. 1191) açık şekilde göstermektedir:

Kıbrıs cezîresinde medîne-i Tuzla kazâsına muzâfe Arpera nâm karyede vâkî‘ mülkiyet üzre mutasarrıf olduğum çiftlik ve bağçe derûnunda mevcûd devâbb ü mevâşî ve sâ’ir eşyâsı bedel-i mahsûl-i ma‘lûme ile bundan akdem ‘Abdü’l-bâkî Ağâ iltizâmında iken birkaç sene mukaddem mûmâ-ileyh iltizâmdan fekk ve ma‘rifet-i şer‘le ber-vech-i meşrûh çiftlik-i merkûm ve bağçe-i mezkûrın mevcûdı olan tohumlık ecnâs-ı hayvânât ve devâbb vü mevâşî ve sâ’ir eşyâsı tahrîr ve ber-mûceb-i defter müste’cir-i âher ‘uhdesine iltizâm ve eşyâ-yı mezbûre yedine teslîm ve ol dahî tefevvüz ü tesellüm eyleyüb lâkin bu vakte değin i‘mârlarında tekâsülden mâ‘adâ ebniyelerinin harâbiyetine ve tesellümî olan eşyânın itlâf ve izâ‘atına bâdî olduğına binâen müste’cir-i merkûmın dahî ‘uhde-i iltizâmından fekk ve âhere iltizâmı iktizâ eylemeğin…

Bir taraftan, bu dönemde Kıbrıs’ta devletin, askerî konular da dahil olmak üzere birçok konuda yardımını aradığı bir güç duruma gelmişken, bir taraftan da, bu arada elede ettikleri yetki ve imtiyâzları kullanarak halkın perişan ve dağılmaları (perâkende vü perîşân) pahasına, en kısa sürede en yüksek kârı elde etmek isteyen Kıbrıs ayân ve eşrâfının en çok tatbik ettiği haksızlık yolları (zulm ü te‘addî), “hilâf-ı kânûn ve defter” veya “şer‘ ve kânûna muğâyir” olmasına rağmen, kanunsuz teftiş gezilerine çıkarak (il üzerine devre çıkmak) veya rastgele yerlerde mahkeme (icrâ-i ahkâm-ı şer‘îyye) kurarak bu esnâda halktan ücretsiz yiyecek içecek vs. (yem ve yiyecek taleb etmek) istemek, vergi oranlarını artırmak (kânûndan ziyâde akçe/penbe ve ipek almak/taleb etmek), kanunsuz vergi yükü yüklemek (şartlama, teşrîfîyye, kudumîyye, mübâşiriyye, zâhire-bahâ, sarây döşemesi ve ayrıca bir de tekâlif-i şâkka vs.), başkasının malını zapt etmek (fuzûlî zabt) veya rüşvet almaktı (KBŞ: 1/12, 15, 20, 26, 39, 42-43, 45-46, 49, 54; KBM: 1/8, 15, 21).

İlgili dönemde adada yaşanan sosyo-ekonomik keşmekeşte Kıbrıs ayân ve eşrâfının rolü gerçekten büyük olmuştu. Çünkü, onlardan, ahlâken zayıf yapıda olan ve herhangi bir gelir kaynağını iltizâm eyleyen bir mültezimin, enflasyonist bir ortamda yapacağı şey, ne pahasına olursa olsun kendi gelir kaynaklarından ve bunlara bağlı köylülerden onların kapasitelerini düşünmeden insafsızca âzamî şekilde istifâde etmeye çalışmak olacaktı. Meselâ bir mahzarda (KBŞ: 1/8, H. 1179/M. 1765), bu türden bir mültezim olduğu anlaşılan ve mukâtaasını altı yıl önce, sâbık ve merhum Sadrazam Abdullah Paşa’nın İstanbul’da sâkin küçük oğlu Mehmed Sa’îd Bey’in vekil tayin ettiği, daha doğrusu mültezimi Harem Kethüdâsı Abdullah Ağâ’dan iltizâm eyleyen El-hâc Alî’nin baskılarına dayanamayan Karpas Kazâsı sâkinlerinden bir kısım zimmî nüfus, onun görevden alınmasını ve karyelerinin “emrü fermânları ile bir ehl-i insâf ve ra‘iyyet-perver ve mütedeyyin bir kimseye iltizâm…” edilmesini istemektedirler.

Aynı belgeden (KBŞ: 1/8), Kıbrıs ayânlarının mültezimlikleri esnâsında yaptıkları haksızlıklardan başka, halkı maruz bıraktıkları zulümlerinin duyulmaması için birbirlerini kolladıkları da şu şekilde anlaşılmaktadır:

İsm-i mâl ıtlâk olunur nesnemiz kalmayub ve ehl ü ‘ıyâl-i evlâdlarımıza ta‘arruz ile ‘ırzlarımız pâ-yi mâl ve beyne’n-nâs rüsvây vü bed-nâm kaldıklarımızdan birkaç def’a mahallinde Kıbrıs muhassıllarına mezbûrlardan iştikâ murâd eylediglerimizde a‘yândan mezbûrın mu‘îni ve hâmîsi el-hâc ‘Abdu’l-bâkî Ağâ bizleri zecrenle (zecrile) tahvîf ve men’-i ekîd ile iştikâdan men’ ve der-’aliyyeye gelüb iştikâ itmek murâd eylediğimizde bir ferdi karyelerimizden taşra salıvirmeyüb bu def‘a da dört ‘aded karye re‘âyâları fukarâları der-‘aliyyeye irsâl içün bu dört nefer kullarını intihâb ve cümle taraflarından vekâlet ile ve Rûmî mektûblarıyla ber-takrîb ‘Arabistân yakasına geçüb bir neferimiz esnây-ı tarîkda hasta kalub bu üç nefer kulları vekâletligimiz ile der-‘aliyyeye gelüb mektûblarımızı Harem-kethüdâsı ‘Abdu’l-lâh Ağâ’ya ibrâz eylediğimizde…

Bütün gayretlerine rağmen Kıbrıs ayân ve eşrâfından birçoğunun yaptığı yolsuzluk ve zulümler Kıbrıslı tebaa tarafından zaman zaman İstanbul’a arzuhâl edilmiş ve

zamanın merkezî hükûmetleri bu kimselerle mücadele etmek durumunda kalmıştı. Bu çerçevede, Muhassıl El-hâc Abdülbâki Ağa 1785 yılında Müslim ve gayrimüslim reâyânın şikâyetleri üzerine görevinden azledilip, Yafa’ya (Filistin) sürgüne gönderilmiştir (KBM.: 1/40; KBŞ.: 1/29, 31). Muhassıl Ali Ağa yine Müslim-gayrimüslim ada ahâlisinin şikâyetleri üzerine ve tahkikat neticesinde 1786 yılında görevinden uzamlaştırılmakla kalmamış, ayrıca görev süresince biriktirdiği varlığına el konulup, kendisi de “‘ibreten li’s-sâ’ire” Mağusa kalesine kapatılmıştır (KBM.: 1/44, 50-51). Zimmîlerin temsilcilerinden olup, Kıbrıs Divân (Muhassıl) Tercümânı da olan Aci Yorgaki veled-i Yanni, Hıristiyanlar tarafından “hilâf-ı şer ‘vergileri hususunda zulm ü te‘addî” etmek, bir zimmînin “hakk-ı ‘irsiyyesini fuzûlî zabt” eylemek vb. suistimal ve yolsuzluklarından dolayı İstanbul’a şikâyet edilmesi üzerine tutuklanmış ve muhâkeme olunmak üzere İstanbul’a irsâl olunmuştu (KBŞ.: 1/25, 29, 31).

Sonuç

On sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Kıbrıs Eyâleti’nde bir toplumsal güç olarak etkisi tam olarak hissettiren Kıbrıs ayânlığı ile aynı dönemde ülke genelinde şahit olunan ayânlık olayı arasında birçok yönden paralellikler tespit edilmiştir. Kıbrıs’ta da ayânlık olayı, iç ve dış gelişmlerin etkisi altında on altıncı yüzyılın sonlarında ülke genelinde hissedilmeye başlayan, on yedinci yüzyıl boyunca genişleyerek devam eden, on sekinci yüzyılda ağırlığını tam hissettiren ve idarî, malî, askerî ve toplumsal krizler, çalkantılar ve çözümsüzlüklerle dolu geçen bir sürecin ve geleneksel düzenin bozulduğu ve yeni bir düzenin de tutturulamadığı bir ortamda, durumu kurtarmak üzere iltizâm sisteminin yaygınlaştırılması ve ülke gelir kaynaklarının çoğunlukla mukataaya dönüştürülmesi gibi ortaya atılan malî usûllerin de bir normal sonucu olarak ortaya çıkmış, gelişmiş ve on sekizinci yüzyılda, özellikle ikinci yarısında da artık kurumsallaşmış gözükmüştü.



Ayânlar Kıbrıs’ta da, bir taraftan bahsi geçen süreçte merkezde ve taşrada otorite kaybına uğramış olan devletin, askerlik, vergi tahsili, asayişin sağlanması gibi eskiden kolay kolay kimseyi karıştırmadığı birçok aslî görevini yürütmekte neredeyse bir ortak olarak yardımını aradığı bir güç olarak gözükürken, bir taraftan da devletin ve halkın çıkarlarını değil yalnız kendi menfaatlerini düşünen ve bu yolda yaptıkları yolsuzluklar ve haksızlıklarla devlet ve toplumun karşısına ciddî şekilde mücadele edilmesi gereken bir sorunlu bir zümre olarak çıkmışlardı. Bu çalışmada buraya kadar incelenen belgeler söz konusu sürecin, ortaklığın veya güç bölüşümünün ve mücadelenin en açık şekilde şahitliğini yapmaktadır. Aynı belgeler, bir zaman diliminde adada yaşananların çoğunlukla ada şartlarından kaynaklanmayıp, dışarıdan, yani dünyanın diğer kısımlarından ve özellikle Doğu Akdeniz bölgesinde yaşanan daha geniş çaplı gelişmelerinin mahallî renklerle de karışarak ada çapında bir yansıması olduğunu da göstermektedir.
DİPNOTLAR
1 Osmanlı tarihinde bir sınıf olarak ayânların ortaya çıkışı ve oynamış oldukları siyasî, idarî, ekonomik ve toplumsal rolleri için örnek olarak bknz.: Akdağ (1963, 1995), İnalcık (1965, 1977), Yücel (1974, 1988), Barkan (1980), Yücel (1974, 1988), Genç (1973, 2000), Ergenç (1982, 1995), Tabakoğlu (1985), Pamuk (1990), Faroqhi (1994), Özkaya (1994) ve Nagata (1995).

2 A. H. Hourani, “The Political and Social Background in the Eighteenth Century”, Issawi’da (1966: 24-29)

3 Bütün bunlarla birlikte, günümüz Osmanlı tarihi araştırmacılarından, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda Osmanlı Devleti’ni yönetenlerin zamanla ortaya çıkan yeni şartlana belli ölçüde intibak etmeye çalıştıklarını öne sürenler olduğunu (Darling 1996) belirtmek gerekir. Bu durum da, Osmanlı tarihinin özellikle on sekizinci yüzyıl döneminin “unutulmuş”, yani daha tam araştırılmamış bir dönem olduğunu savunan Faroqhi’yi (1994: 10) destekler gözükmektedir.

4 Genel olarak on altıncı yüzyılın sonlarında başladığı kabul edilen bu kriz döneminin çıkış sebebinin bu dönemde yaşanan “fiyât devrimi” olduğu savunulmaktadır (Barkan 1970: 574-590). Osmanlı’nın geleneksel devlet ve toplum yapısını temelllerinden sarsan bu hâdise ise, Türklerin, kendi hazinelerini zenginleştireceği inancıyla serbest ticareti teşvik etmek için gümüş için uyguladıkları gümrük vergilerini kaldırmaları ve bunun sonucunda da Levant pazarlarına ucuz Avrupa gümüşünün akışından kaynaklanmıştı (İnalcık 1973: 137-138; Yücel 1992: 8-9; Faroqhi 1994: 2; Öz 1997: 37-38).

5 Osmanlı tarihinde vergi mükellefi Osmanlı tebâsının, 1610 yılına kadar devam edecek olan, büyük oranda topraklarını terketmeleri hâdisesine “büyük kaçgun” denilmektedir (Akdağ 1964: 1-49; Yücel, 1988: XIII-XV).

6 Bu sekbanların bir kısmını devletin kendisi Avusturya, Venedik ve İran’da Safevîlere karşı savaşlarda kullanılmak üzere silahlandırmıştı.

7 Bu konuda müstakil çalışmalar için bkz.: Cezar (1965) ve Barkey (1994).

8 “Mukataa” bir vergi kaynağı demektir. Coğrafî sınırları ve kendisinden toplanacak vergilerin türü ve âzamî sınırı devlet tarafından tesbit edilirdi. Şehirlerdeki Osmanlı loncaları, dış ticaret gümrük vergileri veya belirli bir bölgenin çeşitli vergileri bir “mukataa” oluşturabilirdi (Sertoğlu 1986: 229).

9 Bir gelir kaynağı satın alan ve kendilerine “mültezim” denen kimseler, genellikle, açık arttırma ile satın aldıkları “mukataa”nın muhafaza ve geliştirilmesi ve satın alınan “mukataa”ya bağlı köylünün durumlarını veya güçlerini dikkate almamışlardı. Bilakis, sınırlı süreleri içerisinde, devlete teklif ettikleri paradan daha fazlasını elde edebilmek için, gerçek üreticileri “tekâlif-i şakka” denilen fevkalâde veya hukukî olmayan vergiler yükleyerek ezmişlerdi.


Yüklə 8,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   142   143   144   145   146   147   148   149   ...   193




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin