Örf-i İdare rejiminin yukarıda izaha çalıştığımız tarihsel gelişimi Divan-ı Harb-i örfîlerin de kronolojik faaliyet sürecini belirler. Osmanlı-Rus Harbiyle başlayan bu süreç bazen ülke topraklarının çeşitli yerlerindeki münferit karışıklıklar ve isyanlar sebebiyle yerel, bazen söz konusu Harpte ve Balkan Harbi sırasında olduğu gibi bölgesel, bazen de I. Dünya Harbinde görüldüğü gibi bütün ülke düzeyinde uygulanmak suretiyle Osmanlı döneminin sonuna kadar belirli aralıklarla devam etmiştir.
Yerel mahkemeler arasında 1878 Berlin Antlaşmasından sonra Osmanlı devletinin elinde kalan Rumeli topraklarının belli başlı merkezleri durumundaki Selanik, Yanya, Kosova ve İşkodra’da uzun süre birer Divan-ı Harb-i örfînin faaliyette bulunduğunu biliyoruz.51 Bunlardan Selanik Divan-ı Harb-i örfîsi Umum Rumeli Müfettişliği özel yönetiminin kurulduğu 1902 yılına kadar faaliyetini sürdürmüştür.
Yine 1890 yılında Girit’de bir Divan-ı Harb-i örfî52 ile Hanya ve Resmo’da53 olduğu gibi ihtiyaç duyulduğunda sayıları çoğaltılan mahkemeler mevcut olmuştur. 1895 yılında Trabzon’da vukua gelen karışıklık (Şuriş) sebebiyle 9 Ekim 1895 tarihli İrade-i Seniyye ile İdare-i örfîye ilanı ve bir mahkeme kurulması kabul edildi.54 Aynı dönemde Beyrut’ta bir mahkeme faaliyetini sürdürdü.
İkinci Meşrutiyetin ilanından kısa süre sonra 31 Mart Vak’asını müteakip İstanbul’da örfî İdareyle birlikte başlatılan Divan-ı Harb-i örfî uygulaması, kısa sürede yurdun çeşitli yerlerinde çıkan kırışıklıklar sebebiyle Balkanlara, Rumeli ve Arnavutluk’a55, Anadolu’da Ermeni karışıklıklarının yoğun olarak yaşandığı Adana56, Maraş ve Antakya’dan57, Musul ve Süleymaniye’ye58 kadar uzandı. Sınırları içerisindeki etnik unsurların ayrılıkçı faaliyetleri, katılmıış olduğu İtalyan Harbi, Balkan Harbi, I. Dünya Harbi ve bu son savaşı takip eden tasfiye dönemi sırasındaki olaylar sebebiyle Osmanlı Devletinin çoğu yerinde Divan-ı Harb-i örfîler bazen bölgesel, bazen de tüm ülke sathında faaliyetlerini aralıklarla da olsa sürdürdü.59
Özel Amaçlı Mahkemeler
Genel olarak bakıldığında Divan-ı Harb-i örfîlerin kuruluşundaki temel amaç örfî İdare mıntıkası içinde başta devletin iç ve dış güvenliğini ihlal eden suçlar olmak üzere örfî İdarenin ilanına sebebiyet veren birtakım suçlarla ilgili davaları “serian” sonuçlandırmak, suçluları vakit geçirmeden cezalandırarak sükunetin bir an önce sağlanmasına yargısal destekte bulunmaktan ibarettir. Bununla birlikte ağırlıklı olarak icra-yı faaliyette bulunacakları alan ve çözümleyecekleri suç gurupları noktasından hareketle mahkemelerle ilgili daha özel ve kategorik bir guruplama yapmak mümkündür.
Örneğin, II. Meşrutiyeti müteakip ağırlığını Makedonya oluşturmak üzere Osmanlı Devletinin Rumeli’de kalan toprakları ve Arnavutluk’ta çıkan karışıklıklar sebebiyle bu bölgede kurulan Divan-ı Harb-i örfîlerin kuruluş amacı ayrılıkçı direnişçilerle çete guruplarının bir an önce tenkil edilmesiydi. Bunun için 27 Eylül 1909’da “Rumeli Vilayetinde Şekavet ve Mefsedetin Men’i ve Mütecasirlerinin Takip ve Tedibi Hakkında Kanun-ı Muvakkat”60 adı altında özel bir düzenleme ile teşkil edilecek Divan-ı Harb-i örfîlerin kuruluş ve teşkilatı buna uygun olarak düzenlendi. Bir yıl sonra 1 Eylül 1910’da çıkarılan “Müsellah Çeteler Hakkında Kanun-ı Muvakkat”61 ile ilk düzenlemede bazı değişiklikler yapıldı. Fakat amaç aynıydı: Silahlı çeteleri süratle cezalan-
dırmak ve onlara karışmak isteyenler üzerinde caydırıcı etki bırakmak.
Bunun gibi I. Dünya Harbi sırasında iaşe kararnamesine aykırı hareket eden bir kısım fırıncıların davalarını mevcut Divan-ı Harb-i örfîlerin iş yoğunluğu sebebiyle sürüncemede kalması üzerine, sadece “iaşe mukarreratına muhalif hareket edenlerin yargılanmaları için” bir mahkeme kurulması kabul edilmiştir.62 Yine söz konusu savaş arefesinde seferberliğin ilanı ile birlikte kurulan mahkemeler ilk planda seferberlik hükümlerinin etkili uygulanmasını sağlamak üzere teşkil edildiğinden “Seferberlik Sebebiyle Teşekkül Eden Divan-ı Harb-i örfîler” olarak isimlendirilmişler ve daha sonra harp müddetince görevlerini sürdürürken de uzun süre bu adla anılmışlardır.63 Bu kategoriye uygun tipik bir mahkeme gurubu da “Tehcir sırasında vuku bulan tecavüzatta medhali olanları yargılamak üzere kurulan Divan-ı Harb-i örfîler”dir.
Tamamen özel ve şaibeli bir meseleyi sonuçlandırmak üzere kurulan son gurup mahkemelerden kısaca bahsetmek gerekirse bu süreç I. Dünya Harbi sırasında muhtelif bölgelerdeki Ermeni ayaklanmaları sırasında Türk-Ermeni halkı arasındaki mukatele ve tehcir hadisesi64 esnasındaki bazı istenmeyen olayları, savaşın ilerleyen dönemlerinde Osmanlı devletine bir gayri müslim (Hıristiyan) katliamı olarak fatura edilmesiyle başladı. Galip devletlerce bu katliama katılanların yakalanıp yargılanmaları istenmeye başlandı.65 Bu baskılar karşısında Osmanlı Hükümeti Mondros Mütarekesi’nin arefesinde, önce “Muamele-i Tehciriyeden bilistifade işlenen tecavüzat ve düşmanlığa dair suçlarda aslen ve feran medhaldar olanların” araştırılması ve takibi için birer özel komisyon kurulmasını uygun bulup Anadolu’yu on bölgeye ayırarak dahiliye ve adliye memurlarından mürekkep on ayrı komisyonun teşekkülünü karara bağlamıştır.66
Arkasından Meclis-i Vükelaca tehcir sırasında işlenen suçlarda medhali bulunduğu tahkik heyetince anlaşılacak olanların muhakemelerinin Divan-ı Harb-i örfîlerde görülmesi “muvafık-ı hal ve maslahat” görülerek gereğinin yerine getirilmesi için Harbiye ve Adliye nezaretlerine tebliği kararlaştırıldı.67 Kararın ilk uygulaması olarak 16 Aralık 1918 tarihli kararname ile İstanbul’da Mütekaid Ferik Mahmut Hayret Paşa başkanlığında bir Divan-ı Harb-i örfî kuruldu.68
Mütarekeden sonra da Batılıların bu konudaki baskıları devam ettiğinden olayla ilgili muhakemesi gerekenlerin bir an önce yargılanabilmeleri için o tarihte örfî idarenin devam ettiği yerlerden İzmir, Bursa, Tekirdağ, Edirne, Samsun ve Antep’te birer mahkeme daha kuruldu. Bu mahkemelerin başkan ile üyeleri mahkemenin kurulduğu illerdeki Bidayet ve İstinaf Mahkemesi mensuplarından eski görevleri baki kalmak üzere atanmışlardı.69
Kısa süre sonra tehcir sebebiyle suç işleyenlerin göz altında bulundukları yerlerdeki Divan-ı Harb-i örfîlerde yargılanmaları temin edilmiş70 ve bu mahkemelerin bakacakları suçlar arasına “tehcir ve taktil”71 fiileri de alınmıştır. İstanbul’da tehcir suçlarına bakmak üzere kurulan mahkemelerin kaldırılmasından sonra ise bu davaların Dersaadet Birinci Divan-ı Harb-i örfîsinde görülmesine devam edildi.72
Mahkemelerin Kuruluş ve
Teşkilatı
Kural olarak bir yerde Divan-ı Harb-i örfî kurulup kurulmaması ya da kaldırılması kararı Heyet-i Vükelaca alınmaktadır. Hükümet, mahkemelerin kuruluşuna dair kararları mahalli mülki veya askeri yöneticilerin görüşlerine başvurmak ya da onlardan gelen teklifleri değerlendirmek73 suretiyle almaktadır. Bununla birlikte karar alınmasında mahalli mülki-askeri yöneticilerin görüş ve istekleri zorunlu bir unsur olmadığı gibi bağlayıcı da değildir. Siyasi otorite kendiliğinden mahkeme kurulmasına karar verebildiği gibi savaş hali benzeri -örfî idareyle birlikte mahkemelerin kurulmasının da kaçınılmaz olduğu- durumlarda gereken yerlerde Divan-ı Harb-i örfî kurulması hususunda mahalli yöneticilere önceden izin verebilmektedir. Örneğin, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sırasında ilgili makamlara Örf-i İdare ilanı ve Divan-ı Harp kurulması yolunda izin verildiği gibi74 I. Dünya Harbi başlangıcında seferberlik münasebetiyle kurulacak mahkemeler içinde mahalli askeri yöneticiler yetkili kılınmıştır.75 Tüm bu özel düzenlemelere rağmen mahkemelerin mutad kuruluş prosedürüne uyulmuş, mahalli yöneticilerce idari hiyerarşiye uygun olarak merkezi hükümete intikal ettirilen talepler Heyet-i Vükelaca karara bağlanıp padişah iradesi alınmıştır.76
Söz konusu mahkemelerin teşkilatı konusunda da başlangıçta yeterli bilgi yoktur. 13 maddelik İdare-i örfîye Kararnamesi’nin son dokuz maddesi divan-ı harplere ayrılmasına rağmen mahkemenin teşkilatı hakkında en ufak bir bilgi verilmemiştir. İdare-i örfîye Nizamnamesi77 “erkan ve ümera-i askeriyeden mürekkep bir divan-ı harp teşkil” edileceğini belirtmekle birlikte askerlerden oluşacak bu heyetin hangi kaynaktan ve hangi makamca belirleneceği, sayısı, mahkeme başkan ve üyelerinde bazı niteliklerin aranıp aranmayacağı, katip he-
yeti vs. yardımcı birimlerin temin şekli gibi teşkilatı aydınlatıcı sorular cevapsız bırakılmıştır.
Uygulamada da mahkeme başkan ve üyelerinin rütbe ve sayıları konusunda birliktelik yoktur. Buna rağmen mahkeme heyeti genelde -bir başkan ve dört üye olmak üzere- beş kişiden aşağıya düşmemiştir. Örneğin 1879 yılında İstanbul’da teşkil edilecek Divan-ı Harb-i örfî heyetinin “müşiran ve ümera-i askeriyeden dokuz ve en az yedi zattan mürekkep” olacağı belirtiliyordu.78 1880’den Selanik Divan-ı Harb-i örfîsi, Mirliva (Tuğgeneral) rütbesinde bir başkan ile ikisi miralay (albay), ikisi kolağası (yarbay) rütbesinde dört üyeden oluşuyordu. 1889 yılında Girit Divan-ı Harb-i örfîsi Ferik (Tümgeneral) rütbesinde bir başkan ile üç miralay, bir binbaşı ve iki alay emini olmak üzere toplam altı üyeden müteşekkildi.79
Görüldüğü gibi başlangıçta mahkemelerin teşkilatı son derece de basittir. Ancak “20 Eylül 1293 tarihli İdare-i örfîye Kararnamesine müzeyyel Kanun-ı Muvakkat” adıyla yürürlüğe konulan 19 Ağustos 1326 (1 Eylül 1910) tarihli kanun80 Divan-ı Harb-i örfîlerin teşkilatında çok önemli değişiklikler meydana getirdi. Bunlardan biri doğrudan mahkemeye bağlı ve adliye mensubu üç kişiden oluşan bir “heyet-i tahkikiye”nin mahkeme teşkilatına kazandırılmasıdır.81 Tahkikat Heyeti üyelerinin hepsinin “mensubin-i adliyeden” olması mahkemelerin yargısal faaliyetleri açısından çok önemli bir gelişme olmuştur. Çünkü tahkikat heyetlerine “kendilerine ihbar ve evrakı tevdi olunan suçlular hakkında tahkikat icra etmek ve bu tahkikata göre maznunların tevkiflerine veya adem-i tevkiflerine karar vermek, bunları kefaretle ya da kefaletsiz serbest bırakmak veya tutukluluk hallerini kaldırmak, muhakeme ya da men’i muhakemelerine karar vermek” gibi çok önemli görevler yükleniyordu.82
Müzeyyel Kanunun mahkeme teşkilatına getirdiği bir başka yenilik müdde-i umumi (savcı) yi de teşkilata dahil etmesidir. Kanuna göre “… divan-ı harp bir reis ile dört aza ve bir müdde-i umumiden mürekkeptir (mad. 25) ”. Kanun-daha önce 14 Eylül 1325 tarihli Kanunla83 getirilen -mahkemede asker- sivil oranını korumuş, başkan ile iki üyenin askeriye diğer iki üyenin de adliye mensuplarından atanmasını öngörmüştür. Ancak 18 Eylül 1335 (1919) tarihli Kararname84 mahkeme heyetini başlangıçta olduğu gibi tamamen askerleştirecek, heyet-i tahkikiyeyi de lağv ederek sorgu hakimliğini ifa etmek üzere yeteri kadar “müstantık” atanmasını öngörecektir.85
Mahkemelerin Görev ve
Yetkileri
İdare-i örfîye Kararnamesi Divan-ı Harb-i örfîlerin görevlerine dair daha açık kurallar koymuştu. Kararnamenin mahkemelerin görevleriyle ilgili ortaya koyduğu ilk genel prensip söz konusu mahkemelerin örfî idare ilan edilen mahaldeki adi (mülki) ceza mahkemelerinin yerine geçeceği hususudur. Ancak adli mahkemelerin yükü tamamiyle bu mahkemelere devredilmemiş, sadece örfî idarenin mevcudiyeti açısından özellik ve önem taşıyan belirli davaların burada görülmesi benimsenmiştir.86 Kararname nitelik itibariyle söz konusu mahkemelerde görülecek suç ya da dava gurupları arasında şunları saymıştır:
- Devletin dahili ve harici emniyetini ihlal edecek bilcümle cünha ve cinayetlerin asıl failleriyle bunlara medhaldar olanlar hakkındaki davalar (mad. 4),
- Hükümet memurlarına icra-yı memuriyetleri esnasında suikast edenlerin (bu hareketleri idare-i örfîyenin ilanına sebebiyet veren ahvale taalluk etmesi şartıyla) bu fiilleriyle ilgili davalar (mad. 5),
- İdare-i örfîyenin ilanından önce kurulmuş olsalar bile bilcümle gizli (hafi) cemiyetlere ait davalar (mad. 11).
İlerleyen süreçte askeri sırları açığa vurma, casusluk, harp hainliği suçları87; hırsızlık, gasp ve garet (yağma) 88; ihtikar89; asker mensuplarının eş ve ailelerinin ırz ve namuslarına tasallut90; askeri hükümetin emir ve talimatlarına uymama91; isyan ve tahrib-i bilad92; tehcir ve taktil93 ve basın yoluyla işlenen suçların94 muhakemeleri Divan-ı Harb-i örfîlere havale edilmiştir.
Yargılama Usulü ve Hüküm
İlk faaliyet döneminde Divan-ı Harb-i örfîlere bağlı heyet-i tahkikiye ve müstantık benzeri herhangi bir ön soruşturma mercii bulunmadığından zanlının tüm sorgulaması mahkeme huzurunda yapıldığı gibi ön soruşturma merciinin oluşturulduğu II. Meşrutiyet dönemi ve sonrasında esas yargılama yine mahkeme huzurunda yapılmaktadır. Yargılama sırasında -askeri mahkeme olması sebebiyle- muhakeme usulü bakımından öncelikle askeri mevzuat uygulanmaktadır. Mevzuattaki dağınıklığa rağmen gerek doğrudan mahkemeye sevk edilen, gerekse heyet-i tahkikiye veya müstantık tarafından ön soruşturması yapılıp lüzum-ı muhakeme kararıyla birlikte dosyası tevdi edilen zanlının “tahkikat-ı intihaiye”95 olarak isimlendirilen son soruşturması Divan-ı Harb-i örfîce yapılmaktadır. Bu devre esas yargılama safhasıdır. İster tutuklu, ister tutuksuz olsun zanlının muhakemeye çıkarılması mümkün olan durumlarda yargılama onun yüzüne karşı yapılır.96 İttifak veya ekseriyetle97 alınan karar (hüküm) zanlının yüzüne karşı okunarak tefhim olunur.
Mahkemece verilen hüküm aslında verildiği andan itibaren kesindir. Çünkü Divan-ı Harb-i örfîler tek dereceli mahkemeler olup, pratik olarak kanun yolunu işlet-
mek ve kararın bir üst mercide kontrolünü sağlamak mümkün olmamaktadır. 6 Nisan 1914 (24 Mart 1330) tarihli kanun98 gereğince Divan-ı Temyiz-i Askeriyenin kurulmasıyla bu fırsat doğdu. Ancak 11 Mayıs 1914’de (28 Nisan 1330) çıkarılan bir kanun-ı muvakkatle Divan-ı Harb-i örfîce verilecek hükümlerin temyize tabi olmadığı karar altına alınarak mahkeme kararları temyiz denetimi dışına çıkarıldı.99
Cezaların uygulanabilmesi açısından tüm dönem boyunca idam cezaları ancak padişah iradesi alınmak suretiyle infaz edilebilecektir. Ancak bu kuralın da bazen göz ardı edildiği görülmektedir. Nitekim Aliye Divan-ı Harb-i örfîsince verilen idam kararları padişah onayı beklenilmeden infaz edilmiş, hüküm mazbataları bilahare padişahın onayına sunulmuştur.100
Mahkemelere dair sunduğumuz bu kısa malumat, onların örfî idarenin bir unsuru olarak vazife gördüklerini ortaya koymaktadır. Bu sonuç, mahkemelerin ne derece yargı bağımsızlığına sahip oldukları sorusunu da cevaplar niteliktedir. Divan-ı Harb-i örfîler birer askeri mahkeme olarak doğrudan görev yaptıkları yerin örf-i idare kumandanının emir ve denetimi altındadırlar. Askeri hiyerarşinin katılığı göz önüne alındığında bunların bağlı bulundukları askeri yönetimin gölgesi altında tarafsız yargılama yapabilecekleri konusunda şüphe uyandırmaktadır. Bu şüpheleri doğrulayan uygulamalar da yok değildir. Mahkemelerin örfî idareyle bütünleşmiş olağanüstü birer yargı organı olması, yargılama şekli ve hükümlerin kesinliğinde de kendisini hissettirir. Mahkemeler basit usulde yargılarlar, yargılamalar genellikle gizlidir. Sanığın kendisini savunacak bir müdafi bulundurma hakkı, hakimi reddetme hakkı, davanın bir başka mahkemeye naklini isteme hakkı yoktur. Hatta istisnalar dışında mahkemece verilecek kararı itiraz veya temyiz yoluyla bir üst mahkemede denetletme hakkı da bulunmamaktadır.
DİPNOTLAR
1 Kanun-ı Esasinin ilanına dair Hatt-ı Hümâyun ve kanunun metni için bkz: Düstur, I. Tertip, IV/2-3, 4-20; Türkçe trankripsiyonu için: Suna Kili-Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, 29-44.
2 Kanun-ı Esasi’de Fevkalade hal rejimi için “İdare-i örfîye” adının seçilip kullanılması oldukça anlamlıdır. Bilindiği gibi Osmanlı idari düzeninde “padişahtan berat alarak herhangi bir şekilde devlet hizmetine tayin edilenlerin tümü askerî” idi. Bunlar içerisinde devlet idaresinde söz sahibi fiili yönetici sınıf aynı zamanda “ehl-i örf” olarak da isimlendiriliyordu. Dolayısıyla askerî ile örfî, yönetim biçimi olarak aynı şeyi ifade ediyordu. Kanun-ı Esasi ilan edilip Meşrutiyet idaresine geçildikten sonra yeniden başvurulacak askerî idareye verilecek en uygun isim olsa olsa “İdare-i Örfîye” olabilirdi.
3 Hukuki açıdan idare-i örfîye anayasa ve kanunlarla sağlanmış bir takım hak ve özgürlüklerin geçici olarak kısıtlanması veya kaldırılmasıdır. Bkz: Hasan Refik Ertuğ, “Memleketimizde Fevkalade Hal Rejimleri”, AÜSBFD, Sa. 1-2 (1948), s. 69.
4 Protokolün Türkçe metni için bkz: M. Celaleddin Paşa, Mirat-ı Hakikat, I/220; ayrıca Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, s. 81.
5 Bu harbin çıkış sebepleriyle ilgili olarak: Yuluğ Tekin Kurat, “1877-1878 Osmanlı Rus Harbinin Sebepleri”, Belleten, XXVI, Sa. 103 (1962), s. 567-592.
6 Bosna Vilayetinin bazı bölgelerinde asayiş ve emniyetin kaybolduğu, idare-i örfîye altına alınmasının lüzumu hakkında Bosna kumandanlığının Seraskerlik makamına telgrafı: Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Arşivi (Gnkur. ATASE Arş. Osmanlı Rus Harbi Koleksiyonu (ORH), kutu 107, gömlek 208, bel. 208/1.
7 M. Celaleddin Paşa, 339; İ. Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, IV/300.
8 (… bu hezimeti seraskerlik makamının savaş için gerekli tedbirleri almadığına hamleden mebuslar “Ardahan elden gitti. Serasker Redif Paşa’ya güvenimiz yoktur. Vükela mesuldür. ” diye bağrıştılar ve bu mealde bir mazbata hazırlayıp Babıaliye gönderdiler. M. Celaleddin Paşa, 339.
9 Aynı eser, 340.
10 “Babıaliye ve Bab-ı Seraskeriye tezkere, Dersaadet ve Bilad-ı Selase’nin bugünden itibaren idare-i örfîye tahtına alınması ve keyfiyetin evrak-ı mahsusa ile ilan olunmasıyla… 1 Cemaziyelevvel 1294 (14 Mayıs 1877) ” Gnkur. ATASE Arş. , ORH, kutu 52, göm. 45, bel. 45/1.
11 Aynı arşiv, kutu 104, göm. 168, bel. 168/1.
12 “Canib-i Kaimmakam-ı Seraskeriye, Bosna vilayetinin idare-i örfîye altına alınması hakkında vilayet-i müşarün ileyha ile cereyan eden mahabere neticesinde şimdilik Saray ve İzvornik sancaklarının derkar eden asayiş ve emniyetinden naşi istisnasıyla Travnik, Banyaluka, Bihke ve Hersek sancaklarında idare-i mezkurenin ilanı kararlaştırılarak…28 Haziran 1293 (10 Temmuz 1877) ” Gnkur. ATASE Arş. , ORH, kutu 88, göm. 103, bel. 103/1.
13 Aynı arşiv, kutu 12, göm. 57, bel. 57/1.
14 Aynı arşiv, def. 1/6, bel. 357.
15 Aynı arşiv, kutu 16, göm. 167, bel. 167/1.
16 Aynı arşiv, kutu 58, göm. 56, bel. 56/1.
17 Başbakanlık Osmanlı Arş. (BOA) Yıldız Evrakı (YEE), evr. 1704, zarf. 114, kart. 76.
18 “Ahval-i harbiye ilcaatıyla Rumeli’nin her tarafı ve Anadolu’nun mevki-i harp olan cihetleri idare-i örfîye tahtına alınmış ve bu usül geçenlerde Dersaadetçe dahi ilan ve icraat olduğu halde…” 8 Ekim 1877 (30 Ramazan 1294) tarihli Muharrerat-ı Seniyye, BOA, DUİT, dosya 54, göm. 1/9.
19 BOA, Yıldız Res. evr. kart. 14, bel. 1.
20 Nitekim Harbiye Nezaretinin cevabi yazısında “Yanya, Kosova, Selanik ve İşkodra askeri fırka kumandanlıklarıyla Derviş ve Hidayet Paşalardan konunun sorulduğu, adı geçen kumandanlıklarla İşkodra valisi Osman Paşa’nın karşı telgraflarında bu uyglumanın kaldırılmasına müsait mahal olmadığını bildirdikleri” açıklanıyordu. BOA, YA Res. kart. 14, bel. 1; Gnkur. ATASE Arş. , ORH, kutu. 10, göm. 71, bel. 71/1-2.
21 İorga, Osmanlı Tarihi (Çev. Bekir Sıtkı Baykal), V/597.
22 Feroz Ahmad, İttihad ve Terakki (1908-1914), s. 39.
23 örfî idarenin-Kanun-ı Esasi gereği-heyet-i vükelanın kararı ve padişahın iradesiyle ilan olunması gerekiyordu. Halbuki bu defa
kararı Mahmut Şevket Paşa kendisi vermiş, beyannameyi kendi imzasıyla ilan etmiş, meclis-i umumiye o bildirmişti. Bu durum Meclis-i Mebusan’da bile hayretle karşılandı. Tevfik Paşa vakit geçirmeden işi kitabına uydurmak ve vaziyeti kurtarmak için örfî idare beyannamesini bir teklif olarak hazırlayıp heyet-i vükelaya imzalatarak Yıldız’a gönderdi. Bu suretle prosedürü tamamlanan idare-i örfîye kararı iki gün sonraki Takvim-i Vekayi’de sınırları biraz daha genişletilmiş olarak ilan edildi. Bkz. TV, No. 193, 24 Nisan 1325. Tarık Zafer Tunaya, Türkiyede Sayasal Partiler, I/315. Zekeriya Türkmen, Türkiye’de Ordu Siyaset Çatışması, s. 91.
24 Dersim Mebusu Lütfi Fikri Bey’in Şubat nihayetinde hitam bulması gereken İstanbul’daki idare-i örfîyenin temdidi esbabı hakkında Sadaretten istizah takriri, MMZC, dev. I, ics. I, c. I, (3 Mart 1327 inikadı) s. 89.
25 İdare-i örfîyenin kaldırılması hakkında irade, TV, No. 1186, 11 Temmuz 1328.
26 Yücel Aktar, İkinci Meşrutiyet Dönemi Öğrenci Olayları (1908-1918), s. 131-133.
27 TV, No. 1249, 25 Eylül 1328.
28 Heyet-i Vükelanın Karadağ’a mukabil harekata dair aldığı kararı havi 26 Şevval 1330 tarihli irade-i seniyye sureti, Balkan Harbi (1912-1913), Gnkur Baş. Yay. , I/275.
29 Rumeli’de idare-i öfriyenin kısmen ilgasıyla teferruatı ve namlusu 15 cm. den kısa olan her nevi revolverlerin dahi men-i idhal ve füruhtu hakkında irade-i seniyye, 9 Teşrinisani 1326 (22 Kasım 1910), Düstur, II. Tertip, III/4-5.
30 Mazhar Bey’in gayr-i kanuni uygulamalarının Meclis-i Mebusan’da tartışmalarıyla ilgili olarak bkz: MMZC, Dev. I, ics. III, c. I, 24 Teşrinisani 1326 inikadı, s. 392. Ayrıca, Gnkur ATASE Arş. , Balkan Harbi Koleksiyonu (BH), klas. 96, dos. 1, fih. I/2.
31 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, IV/1880.
32 Gnkur ATASE Arş. , BDH, klas. 2329, dos. 38, fih. 23. Ali İhsan Sabis, Harp Hatıraları, Birinci Dünya Harbi, I/104.
33 Tunaya, I/316-317.
34 18 Nisan 1293 (30 Nisan 1877) tarihli İdare-i örfîye Kanunu Lahiyası’nın ilk maddesi de bunu açıkça tasrih etmiştir. Kanunun Meclis-i Umumi’de görüşülüp kabul edilen metni için: BOA, DUİT, dos. 54, göm. I/2; sureti için Serkis Karakoç, Külliyat-ı Kavanin, Fihrist, c. IV, No. 4565.
35 Ancak buradaki padişah iradesinin mahiyeti pek açık değildir. Gerek Kanun-ı Esasi gerekse bunun 1909’daki değişik hükmü ilan yetkisini hükümete tanımıştır. İdare-i Öfriye Kanunu Lahiyasının ikinci maddesi padişah onayını münhasır hale getirmişse de kanun meriyyete konulmamıştır. Bu durumda buradaki onay bir yürürlük prosedürü olsa gerektir.
36 “… mevaki-i harbiyede hükümet ile bilmüzakere idare-i örfîyeyi asakir-i şahanenin o mevkide bulunan en büyük kumandanı ilan edebilir. Şu şart ile ki, keyfiyeti derhal Babıaliye arz ve istizan ile karar-ı vakii müeyyed irade-i seniyye istizan etmek lazımdır. ” İdare-i örfîye Kanunu Lahiyası, mad. 3.
37 Gnkur ATASE Arş. , ORH, kutu 104, göm. 168, bel. 168/1.
38 “Babıaliye ve Bab-ı Seraskeriye tezkere, Dersaadet ve Bilad-ı Selase’nin bu günden itibaren idare-i örfîye tahtına alınması ve keyfiyetin evrak-ı mahsusa ile ilan olunmasıyla… 1 Cemaziyelevvel 1294 (14 Mayıs 1877) ”, Gnkur ATASE Arş. , kutu 52, göm. 45, bel. 45/1.
39 Düstur, I. Tertip, II/72-73. , Düstur’da Kararnamenin Öfri İdareye dair düzenlemelerin ilki olarak neşir ve ilanı ile daha sonraki düzenlemelerin devamlı bu kararnameye atıfta bulunması, araştırmacıları bu kanıya sevketmiştir. örfî İdare uygulamasının kararname tarihinden epeyce önce başladığı ve söz konusu idari rejimin hukuki mesnedi olmadan tatbik edilemeyeceği düşünülürse daha önce bazı düzenlemelerin yapılmış olduğunu kabul etmek gerekir. Bu konuyu örfî İdare mevzuatı üzerine yayınlamayı düşündüğümüz bir çalışmada detaylı olarak tartışacağız.
40 Aslında Cezaname’de ikinci terimin sonuna bir de nispet i’si eklenerek “Divan-ı Harbî” şeklinde yazılmıştır. Gramer açısından doğrusu bu ise de biz yerleşen ismi kullanmayı tercih ediyoruz.
41 Kanunnamenin çalışmamızda da yararlandığımız Türkçe transkripsiyonu için bkz. Vasfi Raşit Seviğ, Askeri Adalet, Ankara 1955, s. 100-185.
42 Düstur-ı Askeri, s. 218-276.
43 Mahkemeler ve görevleriyle ilgili geniş bilgi için bkz. İbrahim Fevzi Akmaner, “Türkiye’de Askeri Kazanın Tarihçesi ve Tekamülü, I-IV”, Askeri Adalet Mecmuası, Sa. 9, 10, 12, 14.
44 örfî İdare rejimini ilk defa düzenleyen mevzuattan yukarıda ismi geçen 1877 tarihli İdare-i örfîye Kanun- Lahiyası ve İdare-i örfîye Kararnamesinde mahkemenin adı bu şekilde zikredilmiştir.
45 Örneğin, Divan-ı Harb-i örfî kararıyla nefy edilen erkan, ümera ve zabitan ile ailelerine tahsis olunacak maaşat hakkında kararname, Düstur, II. Tertip, V/110. “Şam Divan-ı Harb-i örfî’si Riyasetine, Mumaileyh Halili Efendinin Şam Divan-ı Harb-i örfîsine tevdisi Başkumandanlık Vekalet-i Celilesinden tebliği buyurulduğu işbu emirnameden anlaşılmağla… (15 Mart 1331) ” Gnkur. ATASE Arş., BDH, klas. 2308, dos. I/7, fih. I/6.
Dostları ilə paylaş: |