Osmanlı-Rus Savaşı1



Yüklə 8,72 Mb.
səhifə24/193
tarix27.12.2018
ölçüsü8,72 Mb.
#87611
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   193

Bu yıllarda, Türk denizcilerinin Akdeniz’de etkin oldukları görülmektedir. Bunlardan iki kardeş Oruç ve Hızır Reisler, aslen Ocakzade yani babası ve soyu tımarlı sipahi olan bir Türk ailesinden olup Selanik ile Manastır arasındaki Yenice-i Vardar kasabasından idiler. Midilli’ye yerleşen Sipahi Yakup’un dört oğlu da denizciliğe heves ederek gemi ile korsanlığa başlamışlardır. Bunlardan, Oruç ve Hızır Reis denizcilikte çok etkili olmuşlardır. Hıristiyan denizcilerle mücadelelerini sürdüren bu iki kardeş, Trablus ile Tunus arasında bulunan Cerbe adasına (bugün Tunus’a aittir) yerleşerek burayı kendilerine üs yapmışlardır. Türk denizcileri, Cezayirlilerin çağrısı üzerine İspanyollarla savaşarak 1516’da Cezayir’i işgal etmişlerdir. Daha sonra, İspanyollarla çatışmalar sürmüş ve Oruç Reis şehit olmuştur. Ancak, Hayrettin Hızır Reis 1518’de Cezayir’de egemenliğini kurarak Cezayir Emiri olmuş ve Yavuz Sultan Selim’in yardımını talep etmiştir. Baba Oruç’un adı Hıristiyanlar tarafından Barbaros olarak çağırılmış, daha sonra bu ad Hayrettin Hızır için de kullanılmıştır. Osmanlı Devleti, başvurusu üzerine Hayrettin’e savaş ve gemi malzemesi göndermiştir. Osmanlı Devleti’nin himayesine girdikten sonra, Cezayir Emiri Hayrettin, Barbaros Hayrettin Paşa unvanını alarak, Akdeniz’de İspanyollara karşı mücadeleyi sürdürecektir.9

Osmanlı Devleti, İspanyollar ile yapılan savaşlarda, 1510-1551 yıllarında Trablus üzerinde egemenlik kurmak için çaba harcamış ve bu yıllarda İspanyolların egemenliğinde olan Trablus 1551’de Osmanlı Devleti’ne bağımlı hale gelmiştir.

İspanyollar keza Tunus’u da ele geçirmek için mücadele etmişler ve bu mücadelelerin sonunda,Osmanlılar başarılı olmuş ve Tunus 1574’te Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır.

Bu arada Fas’ın konumuna da değinmekte yarar vardır. Aslında, İspanya ve Portekiz, anlaşma yaparak Kuzey Afrika’yı aralarında nüfuz bölgelerine ayırmışlardı. Buna göre, Cezayir, Tunus ve Trablus’ta İspanyolların etkisini kabul eden Portekiz buna karşılık Fas’ı nüfuzu altına almak istemişti.

Fas’ta Hazreti Muhammed’in torunu Hasan bin Ali’nin soyundan olduğunu ileri süren bir hanedan egemen idi. Bu hanedan da Osmanlı Devleti’nin İslam’ın önderi konumuna gelmesinden memnun gözükmüyordu. Fas, jeopolitik zorunluluklardan dolayı, İspanya ile iyi geçinerek bağımsızlığını korumuş, İspanya’nın nüfuzunun zayıflaması ile de Portekizliler ile uyuşmuş, aynı zamanda İspanya’nın dostluğunu yitirmemeye de özen göstermiştir. Fas’ın bu politikası Osmanlı Devleti’nin Afrika’daki etkisinin daha da yayılmasını engellemiştir. Zira, Portekiz, o sırada, Hindistan sularında geniş ölçüde başarı kazanmış ve Batı Afrika kıyılarında da önemli noktaları ele geçirmiştir. Daha sonra, Osmanlı-Fas ilişkilerinde bir düzelme görülmüştür.

Osmanlı Devleti’nin Cezayir, Tunus ve Trablus’u ele geçirmesi ve Fas ile ilişkilerinin iyileşmesi, Osmanlıların Siyah Afrika ile komşu olması ve Büyük Sahra’daki kabilelerle ve Devletlerle ilişki kurması sonucunu doğurmuştur.

Nitekim, 1551’den 1556’ya kadar Cezayir Beylerbeyliği yapan Salih Paşa, 4000 Türk askeri ve 8000 Arap gönüllüsü ile Güney Cezayir’e, oradan Tell Atlasları’nı ve Sahra Atlaslarını geçip Büyük Sahra’ya inmiştir. Bu sefer sonunda, Büyük Sahra’daki kabileler yıllık vergiye bağlanmış ve Salih Paşa 5000 Tuareg ve Berberi esirle Cezayir’e dönmüştür. Bu şekilde, Türkler, ilk kez Büyük Sahra’da bu kadar Güneye inmiş oluyorlardı.

16. yüzyılın sonlarında Trablusgarp (bugünkü Libya) Valisi olan tanınmış Türk Amirali Turgut Paşa (Turgut Reis), Büyük Sahra’da egemen büyük bir Siyah Afrika Devleti olan Müslüman Kanem-Bornu Sultanlığı ile Osmanlı Devleti arasında dostluk ilişkilerinin temelini atmıştır. Kanem-Bornu Sultanlığı, bugünkü Kuzey Nijerya, Nijer, Çad ve Kuzey Kamerun’un toprakları üzerinde kurulmuştu. Bu konuda ilgili bölümde daha ayrıntılı bilgi verilecektir. 10

Hint Deniz Seferleri ve

Osmanlı Devleti’nin Doğu

Afrika Kıyılarına Yerleşmesi

Daha önce de belirtildiği üzere, Portekizliler, Güney Afrika’yı dolaşarak Ümit Burnu yolu ile Hindistan’a gelmeyi keşfettikten sonra, bu bölgede Osmanlı Donanmasını karşısında bulmuştur.

Osmanlı Devleti’nin Mısır ve Suriye’yi işgalinden önce, Batı Hindistan’daki Gucerat hükümdarı I. Mahmud Han, Memluk Sultanı Kansu Gavri’ye başvurarak Porte-

kizlilere karşı yardım istemiştir. Memluk Sultanının gönderdiği filo Hindistan’dan başarısız dönmüştür. Memlukların sahneden çekilmesinden sonra Osmanlı Devleti aynı nitelikte yardım talebi ile karşı karşıya kalmıştır.

Esasen Yavuz zamanında Irak’ın fethi ile Basra’ya inen Osmanlı Devleti, Hindistan’dan gelen yardım talebi üzerine, Süveyş donanmasını oluşturmuş ve Mısır Valisi Hadım Süleyman Paşa’nın komutasındaki Osmanlı Filosu Kızıldeniz’in kapısı olan Aden’i zaptetmiştir. Aden’in fethi, Mısır, Hicaz, Yemen ve Habeşistan’ın güvenliğinin korunması için önem taşımaktaydı. Daha sonra, Piri Reis, Murad Reis ve Seydi Ali Reis’in komutasındaki Osmanlı filoları ile Portekizliler arasında bir dizi deniz savaşları yapılmıştır. Ancak, Osmanlı Devleti Portekiz’in ve daha sonra Hollanda’nın Asya’ya girmesini önleyememiştir.11

Bu şekilde Türkler, bazı başarılar elde etmelerine karşın, Portekiz’in üstünlüğü ile baş edememiştir. Zira, Osmanlı Devleti Akdeniz’deki gemicilik tekniği ile yapılmış gemilerle Hint Okyanusu’na gitmişti. Oysa, bu gemiler Hint Okyanusu’nun dalgalarına karşı dayanıklı değildi. Portekiz’in yüksek gemilerinin bu koşullara uygun olması dolayısıyla, Portekiz donanması Osmanlı donanması karşısında teknik üstünlüğe sahip olmuştur.12

Bu gelişmeye karşın, Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Özdemir Paşa ve oğlu Özdemiroğlu Osman Paşa komutasındaki Türk kuvvetleri, Doğu Afrika’da Eritre, Cibuti, Somali, Sudan kıyıları ve Habeşistan’ın bir bölümünü Osmanlı topraklarına katmışlardır. Böylece, Kuzey Afrika’dan sonra, Doğu Afrika toprakları ya doğrudan doğruya ilhak edilmiş ya da İstanbul’a tabiiyet yolu ile bağlanmıştı.

Kanuni’den sonra, Osmanlılar, Doğu Afrika’da daha da güneye inmek için denemede bulunmuşlardır. XVI. yüzyılın sonlarında Ali Bey adında bir Türk Amiralinin Sultan III. Murad zamanındaki girişimleri dikkati çekmiştir. Salih Paşa’nın Büyük Sahra, Özdemir Paşa ve oğlu Osman Paşa’nın Sudan ve Somalı keşif seferlerinden sonra Ali Bey’in Doğu Afrika kıyılarını dolaştığını görüyoruz. Ali Bey’in seferleri hakkında Türk kaynaklarında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Yemen Eyaleti’nde Sancak Beyi olan Ali Bey’in Doğu Afrika’daki etkinlikleri hakkındaki bilgiler Portekiz kaynaklarında yer almıştır. Ali Bey, Oman’ın Maskat Limanı’nı ele geçirerek ün kazanmıştır. Maskat’ı daha önce Piri Reis fethetmiş ise de Portekizliler daha sonra Maskat’ı geri almışlardı.

Ali Bey, 1584’de Aden limanından hareket ederek Hint Okyanusuna çıkmış, Güneye doğru yol alarak, Somali kıyılarını baştan başa geçmiş, Ekvator çizgisini Güneye doğru aşarak, Mombasa’nın 100 kilometre güneyindeki Malindi limanına demir atmıştır (bugünkü Kenya). Oldukça önemli bir kuvvete sahip olan Ali Bey, Aden’e dönmüş, ancak Kenya’da bıraktığı memurlar Türk idaresini devam ettirmiştir.

1584 seferinin başarısı üzerine, Yemen beylerbeyi 1589’da Ali Bey’i tekrar Doğu Afrika’ya göndermiştir. Ali Bey, 4 kadırga ve birçok küçük savaş ve taşıt gemisiyle Kenya’ya gelmiştir. İngiliz tarihçisi Dames, “Osmanlı Hükümeti Hint Okyanusu’na daha büyük bir filo gönderebilseydi, bütün Doğu Afrika yüzyıllarca Türklerin olurdu” demektedir.

Doğu Afrika halkı Türkleri iyi karşılamıştı. Ancak, İstanbul Hükümeti bölgeye ilgi göstermiyordu. Ali Bey Mombasa’da iken, 5 Mart 1589’da Portekiz donanması Mombasa’ya girmiştir. Baskına uğrayan Türk filosu yakılmış, Ali Bey esir edilerek Lizbon’a götürülmüştür. Türk leventleri güneye doğru Tanganika’ya (bugünkü Tanzanya) kaçmış ve orada vahşi yerliler tarafından öldürülmüşlerdir.13

Osmanlı kaynakları Ali Bey’den Serüvenci Ali Bey olarak söz etmektedir.

Habeş Eyaleti’nin Kurulması

Mısır’ın fethinden sonra, Osmanlı Devleti bugünkü Sudan’da bulunan Nubya ile komşu olmuştu. Ayrıca, karadan Habeşistan ve Zengibar (bugünkü Tanzanya) ve denizden Hindistan ile temasa geçmişti.

O dönemde, Hindistan, Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz arasında büyük bir ticaret yolu mevcut idi. Baharat, madenler, kıymetli taşlar bu ticarette önemli yer tutmaktaydı. Ayrıca, Sudan ve Habeşistan’ın Altın ticaretinde önemli rolü bulunmaktaydı. Altın, bu bölgeden Akdeniz’e naklediliyordu. Portekizlilerin bu önemli ticaret yolunu denetim altında tutma çabaları ve Osmanlı Devleti’nin Hint deniz seferleri ile Portekizlilerin bu çabalarını önleme girişimleri hakkında yukarıda bilgi verilmişti. Türk kaynakları da, Osmanlı Devleti’nin Portekizlilere engel olamamasının nedenini, Portekizlilerin açık deniz için yapılmış ve en son teknolojik yenilikleri içeren gemilerden oluşan donanmaya sahip olmaları ile açıklamaktadırlar.

Osmanlıların Hint deniz seferleri, Osmanlı Devleti ile Portekiz arasında, Habeşistan’ın kontrolünü ele geçirme mücadelesine de sahne olmuştur. Zira, Habeşistan, Hindistan yolu üzerinde stratejik konumunun yanı sıra, altın ve madenler bakımından da zengin büyük bir ülke idi. Habeşistan’ın (bugünkü Etyopya) kuzeyinde merkezi Harar olan bir Müslüman devleti bulunmaktaydı. Habeş Hükümdarı II. David, Portekizlilerle temasta idi. Habeş kaynakları Harar’daki Müslüman devleti ile Osmanlıların ittifak yaptıklarını ve Osmanlı Devleti’nin silah yardımında bulunduğunu bildirmektedir.

Osmanlı Devleti’nin Habeşistan’a seferler düzenleyerek bölgeyi ele geçirme girişiminin ekonomik nedenleri de vardır. XVI. yüzyılda Avrupa’da başlayan değerli maden bunalımı Osmanlı Devletini de etkilemiştir. Bu arada altının gümüşün yerini aldığı, Amerika’nın keşfinden sonra Avrupa’ya gümüş akınının başladığı, yeni altın kaynaklarının bulunmasının ivedi sorun haline geldiği bilinmektedir. Habeşistan’ın bu açıdan zengin olması, Hindistan yolu üzerindeki önemine ek olarak, ayrıca değerini arttırıyordu. Bu durum, Osmanlıların Habeşistan’a seferler düzenleyerek, 1554-1560 yıllarında Portekiz ile süren uzun mücadelenin ardından bölgeyi ele geçirmeleri ile sonuçlanmıştır.

Özdemir Paşa komutasındaki Türk kuvvetlerinin Doğu Afrika’da yaptığı harekatın sonunda 1555’te Habeş Beylerbeyliği kurulmuştur. Eyalet merkezi olan Sevvakin’den nakledilen kuvvetler ile Habeşistan’ın önemli limanı Massava ve ona bağlı topraklar da Osmanlı Devleti tarafından ele geçirilmiştir. Özdemir Paşa’nın vefatından sonra Özdemiroğlu Osman Paşa 1561 yılında Habeş Eyaleti valisi olmuştur.14 Habeş Eyaleti, bugünkü Sudan’ın kıyılarını, Somali, Eritre ve Cibuti devletleri ile bugünkü Etyopya’ya ait bazı toprakları kapsamaktaydı. Keza, bugünkü Etyopya’nın kuzeyinde bulunan Harar bölgesi de Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştı. Böylece, Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Kuzey Sudan’ı ve Habeşistan topraklarını ele geçiren Osmanlı Devleti’nin egemenliği, yerel hükümdarlar tarafından tanınmıştır. Bu ülkeler, Osmanlı Devleti’ne vergi vermeyi kabul etmişlerdir. Ancak, Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Balkanlar’daki uygulamasında olduğu gibi Osmanlı valileri bu bölgede de, Hıristiyanlığı yok etmeye çaba harcamamışlardır. Bu bakımdan, Osmanlı egemenliğinin sınırlarının nereye kadar ulaştığı açık biçimde belirgin değildir. Bu bölgeye Habeş Eyaleti adını veren Türkler, Arapların kullandığı Habeşistan sözcüğünden yararlanmıştır. Avrupalılar da aynı sözcükten esinlenerek bölgeyi “Abyssinia” olarak tanımlamışlardır.15 Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, Habeşistan, bugünkü Etyopya Devleti ile tam olarak örtüşmemektedir.

1805’te Mısır’da yönetimi ele geçiren Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Nil sularının geldiği Sudan’a ilgi göstermiştir. Bu ilginin bir nedeni de altın ve esir ticareti olmuştur. Mısır şeklen de olsa Osmanlı Devleti’ne ait olduğundan, Sudan’a Mısır üzerinden düzenlenen seferler ile Sudan’da bir Osmanlı yönetimi kurulmuştur. Sudan tarihçileri bu döneme “El Türkiyya’’ adını vereceklerdir. Daha sonra 1875’de Mısır’a yerleşen İngiltere, Sudan’a ilgi göstererek bu ülkeyi ele geçirmeye çalışmış ve uzun mücadeleden sonra bunda başarılı olmuştur. Ancak, Sudan, 1821-1885 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olmuştur. Sudan konusuna ayrı bir bölümde değinilecektir. İtalyanlar da XIX. yüzyılın sonlarından itibaren Habeşistan’a ilgi duymuşlardır. Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, İtalyanlar Habeşistan’a saldırmalarına rağmen yenilecek ve bu ülkeyi ele geçiremeyeceklerdir. Bununla birlikte, Osmanlı Devleti XIX. yüzyılın sonlarında dahi, Habeş Eyaleti ve bölge üzerinde hak iddia ediyordu.

Osmanlı Devleti’nin Siyah

Afrika ile Dostluk İlişkileri ve Kanem-Bornu Devleti ile

Yaptığı İttifak

“Trablus Beğlerbeğisine hüküm ki

Halâ Karalar taifesinden Bornu hakimi südde-i saadetimize beş kişi ile ademisin gönderdüğü i’lam olundu buyurdum ki vusul buldukda müşarünileyh onun gibi atebe-i ‘ulyamıza beş kişi ile ademlerin gönderir ise Trablus askerinden Müşarünileyhin yirmi nefer yarar atlu karşu göndersünki sana vasıl olunca memerr ve ma’berlerde mezburlara kimesne zarar ve gezend eriştirmek ihtimali olmayup süddei saadetime gelmelü oldukların dahi yanlarınca yarar adem koşup defterlerin sancağı beği ‘İsa dame ‘ızzehunun dahi ademisile Kaid Ferhad gemisile emin ve salim atebe-i ulyama irsal ve isal eyliyesiz.

Fi 20 Zilhicce sene 981

(Mühimme Defterleri no. 24, 2. 130, hüküm 359)”16

Yukarıdaki belge, Trablusgarp beylerbeyine gönderilen, Kanem-Bornu Devleti’nin İstanbul’a göndereceği Elçi heyeti ile ilgili bir emirdir. 13 Nisan 1574 tarihli bu belgede, gelen elçilik heyetinin karşılanması için 20 kişinin yollanması ve İstanbul’a gelecekleri zaman da, Fizan Sancak Beyi İsa’nın adamları ile birlikte, Kaid Ferhad’ın gemisi ile heyetin gönderilmesi Trablusgarp beylerbeyinden istenmektedir. Kanem-Bornu Devleti Elçisi Elhac Yusuf’un İstanbul’da dört yıl kaldığı ve 1579’da ülkesine döndüğü belgelerden öğrenilmektedir.

Kanem-Borno Sultanlığı, özellikle 16. yüzyılda doruk noktasına ulaşmış olan büyük bir Müslüman Siyah Afrika Devleti’dir. Bu devlet, bugünkü Kuzey Nijerya, Çad, Nijer devletleri ile Kuzey Kamerun’u kapsamaktaydı. Osmanlı Devleti’nin Kanem-Bornu ile ilişkileri, bugün Siyah Afrika’nın anılarında canlılığını koruması ve bunun da Türkiye’ye yönelik sıcak duygulara sebep olması dolayısile, Batı ve Afrika kaynaklarında önemli yer almaktadır.

Elhac Yusuf’un Elçilik heyetinin İstanbul’a gelişi sırasında Osmanlı padişahı, Sultan III. Murat’tır. Ancak, Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’yı fethinden sonra, Osmanlılar Kanem-Bornu Devleti ile esasen komşu ol-

muşlardı. İki ülke arasındaki ilk dostluğu Trablusgarp Valisi Turgut Paşa (Amiral Turgut Reis) kurmuştur. Kanem-Borno sultanının 1555’de Turgut Paşa ile anlaşma yaptığı bazı kaynaklarda belirtilmekte ise de, bu anlaşma ile ilgili belgeye Osmanlı arşivlerinde rastlanmamıştır.17 1555’te Turgut Paşa ile Bornu Hükümdarı Mai Mohammed’in gönderdiği bir Elçi arasında Trablus’da bir ittifak anlaşması imzalandığı, bunun dostluk ve ticaret ittifakı olduğu da belirtilmektedir.18 O sıralarda, Osmanlı Devleti’nin Fizan sınırlarının Çad gölü havzasına kadar uzandığı ve Osmanlıların Kanem-Bornu ile sınırdaş olduğu kaydedilmektedir.

Bu dönemde, Kanem-Bornu Sultanı Mai İdris Aloma’dır. Onun zamanında, Kanem-Bornu Devleti güçlü bir İslam devleti niteliğini kazanmış ve gerek Fas gerek Osmanlı Devleti ile eşitlik esası üzerinden ilişkiler kurmuştur.19

İdris Aloma’nın ateşli silahlara sahip askeri birliklerinin mevcut bulunduğu, bunların Türkler tarafından eğitildiği, ancak ordusunun bir bütün olarak disiplinli ve uyumlu olduğunun söylenemeyeceği de bazı kaynaklar tarafından ileri sürülmektedir.20

Bazı kaynaklar da, Türklerin Kanem-Bornu’ya askeri alanda yaptığı teknik yardımın, İdris Aloma’nın civardaki kabilelere ait toprakları fethetmesine yardımcı olduğunu, hatta maiyetinde bazı Türk askerlerinin de bulunduğunu belirtmektedirler.21

Osmanlı İmparatorluğu ile Kanem-Bornu Devleti arasındaki ilişkiler, siyasal ve ekonomik çıkar ortaklığına dayanan stratejik nitelikli bir dostluk niteliği kazanmıştır. Osmanlı imparatorunun, aynı zamanda İslam’ın halifesi sıfatını taşımasına karşın, bu iki Müslüman devlet arasındaki dostluk, özü bakımından, din öğesini ön planda tutmamıştır.

Osmanlı Devleti’nin Kanem-Bornu ile ilişkilerine verdiği önem altın ticareti ile bağlantılıdır. Daha önce de belirtildiği üzere, o zaman ‘’Bled es Sudan’’ (Arapça siyahlar ülkesi) olarak tanımlanan toprak parçası Doğu Afrika’daki bugünkü Sudan’dan başlayarak Batı Afrika’ya kadar uzanmaktaydı. Bugünkü Kuzey Nijerya, Kuzey Kamerun, Mali, Çad ve Nijer devletleri de Sudan’ın bir parçası idi. Bu bakımdan sömürge döneminde Sudan, batıda Fransız Sudan’ı, doğuda İngiliz Sudan’ı olarak adlandırılacaktır. Bu bilgiler ışığında, Kanem-Bornu Devleti’nin de Büyük Sudan’ın içerisinde yer aldığı görülmektedir.

Altın ticareti 16. yüzyılda büyük önem kazanmıştır. Altının kaynağı bugünkü Sudan ile Batı Afrika’daki Altın Sahili (Ghana Cumhuriyeti) idi. Toz halindeki altın Büyük Sahra yolu ile Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’da Cezayir, Tunus ve Trablus’taki limanlarına nakledilmekteydi. Ekonomi ve ticaret için gerekli olan altını elverişli koşullarda sağlamak Osmanlı Devleti için önem taşımaktaydı. Zira, Osmanlılar altın para sistemini kullanıyordu. Portekizliler ise o sırada Batı Afrika’da belli başlı limanları ele geçirmiş ve altın yolunu Batı Afrika kıyılarına çekmeye çalışıyordu. Bu amaçla da Fas’tan yararlanma gayreti içindeydi.

Altın yolu üzerinde bulunan Kanem-Bornu Devleti ile iyi ilişkiler kurarak altın yolunun güvenliğini sağlamak ve Kanem-Bornu’yu Fas’a karşı güçlü kılmak Osmanlı Devleti’nin çıkarları gereği idi.22 Ayrıca, Amerika’nın keşfinden sonra, zengin gümüş yataklarının bulunması ve Avrupa’ya Amerika’dan bol miktarda gümüş nakledilmesi uluslararası ticaret sisteminde Avrupa’ya ek avantajlar sağlamıştı.

Kanem-Bornu Devleti de Kuzey Afrika’ya giden Altın yolunun güvenliğine karşılık, Mekke ve Medine ile Kanem-Bornu arasındaki hac ve ticaret yolunun güvenliğini sağlamasını Osmanlı Devleti’nden istemiştir. Çok sayıda hacının kutsal yerleri ziyaret etmesi ve bu yolun aynı zamanda önemli bir ticaret yolu olması sebebile, Kanem-Bornu bölgeye egemen olan Osmanlı Devleti’nin gerekli güvenliği sağlamasına önem vermiştir. Bu konudaki talepler, Osmanlı Padişahı ile Kanem-Bornu sultanı arasında Elçilik heyeti aracılığı ile yapılan yazışmalara konu teşkil etmiştir. Kanem-Bornu, ayrıca, Fizan’daki Kıran Kalesi’nin kendisine terk edilmesini Osmanlı Devleti’nden istemiştir.

Osmanlı Devleti, Kanem-Bornu’nun Fizan’daki Kıran Kalesi’ne ilişkin talebini reddetmiştir. Osmanlı Sultanı III. Murat, Kanem, Bornu Sultanı İdris Aloma’ya gönderdiği mektupta şunları ifade etmiştir:

“… Elçiniz, Kıran (Fizan) adlı kalemizin size verilmesini istediğinizi haber verdi. Malumunuzdur ki kaleleri ve bir adım toprağı başkalarına vermek babalarımızın ve dedelerimizin adeti değildir.” (Mühimme Defterleri, no. 30, sayfa 212, hüküm no. 494).23

Kanem Bornu Devleti ile eş zamanlı bir önemli Siyah Afrika Devleti de, Kanem-Bornu’nun batısındaki Songhay Devleti idi. Songhay Devleti’nin parlak döneminde başkenti Gao, Trablus ve Mısır ile yapılan altın ticaretinde önemli bir zenginlik merkezi olmuştu. Ancak, 1591’de Fas, Songhay Devletini fethetmiş ve bu altın ticareti sona ermiştir.24 Osmanlı Devleti’nin Kanem-Bornu Devleti ile ilişkileri, Türklerin dört yüz yılı aşkın bir süre önce, Siyah Afrika ile siyasal ve ekonomik ilişkiler kurmuş olduğunu göstermesi bakımından kuşkusuz ilginçtir. O dönemde İstanbul’dan gelen malların Sahranın güneyindeki Siyah Afrika pazarlarında satılmakta olduğu, bugün dahi, Afrikalılar tarafından anlatılmaktadır.


Osmanlı Devleti’nin

Bugünkü Nijer ve Çad’da

Kurduğu İlçeler

Osmanlı Devleti Fizan sınırının stratejik önemini dikkate alarak, Büyük Sahra üzerindeki egemenliğini yaymayı amaçlayan bir politika izlemiştir. Büyük Sahra’da yüzyıllardır göçebe olarak yaşayan iki büyük topluluk vardır: Tibular (Fransızlar Toubou olarak adlandırmışlardır) ve Osmanlı belgelerinde Tevarik olarak adlandırılan Touaregler. Sahra’nın yerli halkı olan bu topluluklar dağınık halde yaşamaktaydılar. Bu topluluklar huzur içinde oldukları sürece, Akdeniz kıyıları ile Bled es-Sudan bölgeleri arasında ticaret ve hac kervanları güvenlik içinde gidip gelmişlerdir. Bu toplulukların himayesine girmeyen kervanlar sıkıntılarla karşılaşmışlardır.25 Osmanlı Devleti için bölgenin Fizan Sancağı’na bağlanması ticari gelir getiren konumundan çok, Afrika’nın içlerindeki Müslümanların korunması açısından da gerekliydi. Fizan’ın güneyinde Kanem-Bornu dahil güçlü Siyah Afrika devletleri yıkılmıştı. Osmanlıların Sahradaki etkinlikleri Fransızların kuzeye doğru ilerlemelerine olanak vermiyordu. XIX. yüzyılda Osmanlılar Fizan’ın güney batısındaki yerel yöneticileri Osmanlı egemenliğini kabul etmeye ikna etmişler ve Çad’ın kuzeyinde Tbesti bölgesini bir ilçe haline dönüştürerek başına bir kaymakam atamışlardır (1884). Reşade (Çad) ilçesi de 1880’de kurulmuş bulunuyordu. XX. yüzyılın başında da (1911) Kavar (Nijer) ilçesi kurulmuştur.26

Osmanlı Devleti’nin bu etkisi Fransa’nın Büyük Sahra’nın derinliklerine nüfuz etmelerine engel olmuştur. Ancak, Fransa Büyük Sahra’yı ele geçirmek için çabalarını sürdürmekteydi. Nitekim, İngiltere ile Fransa 1890 ve 1899 yıllarında aralarında yaptıkları anlaşmalar ile Büyük Sahra’yı paylaşmışlardır. Bugünkü Sudan’ın kuzeybatısındaki Darfur’u İngiltere’nin nüfuzuna bırakan Fransa, Büyük Sudan’ın batısını kendi nüfuz alanına katmıştır. Osmanlı Devleti, bölgenin Trablus Vilayetinin hinterlandı olduğunu ileri sürerek bu paylaşmayı kabul etmemiştir. Sahra’nın paylaşılması ayrı bir konu olarak ele alınacaktır.

Cezayir, Tunus ve Trablusgarp Osmanlı Devleti’nde Garp Ocakları adı altında özerk bir yönetime sahipken, Fransa 1830’da Cezayir’i, 1881’de de Tunus’u ele geçirmiştir. Bu sebeple, Trablus Vilayeti doğrudan İstanbul’dan yönetilmeye başlanmış, Çad ve Nijer’deki ilçeler de bu Vilayet içinde yer aldıklarından, doğrudan İstanbul’a bağlanmışlardır.

Sudan’ın Osmanlı

Yönetimine Girmesi

Yukarıda da belirtildiği üzere, Sudan’ın Kızıldeniz’deki kıyıları daha önce Hint deniz seferleri sırasında Osmanlı topraklarına katılmış ve Sudan’ın bu bölgesi Habeş Eyaleti’ne bağlanmıştı. Bugünkü Sudan’ın Osmanlı Vilayeti olması Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mısır Valisi olmasından sonra gerçekleşmiştir. 1821’de Sudan’ın Osmanlı Vilayeti haline gelmesinden sonra Camilerde Osmanlı padişahı adına hutbe okunmaya başlanmıştır.

Mısır’ın Sudan’a ilgi göstermesinin sebebi Mısır’ın güneyindeki, Nubya ile Sudan’ın altın bakımından zengin olmasıydı. Bir diğer sebebin de köle ticareti olduğu belirtilmektedir. Sudan’dan getirilecek esirlerden sağlanacak gelirin hazineye önemli gelir sağlayacağı hesap edilmişti.27 Aslında, Firavunlar Dönemi’nde de Mısır Afrika’da Ekvator’a kadar uzanan bölgeye önem vermişti. Zira, coğrafya bakımından bu bölge Nil vadisinin bir uzantısı durumunda olup, doğal sınır bulunmadığından bir bütünlük göstermektedir. Afrika kabilelerinin yukarı Mısır’a sızmalarını önlemek Firavunların da hedefi olmuştur.

Mısır ordusunun Sudan’a kadar inmesi ile yol üzerinde Memlukların son direnme noktalarının da tasfiye edilebileceği düşünülmüştür. Ordunun seferine bilimsel araştırma misyonu görüntüsü verilmesine karşın, hedefler arasında Habeşistan’ın da bulunduğu belirtilmektedir. Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İsmail Paşa komutasındaki Mısır kuvvetleri Sudanlıları yenilgiye uğratarak, 27 Mayıs 1821 tarihinde Mavi Nil ile Beyaz Nil nehirlerinin birleştiği noktaya ulaşır. İki yıl sonra, buraya Mehmet Ali Paşa da gelecek ve Mavi Nil ile Beyaz Nil nehirlerinin birleştiği noktada kurulacak Sudan Vilayetinin başkentinin yerini gösterecektir. İki nehrin, birleştikleri yerde fil hortumuna benzer bir görünüm vermelerinden dolayı Hartum olarak adlandırılan bu yerleşme yeri daha sonra bugünkü Sudan’ın başkenti olacaktır. Altın bakımından zengin olduğu sanılan Mavi Nil’in tam bir düş kırıklığı yarattığı, esir ticaretinin de başarılı olmadığı bildirilmektedir. İsmail Paşa’dan sonra İbrahim Paşa’nın Darfur bölgesini ele geçirme girişimi, kendisinin hastalanması ve birliklerinin de çeşitli hastalıklardan dolayı bitkin düşmesinden sonra başarısız kalmıştır. Mehmet Ali Paşa’nın oğulları olan İbrahim Paşa’nın hastalığı ve İsmail Paşa’nın da bu arada vefatı Afrika’nın içlerine doğru ilerleme tasarısının sonu olmuştur.


Yüklə 8,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   193




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin