Sömürge yarışına geç başlayarak bu konuda İngiltere, Fransa ve Rusya gibi sömürgeci ülkelerin bir hayli gerisinde kalan Almanya’nın, barışçı yollarla (Penetration Pacifique) girdiği Osmanlı topraklarında Weltpolitik çerçevesindeki en önemli hamlesi olan Anadolu ve Bağdat demiryolları projesi, II. Abdülhamid’in 1909’da tahttan indirilmesiyle sekteye uğramışsa da, bu projeye en ciddi engeli koyan İngiltere ile 15 Haziran 1914’te anlaşma yapılamasıyla, söz konusu demiryolunun inşasındaki bütün engeller ortadan kalkmıştır. Fakat, Ağustos 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması bu projenin Almanya tarafından tamamlanmasına mani olmuştur.
B. Salisbury’nin Osmanlı
Topraklarını Paylaşma Teklifine Almanya’nın Cevabı
1895’te İngiltere’de Rosebery kabinesinin çekilmesiyle, Osmanlı Devleti’nin artık çok uzun ömrü kalmadığına inanan Lord Salisbury, yeni kabineyi oluşturarak başbakan olmuştur. Lord Salisbury, aynı yıl Osmanlı Devleti’nde yine Ermeni meselesi ile ilgili problemler çıkınca, “Osmanlı Devleti’nin Ermeni meselesini halletse bile daha fazla ayakta kalamayacağı” doğrultusundaki düşüncelerini Almanya’nın Londra Büyükelçisi Hatzfeld’e söyleyerek, belli bir plan çerçevesinde olmasa da, Osmanlı Devleti’nin bölüşülmesini teklif etmiştir.38 Hatzfeld’in, Osmanlı Devleti’nin yıkılması durumunda adaletli bir paylaşımın mümkün olup olmadığını sorması üzerine Lord Salisbury, Kırım Savaşı öncesinde Çar Nikolai’ın İngiltere’ye teklif ettiği paylaşımın o dönemde daha kolay olabileceğini, şimdi ise bunun daha zor olduğunu ve teklifi o dönemde kabul etmemenin kendileri için bir hata olduğunu söylemiştir.39
Hatzfeld’in durumu Berlin’e bildirmesi üzerine kendisine şu talimat gönderilmiştir:
“Ne Almanya ne de şahsen siz Akdeniz’de toprak bölüşümü teklifi yapmamalısınız. Biz oradan herhangi bir şey istemiyoruz, öyleyse o bölgeden menfaat umanlar -İngiltere, İtalya ve Avusturya- kendi aralarında anlaşmalılar. Biz en fazla, bu üçünün anlaşmaları durumunda Alman çıkarlarının zarar görmemesi için fikir belirtebiliriz. Bu durumun gerçekleşmesinden önce bize sorulan soruları cevaplamayı reddediyoruz.”40
Bunun üzerine Hatzfeld, 7 Ağustos 1895’de Kraliçe ve Lord Salisbury’nin de hazır bulunduğu bir yemekte konunun tekrar açılmasıyla, Osmanlı Devleti’nin paylaşılması meselesinin Avrupa barışına olumsuz etki yapacağını, bunun yanında zaten Osmanlı Devleti’ndeki durumun yeterince kötü olduğundan, bu meselenin ertelenmesi gerektiğini söylemiştir.41
Bu dönemde Alman Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Holstein, İngiltere’nin bu teklifinde çok egoist olduğunu, çünkü Mısır’da zor günler yaşayan İngiltere’nin bu bölüşüm teklifiyle Anadolu ve Balkanlar’da büyük güçleri birbirine düşürerek, kendisinin Mısır’a kolayca yerleşmek amacında olduğunu ileri sürmüştür.42 Ayrıca, İngiltere’nin yıllardır temel politikalarından biri olan Rusların İstanbul’a yerleşmesini engellemekten vazgeçerek burayı Ruslara teklif etmesi de, Rusların dikkatini Uzak Doğu’dan Yakın Doğu’ya çekerek, Uzak Doğu’daki Rus ilerlemesini durdurmak suretiyle buradaki İngiliz pozisyonunu güçlendirmek olarak yorumlanmıştır.43 Zaten Fransa ve Rusya ile ilişkileri çok kötü olan İngiltere, Almanya’dan beklediği desteği bulamayınca, Osmanlı Devleti’nin bölüşülmesi planlarını ertelemek zorunda kalmıştır. Fakat, Osmanlı Devleti’ndeki asayiş ve sükûnetin tekrar sağlanamamasının tek sorumlusu olarak II. Abdülhamid’i gören Lord Salisbury, bundan sonra II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin tek çözüm yolu olduğunu dile getirmiştir.44
C. Girit Meselesi (1897)
II. Wilhelm’in dünya siyasetinde Almanya’nın ağırlığını hissettirmek için müdahalede bulunduğu olaylardan biri de Girit meselesidir. 1897 yılında Girit meselesinden dolayı Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında problem çıktığında, Almanya Yunan aleyhtarı bir tavır takınmıştır. Çünkü Alman Dışişleri, her ne kadar bölgede Almanya’yı doğrudan ilgilendiren bir mesele olmadı-
ğı kanaatinde olsa da, bu problemde Yunanistan taraftarı olmanın Rus çıkarlarına hizmet edeceği gerekçesiyle Yunanistan’ın Girit siyasetine prim vermemiştir.45 Hatta, bu problem sırasında, kız kardeşi Yunan veliahdı Konstantin ile evli olan II. Wilhelm de, bu akrabalık ilişkisinin Yunanlılar tarafından bir yumuşama vesilesi olarak kullanılmaması için azamî dikkat göstermiştir.46
II. Wilhelm, bu meselede kıta devletlerinin birlikte hareket etmesini sağlamak için çaba sarf etmiş, böylece hem büyük devletler arasında savaş çıkmamasını sağlamaya, hem de Osmanlı Devleti’nin bölüşülmesini engellemeye çalışmıştır.47 Şansölye Bülow, Reichstag’da yaptığı bir konuşmada, Girit meselesindeki tek amaçlarının bu problemin genel bir savaşa sebebiyet vermesini engellemek ve adada huzurun sağlanması olduğunu söylemiştir. Adadaki huzurun da ancak Müslümanların can ve mallarının teminat altına alınmasıyla gerçekleşebileceğini, bunu söylemekteki amacının da Müslümanları korumaktan ziyade barışı sağlamak olduğunu belirtmiştir. Çünkü, her iki taraf uğruna da Alman askerlerinin hayatını tehlikeye atmak taraftarı olmadığını vurgulamıştır. Fakat buna rağmen, Osmanlı Devleti’ne karşı yapılacak hiçbir baskı hareketine de katılmayacaklarını ifade etmiştir.48
İngiltere ise, Osmanlı Devleti’nin azınlıklarla ilgili politikası nedeniyle49 Osmanlı Devleti lehinde bir müdahalede bulunma taraftarı değildi. II. Wilhelm’in Osmanlı Devleti ve Yunanistan arasında savaş çıkmasını engellemek için Yunan limanlarını bloke etme fikri İngiltere’nin tereddütleri dolayısıyla neticesiz kalmıştır.50 İngiltere ve Almanya arasındaki bu görüş ayrılığı, II. Wilhelm ile anneannesi İngiliz Kraliçesi Victoria arasında gerginliğe neden olmuştur. Hatta Victoria, Wilhelm’in, kız kardeşinin prensesi olduğu bir ülke hakkında bu kadar aleyhte olmasının kendisini hayrete düşürdüğünü belirtmiş51 ve Berlin büyükelçiliği aracılığıyla Wilhelm’in bu tavrını resmen protesto etmiştir.52
Girit isyanı sırasında adaya asker çıkaran Yunanistan, büyük devletlerin baskısıyla askerlerini geri çekmek zorunda kalınca Yunan kamuoyu bundan çok rahatsız olmuştu. Yunanistan bu rahatsızlığı gidermek ve kamuoyunu da tatmin etmek amacıyla Osmanlı Devleti ile bir savaş planlamaya başlamıştır. Nitekim Nisan 1897’de Yunan ordusu Osmanlı sınırlarını ihlâl edince,53 Osmanlı-Yunan Savaşı başlamış oldu. Osmanlı ordusu Dömeke Meydan Savaşı’nda Yunan ordusunu yenince Atina yolu açılmış oldu, fakat büyük devletler Osmanlı ordusunu daha fazla ilerlememeleri konusunda uyarınca, Mayıs ayında ateşkes, Aralık ayında da anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmayla Osmanlı Devleti savaş tazminatı ve bir miktar da toprak kazanmıştır.54
Yunanistan’ın yenilgisiyle, Girit Rumları adada tekrar çatışma çıkarmıştır. Rumlar sadece Müslümanlara değil, İngiliz askerlerine de saldırınca başta İngiltere olmak üzere Fransa, Rusya ve İtalya adaya müdahale ederek kontrolü sağlamışlardır. Bundan sonra adaya bir Yunan prensi vali olarak tayin edilmiş ve böylece Osmanlı Devleti’nin adadaki fiilî hâkimiyeti sona ermiştir.55 Bu meselede özellikle İngiltere’nin belirleyici rol oynayarak durumu kendi lehinde ve kontrolünde halletmesi, Almanya’yı çok rahatsız etmiştir. II. Wilhelm, Almanya’nın büyük bir donanmaya ihtiyacı olduğunun bu olayla bir daha kendini belli ettiğini şöyle ifade etmiştir:
“Almanya’nın Avrupa güçleri arasında kendisini hissettirebilmesi için güçlü bir donanmaya olan ihtiyacı kendini bir daha göstermiştir. Girit’te, birkaç geminin yerine zırhlılardan oluşan bir birliğimiz olsaydı, Almanya Şubat’ta derhal tek başına kendi gücüyle Atina’yı bloke edebilirdi ve diğer güçler ister istemez bize katılırdı. Bu durumda hiç bir şey yapılamadı ve bütün planları geçersiz kılan, bütün güçleri mefluç eden, dolayısıyla itibar kazanan İngiltere oldu! Niye? Çünkü en güçlü donanmaya sahip olduğundan! Bu konuda bizim 1.000.000 askerimizin ise bir faydası olmadı!”56
Meşrutiyet’in tekrar ilânından sonra, Bosna-Hersek ve Bulgaristan örneğini takip eden Girit meclisi, 5 Ekim 1908’de Yunanistan’a bağlandıklarını ilân etmiş, fakat gerek Osmanlı Devleti’nin baskısı, gerekse büyük devletlerin böyle bir kararın getireceği riskleri göze alamamaları neticesinde bu mesele 1912 yılına kadar sürüncemede kalmıştır.57
D. II. Wılhelm’in İkinci Doğu
Seyahati (1898)
XIX. yüzyılın son yıllarında Almanya ile Osmanlı Devleti arasında yaşanan siyasî yakınlaşma ve yoğunlaşan ticarî ilişkiler, II. Wilhelm’in 1898 yılında, Kudüs’te inşa edilen Alman Protestan Kilisesi’nin58 açılışına katılmak bahanesiyle Doğu’ya yaptığı ziyaretle olumlu yönde ivme kazanmıştır.59 Kasım 1897’de, II. Wilhelm’in 1898’de Kudüs’te inşaatı tamamlanacak olan Alman Protestan Kilisesi’nin açılış merasimine katılmak istediğini bildirmesi üzerine II. Abdülhamid, imparatorun bu ziyaretinden çok memnun kalacağını ifade etmiştir.60
1898’de önce İstanbul’a uğrayan II. Wilhelm ve eşi, beraberindeki heyet ile birlikte burada II. Abdülhamid ile Osmanlı-Alman siyasî ve ticarî ilişkileri hakkında görüşmüşlerdir. Daha sonra Kudüs’e ve oradan da Şam’a geçen Alman İmparatoru,61 buradaki temaslarıyla hem bölgede yaşayan Hıristiyanların, hem de Şam’da yaptığı meşhur konuşma ile bütün İslâm dünyasının gönlünü
kazanmasını bilmiştir. Fakat bu konuşma sırasında II. Wilhelm’in kendisini sadece Osmanlı Devleti sınırları dahilindeki değil, bütün Müslümanların dostu ilân etmesi, özellikle İngiltere’yi çok rahatsız etmiştir.62
Bu ziyaret sırasında kendisine gösterilen ilgiden çok memnun kalan II. Wilhelm, Şam’dan Rus Çarı I. Nikolai’a yazdığı bir mektupta, şimdiye kadar hiçbir “gavur” hükümdarın karşılanmadığı bir şekilde coşku ve heyecanla karşılandığını ifade etmiştir. Bunun sebebinin, Sultan’ın ve Halife’nin bir dostu olması ve kendisine de tavsiye etmiş olduğu gibi, Türklere karşı açık ve samimî bir siyaset izlemesi olduğunu söylemiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nde İngilizlere karşı nefretin günden güne arttığını, aynı zamanda Fransızların da eskiden gördükleri itibarı kaybettiklerini belirtmiştir.63 Weltpolitik’in Doğu ayağında daha etkin bir pozisyon kazanmak için II. Wilhelm’in Osmanlı Devleti’ne yaptığı bu ziyaretle Almanya, Osmanlı Devleti’ndeki ticarî ve bir bakıma siyasî nüfuzunu artırmış, fakat ilerleyen yıllarda buna paralel olarak diğer büyük devletlerle, özellikle de İngiltere ile ilişkilerini zora sokmuştur.
Başlangıçta dinî amaçlı görünen bu ziyaret, tabiatıyla siyasî ve iktisadî ilişkilerin de güçlenerek artmasına sebep olmuştur. Öyle ki Dışişleri Bakanı Bülow, Almanya’nın Kahire Başkonsolosu Müller’e çektiği telgrafta, II. Wilhelm’in Doğu’yu ziyaretinin çok olumlu geçtiğini, Osmanlı Padişahı ve İmparator arasındaki şahsî dostluğun daha da arttığını, İmparatorun Şam’da yaptığı ve 300 milyon Müslümanın dostu olduğunu ilân ettiği konuşmasıyla İslam dünyasının takdirini kazandığını,64 Kudüs’te bir Protestan kilisesi açarak Kral IV. Friedrich Wilhelm’in en büyük arzusunu yerine getirdiğini, buradaki Katolik Almanlara da kucak açmak suretiyle bölgedeki Katolikler üzerindeki Fransız himayesini kırdığını bildirmiştir. Ayrıca bu ziyaretin Almanya’nın sadece manevî çıkarlarına değil, aynı zamanda maddî çıkarlarına da hizmet ettiğini vurgulayarak, Alman sanayi ve ticaretine yeni ufuklar açıldığını belirtmiştir.65
II. Wilhelm, Doğu seyahatinden döndükten sonra Reichstag’ın açılışı münasebetiyle yaptığı konuşmada, gerek İstanbul ve gerekse Suriye ve Filistin’de Almanların yaptığı çalışmalardan ve bu çalışmaların kendileri için sağladığı itibardan çok memnun kaldığını söylemiştir. Ayrıca selefi hükümdarların Filistin’de inşa ettirmeyi düşündükleri kilisenin açılışının bizzat kendisi tarafından yapılmasının da kendisi için, sahip olduğu iktidarı gelecekte de Hıristiyanlığın itibarını artırma ve muhafaza etme yönünde kullanmak için bir teşvik vesilesi olduğunu belirtmiştir. Ayrıca bu seyahati sırasında her yerde gerek kendisine, gerekse eşine iki devletin dostluğuna yaraşır bir şekilde gösterilen hüsnü kabulün, Alman çıkarları için faydalı neticeler doğuracağını ümit ettiğini ifade etmiştir.66 Osmanlı Devleti’nin Berlin sefareti maslahatgüzarı da, İmparator ve İmparatoriçe’nin Omanlı Devleti’nde çok iyi ağırlanmasının Alman basın ve kamuoyunda fevkalade olumlu bir hava meydana getirdiğini, özellikle Post, Vossische Zeitung, Kölnische Zeitung, Berliner Tageblatt gibi gazetelerin gayet dostane bir lisan kullandığını ve Abdülhamid’in kendi ülkesine yaptığı hizmetleri sitayişle anlattıklarını bildirmiştir.67
Sonuç
Siyasî birliğini diğer büyük devletlere göre daha geç sağlayan ve bunun neticesi olarak sömürgecilik yarışında gerilere düşen Almanya, “güneşte bir yer kapmak” amacıyla II. Wilhelm önderliğinde, Weltpolitik idealleri doğrultusunda, dünya politikasında kendisini hissettirecek adımlar atmanın yanında, doğunun zengin ve bereketli topraklarına yönelmiştir.
II. Wilhelm, dünya politikasında kendisini hissettirebilmek amacıyla, her şeyden önce en azından İngiliz donanmasına yakın bir donanma inşa etmeye karar vererek, bunu hayata geçirmek için harekete geçmiştir. Siyasî alanda ise, Boer Savaşı, Birinci ve İkinci Fas Bunalımlarında olduğu gibi, Almanya’nın etkisini kıta Avrupası sınırlarının dışına taşıma teşebbüsünde bulunmuş, fakat eylemlerini destekleyecek çapta bir donanmaya sahip olmayışı nedeniyle bu teşebbüslerinde geri adım atmak zorunda kalmıştır.
Bu dönemde bir müttefik arayışında olan II. Abdülhamid ile Osmanlı topraklarına barışçıl yollarla yerleşmek isteyen II. Wilhelm’in dış politikaları uyuşunca, bu iki ülke arasında hızla gelişen bir yakınlaşma olmuştur. Almanlar, bu yakınlaşmadan faydalanarak II. Abdülhamid’in teşvik ve talepleriyle, İstanbul’dan Basra Körfezi’ne uzanacak Anadolu ve Bağdat demiryolları imtiyazını elde etmişlerdir. Bu demiryolları, dolaylı olarak Weltpolitik’in Doğu ayağını güçlendirmek amacına hizmet etmişse de, aynı zamanda Almanya’nın diğer büyük güçlerle ilişkilerinin de gerginleşmesine de neden olmuştur.
II. Wilhelm ayrıca, Almanya’yı dünya gündemine taşıyacak, Osmanlı Devleti’nin paylaşılması meselesi, Girit meselesi gibi olaylara da kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etmiştir. II. Wilhelm, kendisini Müslümanların hâmîsi ilân etmesi sebebiyle dünya kamuoyunun gündemini bir süre meşgul eden 1898’deki Doğu seyahati gibi gövde gösterilerine de girişmiştir. II. Abdülhamid ise, Almanya’nın Avrupa siyasetinde Osmanlı Devleti lehinde bir denge unsuru olması sebebiyle, bu ülkenin Osmanlı topraklarındaki yatırımlarını teşvik etmiş, hatta Osmanlı topraklarında çeşitli yatırımlar yapmış olan diğer güçler arasında Almanya’yı tercih ettiğini her vesilede açıkça belli etmiştir.
DİPNOTLAR
1 Nitekim, İngiltere’de Berlin Anlaşması’ndan sonraki ilk seçimlerde (1880) Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunan Disraeli hükümetinin Osmanlı aleyhtarı Gladstone karşısında seçimi kaybetmesi, İngiltere’nin Osmanlı politikasındaki değişiminin önemli göstergelerinden biri olmuştur. Kenneth Bourne, The Foreign Policy of Victorian England, 1830-1902, Oxford: Clarendon Press, 1970, s. 137.
2 Yuluğ Tekin Kurat, Osmanlı İmparatorluğu’nun Paylaşılması, Ankara: Turhan Kitabevi, 1986, s. 14.
3 II. Wilhelm dönemi diplomasisine Weltpolitik, yani dünya politikası dönemi denir. II. Wilhelm, o dönemde büyük bir gelişme içinde olan Alman endüstrisine yeni kaynaklar ve pazarlar sağlamak amacıyla ve hiç şüphesiz Alman endüstri çevrelerinin ve onlara bağlı baskı gruplarının da etkisiyle, giderek her devletten çok İngiltere’yi korkutan bir sömürgecilik politikasına girişmiştir. Lowe’a göre ise Weltpolitik, hükümet ve idareci sınıfın iç meselelerde yaşanan huzursuzluğu dışarıda elde edilecek diplomatik başarılarla izale etmek için izlediği bilinçli bir politikaydı. Bkz. John Lowe, The Great Powers, Imperialism and the German Problem, 1865-1925, London: Routledge, 1994, s. 142-143.
4 III. Friedrich, iyi niyetli, vakur ve Bismarck aleyhtarı biriydi ki, Bismarck da kendisinden hoşlanmazdı. Siyasî görüşü, İngiliz Kraliçesi Victoria’nın kızı olan karısının etkisinden, liberal ve İngiliz yanlısı idi. Golo Mann, Deutsche Geschichte des 19. und 20. Jahrhunderts, Frankfurt am Main: S. Fischer Verlag, 1958, s. 475.
5 Erich Brandenburg, From Bismarck to the World War, çev. Annie Elizabeth Adams, London: Oxford University Press, 1933, s. 2-3.
6 A. Halûk Ülman, Birinci Dünya Savaşı’na Giden Yol, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1972, s. 105.
7 Henüz Almanya’nın siyasî birliği sağlanmamışken Bismarck, Fransa’ya karşı yapacağı bir savaşta Rusya tarafından arkadan vurulmamak için Rusya ile anlaşmanın kesinlikle gerekli olduğuna inanmış ve bu amaçla Rusya ile bir güvenlik anlaşması yapmıştır. Andreas Hillgruber, “Deutsche Russland-Politik 1871-1918: Grundlagen-Grundmuster-Grundprobleme”, Saeculum, c. XXVII, s. 96. Ayrıca Hillgruber’e göre, Rusya ile anlaşarak Prusya’nın doğu sınırlarını güvence altına almadan ne Fransa’ya karşı zafer, ne de Alman İmparatorluğu’nun kurulması mümkün olabilirdi. Bkz. Hillgruber, a.g.m., s. 94.
8 Fahir Armaoğlu, Siyasî Tarih, 1789-1960, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1973, s. 214.
9 Halbuki, yukarıda da belirtildiği gibi, II. Wilhelm Avrupa’da sadece Avusturya ile bir ittifak yapılmasına taraftardı ve bu bağlamda Avsuturya’nın gücendirilmesine veya geri planda kalmasına kesinlikle razı değildi.
10 Brandenburg, a.g.e., s. 26-27.
11 Lowe, a.g.e., s. 141-142.
12 Werner Conze, Die Zeit Wilhelms II. und die Weimarer Republik, 1890-1933, Tübingen: Rainer Wunderlich Verlag, 1964, s. 35.
13 Thomas A. Kohut, Wilhelm II and the Germans, New York: Oxford University Press, 1991, s. 210.
14 Alman İmparatorluk Meclisi.
15 Robert K. Massie, Dretnot. İngiltere, Almanya ve Yaklaşan Savaşın Ayak Sesleri, çev. Mehmet Harmancı, İstanbul: Sabah Kitapları, 1995, s. 155. İngiltere’ye ve İngilizlere büyük sempatisi ve hayranlığı olduğu halde, II. Wilhelm de İngiltere’ye karşı şüphe ve tereddüt içindeydi. Wilhelm, bu şüphe ve tereddütü farklı zamanlarda, farklı olaylar çerçevesinde şöyle yaşamıştır: 1896’da İngiltere’nin Almanya’ya saldıracağı veya en azından kolonilerini elinden alacağı vehmine kapılmıştır. 1903’te, İngiliz dış politikasının amacının Üçlü İttifak’ın (Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya) dağılmasını sağlayarak Almanya’yı yalnızlığa itmek ve bundan sonra da Almanya’yı tamamiyle ortadan kaldırmak olduğuna inanmıştır (26 Aralık 1903 tarihli The Standard gazetesinin kenarına böyle not düşmüştür). Politisches Archiv, Bonn, England 78, c. 20’den nakleden Kohut, a.g.e., s. 199. 1906 ve 1908 yıllarında ise, İngiliz Kralı ve dayısı olan VII. Edward’ın kendi aleyhinde Avrupa’da kulis yaptığını iddia etmiştir. Kohut, a.g.e., s. 199.
16 Massie, a.g.e., s. 160.
17 A.g.e., s. 161.
18 A. J. P. Taylor, The Struggle for Mastery in Europe, 1848-1918, Oxford: Oxford University Press, 1954, s. 363 - 364; Lowe, a.g.e., s. 161.
19 Bu telgrafın İngiltere’de tepki görmesinin sebebi, 1884 anlaşmasıyla Boerlerin dışişlerinde İngiliz hâkimiyetini kabul etmelerinden kaynaklanmaktaydı. Bkz. Taylor, a.g.e., s. 364.
20 Alman donanmasının gelişimini etkileyen önemli hadiselerden biri de bu olaydır. Almanya’nın bu hadisedeki politikasını destekleyecek güçlü bir donanmasının olmaması, II. Wilhelm’i derinden yaralamıştır. Bu olaydan sonra Almanya’nın dünya gücü olmasının ancak İngiliz donanmasına meydan okuyabilecek bir Alman donanmasının inşasıyla mümkün olabileceğine inanan Tirpitz, II. Wilhelm’in donanma ile ilgili meselelerdeki baş danışmanı olmuştur. Kohut, a.g.e., s. 178.
21 Taylor, a.g.e., 365-366.
22 Armaoğlu, a.g.e., s. 237-240.
23 A.g.e., s. 246-248.
24 İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, İstanbul: İletişim Yayınları, 1998, s. 19.
25 J. A. R. Marriot, The Eastern Question, Oxford: Clarendon Press, 1969, s. 393; Alex Carmel, Die Siedlungen der Württembergischen Templer in Palästina, 1868-1918, Stuttgart: W. Kohlhammer Verlag, 1973, s. 148.
26 Ortaylı, a.g.e., s. 52.
27 P. Philip Graves, İngilizler ve Türkler, çev. Mehmet Harmancı, Ankara: 21. Yüzyıl Yayınları, 1999, s. 40. II. Abdülhamid hatıratında, Almanlar ve Fransızlarla olan münasebetleri hakkındaki bir değerlendirmesinde II. Wilhelm hakkında şunları söylemiştir: “(…) Sempatimi Almanlara tevcih etmem için sadece Kayzer’in şahsı kâfidir. O, gayri ihtiyarî sevilen, itimat telkin eden, hakikaten hayran olunacak bir insandır. Memleketinin seviyesini de ne kadar yükseltmiştir! Zaten Almanlar, Fransızlara nazaran daha sevimlidirler ve tabiatları itibariyle Osmanlılara daha yakındırlar. Onlar da Osmanlılar gibi yavaş ve geç harekete geçen, fakat sadık ve namuslu insanlardır; çalışkan ve sebatkârdırlar. (…)” Sultan Abdülhamit, Siyasî Hatıratım, haz. Ali Vehbi, 4. baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1984, s. 137.
28 Marriot, a.g.e., s. 404.
29 Karl Helfferich, Georg von Siemens, Krefeld: Richard Scharpe, 1956, s. 152-153.
30 Edward Mead Earle, Turkey, the Great Powers, and the Bagdad Railway, New York: The Macmillan Comp., 1923, s. 31; J. B. Wolf, The Diplomatic History of the Bagdad Railroad, New York: Octagon Books, 1973, s. 14.
31 Politisches Archiv des Auswärtigen Amtes, Bonn (PA-AA) R13455, Die Anatolischen Eisenbahn-Gesellschaft; ayrıca bkz. Helfferich, a.g.e., s. 155.
32 Helfferich, a.g.e., s. 155.
33 Charles Issawi, The Economic History of Turkey, 1800-1914, Chicago: The University of Chicago Press, 1980, s. 188.
34 II. Abdülhamid 1899’da Bağdat demiryolu inşaatı hakkında şunları söylemiştir: “(…) Bağdat demiryolu inşaatını ciddi olarak düşünmenin zamanı gelmiştir. Plânlarımızın tatbikine mani olmak için ellerinden geleni yapan İngilizlere rağmen en kısa zamanda işe girişilmelidir. Bağdat demiryolu sayesinde eskiden mevcut olan Avrupa-Hindistan ticaret yolu, tekrardan işe yarar hale gelecektir. Eğer bu yol Suriye ile Beyrut, İskenderiye ve Hayfa ile de irtibat kurmak üzere birleştirilirse, yeni bir ticaret yolu ortaya çıkmış olacaktır. Bu yol İmparatorluğumuz için sadece iktisadî bakımdan büyük fayda temin etmekle kalmayacak, aynı zamanda, oralardaki kuvvetimizi sağlamlaştırmağa da yarayacağından askerî bakımdan da çok ehemmiyetli olacaktır. Daha sonra ikiz Dicle ve Fırat nehirlerinden istifade etmek suretiyle, akıllıca bir sulama tertibatı kurabilirsek, şimdi çok kurak olan bu yerleri, bundan binlerce sene evvel olduğu gibi cennet haline getirebiliriz. Bağdat demiryolunu, Mekke demiryoluna bağlamaya muvaffak olabilirsek, kanaatimce çok ehemmiyetli bir iş başarmış oluruz. Allah izin verirse, bu büyük eseri, Alman parası ve Alman mühendislerinin yardımıyle tatbik mevkiine koyabiliriz. Ancak mühim olan Alman diplomasisinin, İngiliz siyasetinin tesirinde kalmamasıdır.” Sultan Abdülhamit, a.g.e., s. 94.
35 Werner Frauendienst, “Der Neue Kurs bis 1890 bis 1897/99”, Handbuch der Deutschen Geschichte, IV/I, ed. L. Just, Frankfurt am Main: Akademische Verlagsgesellschaft Athenaion, 1973, s. 136; Issawi, a.g.e., s. 131.
36 Oswald Hauser, Deutschland und der Englisch-Russische Gegensatz, 1900-1914, Göttingen: Musterschmidt Verlag, 1958, s. 42.
37 British Documents on Foreign Affairs: Reports and Papers from the Foreign Office Confidential Print (BDFA), c. XVIII, ed. Kenneth Bourne-D. C. Watt, University Publications of America, Inc., 1985, Doc. 25, 13 Kasım 1907, s. 19.
38 Die Grosse Politik der Europäischen Kabinette 1871-1914: Sammlung der Diplomatischen Akten des Auswärtigen Amtes (GP), c. X, ed. J. Lepsius-A. M. Bartholdy-F. Thimme, Berlin: Deutsche Verlagsgesellschaft für Politik und Geschichte G. m. b. H, 1924, No. 2372, 31 Temmuz 1895. İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin bölüşülmesi taraftarı olduğu hakkında ayrıca bkz. Public Record Office, Foreign Office (PRO-FO) 6233/49, Monson’dan Salisbury’ye, 11 Ocak 1896.
39 GP, c. X, No. 2372, 31 Temmuz 1895.
40 GP, c. X, No. 2379, 5 Ağustos 1895.
41 GP, c. X, No. 2385, 7 Ağustos 1895.
42 Erich Eyck, Das Persönliche Regiment Wilhelm II, Politische Geschichte des Deutschen Kaiserreiches von 1890 bis 1914, Zürich: Eugen Rentsch Verlag, 1948, s. 121.
43 Friedrich Stieve, Deutschland und Europa, 1890-1914, Berlin: Verlag für Kulturpolitik, 1927, s. 30-31.
Dostları ilə paylaş: |