194 İslahiye ve Hassa’nın kuruluş ve gelişimi hakkında bak. Hilmi Karaboran, Maraş-Antakya Çöküntü Hendeğinde İki Yeni Yerleşme Merkezi, İslahiye ve Hassa’nın Kuruluş ve Gelişmesi, Basılmamış Doçentlik Tezi, Elazığ-1982.
195 Yalman, a.g.e. mesela Kozan Dağı ve Kozanoğulları bahsi C. II, s 153-206.
196 Tecirli aşiretinin yaylaya duyduğu özlemi dile getiren şiirler vardır. Yalman, a.g.e., C. II, s 351-354.
197 Saim Sakaoğlu, Dadaloğlu, Ankara-1986, s 111.
198 Reyhanlı aşireti ağası Mürseloğlu Mustafa Bey olmalıdır.
199 Bu şiir ve hikayesi Âşık Nuri Şahinoğlu tarafından derlenmiş olup kendisinden alınmıştır.
Avrupa’da Bir Türk İslam Diyarı
Dobruca’nın Demografik, Sosyal ve
İdari Yapısı
Prof. Dr. Zekerİya KurŞun
Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Dobruca’da Osmanlı Hakimiyeti
Bugün Romanya sınırları içinde yer alan Dobruca’nın batısında ve kuzeyinde Tuna ile bunun kollarından Lom ve Pravdi, doğusunda Karadeniz, güneyinde Deliorman yer almaktadır.
Dobruca’nın siyasî tarihini stratejik mevkii tayin etmiştir. Rusya ve Ukrayna steplerinden İstanbul’a ve Ege’ye giden en kısa yolun buradan geçmesi bölgeyi en eski tarihlerinden beri çeşitli kavimlerin geçit yeri haline getirmiştir. Dolayısıyla bu kavimlerin her biri Dobruca’da izler bırakmıştır. Fethinden itibaren Osmanlı Devleti de özellikle Lehistan ve Rusya’ya yönelik seferlerinde, Kırım Hanlığı ile bağlantılarında hep Dobruca’yı kullanmıştır.
Daha VI. ve VII. yüzyıllardan itibaren Türklerin yerleşmeye başladıkları ve hatta devlet kurdukları Dobruca’nın hangi tarihte Osmanlı hakimiyetine girdiği kesin bilinmemektedir. Ancak eldeki bilgilere göre; bölgenin en önemli şehri olan Silistre, Tırnova Çarı Şişman (Susmanos) tarafından I. Murad’a verilmiştir. Dobruca hakimi İvanko da bu tarihlerde karşı koymaksızın, hatta bir rivayete göre gönüllü olarak Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Ancak, bölgedeki iç çekişmeler ve Osmanlı Devleti’nin Ankara Savaşı yenilgisinden sonra geçirdiği Fetret Devri, Osmanlı hakimiyetini zaman zaman sarsmıştır. Sultan I. Mehmed (Çelebi), kendisine karşı Musa Çelebi’yi destekleyen Eflâk Beyi Mircea’yı mağlup ederek Dobruca kaleleriyle birlikte Eflâk’ı da zaptetmiştir (1416-19). Böylece, bu tarihten itibaren Dobruca 460 yıl kadar Türk hakimiyetinde kalmıştır.
Osmanlılar zamanında askerî, idarî bir üs ve geçit olarak kullanılan Dobruca’nın halkı eşkinci, müsellem, cambaz, tatar gibi sınıflara ayrılıyor ve bu gruplar askerî amaçlarla istihdam ediliyorlardı. Özellikle Tatarlar, Osmanlı ordusunda önemli yardımcı görevleri yerine getirmekteydiler.
Uzun süre Silistre’den idare edilmiş olan Dobruca bölgesinin askerî ağırlığı, zamanla Babadağı’na kaydırılmıştır. Kuzey kesimler, 200 yıl boyunca serhad bölgesi olarak ün kazanmıştır. Bu yüzden de cihad ve gaza anlayışı burada yaşayan halkın ruhuna yerleşmiştir.
Osmanlıların iskân politikası sonucu, Dobruca halkının çoğu Müslüman Türklerden oluşmaktaydı. XV ve XVI. yüzyıllara ait tahrir defterindeki kayıtlar, yer adlarının çoğunun Türkçe olduğunu ve yoğun Türk yerleşmesinin meydana geldiğini göstermektedir. Bunun yanı sıra, Kuzey Dobruca’da Maçin, Karaharmanlık ve Esterbend gibi, halkının çoğu Hıristiyan olan şehirler de bulunmaktaydı.
Dobruca, fetihden sonra İstanbul’un tahıl, özellikle buğday ihtiyacının önemli bir kısmını karşılamaktaydı. Bu amaçla Karadeniz kıyısındaki birçok liman şehrinde büyük tahıl ambarları inşa edilmişti. Çeşitli limanlardan İstanbul’a ayrıca kereste, tuz, keçe ve esir sevk edilmekteydi.
Osmanlı Devleti için son derece önemli bir stratejik mevki olan Dobruca, Batılıların Şark Meselesi’ni ortaya çıkarıp Türkleri Avrupa’dan sürme plânları yapmaya başlamalarından sonra tehdit altına girmiştir. 1768’den 1877-78’e kadar meydana
gelen hemen bütün Osmanlı-Rus savaşlarında Dobruca Rus işgallerine uğruyor, ancak her seferinde büyük gayretlerle Osmanlı idaresi yeniden kurulabiliyordu.
1864’te kurulan Tuna vilâyetine de bağlanmış olan Dobruca, son Osmanlı-Rus Savaşı akabinde imzalanan Berlin Antlaşması’yla (1878) yeniden gündeme geldi. Buna göre: bölgenin kuzeyi Romanya’ya, güneyi özerk Bulgaristan Prensliği’ne veriliyordu. O sıralarda Kuzey Dobruca’nın %65’ini, Güney Dobruca’nın %80’ini Müslüman Türkler oluşturmaktaydı. II. Balkan Harbi akabinde yapılan Bükreş Antlaşması’yla (1913) ise güney kesimi de Romanya’ya verilmiştir. Bütün bunlara rağmen Osmanlı Devleti bölgeden hiç bir zaman alâkasını kesmeyecek, Birinci Dünya Savaşı da bu şartlar altında başlayacaktır.
Osmanlı Devleti, dünya dengelerini alt üst eden ve sonunda dört imparatorluğun ve dört hanedanlığın çöküşüyle neticelenen büyük savaşa, 11 Kasım 1914’te Almanların safında iştirak etti. Savaş boyunca da birisi Romanya olmak üzere yedi cephede savaşmak zorunda kaldı. Çanakkale’de elde edilen zaferlerden ve müttefiklerin geri çekilmesinden, Harbiye Nâzırı Enver Paşa, kesin sonucun Avrupa cephelerinden alınacağı ümidiyle, 15. Kolordu’yu Temmuz 1916 sonlarında Galiçya’ya 6. Kolordu’yu Eylül 1916’da Romanya’ya 20. Kolordu’yu da Makedonya’ya gönderdi.
Öte yandan Romanya, savaşın başından itibaren sürdürdüğü tarafsızlığını, Brossilov taarruzlarının Avusturya-Macar cephesinde sağladığı başarı üzerine bozarak, 27 Ağustos 1916 tarihinde İtilâf devletleri safına katılmıştı. Avusturya-Macaristan sınırını aşan Romen orduları kısa zamanda Transilvanya’nın büyük bir bölümünü işgal ederek, Galiçya cephesinin gerisini etkilemeye başladı. Bunun üzerine, Falkenhayn kumandasında Alman, Avusturya, Bulgar ve Türk birliklerinden oluşan müşterek kuvvetlerin karşı taarruza geçmesine karar verildi. 6. Türk Kolordusu, Eylül 1916’da başlayan Dobruca tarruzuna parça parça iştirak etti ve bölgedeki bütün çarpışmalarda başarılar gösterdi. Harekâtın sona ermesiyle birlikte, bu kolorduyu oluşturan 25. Tümen Aralık 1917’de İstanbul’a 15. Tümen de Haziran 1918’de Köstence’den vapurlarla Batum’a sevk edildi. Bu tarihten bir kaç ay sonra Makedonya cephesi çökecek, Bulgaristan, Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın teslimi akabinde, Türkiye de 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalayacaktı.
Dobruca’nın Osmanlı
Hakimiyeti’nden Çıkış Süreci
1917 yılı ortalarından itibaren artık savaşın seyri iyice belli olmuş, galip ve mağlup devletlerin safları kesinleşmişti. Mağluplar safında yer alan Osmanlı Devleti, tarihî dinî ve siyasî bağları olan, ancak o sırada idaresi altında bulunmayan Avrupa, Asya ve Afrika’daki çeşitli bölgeler üzerindeki haklarını ileride kullanmak için incelemeler yapmaya koyuldu. Maksat, muhtemel barış görüşmeleri sırasında, yaptığı bu hazırlıklardan istifade etmekti. Şüphesiz en önemli konu, savaşın önemli bir bölümü topraklarında cereyan eden Osmanlı Devleti’nin akıbetinin ne olacağı idi.
Galip devletler Osmanlı topraklarını paylaşıp bütün o plânlarını yaparken Osmanlı Devleti hem bekasını sağlamaya çalışıyor ve hem de çeşitli vesilelerle kendisinden koparılmış olan Avrupa’da Dobruca, Afrika’da Mısır gibi bölgelerin geleceğinde ne gibi bir rol oynayabileceğini araştırıyordu. İlk bakışta, her şeyiyle tükenmiş bir devletin sadece kendisine bırakılacak yerlerle yetinerek hayatiyetini sürdürme çarelerini araştırmasının dışında bir politika takip etmesi yadırganabilir. Ancak, daha önce kaybettiklerini elde etmek arzu ve ümidiyle savaşa giren Osmanlı Devleti için bu durum normal kabul edilmelidir. Öte yandan, hesapta olmayan talihsiz gelişmelere rağmen, kısa süre için de olsa, Osmanlı Devleti hâlâ büyük düşünüyordu. İşte bu düşüncelerden biri de yukarıda ehemmiyeti arzedilen ve savaş sırasında Almanların istilâ ve idaresinde kalan eski Türk ve Müslüman diyarı Dobruca’nın idaresine iştirak etmekti.
İşte bu amaçla, bölgeye gönderilen mülkiye müfettişlerinden Kemal Bey Köstence Sancağı’nın Mecidiye, Kocalak, Hırsove, Karaömer, Mangalya kazalarıyla, bunlara bağlı altmış dokuz adet nahiye ve köye seyahat ederek incelemelerde bulundu. Ayrıca Köstence’deki Alman Menzil Müfettişliği’nde gerekli tedkîkatı yaparak, çalışmalarını geniş bir rapor halinde, o sıralarda Dahiliye Nezareti’ne vekâlet eden Cemal Paşa’ya 10 Ocak 1918 tarihinde takdim etti. Cemal Paşa da bu raporu, 9 Şubat 1918 tarihinde Sadrıâzam Vekili Enver Paşa’ya gönderdi.
Aşağıdaki satırlarda, mülkiye müfettişi Kemal Bey tarafından ve bu gün Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan ve Berlin Antlaşması’ndan sonra meydana gelen gelişmelerle Birinci Dünya Savaşı’nın hemen akabinde oluşan durumu bütün safahatıyla anlatan rapordan hareketle, (Başbakanlık Osmanlı Arşivi DH-KMS 46/46-2) artık neredeyse Türklerle alâkasını tamamen unuttuğumuz Dobruca tanıtılacaktır.
Dobruca’da Romen İskan
Politikaları
Dobruca’nın Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki sosyal ve idarî durumunun anlaşılması için, Romanya ida-
resinde yaşadığı otuzsekiz yıllık tarihinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı akabinde Basarabya’nın Rusya’ya verilerek karşılığında Romanya’ya terkedilmiş olan Dobruca’nın mübadelesi esnasında, Romen unsuru umûmî nüfusun ancak %36.3’ünü teşkil etmekteydi. Geri kalan nüfusun %67.7 kısmı ise -çoğunluğu Türklere ait olmak üzere- diğer muhtelif unsurlardan oluşmaktaydı. Sadece Rusya ile Bulgaristan ve Balkanlar arasında bir engel teşkil etmek üzere Romanya’nın arzusu dışında mübadele olunan Dobruca’da Romenlerin emellerine uymamaktaydı. O yüzden, yerli ahalinin siyasî hukukunu otuz dört sene boyunca tanımamıştır. Dobruca’yı önce özel komisyonlar ve sonra da özerk kanunlarla idare eden Romanya’nın geçen süre içindeki yegâne siyasî meşgalesi, Romen unsurunu çoğaltma çabasıydı. Bunu temin için Romanya’nın diğer yörelerinden mütemadiyen, çok sayıda muhacir getirtiliyordu. Bu muhacirler, daha önce Osmanlı Devleti tarafından halka tapuyla verilmiş olan arazilerin eşit olarak üçte birine el konulması ve devlet arazilerinin tahsisi suretiyle yerleştiriliyorlardı. Yeni gelenler gerek diğer unsurların yoğun bulunduğu yerlere, gerekse çeşitli boş alanlara iskân edilerek, sadece onlardan mürekkep köyler teşkiline gayret edilmiş ve nihayet Romanya hükümeti hedefine ulaşmıştır. Bu sırada Dobruca’nın Romanya’ya terki esnasında yalnız kuzey cihetinde 93 bin kadar olan Müslüman olan ahaliden, tapulu araziye sahip çoğunun mal ve mülklerini satarak peyderpey Osmanlı topraklarına hicret ettiklerini ilâve edelim.
Muhacir Romenlere otuz senede mülkiyet hakkı doğmak üzere, senelik üç frank vergiye mukabil nüfus başına onar hektar arazi dağıtılmıştı. Ancak, üç sene arka arkaya takdir edilen bu vergi verilmediği takdirde, mülkiyet hakkı kaybolacaktı. O sıralarda arazisiz olup bu dağıtımdan istifade eden bir kısım Müslümanlar, söz konusu vergiyi ihmal ve cehaletten vermemiş, neticede tarlalarını kaybederek göçe mecbur kalmışlardır. Bu yüzden de Müslümanların nüfusu aşağıdaki cetvelden de anlaşılacağı üzere üçte bir seviyesinde inerken, Romenler çoğunluğu elde etmişlerdir. Bulgarlar da hem arâziye sahip olmuşlar hem de nüfuslarını gün geçtikçe arttırmışlardır.
1905 senesinde yapılan nüfus sayımının sonuçları Romenlerce başvurulan tedbirlerin semeresini verdiğini göstermektedir. Nitekim, Dobruca’da sakin Romen nüfusun diğer unsurlara nispetle %48 derecesine vardığı 1909-10 senelerinde ise %55’lere çıktığı anlaşılmaktadır. Romen ve Bulgar istatistiklerine göre, Dobruca’nın Köstence ve Tolça sancaklarında, 1909-10 tarihlerindeki nüfus tablosu şöyledir:
Milliyeti Köstence Tolça Dobruca
Romen 109713 58436 168145
Türk 7686 3351 11037
Tatar 23208 2160 25368
Bulgar 22345 29633 41978
Rus 15282 15784
Lipovan 1601 13734 15335
Rum 5198 4721 9919
Alman 4100 4110 8210
Çingene 3352 1865 5217
Musevi 1557 2827 4384
Gagauz 3758 3758
Ermeni 1978 973 2951
İtalyan 480 1027 1507
Diğer 1534 1350 2884
Yekûn 183254 143223 326477
Romanya hükûmetinin müteakip senelerdeki nüfus istatistikleri elde edilememiş olduğundan, bu rakamlar eksik kabul edilmelidir. Romanya’nın Birinci Dünya Savaşı’na giriş tarihi 1916 senesine kadar her iki sancağın nüfuslarına, her sene için bölgenin tabiî artış nispeti olan %13’ü ilave etmek gerekmektedir.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Dobruca nüfusunda mutlak çoğunluğa sahip olan Romenler ile ikinci sıradaki Bulgar ve Türk unsurların bulunduğu yerlerde, ziraate elverişli 615.819 hektar arazi mevcuttu. Bundan 392.786 hektarı Romenlerin, 223.533 hektarı da diğer unsurların tasarrufunda bulunmaktaydı. Şu halde Romenler üçte iki ve diğer unsurlar toplam, üçte bir nispetinde araziye sahiptirler.
Romen nüfus çoğunluğu böylece sağladıktan sonra, Dobruca halkına ilk defa 1912 seçimlerine iştirak hakkı tanındı ve tabiî olarak istenen netice de elde edildi. Bu arada, ihtiyatî bir tedbir olarak da, çoğunluğunu Bulgarların teşkil ettiği Tolça sancağına tabi Babadağ kazası, Köstence sancağına ve çoğunluğu Romenlerde olan Hırsove kasabası da Tolça’ya bağlanmıştı.
Dobruca’nın güney hududu Balkan Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’dan alınan 7.225 kilometrekare yüzölçümündeki arazi ile hayli genişlediği gibi; bu arazi dahilinde sakin -Bulgarlara göre 350 bin ve Romenlere göre 285.760 kişiden ibaret- nüfusunun ilâvesiyle Romenlerin umûmi nüfusu mühim oranda artmıştı. Ancak yeni tebaanın çoğunluğunu Türkler ve geri kalanını Bulgarlar teşkil etmekte, Romenler yalnız on bin dolayında bulunmaktaydı. Dolayısıyla, hükûmetin uzun zamandan beri takviyesine gayret ettiği idarî siyâset tekrar tehdit
altına girmiş oluyordu. Ancak Birinci Dünya Savaşı, bu meseleyi ikinci plâna düşürecekti.
Sosyal ve İktisadi Durum
Dobruca’nın özel bir idareye tabi tutulduğu otuz dört sene zarfında (1878-1912) bölgenin, imar ve gelişmesine taalluk eden hususların da nazar-ı dikkatten uzak tutulmayarak, bu konuda hükûmetlere düşen görevlerin imkân ölçüsünde yerine getirildiği inkâr edilmeyecek bir gerçektir. Vergilerin ve toplanma usûllerinin mükellefleri hoşnût edecek esas ve kaidelere bağlanması, Köstence’nin mükemmel bir liman haline getirilmesi, Tuna üzerinde büyük bir köprü inşaatı, kasabalar arasında geniş şoseler açılması, emniyet ve asayişin te’mini, her sene ziraat yarışmaları ve hayvan koşuları tertîbî, bütün köylere her nev’î ziraat makineleri dağıtımı, uygun yerlere un fabrika ve değirmenler kurulması sayesinde ahâlinin servet ve refahı arttırılmıştır.
Dobruca nüfusunun yüzde doksan beşi çiftçidir. Romanya’da, bir köyün arazisine toptan sahip ve mutassarruf demek olan çukoylar Dobruca’da dahi çokça bulunmalarına rağmen, köy ahâlisi az çok bir miktar araziye mâliktir. Nüfusu tamamen Türk olan köylerde ise, mevcut arazi ayrı ayrı veya birkaç kişinin tasarrufu altında tutularak muhafaza edilmiştir. Savaş yıllarında Köstence Sancağı’ndaki Türklerin arazi tasarrufundaki yeri %7’dir.
Dobruca Müslüman Türkleri, diğer unsurlardan ziyade Romenlerle kaynaşmış olmakla birlikte, hayat tarzları itibariyle diğer memleketlerdeki Müslümanlara az çok benzemektedirler. Türk ve Müslümanların azınlığı teşkil ettikleri köylerde bile (en az on iki haneye kadar) birer mektepleri bulunmaktaydı. Fakat, muktedir öğretmenlerin yokluğundan dolayı çocuklarının eğitimleri eksik kalmış, üstelik hükûmetin bütün çocukları Romen ilkokullarına devama mecbur tutması, durumu daha da kötüye götürmüştür. Müslüman köylerindeki okulların ekserisi savaşta yanmış ve yıkılmıştır. Müslümanlar arasında zarûrî sağlık şartlarına riayet edilmemekle beraber, ırkın sağlamlığından dolayı öldürücü hastalıklar meydana gelmemiş, ortalama ömür altmış beş yaş dolayında kalmıştır.
Ancak gençler arasında kötü ahlâk çoğalmıştır. İçki gizlice kullanılmakta olup, kumar da yaygınlaşmıştır. Kız kaçırmak âdeti köylerde cârîdir. Köstence ve Mecidiye’de mektepten firar eden Müslüman Türk çocuklar, viraneler arasında bir nev’î kumar oynayarak vakit geçirmektedirler. Bazı köylerde kırk beş yaşındaki adamlar bile, pederleri huzurunda sigara içmeyecek kadar edep gösterirken, bazı taraflarda da bir baba ile oğlunun beraberce kumar masasına oturdukları, baba-oğul görevlerini ihmal eyledikleri gibi, bazı Müslüman gençlerin menfaat karşılığı Hıristiyan oldukları da bilinmektedir.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması Dobruca’yı pek fazla etkilememiş, bilakis zahire işleri ve transit muameleleri sebebiyle bölgede ticarî faaliyetler artmıştı. Ancak Romanya’nın savaşa katılma tarihi olan 1916 senesi Ağustos ayından itibaren durum sür’atle kötüleşmiştir. Savaş ilânından bir hafta evvel Dobruca’daki Türk, Tatar, Bulgar ve Almanlar arasında zekâ ve dirayetiyle tanınan bütün Osmanlı tebaası, bulundukları kasaba ve köylerden alınarak, bir tedbir olarak Romanya dahiline sevk edilmişlerdir. Çarpışmaların başlaması ve bilhassa Romanya cephesinin Tutrakan ve Silistre’de çökmesi üzerine, ordunun ric’at güzergâhında bulunan bütün köylerin ahâlisi de tahliye ile iç taraflara doğru harekete mecbur bırakılmıştır. Bu sırada köylerdeki büyük-küçük baş hayvanlar ve nakil vasıtalarının büyük bir bölümü, askerler tarafından alınıp götürülmüştür. Romanya hükûmetince bütün tebaaya ve tabiî olarak Türklere iyi muamele edildiği halde, bu kabil baskılar ve müsadereler herkesi derinden müteessir etmiştir. Silistre ve Tutrakan’da bulunan Romanya kıtalarındaki Türk ve Müslüman askerlerin silahlarını terk ederek müttefiklerin ordusuna firar eylemeleri gerekçe gösterilerek, Romen ordusunun ric’atı esnasında Köstence-Çernavoda hattına kadar olan arazi dahilindeki Müslüman Türk köylerin de çoğu yağma edilmiştir.
Bazı köylerde insanlık dışı muameleler de cereyan etmişti. Meselâ Köstence’ye güneyden üç saat mesafede bulunan 87 hâne İslâm ve 3 hâne Romenden oluşan Pirûlî köyü önce Bulgarlar tarafından zabt edilmişti. Sonra da Romenlerin taaruz ve baskıları üzerine tahliye edilen köye giren Romanya süvarisi, hânelerinde gizli kalan 32 Müslümanı, Bulgarlara hafiyelik ettikleri iddiasıyla köyün kuzey cihetindeki dereye sevk ederek topluca kurşuna dizmişti. Ric’at esnasında köylerinden zorla sürülen kimselerin miktarı hakkında tam bir bilgi yoksa da, bunların savaştan önce sevk olunanlarla beraber 25 bin civarında bulunduğu Bulgarların savaş sırasındaki neşriyatlarında zikredilmektedir.
Romanya ordusunun bozguna uğrayıp çekilmesinden sonra, Güney Dobruca’ya giren müttefik devletlerin askerleri, kısa zamanda Köstence-Çernavoda hattına kadar bütün araziyi istilâ etmişlerdir. Bu esnada Türk ve Alman birliklerinin güzergâhına tesadüf eden veya yakın olan köyler hariç, Bulgarların geçtiği mahallerde bulunan Romen ve Müslüman köyleri de ikinci defa yağmaya maruz kalmıştır. Müttefik askerlerin ileri harekâtı Romen ordusunun zorlamasıyla ileri gidip bilâhare birer vesile ile geri dönen biçare köylülerin ellerindeki araba ve hayvanlardan işe yarayan kısmını Bulgarlar, merhametsizce gasbetmekten çekinmemişlerdir. Güney Dobruca’nın Köstence ve Mangalya havalisinde bulunan münferid Bulgar köyleri ile ekseriyeti Silistre’den itiba-
ren Tuna sahiline doğru uzanan diğer Bulgar köyleri ise talan edilmekten kurtulmuşlardır.
Dobruca’daki müttefik askerlerin ekseriyetini teşkil eden Bulgarlar, gerek Romen ordusu tarafından terk olunan zahire ve harp levâzımatı depolarını muhafaza ve gerek ordunun iaşesini te’min için, Güney Dobruca’nın hemen her köyünde birer müfreze veya birkaç nefer bırakmışlardır. Bu askerler ikamet eyledikleri köylerde Müslüman, Romen ve Alman ahâlinin bazı yerlerde ev eşyalarına kadar el koymakla kalmamış, can ve namuslarına tasalluttan da geri durmamışlardır. Bunun üzerine, Osmanlı ordusunun güzergâh ve karargâhları civarına yakın olan Müslüman köylerinin sakinleri, kumandanlara müracaatla korunmalarını istirham etmişlerdi. Bu istekleri sür’atle yerine getirilmiştir.
Köstence, Çernavoda hattının kuzeyinde cereyan eden olaylar ise, Güney Dobruca’dakilere nisbetle daha kötüydü. Esasında müttefik askerleri, sözkonusu hattı geçerek, doğudan Babadağ kazası hududuna, batıdan Hırsove’nin kuzeyine kadar ilerledikleri halde, Bekrşik’in henüz düşmemesinden doğan olumsuz durumu düzeltmek için, buraların tahliyesiyle güneye ric’at etmişlerdir. Taşoğlu gölüyle Tuna nehri arasında, yani Dobruca’nın en dar mahallinde bir ateş hattı tesis ve tahkimiyle Romenlerin beklenmesi emrini aldıklarından, hattın arkasını tutmuşlardı. Ancak ric’at sırasında, 250’si Müslüman, 5’i Bulgar ve gerisi Romenlere ait toplam 1100 hâne, tarihî bir kale ve Sultan II. Mahmud Hân devrinden kalma güzel bir caminin bulunduğu Hırsova kasabası dahil, Köstence-Çernavoda civarına kadar mevcut köylerin büyük bir kısmı tahliyeden sonra, Bulgarlar tarafından yağmalanıp yakılmıştır. Bu zulme gerekçe olarak da Romen ve Rus ordularının buralarda barınmalarını önlemek gibi, bazı askerî sebepler serdedilmiştir. Hırsove ahâlisinin yarım saat zarfında şehirden çıkarak güneye gitmeleri hakkında Bulgar kumandanlığından verilen emrin icrasından sonra, bini aşkın yük arabasının üç gün mütemadiyen zahire ve eşya taşıdığı, ardından kasabanın ateşe verilmiş olduğu, olayları bizzat görenler tarafından ifade edilmiştir. Bu sırada dörtte üçü harab olan Hırsove’nin camii yangından kurtulmuştur.
Türk ve Alman askerleri tarafından işgal edilmiş olan köyler zarar görmezken, Bulgar cephesinde kalan köylerin ahşap evleri yıkılarak, elde edilen malzeme istihkâmların tahkimi için sevk edilmiştir. Müttefik askerlerinin geri çekilmesi sırasında yanan, yıkılan veya korunmuş olan köylerin İslâm, Bulgar ve Alman sakinleri de askerlerle beraber gitmişlerdir. Tahliye olunan bu yerler de, Rus, Romen ve Sırp askerleri tarafından işgal olunmuştur.
Birincisi, Rus-Romen ordularının savaşın başında kuzeye doğru mağlup olarak ric’atları ve ikincisi, Bulgarların işgalleri esnasında olmak üzere iki defa zulme maruz kalan Kuzey Dobruca’nın bu kısım köyleri ile hânelerinde kalabilen ahâlisi, üçüncü defa, bir de bu tahliye üzerine geri dönen Rus, Romen ve Sırp askerlerinin tecavüzlerine maruz kalmıştır. Nihayet, Bükreş ve İbrail’in düşmesi üzerine, Dobruca’daki müttefik askerlerine de ileriye hareket emri verildiğinden kısa zaman zarfında kuzeyden Tuna sahiline ulaşılıp, Mahmudiye, Tolça, İsakça ve Maçin işgal edilebilmiştir.
Müttefikler, böylece bölgeyi tamamıyla işgal ettikten sonra, Bulgar hududundan Köstence-Çernavoda hattına kadar olan yerlerde başlangıçta tesis edilmiş olan Bulgar idaresi, Kuzey Dobruca’ya dahi teşmil edilerek-mühim kasaba ve köylerinde Alman askerî kıtaları bulunmakla beraber-5 Ocak 1917 tarihine kadar yalnızca Bulgarların idaresi altında kalmıştır.
Dobruca’da İdarenin
Almanlara İntikali
Dobruca’daki Alman askerî idaresine nezaret etmek üzere Köstence’de müstakil menzil müfettişliği kurulmadan önce, umûmî idare Bulgarların elinde idi. Bu amaçla, bölgenin merkezi Köstence’de üç Bulgar üyeden mürekkep bir komisyon bulunmaktaydı.
Alman ve Bulgar başkumandanlıkları arasında Ples mevkiinde imza edilen 5 Ocak 1917 tarihli itilâfnâme gereği, Dobruca’nın merkezî kısmı Bulgarlardan alınıp müstakilen Almanların idaresine verilmiştir. Kuzey ve Güney Dobruca arazisinin önemli bir bölümü, zaten işgallerinin başından beri Bulgarların idaresindeydi. Bu arazi, Balkan Savaşı’ndan sonra Bulgaristan, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan arasında imzalanan 10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Mukavelesi gereği, Bulgaristan’dan Romanya’ya terk olunan Güney Dobruca ile Kuzey Dobruca’da idaresi Bulgarlara verilen, doğudan Dölöjman burnundan başlayarak batıda Tuna nehri kenarındaki Ostrovo kasabasına kadar uzandığı farzedilen bir hattın kuzeyinde kalan Tolça sancağını tamamen kapsayan kısımlardan ibarettir.
Bahsedilen arazinin savaşın başından beri Bulgar idaresine verilmesi askerî sebeplere dayandırılarak izah edilmişse de Bulgarlara göre bunun güney kesimi Balkan Savaşı’nda kendilerinden haksız olarak gasp edilmişti. İşte Dobruca harekâtıyla haklarını cebren geri aldıklarını belirterek Silistre, Tutrakan, Balçık kasabalarıyla diğer yerlere derhal mülkiye memurları tayin etmişlerdi.
Almanlar da duruma ses çıkarmamışlardı. Hatta Alman başkumandanlığının bu zımnî muvafakati, Bulgarlar tarafından ileri sürülen iddiaların nazar-ı dikkate alınması ihtimaline atfedilmiştir. Her halükârda, meselenin Bulgarlar için siyasî bir başarı olduğu inkâr edilemez. Kuzeyde idaresi Bulgarlara verilmiş arazinin ise sırf askerî sebeplere binaen terk edildiği kuvvetle muhtemeldir. Gerçekten bu parçayı, mevcudu seksen bin civarında olan 3. Bulgar ordusu işgal etmekte ve yalnızca Kuzey Dobruca cephesini mezkûr ordu savunmaktaydı.
Dostları ilə paylaş: |