Yamada’nın arkadaşı olup, giriş kısmını yazan Bay Sakitani, yirminci yüzyılın başında olgunlaşan Meiji Japonya’sının yeni Asyacı duygularını sergileyen bir vurguyla Osmanlı İmparatorluğu’nun reel politik karakterini tartışmaktadır. Gaimushh’nun stratejik raporlarıyla zıt olarak, bu metin, Türklere bir Asya gücünü temsil etmelerinden dolayı dikkat edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Osmanlıların Asyalı köklere sahip olmalarını olumlu bir tonla anlatıcı Türkler, Japonlar ile aynı savaşçı geleneğini paylaşmakta olan cengaver insanlardır ve devletleriyle Asya gücünün Avrupa’nın içine uzanışını ortaya koymuş olmalarından dolayı önemlidirler. 1908 Jön Türk Devrimi’nin yeni milliyetçi atmosferi Türklerin Meiji coşkusundan ilham almış olduklarını yansıtmaktadır. Bu Asya Asyalılarındır-Asyacı iddiasına göre, Meiji Restorasyonu’nu Asya için devrimci bir model olarak savunulmaktadır.20
Ancak, bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin, özellikle Sultan Abdülhamid II’nin, 1905 Rus-Japon Savaşı sırasında güttüğü siyaset, daha soğukkanlı bir tavır sergilemektedir. Her ne kadar Abdülhamid II, Ertuğrul gemisini yollamışsa da, Japonya’ya olan olumlu bakışını, reel politik bir tutum ile dengelemiş, Romanov hanedanı ile Meiji Japonya’sı arasındaki savaşta mümkün olduğu kadar bitaraf bir davranış sergilemeye özen göstermiştir. Öte yandan, bu modern savaşın gidişatının izlenmesinin önemli olduğu düşüncesi ile, 3 Ekim 1904 tarihinde, Albay Pertev Demirhan, Japon askeri güçlerinin tarafında görev alarak, tarafsız gözlemci olarak yollanmıştır. Daha sonra, General Pertev Demirhan, Japonya ve Rus-Japon Savaşı hakkında yazdığı eserlerinde, yükselen Japonya’yı Türkiye için bir örnek olarak ele almıştır.21
Ertuğrul faciasıyla Japonlar ve Osmanlı Türkleri arasında oluşan sıcak dostluk ifadeleri ile Büyük Güçler siyasetinin dili, bu iki olgu arasındaki çelişkinin en iyi göstergesi olarak, Japon Dışişlerinin, Gaimush-’nun, çok daha sonra 1923 yılında hazırladığı Japon-Osmanlı ilişkilerinin tarihini anlatan raporunda belirgindir.22
Rapor, kapitülasyonları kaldıran genç Türkiye Cumhuriyeti ile Batılı devletler arasında karşılıklı denklik ve eşitlik sağlayan Lozan Antlaşması sonrasında, henüz, Japonya ve Türkiye arasında hiçbir resmi antlaşmanın bulunmadığı bir tarihte hazırlanmıştır. Tarihi kesin olmayan bu rapordaki analiz, daha önceki Japonlarla Osmanlılar arasındaki antlaşma sorununu çok iyi açıklamaktadır. Türk-Japon ilişkilerindeki resmi bildirilerin dostane ifadeleri ya da Yamada’nınki gibi özel hatırat veya eserlerde ifade edilen, “sıcak dostluk ve Asyalı köklere sahip olmaktan ileri gelen arkadaşlık söylemine” Japon Dışişlerinin raporunda pek başvurulmamakta olup, metnin ifadesi soğuk ve kurudur. Japonların menfaatleri açısından, 1904-05 sırasındaki Rus-Japon Savaşı sırasındaki Osmanlı Japon ilişkilerine bakıldığında, raporun yorumuna göre, Yamada’nın yerel haber alma faaliyetlerine İstanbul’daki yetkililer tarafından izin verilmiş olsa da, bu tavır, sıcak ve dostça olarak yorumlanmamaktadır. Rapor, Rus-Japon Savaşı’nda Japonya’ya karşı “dostane olmayan Osmanlı tarafsızlık politikasına” değinerek, soğuk bir değerlendirmeyle sonuçlanmaktadır.
Japonlar açısından sorun Osmanlı yetkililerinin, imparatorluk sınırları içerisinde Japonların tamamen serbest istihbarat ve propaganda faaliyetlerine pek izin vermemiş olmalarıdır. Rapora göre, Osmanlı tarafının bu
sınırlayıcı politikası, Rusya ve Japonya arasındaki çatışmada tarafsızlık politikasına bağlı olarak Sultan II. Abdülhamid tarafından dikkatle uygulanmıştır. Rapor bu tarafsızlık politikasının o dönem Osmanlı hükümetinin içerisindeki shinrhha=Rus taraftarı hizibin etkisinden ötürü mevcut olan bir Rusya-taraftarı eğilimden doğduğu yorumuna ulaşmaktadır.23
Gaimushh’nun nihai görüşünde, Japon-Türk ilişkilerinin tarihi, Osmanlıların Japonya’ya ayrıcalık tanımayı reddetmesi, Japonların istihbarat faaliyetlerini sınırlaması ve Rus-Japon savaşında Rus taraftarı bir tavır alması yüzünden tüm olarak başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Karşılıklı hayranlık söylemi, Türk halkının Japonya’yı Doğu’nun yıldızı olarak yükselmesini kutlaması, Asya arkadaşlığı ve Ertuğrul trajedisi gibi konuların hiçbirinin bu reel politik analizde yoktur.
İslam’ın Kurtarıcısı Japonya
Japon-Osmanlı ilişkilerinin bu diplomatik başarısızlığının tarihi, Meiji hükümetinin, özellikle Gaimushh’nun Osmanlılar üzerindeki izlenimlerini anlamak için açıklayıcı bir örnektir. Ancak, Japonya’nın Türklerle olan ilişkileri sadece Osmanlı dünyası ile sınırlı kalmamıştır. Japonya’nın 19. yüzyılın sonunda özellikle Romanov Rusyası’nın Türk ve Müslüman dünyası ile olan ilişkileri, Türk-Japon ilişkileri tarihinin geniş bir coğrafyayı içeren pek bilinmeyen bir boyutudur. Japonlar, Osmanlı Devleti ile ilişki kurmaya çalışırken, aynı zamanda, Romanov dünyasının Pan İslamcı ve Türkçü akımları ile kendilerine yardımcı olacak stratejik ve ideolojik ilişkilerin temelini atmakta geri kalmamışlardır. Rus-Japon savaşının arifesinde, Avrupa ve Asya emperyalist kamuoyunda coşkuyla alkışlanan Japon zaferinden hemen sonra Japonlar ve Osmanlılar ve Rusya Müslümanları arasında, zirvedeki makamlar dışında, ortak bir Batı karşıtı gündemi amaçlayan ideolojik amaçlı temasların oluştuğu gözlenmektedir. Bu temasların kahramanları özellikle Japonların milliyetçi örgütü, KokuryÑkai, Amur Nehri topluluğu -daha çok Kara Ejderler olarak bilinir- ile bağlantılı olan Japon Asyacı yayılımcılar ve Asya’da Batı Güçlerine karşı, hızla bir Japon imparatorluğu kurulmasını savunan milliyetçi subaylarla, Rusya’dan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve İngiltere, Hollanda ve Fransa’nın sömürgeleri haline gelmiş olan Asya ülkelerinden gelen, Müslüman siyasi eylemcilerdir. Bu temasların gündemi, Japonlar için, bu eylemci Müslümanların “Japonya yandaşı bir ağ” oluşturabilme potansiyelleridir.
Ian Nish, Japon toplumunun bu dönemde ki Asyacılık yüklü atmosferini ve Asya imparatorluğunun Japonya’nın doğal kaderi olduğuna dair istemlerin başını çeken yeni sağ kanat grupların, iktidardaki Meiji elitlerine rakip bir tabakadan geldiklerini ve Rusya’ya karşı yükselen bir militan çizgiyle paralel olarak bir Asya İmparatorluğu’nun oluşumunu ateşlediğini belirtmektedir. Yirminci yüzyılın başında bu Asyacı yayılmacı Japonlar, Osmanlıları Japon İmparatorluğu’nun kurulmasında Müslümanlardan toplayacakları taraftar ve işbirlikçiler için olan büyük oyun planının bir parçası olarak görmeye başlamışlardır. Japon İmparatorluğu’nun çıkarlarına yardım etmesi için, şimdi Japon otoritelerinin Osmanlı dünyasını Rusya, Mısır ve Arabistan’daki siyasi eylemci Müslümanlarla irtibat kurmak için bir çeşit sıçrama tahtası olarak kullanması ümit edilebilirdi ve bu amaç için, Müslümanların entellektüel ve siyasi faaliyetlerinin ana merkezlerinden birisi olan İstanbul’dan daha iyi bir çevre olamazdı.
Japonların, Rus-Japon Savaşı arifesinde başlayan Müslümanlar arasındaki faaliyetlerinin kayıtlarından, Pan-Slavcı görüşleri benimseyen son dönem Çarlık rejimine karşı ideolojik ve milliyetçi bir zıtlık içerisinde olan Rusya Müslümanları eylemci siyasi çevreleri arasında Japonya taraftarı lobiler oluşturmakla ilgilendikleri izlenimi edinmekteyiz.24
Avrupa’daki Japon istihbaratının ünlü beyni St. Petersburg ateşesi Albay Akashi Motojirh ve halefi ordu istihbaratından Rusya ve Çin konusunda eğitimli yetişmiş bir uzman olan Tanaka Giichi’nin Rusya’da Rus-Japon Savaşı’nın hemen öncesinde Müslümanlar arasında bir Japon ağını kurmaları, bir dönüm noktasıdır. Akashi ve Tanaka, Rusya’daki devrimci heyecanı ateşleme şeklindeki ana stratejilerinin bir parçası olarak Müslümanların Çar karşıtı eylemlerini desteklemişlerdir. Japonların stratejisi, Rus karşıtı Leh ve Fin milliyetçileri ile Rus devrimciler ve Cadet Party gibi muhalif grupların karşıt eylemlerini desteklemek şeklindeydi.
Çoğunluğu Türk Tatar olan Rusya Müslümanları da, Çarlık rejiminin sert otoriter rejiminden, özellikle son donem Pan-Slav politikalarından huzursuz olmaları açısından, karşıt gruplardandı. Aslında, Akashi, Ryakka RyÑsui adlı hatıratında henüz Tatarların durumu üzerine ayrıntılı bir çalışma yapmadığını, Rusya Tatar ve Müslümanlarının o noktada güçlü bir örgütlenmesi olmadığından, Japonların amaçlarına yardım için iyi aday olmadıklarını belirtmektedir. Ancak bazı kaynaklar, Akashi’nin Rusya Müslümanlarının propaganda faaliyetlerini desteklediğini ve Rusya Müslümanları arasında milliyetçiliğin ortaya çıkmasında bir miltaşı olan 1905’teki
Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’ni desteklediğini ifade etmektedir.25
Eylemci Müslümanlar arasındaki Japon istihbarat ağı, I. Dünya Savaşı’ndan II. Dünya Savaşı’na giden yolda, Asyacı bir siyasi emel uğruna, Çin ve Güney Doğu Asya’da yayılmacılıkla Japon imparatorluğunu kuran Japon yetkililerin eylemlerini de yardımcı olacaktır. İslam dünyasındaki Japon istihbarat faaliyetlerinin kayıtları, bize, Rusya’da Akashi ve Tanaka döneminde, Türk Tatar kökenli Rusya Müslümanları ile kurulan erken bağlantılara işaret etmekte olup, sonraki yıllarda bu bağların, özellikle 1917 Ekim Devrimi’nden sonra, Japonya’nın, önce Mançurya sonra Japonya’ya yerleşen Türk Tatar kökenli Müslümanları muhacir olarak kabul etmesiyle tekrar canlandığını göstermektedir. Bu Tatar kökenli Rusya muhacirleri diasporasının bazı önderleri, Japonya’nın Müslüman dünyasındaki temas ve propagandasında yardımcı olmuştur.
Bir gazeteci ve siyasi eylemci olarak Pan-İslamcı ve reformcu düşünceleri ile ünlü olan, Rusya Tatar düşünürlerinden Kadı Abdurreşid İbrahim’in (1854-1944) hayatı, Rus-Japon Savaşı sırasında İstanbul ve St. Petersburg üzerinden olan bu erken temaslara çok anlamlı bir örnektir. Böylesi temaslar, daha sonraki yıllarda Müslüman topluluklarla iç içe geçmiş geniş Japon istihbarat faaliyetleri ağı haline gelecektir. O dönemin Pan-İslamizminin militan savunucusu olan İbrahim, 1905’te Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’nin düzenleyicisi olarak Japonya’nın yakın dostu haline gelecek, Akashi ve Tanaka’nın desteğiyle Japonya’yı ziyaret edecektir. İbrahim’in Rus-Japon Savaşı arifesinde Japonya ile olan “kader birliği” onu önce 1906’da ve 1908’de tekrar Tokyo’ya sürükleyerek, bürokrasi ve ordu çevresinden, özellikle de Japonya’daki Asyacılık havasını tahrik etmekte olan aşırı-milliyetçi KokuryÑkai’dan üyelerle temaslarda bulunmasını sağlamıştır.
Asyalı Japonya’nın bir güç haline gelmesine hayranlık duyan birçok anti-emperyalist ve milliyetçi kişiliklerin tipik bir örneği olarak İbrahim, Japon otoritelerine onların İslam dünyasındaki arabulucularından biri olarak hizmet etmeye devam edecektir. 1909’da KokuryÑ kai’ın desteğiyle eve geri dönmek için yaklaşık bir yıl süren çok uzun bir rota seçerek, Çin’le Hollanda ve İngiltere imparatorluklarının bölgelerinde Japonya taraftarı bir kamuoyu oluşturmak için önemli Müslüman topluluklarına uğrayıp bağlantılar kurarak İstanbul’a geri dönmüştür.26
İbrahim, 1908 ve 1909’da KokuryÑkai ve Ajia gikai (Tokyo’da Asyacı Japonlar ve İbrahim başta olmak üzere birçok ülkenin Müslümanları tarafından kurulan Toa Dhbun-kai’la bağlantılı bir örgüt) desteğiyle Asya ve Japonya’ya yaptığı ziyaretlerin etkileyici bir hatıratını yazmıştır. Başlığı; “Alem-i İslam: Japonya’da İntişar-ı İslamiyet (İslam Dünyası: Japonya’da İslamın Yayılması) ” olan kitap, Japonya’nın modernliğini övmekte olup, Osmanlı ve Romanov imparatorluklarının Türkçe konuşan topluluklarında Doğu’nun yükselen yıldızı Japonya imajının oluşumunda önemli rol oynayan popüler bir çalışma olmuştur. Yamada’nın Türkler ile ilgili eserleri ile aynı şekilde, İbrahim’in seyahatnamesi, Japonya’nın Batı modernitesine bir alternatif Doğu modeli olarak sunulan ilk Türkçe metinlerden biridir.
İbrahim ve Asyacı Japon arkadaşları arasında süren temaslar, onu 1933 yılında Japonya’ya tekrar getirir. Bu yıllarda İbrahim, Japonya’nın İslam dünyasına yönelik oluşturduğu İslam dış politikası ve stratejisi için 1938 yılında kurulan Dai-Nippon Kaikyhkyhkai’ (Büyük Japonya İslam Cemiyeti) kuruluşunun Japon olmayan resmi başkanı olarak olmuştur. Aynı yıl, yeni açılan Tokyo Camii’nin imamı olan İbrahim II. Dünya Savaşı sırasında, Japonya için çeşitli propaganda faaliyetlerinde bulunmuş ve 1944 yılında Tokyo’da vefat etmiştir.
Rus-Japon Savaşı ve onu takiben 1908 yılında Osmanlı dünyasındaki Jön Türk devriminin yarattığı sarsıntılı ortam esnasında Japonya için İslam dünyasında Asyacı bir ağ oluşmaktadır. Japonya’nın dünya Müslümanlarını ve özellikle Rusya Müslümanlarını kurtarabileceğine inanan İbrahim, yeni Japon Müslüman ajanlarının Osmanlı Devleti üzerinden Yakın Doğu’ya tanıtma politikasında yine yardımcı olmuştur. Seyahatnamesine göre, 1909’da İstanbul’a geri dönüş yolculuğunda, Tokyo’da tanışmış olduğu Kara Ejderler üyesi olan Yamaoka Khtarh (1880-1959) ile Bombay’da karşılaşır ve ona, önce Mekke ve oradan da İstanbul’a kadar kendisine eşlik eder. Artık, “Ömer Yamaoka” olan bu ilk Japon Müslüman Yamaoka, İbrahim tarafından milliyetçi ve Pan-İslamcı çevrelere bir konuşmacı olarak tanıtılır. Yamaoka, İstanbullu dinleyicilerine Japonya’nın yeni Müslüman dünyaya yardım etme politikası ve Japon İslam Cemiyeti olarak tanıtılan Ajia Gikai’ın önemi hakkında bir dizi konferans verir. Sırat Mustakim ve İbrahim’in Japonya’dan döndükten sonra sahipliğini ve editörlüğünü yaptığı Tearüf-i Müslimin gibi İstanbul basınında, İbrahim’in Japonya yanlısı yazıları ile birlikte Ömer Yamaoka’nın mektupları yayınlanır. Özellikle İstanbul’da, Yamaoka Rusyalı Tatar öğrencilerin düzenlediği konferanslarda Japonların İslam dünyası ile bağlarını önemli görmeye devam edeceğini belirtmektedir. Bu sıralarda İbrahim’in oğlu, Munir bey, Kazan bölgesinde Volga bölgesi Tatar nüfusuna yönelik Beyan’ül Hak gazetesi yoluyla, İbrahim ve Yamaoka’nın konferanslarını Rusya Müslümanlarına yaymaktadır.
İbrahim’in Ömer Yamaoka’nın, Japon İmparatoru’nun Müslümanların durumuna ilişkin özel ilgi duyduğu hakkında kamuoyu oluşturmaya çalışmasında yardımcı olduğu ve bu Japon Müslümanın Kutsal toprakları ziyaret eden ilk Japon hacı olarak, Mekke ve Medine’deki Arap liderlerle temasa geçme konusunda da yardım ettiği açıktır.27 Arabistan’da Mekke’den Şam’a, Beyrut’a ve İstanbul’a geçen Yamaoka Japonya’ya döner ve Çinli Müslümanlar arasında eylemlerine devam eder. 1912’de İbrahim’in Japonya hakkındaki kitabından sadece bir yıl sonra, Yamaoka -büyük olasılıkla Arap İslam dünyası hakkındaki ilk Japon eser olan- Arabia JÑdanki başlığıyla Arabistan’daki tecrübelerini yazdığı bir kitabı yayınlamıştır.28 Yamaoka’nın kayıtlarında artık Osmanlı İmparatorluğu, Meiji stratejistlerinin çökmekte olan eski imparatorluğu ya da Yamada’nın romantik Şark dünyası değil, Arap Müslüman dünyasına açılan bir kapıdır. Yamaoka’nın din değiştirme gerekçesi ise vatanseverlik, Asyacılık ve emperyalizm olup, bu onun mensup olduğu Asyacı kuşağın düşüncelerine benzer bir karışımıdır. Onun gerekçesi; Müslüman olmak Japon İmparatoru için yapılan bir vatandaşlık görevidir.
Lozan Antlaşması ve Türk-Japon İlişkilerinin Kurulması
Birinci Dünya Savaşında İngiltere ile müttefik olan Japonya, Uzak Doğuda Çin’de ve Pasifik Okyanusunda bulunan Alman sömürge ve imtiyaz bölgelerini devralarak kendi imparatorluğunu genişletmeyi başarmışsa da, Orta Doğu ve Akdeniz’de İngiliz donanmasına yardım ve destek veren bir ufak donanmayı yollamanın dışında pek faaliyet göstermemiştir. Lozan Antlaşması müzakerelerine, kazanan müttefikler tarafında katılan Baron Hayashi önderliğinde ki Japon heyet, genelinde fazla belirgin bir rol oynamamakla beraber, genel olarak, Lord Curzon’a yardımcı olacak, ifadelerde bulunmaktadır. Örneğin, İsmet Pasa’nin kapitülasyonların lağv edilmesinde ısrar etmesine karşı çıkan Baron Hayashi, Japon tarihinden, örnek vererek, Meiji yönetiminin kendi antlaşmalarını ancak yirmi yılda revize edebildiklerini, Türklerin de kendi hukuki ıslahatlarını bitirene kadar sabır etmeleri gerektiğini söylemişse de, İsmet Paşa, Osmanlı döneminin hukuki ıslahatlarının yarım asırdır devam etmiş olduğunu ve hukuk ıslahatı konusunda, yapılan gerçek işlerin, söylenen sözlerden çok daha önemli olduğunu vurgulayarak, Baron Hayashi’nin görüşüne kısa ve kesin bir cevap vermiştir.29
Ancak, gene Lozan antlaşmasının 1923 yılında imzalanmasıyla, Japonya ve Türkiye tarafları, bir an önce, ikili ilişkilerin kurulması için gereken anlaşmayı sağlamıştır. Böylece, Japonya ve Türkiye’nin eşitlik ve karşılık ilkesine sadık, resmi diplomatik ve ticari ilişkilerinin temelleri, gerçek anlamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923 yılında 19 yüzyıl kapitülasyonlar sisteminin getirdiği eşitliksiz ve imtiyazlara dayalı uluslararası ilişkilerden kendisini kurtarması ile mümkün olmuştur. Bu tarihten itibaren, 1925 yılında Tokyo’da Japon-Türk Dostluk Derneği kurulurken, ilk Türk Dışişleri diplomatı Fuat Togay maslahatgüzar olarak Tokyo’ya atanır ve Türkiye Cumhuriyeti temsilciliğini (Konsolosluk düzeyinde) kurar. Daha sonra, 1936 yılında Tokyo’ya atanan Büyükelçi Hüsrev Gerede, temsilciliği Büyükelçilik düzeyinde yeniden yapılandırmıştır. Bu dönemde, Türk-Japon ilişkilerini en çok ilgilendiren konu, Türkiye ve Japonya arasında ticaretin geliştirilmesi ve dostane ilişkilerin sürdürülmesi olmuştur. Ancak, Türkiye Cumhuiyeti’nin yetkilileri açısından, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda, üzerinde durulan önemli bir sorun, Japon milliyetçileri ve özellikle, Japon Kara Kuvvetleri Genel Kurmayı’nın bazı ileri gelen subayları ile, Sovyetlerden kaçarak Mançurya ve Japonya’ya sığınmış olan Türk Tatar kökenli muhacir topluluğunun, Japonların Asyacı milliyetçi kanadı ile işbirliği içinde bulunmalarıydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Japonya’ya gösterdiği tutum, ise, 1931 yılında Prens Takamatsu’nun Türkiye’yi ziyareti sırasında, Atatürk ile yaptığı görüşmeler çerçevesinde, yakın ve dostane ilişkiler içerisinde gelişmektedir. Örneğin, Türkiye-Japonya Ticaret antlaşması 1934 yılında imzalanmıştır. Ancak, öte yandan, Pan Türkizm veya Pan İslamcılık gibi aşırı akımlara pek hoşgörü ile bakmayan Cumhuriyet yönetimi, muhacir Türk Tatarların Japon milliyetçileri ile kurdukları yakın ilişkilere karışmamakla beraber, Cumhuriyet’in dış ve iç politikalarına ters duran bazı durumlarda, Japonya tarafına uyarı niteliğinde tavırlar sergilemektedir.
Örneğin, 1933 yılında, Japon milliyetçilerinin daveti üzerine Şam’da sürgünde yaşayan Şehzade Abdülkerim Efendi’nin Tokyo ziyareti ve Japonya’da bir yıl kalması, Türk Büyükelçiliği tarafından gayri resmi bir şekilde, sözlü olarak, protesto edilmiştir. Japon subaylarının 1931-32 yıllarında Çin’in kuzey bölgelerinin istilası ve özellikle Mançurya’da Japonya’ya bağlı bir kukla rejim kurmalarının hemen arkasından gelen bu ziyaret, bazı kaynaklara göre, Japon milliyetçi akımının ileri gelen bir subaylar gurubunun, İç Asya veya hatta Orta Asya’da Japonya taraftarı bir İslam Devleti kurma hayallerinin bir parçasıydı. Japon Dışişlerinin konuyla ilgili raporuna göre, Türkiye Büyükelçiliği yetkilileri, böyle bir tutumun, Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmanca bir tavır olacağından, sürgün Şehzade’nin Japonya’dan bir an ev-
vel gitmesinin doğru olacağını ifade etmişlerdir. Sonunda, pek başarılı olmayan bu planın arka planında ki gelişmeler henüz aydınlığa kavuşmamıştır, ancak, olayın kendisi, bu dönemdeki Türk-Japon ilişkilerinin hassas çatışma noktalarını göstermesi açısından ilginçtir.30
Öte yandan, bu devirde, özellikle, Türk Tatar muhacirlerlerinden, 1920’li ve 1930’lu yillarda Japonya’ya gelen, Ayaz İshaki, Abdürreşid İbrahim, Muhammed Abdulhakhay Kurban Ali gibi siyasi kişilikler, bu dönemde Japonya’da teşvik gören Türkçü ve İslamcı faaliyetlerde aktif rol oynamışlardır. Bu dönemde göze çarpan bazı faaliyetler arasında, 1927 yılında Kurban Ali’nin Tokyo’da kurduğu Tokyo İslam Matbaası ve bu yıllarda bastığı Yani Japon Muhbiri Dergisi, 1934 yılında Ayaz İshaki’nin de katıldığı Kobe İslam Topluluğu Kongresi, aynı dönemde Ayaz İshaki’nin Mançurya’da kurduğu Idil-Ural Cemiyeti ve Milli Bayrak gazetesi sayılabilir. Muhacirlerin, Japon yetkililerin ve Mitsui, Mitsubishi, Sumitomo gibi iş çevrelerinin desteği ile inşaa ettirdiği Tokyo Cami’i ise 1938 yılında açılmış ve bu açılış, Japonya’nın İslam dünyasına verdiği önemi uluslararası politikası içinde belirginleştirmiştir. Bu açılışa, Abdürreşid İbrahim, Tokyo Camii imamı olarak nezaret ederken, Türkiye Büyükelçisi katılmamıştır. Bu durum, Türk-Japon ilişkilerindeki görüş ayrılığını açık bir şekilde temsil etmektedir.31
Sonuç
İkinci Dünya Savaşının bitiminde, Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletlere katılmak için, Japonya ve Almanya’ya savaş ilan etmiştir. Ancak, iki ülkede de büyükelçilikler açık kalmış olup, ilişkiler kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. Savaştan sonra bugüne kadar, Türk-Japon ilişkileri olumlu bir şekilde gelişirken, Özellikle, Başbakan Turgut Özal döneminde, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler belli bir ivme kazanmıştır. Aynı dönemde gerek Türkiye’de Japonca gerekse Japonya’da Türkçe dil eğitimi yaygınlaşmıştır. Belki de tarihte ilk defa olarak Türk-Japon ilişkileri, Osmanlı veya Cumhuriyetin ilk yıllarına oranla, daha derin ve bağlayıcı şartlar içinde gelişme potansiyeline sahiptir. Öte yandan, Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra dünyaya açılan Orta Asya’da, Türk ve Japon işbirliğinin, tekrar gündeme gelmesi, savaştan önce Japonya’nın Türk dünyasına yönelik sergilediği çok boyutlu politikalarının ne ölçüde ve ne şekilde tekrar canlandırabilmek isteyeceği sorusunu ister istemez kaçınılmaz olarak gündeme getirmektedir.
DİPNOTLAR
1 Selçuk Esenbel, 1996: 238, eski eserler icin; Hüseyin Can Erkin, Hollanda Raporları adlı doktora calışması, Ankara Üniversitesi, DTCF, 2000, konulu çalışma, bu ilginç kaynakların Japonca çevirilerine dayanarak Japonların Osmanlı Turkiye’sine olan ilgisinin incelemesidir.)
2 Yoshida ve Furukawa heyetleri ile ilgili olarak, bkz., Okazaki Katsufuji, et al., 1986: 169-71; Naito, 1931: 15, Naito, et al, 1942: 328-9.
3 Bkz., Okazaki, Katsufuji, et al, 1986: 170-2. Komura, 1988: 46-8, yukarıdaki Japon ziyaretlerinin kayıtlarını İslam yanlısı bir tutumla açıklamaktadır. Yazar, aslında II. Dünya Savaşı sırasında İç Moğolistan’da bir istihbarat memuru olup, az sayıdaki İslamiyeti seçen Japonlardan biridir.
4 Yukarıdaki aynı kaynaklar.
5 Bkz., Gaimushh, 1911: 105-18, Arnavutlar için; Japonların pamuk üretiminde bereketli toprakları olan Basra bölgesine yönelik ekonomik ve ticari ilgileri için bkz., 100-4, 246-48.
6 Bkz., Fukuzawa, 1875 (1970): 16, dünyayı üç kategorili görüşte, Afrika’daki ilkel insanlar gibi aydınlanmamış dünya, bir sonraki ise yarı-aydınlanmış kategoriye giren Asya (-ki tamamen aydınlanma potansiyeli vardır), kategorileri bulunmaktadır. Batı’nın temsil ettiği aydınlanmış dünya kategorisine girmek isteyen Japonya’nın ikinci kategoriyi reddetmesi gerekmektedir.
7 Antlaşmalar siyaseti açısından, Beasley, 1964: 57-76; Jansen, 1975: 84, 197, 206, 214; 1902’deki İngiliz-Japon ittifakı için, bkz., Nish, 1976, 1977. Osmanlıların Batı ile yaptığı antlaşmalar, Osmanlıların Ruslara 1774’te yenildikten sonra Avrupalıların eşitliğini tanımak zorunda kaldığı Küçük Kaynarca Antlaşması, Fransız Devrimi’nin Yunanistan ve Mısır’daki milliyetçi ayaklanmalara etkisi, Osmanlı İmparatorluğu topraklarına “serbest ticaret”i getiren 1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşması, Batılılaşma ve reformlara genel bir bakış için, bkz., Zurcher, 1993: 49-50, 58-69, 78-88.
8 ‘Toruko oyobi Ejiputo ni aru ryhjikan saiban no ken’ [Mısır ve Türkiye’deki konsolosluk mahkemeleri ile ilgili olarak Meiji Hükümeti için yapılan tercümeler derlemesi], içinde: Meiji seifiı tsÑyakÑ sok-ruisan, 5-Ts-yakÑ shÑsei daiichi hen, Tokyo: Yumani shobh, 1986.
9 Naito, 1931: 15.
10 Takahashi, 1982: 128; Naito, 1931: 15; et al., 1942: 328-9; Matsutani, 1986: 9.
11 Sorular için bkz., Naito, 1931 23-5, antlaşmalarla ilgili sorunlar için, ibid.: 28, 31-5, bu sorgunun İngilizce çevirisi için, Arık, 1989: 20-2.
12 Sait, 1910: 37; Arık, 1989: 25; Naito, 1931: 31-5.
13 Zurcher, 1993: 85-6.
14 Komatsu, 1992: 1-16; Mütercimler, 1993; Naito, 1931: 110-81.
15 Bkz. Naito, 1931: 182-252, II. Abdülhamid’in Pan-İslamizm’i ile ilgili geniş çalışmalar olarak, Mütercimler, 1993: 151-2, Deringil, 1991: 47-65.
16 Yamada ve Türkiye deneyiminin ayrıntıları için, bkz., Esenbel, 1996.
17 Daire-i Hariciye no. 36527, Arık, 1989; 60 icinde. Belgenin 1909’dan sonra hazırlandığı, Londra Büyükelçiliğine Japon tarafı ile müzakerelerin kesilmesi için talimat yollandığı açıklamasından anlaşılmaktadır. Selim Deringil’e Japonya ile Osmanlı hükümeti arasında diplomatik ve ticari antlaşma görüşmelerinin kaynaklarına ilişkin bilgilendirmesinden dolayı teşekkür ederim. Sarayın öne sürdüğü özel koruma için, bkz., Başbakanlık Arşivi, Yıldız Mütenevvi Maruzat, 198/122 Daire-i Hariciye no. 436.
Dostları ilə paylaş: |