ilhad hareketlerine karşı hilafet merkezinin hassasiyetinin zaman zaman devam
ettiğini kaynaklardan takip etmek mümkündür. Ama problemin tarihinde gerek ilgili
simalar, gerekse devletin takındığı tavır itibariyle en ilginç ve dikkate değer devre,
buraya kadar ele alınmaya çalışılan dönem olmuştur.
V. Zendeka ve İlhad Hareketleri Karşısında Ulema (Fakihler ve Kelâmcılar)
Hilafet merkezinin zındıklık ve mülhidlik karşısında sürdürdüğü bu şiddetli
mücadelenin, esas itibariyle toplum inançlarının bozulmasını ön-leyip mevcut düzeni
korumak, böylece hilafetin otoritesini hâkim kılmak gibi çift taraflı bir hedefe yönelik
olduğuna yukarıda değinilmişti. Bu hedefin dönemin fakihleri (fukaha) ve kelâmcıları
(müttkellimûn) tarafından da paylaşıldığı görülüyor.
Fakihler ve kelâmcılar bu olaylar karşısında, devletin polisiye mücadelesine paralel
olarak yoğun bir faaliyete giriştiler ve bu hareketlerin ne gibi hukuki müeyyidelerle
karşılanması gerektiği konusunda sıkı çalışmalar yaptılar. Fakihlerin, hangi inanç ve
davranışların zendeka ve ilhad sayılacağı, amaçlarının ne olduğu, bunların hangi
ortam ve şartlarda ve hangi niyetlerle açıklandığı, bunlara önayak olan kişilerin
bireysel, hukuki ve toplumsal konumlan gibi çeşitli meseleler üzerinde kendi
dönemlerinin şartlarına göre birtakım sonuçlara vardıklarını, bunların da uygulanması
gerekli, vazgeçilmez hükümlere dönüştürüldüğünü görüyoruz. Bunlar gerçekten de
siyasal iktidarlar tarafından tatbik mevkiine konulmak suretiyle yerleşti ve ileriki
yüzyıllarda da benzer durumlarda uygulanmak üzere, fıkıh kaynaklarında yer buldu.
Fakihlerin bu konudaki içtihat ve hükümleri, geniş ölçüde Peygamber ve Dört Halife
devrindeki irtidadve nifak (münafıklık) olaylarında uygulanan müeyyideler temel
alınarak geliştiriliyordu. Burada, Ehl-i Sünnet'in bilinen dört büyük mezhebinin
teşekkül süreçlerinin, zendeka ve ilhad hareketlerinin henüz yoğun olduğu yıllara
rastladığını dikkate almak gerekir. Bu itibarla, bu dönemde zındık ve mülhidler
hakkında fıkıh kaynaklarında yer alan hükümler, ileride problemin hukuki açıdan
tahlilini yaparken de görüleceği üzere, çok tabii olarak bu hareketlerin devam ettiği bir
dönemin yarattığı endişe ve tedirginliği yansıtıyor, mezheplere göre birbirinden farklı
yaklaşım ve bakış açıları sergiliyorlardı.
Kelâmcıların yaklaşımı ise, fakihlere göre daha başka noktalarda, özellikle İslami
inanç noktasında ağırlık kazanıyor. Ayrıca, zındıklık ve mülhidlik hareketleri
karşısında duyarlılık gösterenlerin yalnız Ehl-i Sünnet kelâmcıları değil, en az onlar
kadar, bir ara Halife el-Me'mun devrinde Abbasi devletinin resmi mezhebi konumuna
yükselen Mutezile kelâmcıları-nın olduğu da gözden kaçmıyor. Bizzat bu mezhebin
kumcusu sayılan Vâsıl b. Atâ, zındıklara karşı şiddetli bir mücadeleye girişmişti. Hem
Elfu Mes'elc fi'r-Reddi Cak'l-Mâneviyye gibi eserleriyle, hem de sözlü
münakaşalarıyla bu mücadeleyi sürdürüyordu. İslam inançlarının savunmasını
yapıyor, entelektüel tabakalarda zendeka hareketinin yayılmasını engellemek için
büyük gayret gösteriyordu.195 Yandaştan da onu takip ediyorlardı.
Bir bakıma meseleyi şer'i emir ve tekliflerden kurtulmaya yönelik bir hareket olarak da
algılayan el-Câhiz ve el-Hayyat gibi önde gelen Mutezile kelâmcılarının, zındık ve
mülhidlerin tek amacının ibâha (İslâm'ın yasakladığı her şeyi meşru ve mubah
addetme) olduğunu düşünmeleri sebebiyle, bu konuda birtakım reddiyeler
yazdıklarını biliyoruz. Bir örnek olarak, Muhammed b. Osman el-Hayyat'ın İbnü'r-
Râvendi'ye yazdığı Kitcıbü'l-Intisar fi'r-Keddi 'alâ Ibni'r-Râvendi el-Mülhid isimli eserini
hatırlayalım. Fakat zendekaya karşı bu yoğun mücadelelerine rağmen bizzat Mutezile
mensuplarının dahi, Ehl-i Sünnet mensupları nezdinde zındıklık suçlamasından
kendilerini kurtaramadıkları, İmam Mâlik b. Enes tarafından çok katı bir biçimde
zendeka ile suçlandıkları ve bu yüzden kayıtsız şartsız öldürülmeleri gerektiğinin
savunulduğu da unutulmamalıdır.196
Ehl-i Sünnet kelâmcıları ise, daha önce de temas olunduğu gibi, 9. yüzyıldan itibaren
bazen devletin talimatı üzerine, bazen kendi endişelerinin şevkiyle, zındıklara
reddiyeler kaleme almaya başlamışlar ve bu işi daha sonraki yüzyıllarda da
sürdürmüşlerdir. Ünlü âlim el-Gazzâli, meşhur Faysalü't-Tefrika Beyne'l-İslâm ve'z-
Zendeka isimli eserinde, iman ve küfür kavramları üzerinde durmuş, bunların
sınırlarını kendine göre akli ve nakli delillerle belirlemeye çalışmıştır. Özellikle
"Yaratıcı" (Halik) kavramını kabul etmemenin ve âhiret âlemini aklen ve hissen inkâr
etmenin zındıklık, dolayısıyla küfür olduğunu vurgulayarak, çağdaşı İbnü'r-Ravendi
gibilerin fikir ve iddialarını çürütmeye çalışmıştır.197 Hatırlanacağı üzere, onların bir
kısmı, âhiretin varlığının aklen mümkün olamayacağını, bir kısmı da, mümkün olsa
bile bunun ancak ruh âleminde vuku bulabileceğini savunmaktaydılar.
El-Gazzâli gibi pek çok ulema, benzeri eserler kaleme aldıkları gibi, daha sonraki
yüzyıllarda da aynı gelenek devam etti. Ünlü âlim Abdur-rahman b. el-Cevzi (ö. 1200)
de bu geleneği sürdürenlerdendi. Telbîsu İblis adındaki meşhur eserinde kendi
zamanına kadar yaşamış ünlü zındıkları şiddetle eleştiriyordu.198 Kanuni Sultan
Süleyman'la aynı yılda vefat eden ünlü âlim Ahmed b. Hacer el-Heytemi, zındıklara
karşı yazdığı, daha önce de zikredilen eserinin adını es-Savâiku'l-Muhrikct (Yakıcı
Yıldırımlar) koymuştu.199
13. yüzyılın sonlan ve 14. yüzyılın başları, özellikle Muhyiddîn İbnü'l-Arabi'nin tesiriyle
Vahdet-i Vücûd kavramının tasavvuf çevrelerinde yaygınlaşıp çok değişik
yorumlarının giderek birtakım taşkınlıklara sebebiyet vermesi dolayısıyla, kelâmcılar
ve fakihler tarafından bu çevrelerin şiddetli bir zendeka ve ilhad suçlamasına maruz
bırakıldığı bir dönemi oluşturur. Vahdet-i Vücûd'çular cephesine karşı en ağır
saldırıları yapanların başında, Harran'lı ünlü âlim İbn Teymiyye (ö. 1328) gelir.200
İbn Teymiyye, önce, Karmatîler'e benzettiği İbnü'l-Arabi'ye ve onun önemli
takipçilerinden Afifeddin et-Tilemsâni'ye yüklenerek onları İttiha-diyye'&e.n (Allah'ın
insanla birleşmiş olduğuna inananlar) sayar. Dolayısıyla onun nazarında her ikisi de
"mülhid ve zındık"tır.201 İbn Teymiyye'ye göre Vahdet-i Vücûd'çular ya münafık, ya
zındıktırlar. Çünkü bunlar dıştan Müslüman olduklarını söyleyip içlerinde büyük bir
küfrü gizli tutan zındıkların en önde gelenlerindendirler." "Bunlara intisap eden,
bunları savunup övüp yücelten, kitaplarına değer veren, yardımda bulunan ve onları
mazur görmeye çalışan herkesin cezalandırılması gerekir."202
Bu arada tasavvuf çevreleri bir yandan fakihlerin ve kelâmcıların bu tür şiddetli
ithamlarına hedef olurken, bir yandan da bu' eleştirilerin tahribatından kurtulmak için
kendilerine Ehl-i Sünnet çerçevesinde olabildiğince bir yer bulmaya çalışıyorlardı. Bu
yüzden bazı büyük mutasavvıflar, zındık ve mülhid damgasını yememek için, oldukça
erken devirlerden itibaren şeriat çizgisini titizlikle takip etmeye gayret sarf etmişlerdir.
Buna rağmen fakihlerin ve kelâmcıların suçlamaları hep devam etmiş, daha sonraki
yüzyıllarda bile mutasavvıflar kendilerine yöneltilen bu tür zendeka ve ilhad
suçlamalarından kolay kolay kurtulamamışlardır. Nitekim 13. yüzyılın Bağdat'lı
meşhur mutasavvıfı Şihâbeddîn Ebû Hafs Ömer es-Sühreverdi (ö. 1234) bu konuya
titizlikle yaklaşıyor, Avârifu'l-Ma'ârifadmdskı ünlü eserinde, şeriat çizgisinden ayrılarak
tasavvufa nefsaniyet karıştıranların, ibâha yoluna sapanların, zendeka ve ilhad
batağına saplanmış olduklarını yazıyordu.203 15. yüzyılda bir başka büyük sûfi,
Abdurrahman-ı Cami (ö. 1495) ise Melâmet kalkanının arkasına sığınarak ibâha
yoluna sapan sûfılerin, zenadıkadan olduklarım söylüyordu.204 Bunların Osmanlı
İmparatorluğu'ndaki uzantılarını aşağıda göreceğiz.
VI. Tahlil
A) Sosyolojik Açıdan Zendeka ve İlhad
Klasik dönem İslam dünyasında zendeka ve ilhad hareketlerinin buraya kadar
denediğimiz şu kısa tarihçesi bize şu gerçeği gösteriyor: îster toplumsal, ister
entelektüel nitelikte olsun, bütün bu hareketleri esas itibariyle, Emevi hilafeti
zamanında baş gösteren koyu Arapçılık siyasetinin Mevâli tabakası üzerinde
yoğunlaştırdığı siyasal, toplumsal ve ekonomik baskılar sonucu doğmuş, Abbasi
dönemindeki toplumsal krizlerle beslenmiş, siyasal ve kültürel bir protesto olarak
değerlendirmek gerekiyor. Bu protestonun ideolojisi siyasal iktidarın temsil ettiği İslam
yorumuna karşılık, çok tabii olarak onu gerçekleştirenlerin eski kültür ve inançlarına
referans vermektedir. Nitekim, hemen hepsi de, bir anlamda Arap kavmiyetçiliğine
mukabil olarak ortaya çıkan karşı-kavmiyetçilik diyebileceğimiz Şuûbiyye hareketinin
içinden gelişmiştir. Aralarında Arap veya başka kökenliler de bulunmakla beraber,
incelenen "zındık" ve "mülhid"lerin hemen hemen önemli bir kısmının esas itibariyle
Emeviler'in son döneminde yetişmiş ve Abbasi devrine de intikal etmiş Fars kökenli
şahsiyetler olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu tarihçe bir gerçeği daha gösteriyor: Bihâferid'den Bâbek el-Hurremi'ye kadar
bütün ihtilalci toplumsal zendeka hareketleri, Hıristiyanlık, Musevilik veya Sâbiîlik gibi
dini çevrelerden Müslümanlığa geçmiş olan Mevâli arasında değil de, özellikle
Mazdekizm ve Maniheizm'den (kısmen de Zerdüştîlik'ten) geçen Mevâli arasında
çıkmıştır. Yaklaşık 9. yüzyıla gelinceye kadar bu ilk tabaka zındıklarının büyük bir
çoğunluğunun Fars kökenli veya öyle olmasa bile en azından İran kültür çevrelerine
mensup oldukları görülüyor. Bu demektir ki, zendeka hareketlerinin toplumsal ve
ideolojik tabanı geniş ölçüde İran kültürüne mensup çevreler tarafından
oluşturulmuştur. Bu hareketleri temsil eden şahsiyetlerin önemli bir kısmı, ya birkaç
kuşak öncesinden Müslüman olmuş Farsi ailelerden gelen, yahut bizzat kendileri İran
dinlerinden İslamiyet'e geçmiş kişilerdi. Nitekim zındık, zendeka. terimleri de bu
gerçeğin göstergesidir.
Böyle olunca, zendekanın çoğunlukla, Mevâli tabakası içindeki Fars kökenliler
tarafından başlatılmasının bir tesadüf eseri olmadığı anlaşılıyor. Mazdekizm ve
Maniheizm'in, antik İran'da, soy asaletine ve servete dayalı, Zerdüştîliğe mensup bir
imtiyazlılar zümresinin baskısı altında yaşayan Sâsâni toplumunda tepkisel sosyal
hareketler niteliğiyle ortaya çıktıkları göz önüne alınırsa, bu tepkisel karakteri
özlerinde taşıdıkları kolay sezilir. İşte yalnızca bu iki dine mensup çevrelerden gelme
Fars kökenli Mevâ-li'nin, Müslüman olmalarına rağmen bunun nimetlerinden
kendilerini yararlandırmak istemeyen Emevi ve Abbasi yönetimine bu eski inançlarına
referans vererek karşı koymalarının tek değilse bile en önde gelen sebebi, bu
tepkisellik olmalıdır. Öyle görünüyor ki, yüzeysel olarak Müslüman-laşmış bu
zümreler, Sâsâniler döneminde yaşadıkları iktisadi ve sosyal baskıların Emeviler ve
Abbasiler zamanında da devam etmesi yüzünden, yeni dine girmiş olmanın
durumlarını değiştirmediğini fark edince, tepkilerini zendeka denilen hareketle ortaya
koydular. Başka bir deyişle, Mazdekizm ve Maniheizm, antik İran'da Zerdüştîliğe
karşı oynadığı rolün bir benzerini Emevi ve Abbasi iktidarı döneminde İslam'a karşı
bir kere daha oynamıştır. Özet olarak, nasıl antik Zerdüşti İran'da eşitliğin yok olduğu,
siyasi otorite ve bunun sağladığı ekonomik refahın avantajlarının soylular, zerdüşt
rahipleri ve savaşçı sınıfının eline geçtiği bir toplumsal ortamda Mazdekizm ile
Maniheizm birer tepki hareketi olarak tarih sahnesine çıkmışlarsa, Emevi ve Abbasi
toplumunda da bu fonksiyonlarını zendeka ve ilhad hareketleri olarak icra etmişlerdir
denebilir.
B) İdeolojik Açıdan Zendeka ve İlhad
Yukarıda da işaret edildiği gibi, ilk dönem zendeka hareketlerinin ideolojileri,
kendilerini yaratan sosyal tabanlarıyla bağlantılı bir şekilde, Irak ve İran topraklarında
yüzlerce yıldan beri yerleşmiş, münhasıran Mazdekizm ve Maniheizm, kısmen de
Zerdüştîlik gibi eski ikici (senevi, düalist) İran dinlerinin bünyesinde yaşayan inanç ve
anlayışlardan beslenmiştir.205 Bu yüzdendir ki zındıklar, Kur'aıı-ı Kerim'in tâlim ve
telkin ettiği tevhid esasına dayanan Allah ve Peygamber kavramlarını inkâr
etmemekle beraber, zihinsel şablonlarına tam olarak oturtamadıkları bu kavramları,
eski düalist inançları ve kültürel gelenekleri doğrultusunda anlamlandırıp
eleştiriyorlar, ahiret inancını ise, pek tabii olarak, bu sayılan dinlerin eskatolo-jik
mitolojisi ışığında yorumluyorlardı. Başka bir ifadeyle, 8.-9. yüzyıllarda Emevi ve
Abbasi İmparatorluğu'ndaki Dımaşk, Halep, Küfe, Basra, Bağdat gibi şehirlerde
yaşayan bu ilk tabaka zındıkları, gerçek anlamda ateist bir ideolojiyi hiçbir zaman
temsil etmediler. Ancak burada, aynı dönemde Endülüs Emevi hilafetindeki zendeka
hareketlerinin böyle bir yapısı olmadığını, buradakilerin daha ziyade resmi mezhep
olan Mâliki-lîk'ten başka bir mezhebe geçme şeklinde tezahür ettiğini unutmamalıyız.
Emevi ve Abbasi dönemlerinin ilk tabaka zındıkları, İbnü'l-Mukaffa'ın veya daha
başkalarının yaptığı gibi, ideolojilerini eski Mazdekist ve Mani-heist eserleri Arapçaya
çevirmek suretiyle beslediler. Bu geniş kapsamlı çeviri edebiyatının, İslam'ın
esaslarını ve bazı kavramlarını bu eski dinlerin kavramlarıyla yorumlama konusunda
zındıklara çok geniş imkânlar sunduğu görülüyor. Özellikle ahiret, kıyamet, kıyamet
alametleri gibi kavramların yorumlanmasında, bu dinlerin mitolojilerinden çok geniş
ölçüde yararlanıldı, ki kalıntıları günümüze kadar uzanmaktadır. Dolayısıyla, bu çeviri
edebiyatının zendeka hareketlerinin ideolojik kaynağını beslemek bakımından
oynadığı tarihsel rolünün kesinlikle çok büyük olduğu söylenebilir.
Yaklaşık 9. yüzyıldan itibaren zendeka hareketlerinin gerek etnik köken, gerekse
mahiyet itibariyle yavaş yavaş (adı her ne kadar yine zendeka olsa da) ilhad
hareketlerine dönüşmesi, önemli bir dönüm noktasını tespit etmektedir. Bu
tarihlerden itibaren artık zendeka hareketinin toplumsal tabanı ve ideolojik mahiyeti,
birbirine paralel olarak İran'ın ve kültürünün inhisarından çıkmış ve hem etnik, hem
de ideolojik yapı itibariyle heterojen bir karakter almaya başlamıştır. Zındık ve
zendeka terimlerinin artık ilhad ve mülhid terimleriyle birlikte kullanılmaya başlaması,
kanaatimizce bu sosyolojik değişimin bir sonucu olsa gerektir.
Bu defa Kur'an-ı Kerim'in tâlim ve telkin ettiği Allah ve Peygamber kavramlarının,
ahiret inancının toptan reddi şekline dönüşen, yani ilhad biçimini alan entelektüel
zendeka hareketlerinin, artık İran'ın düalist din-JO lerinden çok, eski Hind, Yunan ve
Hellenistik dönem felsefelerine referans veren ideolojiler kullanmaya başladıkları
görülür. Ebû İsa el-Varrâk ile başlayıp İbnü'r-Râvendi, Ebû Hayyân et-Tevhidi ve Ebû
Bekir Zeke-riyyâ er-Râzî ile sürüp giden ilhad hareketleri, böyle felsefi nitelikli bir
ideolojiyi temsil ediyorlardı. Artık 12.-13. yüzyılda çok daha belirgin hale gelen
tasavvuf çevrelerindeki zendeka ve ilhad eğilimleri, muhakkak ki neoplatonist bir
çerçevede oluşan ve panteizm ile arasındaki sınır "bıçak sırtı" kadar ince ve keskin
olan aşırı Vahdet-i Vücûd'çu bir ideolojiden kaynaklanıyordu. İşte Osmanlı
döneminde ele alacağımız zendeka ve ilhad hareketleri daha çok, bu son iki
ideolojiye istinat eden tarihsel bir arka plana sahiptir.
C) Siyasal Açıdan Zendeka ve İlhad
Zendeka ve ilhad hareketlerini anti-Arap bir siyasal ve ideolojik tepki olarak
değerlendirdikten sonra şu soruyu sorabilir miyiz? Acaba bu tepkinin siyasal bir
amacı, mesela Emevi ve Abbasi iktidarlarını ya kendi çizgilerine gelmeye zorlama
yahut onları devirip yerlerine kendi iktidarlarını getirme gibi bir hedefleri var mıydı?
Bir defa entelektüel zendeka ve ilhad hareketlerinin doğrudan böyle bir amacı
hedeflediklerini söyleyebilmek zor görünmektedir. Çünkü ele aldığımız örneklerin
hiçbiri (belki bürokratik zendeka kategorisinde gör-
düğümüz Bermekîler olayı bir dereceye kadar istisna edilirse) böyle bir izlenim
yaratmıyor. Buna karşılık toplumsal ihtilalci zendeka hareketlerinin doğradan doğruya
böyle siyasal bir amaca yönelik olduklarını söylemek mümkündür. Bu siyasal amaç,
muhtemelen hilafet yönetimini bu hareketleri gerçekleştiren zümrelerin siyasal ve
sosyoekonomik durumlarını iyileştirmeye zorlamaktan iktidarı bilfiil ele geçirmeye
kadar değişik biçimler almış olabilir. Özellikle el-Mukanna' ve Bâbek el-Hurremi
isyanları gibi uzun süreli ve çok kalabalık kitleleri arkasına almış ihtilal hareketleri için
bu herhalde daha çok geçerlidir.
Entelektüel zendeka hareketlerinde ise iki durum ortaya çıkıyor: İb-nü'1-Mukaffa',
Beşşar b. Burd, Ebu'l-'Alâ el-Ma'arri, Bermekîler ve nihayet Afşin örneklerinin temsil
ettiği birinci durumda, büyük bir ihtimalle gerçek bir zeııdekadan çok, ortadan
kaldırılmak istenen rakip veya rakiplerin harcanmasını sağlayan siyasal bir
enstrümanın söz konusu olduğu söylenebilir. Özellikle Bermekîler olayı bunun tipik bir
örneği olarak gösterilebilir. İleride görüleceği üzere, II. Bayezid zamanında zendeka
ve ilhad suçuyla idam edilen ünlü âlim Molla Lûtfi, bu mesleki rekabet ve kıskançlığa
kurban verilen kişilerden biridir.
İkinci durumda, yani gerçekten zendekanın söz konusu olduğu entelektüel
hareketlerde ise zındıklar ve etraflarında oluşan zendeka hareketleri, doğrudan siyasi
iktidarı hedef almadıkları halde, sırf onun tarafından kabul edilen ve korunan resmi
ideolojiye ve düzene karşı çıkıldığı için, dolaylı olarak merkezi iktidara karşıt bir
konuma yerleşmekte, böyle olunca da onun varlığına, otoritesine ve meşruiyetine bir
tehdit oluşturmakta- ' dır. Nitekim bu şekilde algılandığı içindir ki, siyasi otorite
tarafından şiddetle üstüne gidilmekte ve şiddetle mahkûm edilerek ortadan
kaldırılmaya çalışılmaktadır.
D) Hukuki (Fıkhi) Açıdan Zendeka ve İlhad
Eğer sergilemeye çalıştığımız tarihçe bütünüyle göz önüne alınırsa, İslam hukukunun
(fıkh), zendeka ve ilhad, yahut zındık ve mülhid konusundaki tavrı ve bu tavra bağlı
olarak geliştirdiği hükümleri, çok tabii olarak İslam'ın daha başlangıcında değil,
zendeka ve ilhad hareketlerinin gelişmesine paralel bir şekilde ortaya çıkmış ve
peyderpey oluşmuştur. Ama hiç şüphe yok ki, bu hükümlerin referansları, Peygamber
devrinde görülen irtidad (dinden dönme) ve nifak (münafıklık, gizli küfr) olayları
karşısında Kur'an-ı Kerim'in âyetleri ile bizzat Peygamber'in hadisleri ve bir de
bunların Dört Halife devrindeki yorum ve tatbikatlarıdır.206 Bunlara ek olarak, sonraki
yüzyıllarda İslam dünyasında bu tür olaylar hakkında verilen hukuki hükümlere temel
oluşturan dört Sünni mezhep imamının (Ebû Hanife, Malik, Şafii ve İbn Hanbel)
içtihatlarını düşünmek gerekir. Özellikle zendeka olaylarının başlayıp sürmekte
olduğu dönemler içinde yaşamış bulunan bu dört Sünni mezhep imamının bu
konudaki içtihatları, yalnız inanç ve toplumu değil, dönemin siyasal otoritesini de
hesaba katan ve hiç şüphesiz, zendeka hareketleri devam etmekteyken sıcağı
sıcağına verilmiş hükümlerdi. Bu hükümler zendekanın, münafık, dcbri, mülhid,
mürted, kâfir gibi kavramlarla karşılaştırılıp nüanslarının tespitinden sonra, son
tahlilde nifak ve irtidad (yahut ridde) ile aynı paralelde değerlendirilmesi sonucunu
doğurmuştur.207
İslam'ın ana kaynağı Kur'an-ı Kerim'de irtidad ve nifak kavramlarından doğrudan
doğruya veya dolaylı olarak söz edilmiştir. Mesela doğrudan veya dolaylı irtidaddan
bahseden âyetlerde, mürtedlere, başka bir deyişle İslam'dan başka bir inanca
dönenlere, ölüm cezası dahil, dünyevi herhangi bir ceza verilmesinin söz konusu
olmadığı, üstelik vazgeçip tev-be edenlerin hiçbir cezaya çarptırılamayacağının
vurgulandığı dikkati çeker.208 Nifak yahut münafıklıktan bahseden âyetlerde ise,
uhrevi cezalar söz konusu olmakla beraber, yalnızca iki âyette öldürülmeleri emredil-
mektedir.209 Burada ilginç olan, Müslümanlığı kabul ettikten sonra geri dönenlerin
değil de, aslında hiç inanmadıkları halde, Müslümanlar arasındaki çıkarları sebebiyle
veya çekinme ve korkuları yüzünden inanmış görünenlerin, İslam'ın bu ilk devrinde
gerçek Müslümanlara verdikleri zararlardan dolayı öldürülmelerinin istenmesidir.
Biraz dikkatle bakıldığında, bu ölüm emrinin, münafıkların Peygamber devrinde
İslam'ın henüz yeni yayıldığı sıralardaki siyasi tutumlarıyla, yani Müslümanlara karşı
kâfirlerle gizlice anlaşıp birlikte hazırladıkları tuzaklar, çevirdikleri manevralar ve
aleyhteki faaliyetleriyle ilgili olduğu, inançsızlıklarıyla ilgili olmadığı, âyetlerin
gelişinden anlaşılıyor.210
Peygamber'in hadislerine gelince, bunlarda mürtedler hakkında öldürülme emirlerinin
yer aldığı görülüyor. Mesela en sağlam hadis kaynaklarının başında geldiği kabul
edilen Sahîhü'l-Buhârt''de bu konuda birkaç hadis nakledilmektedir.211 Ancak bu
hadislerde söz konusu edilen mür-tedlerin durumları tamamen farklıdır ve öldürülme
emrini, tıpkı münafıklarda olduğu gibi, inanç temelinde değil, siyasi çerçevede
değerlendirmek gerekir. Bu hadisleri, İslam'ın yeni ortaya çıktığı ve İslam toplumunun
henüz teşekkül etmekte bulunduğu erken bir devirde, mürtedlerin bu toplumun sayıca
ve nitelikçe büyümesine engel teşkil ettikleri düşüncesi çerçevesinde değerlendirmek
gerekir.
Klasik fıkıh kaynaklarında zendeka genellikle "İbtânü'1-küfr ve izhâ-rü'1-imân," yani
"inançsızlığını gizlemek, inancı varmış gibi görünmek" şeklinde, çok kısa fakat çok
açık bir ifadeyle tanımlanmıştır. Görüldüğü gibi İslam hukuku zendeka ve ilhadın
tarihsel ve kültürel' kökleri ve gelişimi konusuyla ilgilenmemiş, meseleyi yalnızca
inanç temelinde ele alarak bunu toplumsal ve siyasi düzenle ilişkilendirmiş ve hükmü
ona göre vermiştir.
Bu durumda, her biri klasik dönem İslam dünyasının İspanya'dan Uzakdoğu'ya kadar
uzanan değişik yerlerinde uygulanan dört Ehl-i Sünnet mezhebinin görüşlerinin,
bunlara temel teşkil eden hareket noktalarının, kullandıkları delillerin (âyet ve
hadisler) yorumlamş tarzlarının, bu geniş coğrafya içerisinde siyasal, kültürel ve
toplumsal özellik ve şartlara göre çok tabii olarak farklılaştığı görülür. Dolayısıyla
İslam dünyasında zendeka olayları karşısında, hangi mezhep nerede yaygınsa orada
o mezhebin hükmünün uygulandığını görmek elbette çok tabiidir. Nitekim, (bazı
istisnaları ile) mesela Endülüs'te İmam Mâlik'in, Mısır'da ve devrine göre kısmen
İran'da İmam Şafii'nin, Arabistan'da İmam Ahmed b. Hanbel'in, Irak'ta İmam Mâlik'in,
Anadolu'da ise İmam-ı Azam Ebû Hanife'nin içtihatları uygulanıyordu. Son tahlilde
Dostları ilə paylaş: |