Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə119/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   115   116   117   118   119   120   121   122   ...   181

Mİ'VEZ(E) (C: Meâviz) Çocuk sardıkları bez, kundak. * Eski kaftan.

MİYAH (Mâ. C.) Sular.

MİYAH-I CÂRİYE Akar sular.

MİYAH-I HÂRRE Kaplıca suları gibi olan sıcak sular.

MİYAH-I MALİHE Tuzlu sular.

MİYAH-I MERRE Acı sular.

MİYAN f. Orta, ara, vasat, meyan.

MİYANBEND f. Kemer, kuşak.

MİYANBESTE f. Bel bağlamış. * Mc: Hemen işe hazır.

MİYANE f. Ara. * Orta, vasat. * Helva gibi bazı yemeklerin pişme kıvamı. * Ortaya serilen halı. * Gerdanlığın ortasındaki büyük inci.

MİYANÎ (Minâ. C.) Limanlar.

MİYANSER f. Yarısı kıymetli taşlarla süslü bir cins taç.

MİYANSERA (Miyânserây) Avlu. Ev meydanı.

Mİ'YAR Ölçü. Bir şeyin kıymet ve vasfını gösterir olan.

MİYERE Taam, yemek.

MİYSERE (C: Mevâsir) Eyer yastığı. * Eyer altına koydukları keçe. * Çul içine koyulan keçe. * Yatacak döşek, yatak.

MİZ Misâfir. * Sofra, mâide. * Temiz, pak.

MİZ'A Ayıracak alet. Kesecek alet.

Mİ'ZA Ufak taşlı sert yapılı sağlam yer.

Mİ'ZAB (C: Meâzib) Dam oluğu.

MİZAB (C.: Meâzib) Oluk, su yolu.

MİZAB-I BÂRÂN Yağmur oluğu.

MİZAC Huy, tabiat, fıtrat, bünye. * Bir şeyle karıştırılmış olan başka bir şey.

MİZAC-I NÂZİK İnce yaradılış. Nâzik tabiat.

MİZ'AC Bir yerde karar etmeyen kadın.

MİZAC-DAN f. Mizac bilen, mizaçtan anlıyan.

MİZACGİR f. Mizâc ve keyiflere göre hareket eden.

MİZAD Sürur, sevinç, neşe.

Mİ'ZAD Ağaç veya tahta budama bıçağı. * Pazvant, kolçak.

MİZAE Abdest alacak kap.

MİZAH Şaka, lâtife. * Edb: Bâzı düşünceleri nükte, şaka veya takılmalarla süsleyip anlatan bir yazı çeşidi. Hoş, nükteli söz. (Zıddı ciddiyettir)

MİZAHÎ Mizahlı, eğlenceli.

MİZAH-NÜVİS f. Eğlenceli mizahlı yazılar yazan.

Mİ'ZAL (C: Meâzil) Zayıf ahmak adam. * Silâhsız kimse. * Davarını halktan ayırıp uzak yerlerde otlatan kimse.

MİZAN Terazi, ölçü, tartı. * Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. * Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir. * Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.

MİZAN-ÜL HARARE Sıcaklığı, soğukluğu ölçen âlet. Termometre. (Mikyas-ul hararet de denir.)

Mİ'ZAR (C.: Meâzir) Örtü, perde.

MİZBAH Bıçak.

MİZBAN (C.: Mizbanân) f. Ev sahibi. Misafir kabul eden kimse.

MİZBANÂN (Mizban. C.) Misafirleri ağırlayanlar, ev sahipleri.

MİZBED (C: Mezâbid) Hayvan ahırı.

MİZBER (C.: Mezâbir) Kamış kalem.

MİZCEL "Harbe" denilen küçük kılıç.

MİZDEA Yüz yastığı.

MİZEBBE Yelpaze.

MİZEC Küçük süngü.

Mİ'ZEF (Mi'zefe. Azf) Çalgı âleti, saz v.s.

MİZEFFE Gelin mahfesi.

MİZEK f. İdrar, sidik.

Mİ'ZENE (MİZENE) Ezan okunacak yer.

Mİ-ZENEND (f. Fiil) Söylüyorlar, vuruyorlar. " : Zeden" vurmak" masdarındandır.

Mİ'ZER (C.: Meâzir) Peştemal.

MİZKÂR Dâima erkek doğuran dişi.

MİZLAC (MİZLÂK) El ile açılan kilit.

MİZLAKA Uzun burunlu ışık fitili makası.

MİZMAN f. Misâfiri ağırlıyan, misâfire ikram eden ev sâhibi.

MİZMAR (C: Mezâmir) Meydan. At yarıştıracak ve at oynatacak yer. * İnce belli at.

MİZMAR Düdük, kaval. * Mukaddes Zebur Kitabının her bir suresi. * Hançere, nefes borusu. (Bak: Mezâmir)

MİZMAR-ZEN f. Düdük çalan.

MİZR Bir nevi meşrubat. * Ahmak kimse.

MİZRA (C: Mezâri) Yaba, kürek.

MİZRAK (C: Mezârık) Harbe, kısa kılınç.

MİZRAKA Küçük şırınga.

MİZVAC Çok koca değiştiren kadın. Çok kocalı kadın.

MİZVED Dil, lisan.

MİZVED (C: Mezâvid) Azık koyacak kab.

MİZZ Bir şeyin diğeri üzerine olan fazlı, üstünlüğü.

MODA Fr. Geçici yenilik. Elbise ve süslenmede geçici hevesler ve fantezi düşkünlüğü sebebiyle çıkartılan yeni tarz ve şekiller. Bunlar israfı artırır ve iktisada aykırıdır.

MODEL Fr. Biçim, örnek, şekil. * Resim yâhut heykel yapılırken bakarak benzetilmeğe çalışılan şey veyâ şahıs.

MODERN Fr. şimdiki zamana uygun, asri. (Bak: Medeniyet)

MOĞOL Turâni milletlerinin en büyüklerinden bir kabile olup Türkler ve Mançurlarla cinsi yakınlıkları vardır. Asyanın ortalarında bugün Çin Devletine tâbi olan ve Moğolistan ismiyle bilinen geniş bir çölde ve Sibirya ve Türkistan'ın da bazı taraflarında bulunurlar.Cengiz Hanla beraber Asyanın batı taraflarına akın ettikleri zaman, Asyanın büyük bir kısmıyla Avrupanın da bir kısmını yakıp yıkmışlardır.

MOLA İstirahat için işe ara vermek ve duraklamak. * Denizcilike: Gevşetme, koyverme manâsındadır.

MOLEKÜL Fr. Kim: Vasıflarını kaybetmemek şartıyla ayrılabilen herhangi bir maddenin en küçük cüz'ü, parçası.

MOLLA Eskiden büyük âlimlere verilen isim. * Büyük kadı. * Efendi, hoca, Medrese talebesi.

MOLLA CÂMİ (Bak: Câmi)

MOLLAYANE Mollaya yakışır şekilde. Mollaca.

MOLOZ Yapılardan artan veya viranelerden çıkartılan ufak taşlar. * Bir işe yaramaz insan.

MONARŞİ Fr. Hâkimiyetin kaynağı birtek şahısta (Kral, padişah, han v.s.) olduğu kabul edilen devlet şeklidir. Bu şahsın, yani devlet başkanının yanında bir meclis (parlamento) olursa; meşruti monarşi; olmazsa; mutlak monarşi ismini alır. Ayrıca devlet başkanının iş başına gelmesi şekline göre, irsi veya seçimli monarşi adlı çeşitleri de vardır.Monarşi, istibdat demek değildir. 1877 yılına kadar Osmanlı Devletinde bir parlamento yoktu. Fakat kanunlar âdil bir şekilde tatbik ediliyordu. Bu tarihte mutlak monarşi sona ermiş, meşruti monarşi devri başlamıştır. Asırlardır İngiltere de, meşruti monarşi devlet şekline sâhiptir. Monarşi, bir devlet şekli olduğu için, hükümet şeklinden ayrıdır. Yâni monarşik bir devlette, hükümetin kurulması ve vazife görmesi hukuk ve adâlete uygun olabilir. Eğer meşruti monarşi ise, hükümetin teşkili ve faaliyeti, parlamenter demokrasi esaslarına uygun olarak tanzim edilebilir ve yürütülebilir.

MUABBİR (İbâret. den) Rüyâ tabir eden. Görülen rüyalardan mânâ çıkaran.

MUABBİRÎN (Muabbir. C.) Görülen rüyalardan mânâ çıkaranlar. Rüya tabir eden kimseler.

MUACCEL Acele olunmuş, ta'cil edilmiş, mühletsiz. Peşin. Va'desiz.

MUACCELÂNE Acele olarak. Peşin olarak.

MUACCELAT (Muaccel. C.) Peşin ödemeler.

MUACCELE Beylik ve evkaf kiralarından peşin alınan kısım.

MUACCELEN Peşin olarak. * Çabuk ve acele olarak.

MUACCİZ Sıkıcı. Bıktırıcı. Usandırıcı. Taciz edici. Rahatsız eden. Yapışkan. Sırnaşık.

MUAD Geri çevrilmiş, iâde edilmiş, döndürülmüş.

MUADADAT Yardım etme, muvavenet etme.

MUADAT Karşılıklı düşmanlık, karşılıklı husumet.

MUADD Hazırlanmış. İdâd olunmuş.

MUADDEL Tadil edilmiş. Eski hâli değiştirilmiş.

MUADDIL (Muazzıl) Güçleştiren, güç duruma sokan, daraltan.

MUADDİL Tadil eden. * Düzelten. Müsâvi ve beraber kılan. Denkleştiren.

MUADELAT (Muâdele. C.) (Adl. den) Beraberlikler, musâvilikler.

MUADELE Müsâvilik, eşitlik. İki şey arasında mikdarca, vasıfca beraberlik. * Karşılıklı anlayış. * Adâlet. * Mc: Anlaşılmaz iş. Muammâ.

MUADELET Müsâvilik, denklik. Karşılıklı uygunluk. Eşitlik.

MUADİL Müsâvi, eşit, denk. * Fiz: Eş değer.

MUAF Afvolunmuş. İstisna edilmiş, ayrı tutulmuş. Bağışlanmış. Serbest.

MUAFAT Afvetmek. * Sıhhat vermek. * Sıhhat ve âfiyet bulmuş, iyileşmiş kimse. * Hastalık veya belâdan korunma. Musibetlerden muhafaza olunma.

MUAFESE Tedavi etmek.

MUAFÎ Afiyet verici. * Belâ ve musibeti def eden.

MUAFİR Yavaş yürüyen kişi.

MUAFİYYET Bir hastalığa $karşı aşı ile elde edilen hâl. * Afvolunmuş olma. Bağışlanmış olma.

MUAFNAME f. Afv kâğıdı. Bir şeyin muaf tutulup afvedildiğini gösteren kâğıt.

MUAHAT Kardeşlik edinme.

MUAHED Zimmi kâfir.

MUAHEDAT (Muâhede. C.) Muâhedeler, antlaşmalar.

MUAHEDE Karşılıklı yeminleşme, anlaşma. Devletler arasında andlaşma.

MUAHEDE-İ İTTİFAKİYYE Bir savaş çıktığında birbirlerini desteklemek üzere iki veya daha fazla devletler arasında yapılan andlaşma.

MUAHEDE-İ TİCARÎ Yalnız ticâret işleriyle alâkalı olmak üzere devletler arasında yapılan andlaşma.

MUAHEDE-NAME f. Ahdleşmenin yazıldığı ve imzalandığı kâğıt.

MUAHEZ Muâheze olunan. Tenkid edilen, çekiştirilen.

MUAHEZAT (Muâheze. C.) (Ahz. den) Tenkid ve itirazlar. * Azarlama ve paylamalar. Çıkışmalar.

MUAHEZE Azarlama. Çıkışma. Darılma. Alay eder tarzda karşısındakini küçümseme. Tenkid.

MUAHEZEKÂR f. Tenkid ve itiraz edici. * Azarlayıp çıkışan. Paylayan.

MUAHHAR Sonraya bırakılmış, te'hir edilmiş, geriye bırakılmış. Sonradan.

MUAHHAREN Sonradan, bilâhare. Muahhar olarak.

MUAHİD Andlaşma yapanlardan her biri. Yeminli ve anlaşmalı olanlardan her biri. * İslâm hükümetine vergi ödeyerek kendini himâye ettiren gayr-ı müslim. (Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) Arab müşriklerinden muâhid ve halifleri vardı, beraber harbe giderlerdi.)

MUAHİZ (Ahz. den) Çekiştiren, muâheze eden. Tenkid edip itiraz eden.

MUAKAB Cezalandırılmış.

MUAKABE Bir kimseyi cezalandırma. Cezaya çarpma.

MUAKADE (Akd. den) Mukavele yapma. Akid yapma. Anlaşma.

MUAKARA Nefret etmek.

MUAKIB Cezalandıran. * Takibeden.

MUAKİD Birbiriyle akid yapan, sözleşen.

MUAKKAB (Akab. dan) Ardına düşülmüş, tâkib olunmuş, peşinden gidilmiş.

MUAKKAD İnce ve müşkil olan. Zor anlaşılan söz. * Ukdeli, düğümlü.

MUAKKID Düğümleyen, sihir yapan, cadı.

MUAKKİB Ardına düşen, takib eden, ardından koşan. * Tağyir ve ibtal eden.

MUAKKİBÂT Gece ve gündüz melâikesi. * Namazı müteakib otuz üçer defa tekrar edilen tesbih. (Bak: Tesbih)

MUAKKİBÎN Tâkipçiler, arkasından koşanlar, ardından gelenler.

MUALEBE Erkeğin, karısı ile oynaması.

MUALECAT Tedâviler, ilâç kullanmalar. * Bir hususta çalışmalar.

MUALECE Bir hususa çalışıp devam etmek. * Hastaya bakmak. İlâç kullanmak, ilâç vermek. * Bir işe teşebbüs, bir işe girişmek.

MUALLA Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek.

MUALLAK Askıda. Hakkında karar verilmemiş, hallolunmamış. * Havada boşta duran. * Sürüncemede kalmış iş. * Edb: Açık hece, bir vokalle okunan hece. (Bak: Müsned)



MUALLEKA (C.: Muallekat) Askılar. Henüz karar verilmemiş olanlar. * Kocası kaybolan kadın. * İslâmiyet'ten evvel Arabların meşhur edib ve şâirlerinin Kâbe duvarına astıkları yazılar ve şiirler.

MUALLEKAT-I SEB'A (Yedi askı) Kur'ân henüz nâzil olmadan, câhiliyet devrinde meşhur Arap şâirlerinin en beğenilmiş şiirlerinden, Kâbe'nin duvarına astıkları yedi meşhur kaside.(Ceziret-ül Arab ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibariyle ümmi idi. Ümmilikleri için mefâhirlerini ve vukuat-ı tarihiyelerini ve mehâsin-i ahlâka yardım edecek durub-u emsâllerini kitabet yerine şiir ve belâğat kaydiyle muhafaza ediyorlardı. Mânidar bir kelâm, şiir ve belâgat cazibesiyle eslâftan ahlâfa hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte şu ihtiyac-ı fıtri neticesi olarak o kavmin mânevi çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revac bulan, fesâhat ve belâgat metâı idi. Hattâ bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millisi gibi idi. En ziyâde onunla iftihar ediyorlardı. İşte İslâmiyetten sonra âlemi zekâlariyle idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medar-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâgatta akvâm-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar kıymetdar idi ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musâlaha ediyorlardı. Hattâ onların içinde "Muallekat-ı Seb'a" nâmiyle yedi edibin yedi kasidesini altınla Kâbe'nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı. İşte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan nüzul etti. Nasılki, zamân-ı Musâ Aleyhisselâm'da sihir ve zaman-ı İsâ Aleyhisselâm'da tıb revaçta idi. Mu'cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte o vakit bülegâ-yı Arabı, en kısa bir suresine mukabeleye dâvet etti: $ fermaniyle onlara meydan okuyor. Hem der ki: "İman getirmezseniz mel'unsunuz. Cehennem'e gireceksiniz." Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidâyeten idam-ı ebedî ile ve sonra da Cehennem'de idâm-ı ebedî ile beraber dünyevî idam ile de mahkûm ediyor. Der: "Ya muâraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir."İşte eğer muâraza mümkün olsaydı acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla muâraza edip dâvâsını ibtal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkilâtlı muharebe tariki ihtiyar edilsin! Evet o zeki kavim, o siyasi millet ki, bir zaman âlemi, siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terketsin! En tehlikeli ve bütün mal ve canını belâya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin, hiç kabil midir? Çünki: Edipleri, birkaç hurufatla muâraza edebilseydi; Kur'an, dâvasından vazgeçerdi. Onlar da maddi ve mânevi helâketten kurtulurlardı. Halbuki, muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek, muâraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bissüyufa mecbur oldular. Hem, Kur'anı tanzir etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebep var. Birisi, düşmanın hırs-ı muârazası; diğeri, dostlarının şevk-i taklididir ki, şu iki sâik-ı şedid altında milyonlar Arabi kitablar yazılmış ki hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmi olsun her kim O'na ve onlara baksa kat'iyyen diyecek ki: "Kur'an, bunlara benzemez. Hiçbirisi onu tanzir edemez." Şu hâlde, ya Kur'an, bütününün altındadır. Bu ise bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhaldir. Veya Kur'an, o yazılan umum kitabların fevkindedir. S.)

MUALLEKİYYET Muallak olma, askıda oluş, boşta durma.

MUALLEL Sakat, eksik, noksan. * Hasta, illetli.

MUALLEM Ta'lim görmüş, ta'limli.

MUALLEM ASKER Tâlim görmüş asker.

MUALLÎ Yücelten, yükselten. * Sağılır davarın sağ tarafından sağmaya varan kişi.

MUALLİL Ta'lil eden. Sonradan bir sebeb ve bahane ileri süren. * Eyyam-ı acuzdan bir gün.

MUALLİM Ta'lim eden, öğreten, ilim öğreten.

MUALLİMÂT Öğretici kadınlar, kadın hocalar.

MUALLİME Hanım hoca. Öğreten ve tâlim eden kadın veya kız.

MUALLİMÎN Muallimler. Hocalar, ta'lim edenler, öğretenler.

MUAMELAT (Muâmele. C.) Muameleler.

MUAMELE (C.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş.

MUAMERE İmaret etmek.

MUAMİL (Amel. den) İş yapan. Muamele yapan. Muameleci.

MUAMMA (Amâ. dan) Anlaşılmaz iş. Karışık şey. Bilinmeyen hâl.

MUAMMEM Başı sarıklanmış. İmamelenmiş. Sarıklı olan.

MUAMMER Ömür süren. Çok yaşamış. Uzun ömürlü, bahtlı.

MUAMMERÎN (Muammer. C.) (Ömr. den) Muammerler. Uzun ömürlü kimseler.

MUANAKA Birbirinin boynuna sarılma. Kucaklaşma.

MUAN'AN An'aneli. Senedli. Kimden kime haber verildiği şâhid ve râvilerin isimleri ile bildirilmiş olarak.

MUANAT Bir şeyin zahmetini çekme. * Bir nesneyi dikkatle göz altında bulundurma. Ona göz kulak olma.

MUANBER (Anber. den) Güzel kokan. Güzel kokulu.

MUANEDE (Anud. dan) İnad etme, ayak direme.

MUANIK Birbirinin boynuna sarılan. Kucaklaşan.

MUANİD İnadcı. Kimseye uymayan. Dediğini yapmak isteyen.

MUANİK (Unk. dan) Birbirinin boynuna sarılan, kucaklaşan.

MUANNE Muhâlefet etmek, karşı gelmek.

MUANNİD İnadcı. Muânid.

MUANNİF Ta'nif eden. Şiddetle azarlayan.

MUANVEN İsim sahibi. Ünvanlı. Ünvan verilen. Meşhur. Tantanalı.

MUAR Ödünç alınmış olan mal.

MUARAZA Bir şeyden yan verip sapmak. * Biri ile yarışmak. * Birbirine karşı gelmek. Sözle karşılıklı mücadele. Söz mücadelesi.

MUARAZA-İ BİL-HURUF Söz, yazı veya fikir ile birisine karşı gelmek. Sözlü mücâdele. (Bak: Muallekat-ı seb'a)

MUARAZA-İ BİS-SÜYUF Kılınçla, kuvvetle, silâhla mücadele etmek. Silâhla karşı koymak.

MUARE Zarar etmek.

MUAREFE Karşılıklı görüşme ve tanışma. * Gr: Nekre olmayan kelime. Muayyen ve harf-i târifli olmak. (Bak: Lâm)

MUAREKAT (Muâreke. C.) (Ark. dan) Vuruşmalar, savaşlar, kavgalar.

MUAREKE (C.: Muârekât) Kavga. Vuruşma. Muharebe. Döğüşme.

MUARIZ Bir şeyden yan çizen. Muâraza eden. Karşı gelen. (Bak: Münâkaşa)

MUARIZ-ÜL KELÂM (Bak: Maarîz-ül kelâm)

MUARIZÎN (Muârız. C.) Muârızlar, muhalifler. Karşı gelenler.

MUARRA Fenalıktan uzak. Boş. Beri. Yüksek. Temiz. Çıplak.

MUARREB Arablaştırılmış. Arablaşmış.

MUARREF Târif edilmiş, anlatılıp bildirilmiş. Bildik. Belli. Bilinen. * Gr: Harf-i târifli kelime. * Mat: Sınırlı. Hududlu.

MUARRES Çömlek koyacak yer. Gecenin geç vakitlerinde inilecek yer.

MUARRIK (Arak. dan) Tıb: Terletici ilâç.

MUARRIZ Dokunaklı söz söyliyen.

MUARRİF Târif edici. Anlatıcı. İzah edip bildirici. Tanıtan. Tercüman.

MUARRİFÂN (Tesniye şeklindedir) İki tarif edici. * f. Tarif ediciler. Muarrifler.

MUARRİYE Hekim bıçağı.

MUASAME Hıfzetmek, korumak.

MUASARA (Muâsarat) (Asr. dan) Muâsır olma. Aynı asır ve zamanda yaşama.

MUASAT İtâatsizlik etme. Baş kaldırma. İsyân etme.

MUASERE Fakirlik. * Zorluk, güçlük.

MUASFER Usfur ile boyanmış nesne.

MUASIR Bir asırda yaşayanlardan herbiri. Hem asır olan. Aynı devirde yaşayan.

MUASIRÎN (Muasır. C.) (Asr. dan) Aynı asırda yaşayanlar. Bir asırda yaşamış olanlar.

MUASÎ İtaatsiz, isyan eden, baş kaldıran.

MUASKER (Asker. den) Ordu yeri, asker karargâhı. Ordunun muharebe zamanında toplandığı yer.

MUASSEL İçine bal katılmış. Ballı.

MUAŞAKA Sevişme. Ziyadesiyle arz-ı muhabbet etme. Birbirini sevme. Karşılıklı aşk ve muhabbet.

MUAŞERE Karışmak.

MUAŞERET Birlikte yaşanılanlar. * Sünnet dâiresinde insanlarla iyi münâsebet.

MUAŞIK (Işk. dan) Seven, âşık olan. Muhabbet eden.

MUAŞİR Muâşeret eden ve birbiriyle iyi geçinir olan.

MUAŞİRÂN (Muaşir. C.) Muaşirler. Birbirleriyle iyi geçinen kimseler.

MUAŞŞER (Aşr. dan) Onlu, onluk. On kısma bölünmüş. * Edb: Onar mısralık bendlerden teşekkül eden manzumeler.

MUAŞŞEŞ Ağaçlarında kuş yuvası çok olan yer.

MUAŞŞİR (Aşr. dan) Ondalıkçı. Öşürcü. Aşar memuru.

MUATAT Birbirine atâ etmek, karşılıklı hediyeleşmek. * Vermek.

MUATEB(E) Azarlanılan. Tekdir olunan. Azarlanmış. * Paylamak, çıkışmak.

MUATİB (İtâb. dan) Tekdir eden, paylıyan, azarlıyan.

MUATTAL Tatil edilmiş. Kullanılmaz olmuş. Battal edilmiş. Terkedilmiş. * İşsiz. Tenbel.

MUATTAR Itırlı, kokulu. * Güzel kokulu bir lâle çiçeğinin adı.

MUATTIL Atıl bırakan. İşsiz eden. İşe yaramaz hâle getiren.

MUATTILA Boş bırakılmış. Atâlete atılmış. * Hâlık'a itikat etmeyen. (Bak: Ta'til)

MUATTIŞ (Atş. dan) Susatan, susatıcı.

MUATTİS (Ats. dan) Aksırtan, aksırtıcı.

MUÂVAZA İki tarafın da ivaz vererek, anlaşarak yaptığı akit. Sayışma. Bir şeyi diğer bir şeye bedel, ivaz olarak vermek. Aslı olmadığı halde menfaat celbi için hususi bir surette müzakere ile yapılan hileli iş. Yapmacık.

MUÂVAZATEN Değiş yapma ile. İki tarafın da rızası dâhilinde değiştirme ile. * Hileli, dalavereli.

MUAVEDE(T) (Avdet. den) Dönüş, geri dönme, avdet etme. * Adet edinme.

MUAVEME (Ağaç) bir sene meyve verip, bir sene vermeme. * Bir seneliğine tutma.

MUAVENAT (Muâvenet. C.) Muâvenetler, yardım etmeler.

MUAVENET Yardımcılık. Yardım. Teâvün.

MUAVENET-İ NAKDİYE Para yardımı.

MUAVİD Geri dönen, avdet eden.

MUAVİN Yardımcı. Yardım eden. Vekil. * Mekteblerde ve resmi dairelerde müdürden sonra gelen idare memuru.

MUAVİYE (Mi: 603 - 682) Sahabe-i Kiramdan olup Şam'da yirmi seneden ziyade valilik yaptı, sonra hilâfetini ilân etti. Yirmi sene de halifelik yaptı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmın kayın biraderi ve vahiy kâtibi idi. Beni Ümeyye sülalesinden olan bu zattan itibaren İslâm Devletine, Emevi Devleti denmiştir. (Bak: Emevi Devleti)(Eğer denilse: Neden hilâfet-i İslâmiye Al-i Beyt-i Nebevide takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı?El-Cevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Al-i Beyt ise hakaik-ı İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilâfet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi mâsum olmalı veyahud Hulefâ-i Râşidin ve Ömer ibn-i Abdulaziz-i Emevi ve Mehdi-i Abbasi gibi harikulâde bir zühd-i kalbi olmalı ki; aldanmasın. Halbuki, Mısır'da Al-i Beyt nâmına teşekkül eden Devlet-i Fatımiyye hilâfeti ve Afrikada Muvahhidin hükümeti ve İranda Safeviler devleti gösteriyor ki; saltanat-ı dünyeviye Al-i Beyte yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur'ana hizmet etmişler. M.)

MUAVİYE Tilki eniği.

MUAVVAK (Avk. dan) Ta'vik edilip geriye bırakılmış iş.

MUAVVEC (İvec. den) Eğik, eğri, eğilmiş.

MUAVVEZ Gerdanlık. Nazarlık. Nüsha geçirilecek yer. * Evin etrafındaki mer'a.

MUAVVEZETÂN (Muavvezeteyn) Kur'ân-ı Kerim'in son iki suresi. (Dâima okunacak gâyet lüzumlu dersleri verdiği ve her çeşit şerli işlerden Allah'a sığınmayı tavsiye ve emrettiği için bu isim verilmiştir.)

MUAVVIK Ta'vik eden. Geriye bırakan. Oyalanan.

MUAVVİZAT (Bak: Felak)

MUAYEDE (Îd. den) Bayramlaşmak.

MUAYENE Zâhir ve âşikâre olmak, görünmek, belli olmak. * Gözden geçirme, yoklama, kontrol etmek.

MUAYENEHANE f. Hekimlerin, hastaları muayene ettikleri yer.

MUAYERE Ayarlama.

MUAYEŞE Beraberce hoşça geçinme.

MUAYİN (Ayn. dan) Kat'i ve kesin olarak belli olan. Görülmüş olan.

MUAYYEB (C.: Muayyebât) (Ayb. dan) Ayıplanmış.

MUAYYEBAT (Muayyeb. C.) Ayıp ve iğrenç şeyler.

MUAYYEN Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.

MUAYYİN (Ayn. dan) Tâyin eden, belirten, belirtici.

MUAZADE Yardım etme.

MUAZALE Bir sözün mânasını başka sözle bağlayıp kelâmı arka arkaya getirme. * Kafiyeyi ayrılmıyacak şekilde mâkabliyle bağlama. * Sözde kelimeleri tekrarla kullanma.

MUAZERE Ma'zeret, özür dileme.

MUAZERE İnadlaşmak. * Yardımlaşmak. * Birbirinden kaçmak. * Ekin kuvvetlenmek.

MUAZID Yardım eden.

MUAZ İBN-İ CEBEL (Ebu Abdurrahman el Ensarî) Ashâb-ı Kirâm arasında hürmetle yâd olunan büyük fakihlerdendir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sağlığında Kur'an-ı Kerim'i cem'edip ezberleyen bahtiyarlardandır. Peygamberimiz, "Kur'ânı, Muaz İbn-i Cebel'den alınız" buyurmuştur. 157 hadis rivâyet etmiştir. Ürdün nâhiyesinde otuz yaşında olduğu hâlde ebediyete intikal etti. (R.A.)

MUAZZAM Büyük, iri, cesim, mükerrem, mübeccel, koskoca.

MUAZZAMÂT Büyük ve ağır işler. Muazzam şeyler.

MUAZZEB Eziyet çeken, azap içinde bulunan. Sıkıntıda kalan.

MUAZZEF Nefsin arzularını terkeden, zühd sâhibi.

MUAZZEL Ayıplanmış, ta'zil edilmiş. Azarlanmış, paylanmış.

MUAZZEZ Çok aziz. Muhterem. Çok sevgili, kıymettâr, izzetlendirilmiş.

MUAZZEZEN İzzet ve ikram ile, ikram olunarak, ağırlanarak.

MUAZZİ Sabredici.

MUAZZİB Ta'zib edin, azapla eziyet veren.

MUAZZİR (Özür. den) Ta'zir eden, sahte özür süren.

MUBADİL (Bak: Mübâdil)

MUBAH (İbâhe. den) İşlenmesinde sevab ve günah olmayan şey. * Fık: Yapılması ve yapılmaması şer'an câiz bulunan şey. (Yemek, içmek, uyumak gibi.)

MUBAHASE (Bak: Mübâhese)

MUBAHAT (Mubah. C.) Mübahlar. Günahı, sevabı olmayan, işlemesi ne haram, ne de helâl olan şeyler.

MUBAHHAL Cimri, tamahkâr, pinti.

MUBAHHAR Tütsülenmiş. * Buhar hâline gelmiş, buharlanmış.

MUBAREK (Bak: Mübârek)

MUBAREZE (Bak: Mübâreze)

MUBASARA Görme yarışına çıkma. İki kişinin, "hangimiz evvel görüyor" diye bir yere bakması.

MUBASSIR Gözetici, bekleyici, bakıcı. * Eskiden gümrüklerde muhafaza memuru ve mektebte talebenin inzibatına bakan memur.

MUBAŞERET (Bak: Mübâşeret)

MUBATAŞA İki kişi elleriyle birbirlerini kucaklamağa çalışma.

MUBATTIN Kin tutan, hased eden. * Karnı zayıf ve içine çökük olan.

MUBEMU f. Tel tel, kıl kıl. Birer birer. İnceden inceye, çok dikkatle.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   115   116   117   118   119   120   121   122   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin