Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə124/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   120   121   122   123   124   125   126   127   ...   181

MUSA Vasiyet olunan mal. * Menfaat.

MUS'A (C: Musu) Böğürtlen otunun meyvesi. * Bir kuşun adı.

MU-SA(Y) f. Ustura.

MUSAARA Büyüklük taslayarak birisinin yüzüne bakmayıp başını çevirmek.

MUSAB Kendine bir şey isabet eden. Hasta. Musibetzede. Musibete uğrayan.

MUS'AB Aygır at. * Her nesnenin erkeği.

MUSAB Sevab kazanmış olan. Ameline karşılık ecir kazanmış olan.

MUSABBAG Boyalı, boyanmış.

MUSABE Musibet, belâ, âfet.

MUSABERET Karşılıklı sabır. Sabırlılık. Katlanmak.

MUSA BİH Vasiyyet olunan şey.

MUSABİYET Bir hastalığa tutulma. Bir musibete giriftar olma.

MUSADAKAT (Sıdk. dan) Karşılıklı dostluk.

MUSADDA' (Sad'. dan) Başı ağrıtılmış, rahatsız edilmiş.

MUSADDAK Doğruluğu tasdik edilmiş. Sadakati ve doğruluğu tanınmış, isbat edilmiş olan.(Hem zâtiyle, hem lisâniyle, hem delâlet-i hâliyle, hem kaliyle kâinatın Sâniine delâlet eden şu delil; hem hakikat-ı kâinatça musaddak, hem sâdıktır. Çünkü bütün mevcudatın vahdâniyete delâletleri, elbette vahdaniyeti söyleyen Zâtı tasdik hükmündedir. Demek söylediği da'vâ da umum kâinatça musaddaktır. M.)

MUSADDAR (Sudur. dan) Çıkmış, sudur etmiş.

MUSADDE Muhâlefet, uyuşmazlık, zıtlık.

MUSADDIK Tasdik eden. İmzalayan. * Doğruluğunu kabul eden.

MUSADDİ' Tasdi' eden. Baş ağrıtan. Rahatsız eden.

MU'SADE (İ'sad. dan) Sımsıkı kapatılmış, kilitlenmiş olan.

MUSADE Avlanan canavar.

MUSADEFE Bulmak. * Yetişmek.

MUSADEKA Dostluk.

MUSADEMAT Çarpışmalar. Vuruşmalar. Müsademeler.

MUSADEME İki şeyin birbiriyle çarpışması. Çarpışmak. Vuruşmak.

MUSADERE Zulüm ve cebir etmek. (Bak: Müsadere)

MUSAF Cenk, harp.


NA Arabçada "Biz" mânasına gelen zamirdir. Meselâ: Kitabünâ $ : "Kitabımız" misalinde olduğu gibi, kelimenin veya fiilin sonuna eklenen bitişik zamirdir.

NA Farsçada nefy edatıdır. Müsbet mânâyı menfi yapar. Kelimenin başına getirilir. Meselâ: Nâ-ehil $ : Ehliyetsiz, ehil olmayan.

NA'AB Aceleci. Hızlı yürüyen, tez giden kişi.

NA'AL Nalbant. Nalin yapan.

NAAM (Bak: Neam)

NA'AR Fesad ve fitneye çalışan. * Kanı kaçmış olup sâbit olmayan damar.

NA-AŞNA f. Bilinmeyen, yabancı.

NAAT (Bak: Na't)

NAB (C.: Enyâb) Azı dişi. * Yaşlı deve.

NAB f. Katıksız, hâlis, saf. * Oluk. * Berrak.

NA'B Karga veya horoz ibiği.

NA-BALİG f. Henüz büluğa ermemiş, daha bâliğ olmamış. * Erişmemiş, yetişmemiş.

NABAZAN Nabız atması, damar vurması.

NA-BAYESTE f. Lüzumsuz, gereksiz. Uygun ve münasib olmıyan.

NA-BECA f. Yersiz, uygunsuz, münasebetsiz.

NA-BEDİD (Bak: Nâ-bercâ)

NA-BEHENCAR f. Usulsüz, kuralsız, yolsuz, kaidesiz.

NA-BEHENGÂM f. Vakitsiz, mevsimsiz, zamansız.

NA-BEHRE f. Azim, ulu. * Karışık. * Soysuz.

NA-BEKAİDE f. Kural ve kaideye uymayan. Kaidesiz, kuralsız, nizamsız.

NA-BEKÂR İşsiz, işe yaramaz.

NA-BEMAHAL f. Yerinde olmadan. Mahallinde olmayan. * Münasebetsiz. Yersiz.

NA-BERCA (Nâ-bedid) Belirsiz, görünmez olan.

NA-BESÎ f. Yokluk, adem.

NA-BESUD f. El dokunulmamış, el değmemiş, yeni şey.

NÂBIZ Hareket eden.

NABIZ Atar damarın vuruşu. Şah damarının atması. Kırmızı kan damarının oynaması hali.

NÂBIZA (C.: Nevâbız) Nabız damarı.

NABIZ-ÂŞNÂ f. Nabızdan anlayan. Mizaç bilen. Karşısındakinin zayıf taraflarını bilen.

NABIZ-GİR f. Her mizaç ve tabiata göre davranıp muamele etmesini bilen.

NABİ' (Nâbia) (Nebean. dan) Yerden fışkıran, kaynayan, akan.

NABİ Haber veren, haberci. * Urfa'lı kıymetli bir şâirin ismi. (Mi: 1626- 1712)

NABİ Yüksek, yüce.

NABİGA (C.: Nevabig) Şanı, şöhreti büyük adam. ulu, şerefli kimse. * Sonradan şâir olan. * Üstün zekâlı hârika ve çok fasih kimse.

NABİGAT-ÜL CA'DÎ Resül-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın duasına mazhar olmuş mühim bir Arab şâiridir. İran'ın fethinde bulundu. Rivayete göre Mi: 684'de İsfehan'da Rahmet-i Rahman'a kavuştu.

NABİGAT-ÜZ ZÜBYANÎ Câhiliyet devrinde meşhur ve Suk-ı Ukaz'da hakemlik yapmış Arab şâirlerindendir. Tahminen Mi: 535-604'de yaşamıştır.

NABİL Ok yapan. * Üstad, hâzık kimse. * Irgaç.

NA-BİNA (C.: Na-binayan) Kör, a'mâ, gözleri görmez. Anadan doğma kör.

NA-BİNAYAN (Na-bina. C.) Gözü görmeyenler, a'mâlar, körler.

NA-BİNAYÎ f. Körlük, a'mâlık.

NABİT Ağaç ve nebat gibi yerden bitip büyüyen.

NABİTE Bir kabilede yeni çıkan küçük çocuk.

NABİZ Savaşçı, muharip, savaşan.

NABUD (Nâ-bud) f. Mâdum, yok olan, bulunmayan. * İflas etmiş. Perişan olmuş. * Sonradan yok olan.

NA-BUDMEND f. Yoksul, fakir.

NA'BÜDÜ "Biz ibadet ederiz" mânâsında fiil. ( Bak: Nun-u na'büdü)

NABZ (Bak: Nabız)

NABZA Damarın bir defa atması.

NABZ-AŞNA f. Nabızdan anlayan, mizac bilen.

NABZ-GİR f. Mizaca göre hareket etmesinden anlıyan, nabza göre davranmasını bilen.

NABZÎ Damarın atmasıyla ilgili.

NA'C (C: Niâc-Neacât) Koyun.

NA-CAİZ f. Yapılmaz, câiz değil.

NACAK Bir ağaç sapa geçirilen, ağzı keskin, genişçe demir âlet. Balta.

NA'CAT (Na'ce. C.) Dişi koyunlar.

NA'CE (C.: Niâc-Na'cât) Dişi koyun. * Dişi sülün. * Kadına da istiare ile söylenir.

NACİ Kurtulan. Necat bulan. * (Mi: 1849-1892) Muallim Naci diye meşhur olan bir İstanbul'lu şâir. Lügat-ı Naci'yi "Fetva" kelimesine kadar hazırlamıştır.

NACİ' Hazmı kolay olan yiyecek.

NACİ(YE) Kurtulmuş, necat bulmuş. Cennetlik olan.

NACİL Nesli kerim, şerefli olan, soyu temiz.

NACİLEYN Ana ve baba, ecdad ve evlâd, dedeler ve babalar.

NA-CİNS f. Aynı cinsten olmayan. * Cinsi bozuk.

NACİR Ağaçlarda yaprak saplarının dibindeki filiz.

NACİS İyileşmez hastalık.

NACİŞ Avı ürküterek avcının tarafına kovalayan adam.

NACİYE (C.: Nâciyât) Sür'atli deve.

NACİZ Azı dişi.

NACİZ Hâzır.

NACU f. Çam ağacı.

NACUD f. Büyük kadeh.

NACUR Sırça tabak.

NA-CUNBAN f. Kımıldamaz. Yerinde durur. Sağlam.

NACÜV f. Çam ağacı.

NA-ÇAR f. Çaresiz, elinden iş gelmeyen. Mecbur kalmış olan.

NA-ÇARÎ f. Çaresizlik.

NA'ÇE f. Yumuşak yer.

NA-ÇESPAN f. Uygun ve yakışık olmıyan.

NAÇİZ (Nâ-çiz) f. Çok küçük, ehemmiyetsiz şey, değersiz, hükümsüz.

NAÇİZANE f. Çok ehemmiyetsiz olarak. Pek ufak olarak.

NA-ÇİZÎ f. Naçizlik, ehemmiyetsizlik, kıymetsizlik, değersizlik.

NA-DAN f. Cahil, bilmez, haddini bilmez.

NÂ-DANÎ f. Terbiyesizlik, haddini bilmezlik. * Cahillik.

NÂ-DANİST (Nâ-dâniste) f. Câhil, bilmez.

NADAR (Nadâret) Altun.

NA-DARÎ f. Olmamazlık, bulunmayış.

NADAS Tarlayı temizleyip otlarını kurutmak için önceden sürüp hazırlama.

NA-DAŞT f. Hayâsız, utanmaz.

NADC Kıvam. Büluğa erme. Pişme.

NADD Azık, rızık.

NADDAHATAN Püsküren çifte pınarlar.

NA-DEMSAZ f. Uymayan, uygun olmayan, âhenksiz.

NA-DERİDE f. Delinmemiş, delik açılmamış.

NADH Su serpmek, sulamak. Su içip kanmak. * Musallat olanı defetmek. * Suyun feveran etmesi, püskürmesi.

NADIC (C.: Nevadıc) Olgunlaşmış, olmuş, kıvama gelmiş.

NADİ Nidâ eden, haykıran, çağıran. * Halkın, meşveret gibi, birşey konuşmak üzere bir yere toplanmaları. Nitekim İslâmdan evvel Mekke'de Kureyş'in toplandığı meclis binasına "Darünnedve" denilirdi. Nâdi; orada ve o gibi yerlerde toplanan heyettir ki; bezm, meclis, mahfil, kongre tâbirleri gibidir. (E.T.)

NADİB Geçmiş. * Hafif adam. * Yas tutan.

NADİC Olgun meyve. * İyi pişmiş et.

NADİD Salkımları sık olan üzüm veya muz. * İçi doldurulmuş yastık, minder, şilte gibi şeyler.

NA-DİDE f. Az bulunur, çok değerli. Az görülen, görülmemiş.

NADİM Nedamet etmiş, pişman.

NADİMÂNE f. Pişmanlıkla, pişman olarak, nedamet duyarak.

NADİMİYET Pişmanlık, nedamet.

NADİR(E) Az bulunan. Seyrek.

NADİRÂT Az bulunan şeyler.

NADİREDÂN f. Zarif, âlim.

NADİREKÂR f. Nâdir işler ve san'atlar yapan.

NADİREN Nâdir ve az olarak. Çok aralıklı. Pek az bulunur.

NADİRE-PERDÂZ f. Güzel söz söyleyen.

NADİRE-SENC f. Nükteli konuşan, güzel fıkralar anlatan, zarif kimse.

NADİRET Güzellik, parlaklık, tazelik. * Hoş ve lâtif.

NADİYE Sudan uzak olan hurma ağacı.

NA-DÜRÜST f. Doğru olmayan. Eğri. * Sağlam, dürüst ve gerçek olmayan. * Yanlış, haksız.

NA-DÜRÜSTÎ f. Gerçek olmama, doğru olmama.

NA-EHİL f. Ehliyetsiz, beceriksiz. Ehil olmayan.

NA-ENDAM f. Muntazam olmıyan. Biçimsiz, gayr-ı muntazam.

NA-ENDİŞ f. Uzun uzadıya düşünmeğe değmez. Açık, muhakkak.

NA-ENDİŞÎDE f. Düşünülmemiş.

NÂ-EVS f. Manastır, kilise.

NÂF f. Göbek. * Mc: Orta.

NÂF-I ÂLEM Mekke-i Mükerreme.

NÂF-I ŞEB Gece yarısı.

NÂF-I ZEMİN Zeminin ortası. Mekke-i Mükerreme.

NA'F Sütü çok olan deve.

NAFAKA Yiyecek parası. Geçim için lüzumlu olan şey. * Geçindirmeğe mecbur olduğu kimselere veya çocuklarına mahkeme karariyle verilen iaşe parası.

NAFAKA-İ İDDET Fık: Kadının iddeti içinde muhtaç olduğu nafaka. Koca, boşadığı karısını iddeti bitinceye kadar infakla mükellef olduğu için bu müddet zarfındaki nafaka hakkında bu tâbir meydana gelmiştir.

NAFAKA-İ MAKZİYYE Fık: Hâkim tarafından takdir olunan nafaka.

NAFAKAT (Nafaka. C.) Nafakalar.

NAFATA Vücutta çıkan sivilce veya kabarcık.

NAFE f. Derisi kürk yapımında kullanılan hayvanların postlarının karnı altındaki deri kısmı.

NA-FERCAM f. Asıl ve esastan âri olan, akibetsiz olan. Faydasız.

NAFE-RİZ f. Koku saçan. * Göbek düşüren.

NAFIA Bayındırlık işleri.

NAFIK Geçer para. Geçer akçe.

NAFIKA (C.: Nevâfık- Nüfeka) Arab tavşanının (diğer adı; tarla fâresi dedikleri hayvanın) iki yuvasından gizli olanın adıdır. Bu hayvan, bunun tavanını yeryüzüne çok yakın yapar. Belirli olan kasia dedikleri yuvasında tehlike hissederse hemen nâfıkanın tavanını delerek kaçar. Münafıklar buna benzediği için nifak, münafık kelimeleri bu kelimeden gelmiştir. (Kamus).

NAFIZ Çok titreten. Sıtma.

NAFİ (Nefiy. den) Giderici, yok eden, nefyeden, menfi yapan.

NAFİ' Menfaatli. Faydalı. Yarar. Şifalı. * Esma-i Hüsnâdan bir isim.

NAFİA İnşaat işleri. * Faydalı işler. Menfaatli olanlar.

NAFİC (C.: Nevâfic) Kaburga kemiklerinin sonu.

NAFİCE (C.: Enfice) Misk göbeği.

NAFİH (Nefh. den) Üfürücü, üfleyici.

NAFİKA (Nüfeka) (C.: Nevâfık) Keler yuvalarından biri.

NAFİLE Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş. * Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan. * Torun. * Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.

NAFİR Nefret eden. Ürken, korkan. Sevmeyen. * Galip olan. * Öksürüp burnundan sümüğü saçılan koyun.

NAFİS (Nefs. den) Gözü nazar değer olan kimse. * Açan ve ferahlandıran.

NAFİS-ÜL KERB Sıkıntı ve belâlara, göz değmesine, nazara te'sir edip kaldıran.

NAFİS Okuyup üfüren.

NAFİZ İçe işleyen. Delip geçen. İçeri giren. * Sözü geçen, kendine itaat edilen. Te'sirli, nüfuzlu.

NAFİZ-ÜL EMR Emri geçip sözü dinlenilen. * Kendisine itaat edip boyun eğilen.

NAFİZ-ÜL KELİM Sözü geçen.

NAFİZ Çok fazla titreten sıtma.

NAFİZE Karından vurulup arkaya çıkmış olan yara.

NAFİZİYET Sözü geçerlik, nâfizlik.

NAFUR (Nâfure) Fıskıye, fevvâre.

NAGÂH f. Birdenbire, ansızın, hemen. (Nâgeh, nâgehan, nagehâne, nagehânî)

NAGAM (Nağme. C.) Nağmeler, âhenkler, türküler.

NAGAMÂT Nağmeler, âhenkler, güzel sesler.

NAGAM-KÂR f. Nağmeler söyleyen, ezgici.

NAGAM-PERVER (C.: Nagamperverân) f. Türkü söyleyen, nağmeci. Nağme seven.

NAGAŞAN Iztırab, acı.

NA-GEHAN f. Birdenbire, ansızın, âniden.

NAGFA Ceviz ağacına benzer bir ağacın adıdır ve Beyrut dağlarında olur; dut gibi yemiş verir.

NAGIZ Şaşırdığında başını sallayan kimse. * Kürek başında olan kıkırdak.

NAGK (C.: Nuguk) Karga çağırmak.

NA-GÜŞADE f. Kapalı, açılmamış.

NA-GÜVAR (Nâ-güvâre) f. Midede zor hazmolunan şey. Sindirimi zor. * Yenilmesi veya içilmesi acı olan şey.

NAGZ f. Güzel, iyi. Göze hoş ve güzel görünen.

NAGL Çürük sahtiyan.

NAGM Gizli kelâm, gizli söz.

NAĞME (C.: Nağamât) Ahenk, güzel ses, âvaz, ezgi, teganni.

NAĞME-GER f. Türkü söyleyen, öten.

NAĞME-HÂN f. Türkü söyleyen, şarkı söyleyen.

NAĞME-HÂNÎ f. Türkü söyleyicilik, nağme söyleyicilik.

NAĞME-HİZ f. Nağme uyandıran. Türkü, şarkı söyleyen.

NAĞME-KEŞ f. Türkü söyleyen, şarkı söyleyen.

NAĞME-PERDAZ f. Türkü söyleyen, şarkı söyleyen.

NAĞME-SAZ f. Ahenkle söyleyen, terennüm eden.

NAĞME-SERA f. Türkü okuyan, şarkı söyleyen.

NAĞME-ZEN f. Türkü söyleyen, şarkı söyleyen.

NAGR Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak. * Kin tutmak. * Çömlek kaynamak.

NAGS Kederli, gamlı olmak.

NAGZ Devekuşunun erkeği. *Başını sallayıp depretmek. * Bulutun koyu ve kesif olması.

NAH f. Göbek.

NAH' Kesme, boğazlama.

NAH f. İp, ince ip. * Tel. * Halı, kilim.

NAHA' Boyun kemiğindeki beyaz iliğe varana kadar kesmek. * Yemen taifesinden bir kavim. * Hâlis etmek. * Uzaklık, ıraklık.

NAHABE (C.: Nuhab) Geçit ağzı. * Çokluk asker. * Her nesnenin iyisi.

NAHAFET Zayıflık, arıklık, cılızlık.

NAHAFET Aksırma.

NA-HAH f. İstemeyerek, râzı olmayarak. Zoraki.

NA-HAK f. Haksız, beyhude, boş.

NA-HANDE f. Câhil, ümmi, okumamış.

NAHARİR (Nihrir. C.) Bilgili, akıllı ve âlim kimseler. Fâzıl ve mâhir kişiler.

NAHASET Esircilik. * Canbazlık.

NA-HAST f. Kötürüm.

NA-HAST f. İsteksiz. İstenilmemiş. İstemeden.

NAHB Çekip çıkarma.

NAHB Yüksek sesle ağlama. * Önemli iş, mühim iş. Nezretmek, adamak. * Seri seyr. * Vakit, müddet. Ecel, ölüm, mevt.

NAHÇİR f. Av hayvanı. Sayd. * Av yeri. * Yaban keçisi.

NAHÇİR-GÂH f. Av yeri.

NAHÇİR-GİR f. Avcı, sayyad.

NAHÇİR-VÂN f. Avcı.

NA-HEMTA f. Denk ve eşit olmayan. Müsavi olmayan.

NA-HEMVAR f. Eğri, düz olmayan. * Uymayan, mutabık gelmeyen. * Uygunsuz.

NA-HENCAR f. Doğru olmayan.

NAHF Aksırmak. Nefes almak.

NAHH Davar sürmek. * İplik. * Zeyli denilen döşek. * Güç seyr. * Deve çökertmek için söylenen söz.

NAHHAM Tamahkâr, cimri, hasis, pinti. * Boğazını temizlemek için fazlaca soluyup balgam çıkaran adam.

NAHHAS Esirci, esir ticareti yapan kimse. * Hayvan alıp satan kişi.

NAHHAS Bakırcı.

NAHHAT Marangoz. Doğramacı. Ağaç oymacısı. Taş yontucusu.

NAHHAT Gururlu, kibirli.

NAHI' Âlim.

NAHİ (Nehy. den) Nehyeden, yasak eden, önleyen.

NAHİB (Nehb. den) Yağma eden, talan eden, önleyen.

NAHİB Korkak, cebin.

NAHİB Avaz avaz ağlamak, feryad ile ağlamak.

NAHİDE Yeni yetişmiş kız. * Zühre (Venüs) yıldızı.

NAHİF Sümkürdüğünde genizden gelen ses.

NAHİF Çelimsiz, zayıf, ince. Arık.

NAHİK (Nehak. dan) Eşek gibi anıran, eşek sesli.

NAHİKA (C.: Nevâhik) Dudaklı hayvanların göz pınarı.

NAHİL (Nâhile) Zayıf, arık, ince.

NAHİL Hurma ağaçları, hurmalık. * Hurma ağacı. * Balmumundan yapılan ağaç, yapraklı dal ve yemiş taklidi işlere denir ki, sathı altın ve gümüş yapraklarla süslenerek, eskiden gelin giderken önünde alayla götürülür ve gelin odalarına süs olarak konurdu. (O.T.D.S.)

NAHİL Kalburcu.

NAHİL Susayan kimse. * Suya kanmış kimse.

NAHİLE Huy, tabiat, mizac.

NAHİR (Nahr. dan) Kesilmiş, boğazlanmış.

NAHİR Burundan hırıltı çıkarma.

NAHİR Çürümüş kemik. * İçine rüzgâr girip çıkmakla öten kemik.

NAHİRAN Atın göğsünde olan iki damar.

NAHİRE Ufalanmış. * Çürümüş. * Rüzgârla savrulur, yel estikçe ses verir, delik deşik olmuş kemik.

NAHİRE Ayın birinci günü. * Ayın son gecesi.

NAHİS Kıtlık yılı.

NAHİS Kıtlık. * Yümünsüz, uğursuz.

NAHİS Dönmekten dolayı genişlemiş olan makara deliği.

NAHİS Vuran, vurucu. * Devenin kuyruğunda veya göğsünde olan uyuz.

NAHİSE Koyun sütüyle karışık keçi sütü.

NAHİT (Nahite) İnilti.

NAHİYE Yan taraf, kenar, civar, çevre. * Küçük yer, bölge. İdari taksimatta, kazadan küçük, köyden büyük olan yerleşme merkezi.

NAHİZ Eti çok olan.

NAHİZ f. Pusu.

NAHİZGÂH f. Pusu yeri.

NAHİZ Uçmaya hazırlanmış ve kanatları bitmiş olan kuş. * Tavşancıl yavrusu.

NAHL Hurma ağacı. * Gelinler için yapılan süs ağacı. * Un elemek.

NAHL Bal arısı. * Bedelsiz bir şey vermek veya bedelsiz verilen şey. * Sövmek, iftira etmek.

NAHL SURESİ Kur'an-ı Kerim'de 16. Suredir. Mekkîdir.

NAHL-BEND f. Ağaçları budayıp tanzim eden kişi. * Balmumundan taklid süs ağacı yapan, balmumcu.

NAHLE Tek hurma fidanı. * Bir fidan.

NAHLE Bir tek arı.

NAHLİYE Hurmalar.

NAHLİSTAN f. Hurma fidanlığı, hurmalık. * Ağaçlık, fidanlık.

NAHME Göğüsten çıkan ses.

NAHNAHA Hırıltı ile soluma. * Öksürük.

NAHNAHA Deveyi çökertmek.

NAHNU Biz.

NA-HOŞ f. Hoş olmayan, hoşa gitmeyen.

NA-HOŞÎ f. Nahoşluk, fenalık, iğrençlik. Hoşa gitmemeklik.

NA-HOŞ-GÜVAR f. Hazmı zor, sindirimi güç. Tatsız.

NA-HOŞNUD f. Razı ve hoşnud olmayan. Gayr-i memnun.

NAHR Boğazlamak. Bir hayvanın göğsü üstünden bıçak vurup boğaz damarını kesmek. * İki şeyin birbirine göğüs göğüse olması. * Boyun. Boğaz çukuru. * Sadır. * Gündüzün evveli. * Namazda kıyamda iken sağ eli sol elin üstüne koymak.

NAHR-ÜN NEHAR Gündüzün evveli.

NAHR-ÜŞ ŞEHR Ayın evveli.

NAHR Eskimek. * Çürümek. * Parçalamak.

NAHS Uğursuzluk, yümünsüzlük. * Bahtsız, uğursuz.

NAHS Vurmak.

NAHŞ Zayıflamak.

NAHT Ağacı yontmak suretiyle kabartma şekiller yapma san'atı. * Yontma, oyma.

NAHT Sümkürmek.

NAHU (Kürdçe) Öyle ise şöyle ki, işte.

NA-HUDA f. Allah'tan korkmaz. * Gemi kaptanı.

NÂHUN f. Tırnak.

NÂHUN-BE-DENDÂN f. Hayretten veya kederden dolayı parmağını ısırmış olan.

NÂHUNBÜR f. Tırnak makası.

NÂHUN-BÜRÂ(Y) f. Tırnak makası, tırnak çakısı.

NÂHUN-TIRAŞ f. Tırnak makası, tırnak çakısı.

NAHV (Nahiv) Yol, cihet. Etraf, yön. * Misâl. * Miktar. * Kasd ve azmeylemek. * Gr: Kelimelerin birbirine rabt, izafet ve amel eylemeleriyle ilgili olan kaideleri içine alan ilim. Nahiv ilmi ile Arapça kelimelerin yeri ve usulü bilinir, yani cümle tahlili yapılır.

NAHVE Çörek otu.

NAHVET Kibir, gurur. Kibirlenme, büyüklenme, böbürlenme.

NAHVETFÜRUŞ f. Böbürlenen, gururlanan.

NAHVÎ Nahiv ilmine ait. Arapça gramere ait. Nahiv ilmini iyice bilen.

NAHVÎ LİSAN Kaidelere bağlı olan çok tertibli, ince ve geniş mânâlı lisan.

NAHVİYYUN Kelime dizimi ve nahiv ilminin ehli olan âlimler. Arapça dil âlimleri, gramerciler.

NAHZ Bir şeyle dürtme.

NAHZ Kemiğin etini ayıklama.

NAHZA Et parçası.

NAIT Dağ. * Hemeden kabilelerinden bir kabile.

NAÎ Kötü haber veren.

NAİB(E) (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen.

NAİB-ÜL ÂM Cumhuriyet müddei-i umumisi. Cumhuriyet savcısı.

NAİB-İ FÂİL Meçhul fiilin mevzuu olan kelime ki, harekesi merfu olur. (Küsirel kalemü: "Kalem kırıldı" cümlesinde " kalem", "Naib-i fâil" olmuş ve fâilin yerine geçmiştir.)

NAİB Karga gibi çirkin sesli kuşların ötüşü.

NAİCE Yumuşak yer.

NAİF Zayıf, cılız.

NAİK Karga ötüşü veya horoz sesi. * Çobanın koyuna bağırması.

NAİKAN Cevzâ burcundan iki yıldız.

NAİL(E) Muradına eren, nâil olan, ele geçiren. Erişmiş.

NAİLİYET Ele geçirmek, murada ermek, elde etmek.

NAİM Bolluk ve bahtiyarlık içinde yaşayış. Nizam-ü hal ve mal. * Cennet'in sekiz kısmından dördüncü tabakası.

NAİM Taze, körpe. * Kılçıksız, yumuşak, kemiksiz. * Etli sebze.

NAİM Uyuyan, uykuda olan.

NAİMÂNE f. Uyur gibi, uyuklayarak, uyurcasına.

NAİME Rahatlık içinde nazlı büyütülmüş kadın. * Yumuşak yapılı hayvancıklar.

NAİMÎN (Nâim. C.) Uyuyanlar, uykuda bulunanlar.

NA-İNSAF f. İnsafsız. İnsafı bulunmayan.

NAİR Haykıran, nâra atan. * Uzak. Irak, baid.

NAİR Parlak, parlayan. * Düşmanlık, adavet.

NAİRE (C.: Nevâir) Alev, ateş. * Hararet, sıcaklık.

NAİYE Ölüm haberi götüren, kötü haber veren.

NAİZ Kuvvetlendiren. Kaldıran.

NAK f. Nisbet edatı olarak kelimelere eklenir, sıfat meydana getirilir. Meselâ: Gam-nâk $ : Gamlı, kederli.

NAK' (C: Nuk'-Enku) Su saklayacak yer. * Kuyu içinde olan su. * Deve kuşu avazı. * Feryâd etmek, bağırıp çağırmak. * Susuzluğu teskin etmek, susuzluğu gidermek. * Sıcak suda haşlama. * İlâç olarak çıkarılan su. * Suda ıslanma. * Toz.

NA'K Karga avazı. * Çobanın koyuna haykırıp çağırması.

NÂKA Dişi deve. * Bir yıldızın ismi. * Sivilce.

NÂKA-İ SÂLİH Salih Peygamber'in (A.S.) bir mu'cizesi olarak kayadan çıkan devesi. (Bak: Sâlih A.S.)

NAKA' Temiz olma.

NAKA (C.: Enkâ) Kumdan meydana gelmiş tepe.

NA-KABİL f. Mümkün olmayan. Kabil olmayan. * Câhil, kabiliyetsiz.

NA-KABUL f. Kabiliyetsiz, istidatsız.

NA-KÂFİ f. Kâfi olmayan. Yetersiz, kâfi değil.

NAKAİS (Noksan. C.) Eksiklikler. Noksanlar.

NAKAKA Kurbağaların çağrışıp ötmeleri. * Tavuğun yumurtladığında ötüp gıdaklaması.

NAKAL Bir yerden naklolunduğunda bâki kalan ufak taşlar. * Devenin tabanına ârız olur bir hastalık.

NAKALE (Nâkıl. C.) Haberciler, nakledenler.

NA-KÂM f. Muradına eremeyen, tali'siz. Arzusuna kavuşamayan.

NÂ-KÂMÎ f. Mahrumiyet, bahtsızlık. isteğine kavuşamama.

NAKARAT (Nakra. C.) Durmadan tekrarlanan usandırıcı şeyler. * Edb: Şarkının belli yerlerinde tekrarlanan bestesi değişmeyen parça.

NAKARE f. Davul, kös. Dümbelek.

NA-KÂRE f. Bir işe yaramaz olan.

NA-KA'RYAB f. Dibi bulunmayan, dipsiz.

NA-KASTE f. Eksiksiz, noksansız. Tamam.

NAKAVE Temizlik.

NAKB (C.: Enkâb) Delmek, delik açmak. * Girmek. * Dağ içindeki yol.

NAKBA Tabanı aşınmış deve.

NAKD (C?: Nukûd) Madeni para, akçe. * Bir şeyin bedelini peşinen ödemek. * Para olarak bulunan servet. * Vezin ve ayarı tamam olan para. * Bir şeye hırsızlamasına bakma. * Seçmek. * Saymak.

NAKD-İ CÂN En kıymetli olan şey.

NAKD-İ MEVCUD Mevcud olan para, elde bulunan para.

NAKDEN Para olarak, peşin, elden.

NAKDÎ Paraca, peşin para ile. Para ile alâkalı ve paraya müteallik.

NAKDİNE Hazır ve peşin para. * Kıymetli ve değerli mal.

NAKDİNE-İ HAYAT Hayatın kıymeti.

NA-KERDE f. Yapılmamış, olmamış.

NA-KES f. Hasis olan. * Zelil, insaniyetsiz, alçak, deni.

NA-KESAN (Nâ-kes. C.) Alçaklar, âdi insanlar, insaniyetsiz kimseler. * Cimriler, tamahkârlar, pintiler, hasis kişiler.

NA-KESÂNE f. Alçakçasına. * Cimrilik ve tamahkârlıkla.

NAKF (C: Nuküf-Enkâf) Başı dimağından yarmak. * Bakış, nazar.

NAKH Başı dimağından yarmak.

NAKH Teftiş etmek, kontrol etmek.

NAKİ' Tâze. * Şifâlı devâ.

NAKIBE (C.: Nukab) Kişinin yan tarafında çıkan çıban.

NAKID Bir şeyin iyisini kötüsünden veya bozuğundan ayıran. * Tenkidci, ayarcı. Paranın kalbını anlayan. * Dinar, dirhem.

NAKIF Kırıcı, kıran. * Bakan, nâzır.

NAKIH (C.: Nukuh) Tam olarak iyileşip hastalıktan kurtulmayan.

NAKIL İleten, taşıyan, aktaran, nakleden. * Tercüme eden. * İşittiğini anlatan.

NAKIL-I AHBAR Haberler nakleden.

NAKILE Nakleden. * Cereyan geçiren.

NAKILMECLİS Söz taşıyan. Dedikoduculuk yapan. Gammaz.

NAKIR Nişana isabet eden ok.

NAKIS Noksan, eksik. Tamam olmayan. Gr: Yalnız son harfi harf-i illet olan kelime $ gibi. * Mat: Eksi. Negatif. (Bak: Kâmil)

NAKIS-UL İYAR Ayarı bozuk.

NAKIS Ekşi şarap.

NAKISAT (Nâkıs. C.) Nâkıslar. Noksanı olanlar. Eksiği bulunanlar.

NAKISAT-ÜL AKL Aklı kısa. * Mc: Kadın.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   120   121   122   123   124   125   126   127   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin