Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə138/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   134   135   136   137   138   139   140   141   ...   181

RUBUBİYYET-İ MUTLAKA Herşeyi kaplayan ve idaresi altına almış olan Allah'ın rububiyeti.(Evet bütün kâinatta hususan zihayatlarda ve bilhassa terbiye ve iaşelerinde her tarafta aynı tarzda ve umulmadık bir surette beraber ve birbiri içinde hakimâne, rahimâne bir dest-i gaybi tarafından olan bir tasarruf-u âmm elbette bir Rububiyyet-i mutlakanın tereşşuhudur ve ziyasıdır ve tahakkukuna bir bürhan-ı kat'îdir. Madem bir Rububiyyet-imutlaka vardır; elbette şirk ve iştirâki kabul etmez. Çünkü, o Rububiyyetin kendi cemâlini izhar ve kemâlâtını ilân ve kıymetli san'atlarını teşhir ve gizli hünerleri göstermek gibi en mühim maksad ve gayeleri cüz'iyyatta ve zihayatta temerküz ve içtimâ' ettiğinden en cüz'i bir şeye ve en küçük bir zihayata kendi başı ile müdahale eden bir şirk, o gayeleri bozar ve o maksatları harab eder. Ve zişuurun yüzlerini o gayelerden ve o gâyeleri irade edenden çevirip esbaba saldığından ve bu vaziyet Rububiyyetin mahiyetine bütün bütün muhâlif ve adavet olduğundan elbette böyle bir Rububiyyet-i mutlaka hiçbir cihetle şirke müsaade etmez. ş.)

RUBUZ Koyun, sığır, at, katır ve köpeğin ayaklarını büküp yatması. (Yattıkları yere "merbaz" derler)

RUBZ Her nesnenin ortası. * Bazısı bazısının üzerine sağılmış süt.

RUD f. Irmak, çay. * Saz teli, saz kirişi. * Kemençe.

RUD Yavaş yürümek.

RUDA' Hastalığın insana yine dönmesi. * Gövde ve beden ağrısının her birisi.

RUDAA' (Radi. C.) Süt emen çocuklar. * Süt kardeşler.

RUDAB Ağızdan akan su.

RUD-AVERD f. Nehir sularının akarlarken etraftan sürükleyip getirdikleri ağaç, dal gibi şeyler.

RUDBAR f. Irmak kenarı. * Büyük ırmak.

RUDDA' (Râdı. C.) Süt emenler.

RUDE (C.: Rudegân) f. Bağırsak.

RUDHA Perde, setre.

RUDSAZ f. Çalgıcı.

RUFSE Su nöbeti.

RUFUD (Rifd. C.) Bahşişler.

RUGA' Sada, ses. * Deve, sırtlan ve deve kuşunun bağırması.

RUGBA' Rağbet etmek, istemek, arzulamak.

RUGERDAN f. Yüz döndüren, yüz çeviren.

RUGL Bir acı ot. * Sünnetsizlik. * Bol olmak, bolluk.

RUH f. Yanak, yüz, çehre. * Arabçada: Efsânevi bir kuş. (Bak: Ruhsâr)RUH : Can, nefes, canlılık. * Öz, hülâsa, en mühim nokta. * His. * Kur'an. * İsa (A.S.). * Cebrail (A.S.). * Korkmak. (Bak: Vicdan)(Ruh, bir kanun-u zivücud-u haricîdir. Bir namus-u zişuurdur. Sabit ve dâim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i lâtifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcud ruh, mâkul kanunun kardeşidir. İkisi hem dâimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şâyet, nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh, şuuru başından indirse yine lâyemut bir kanun olurdu. H.)(Ruha bir derece müşabih ve ikisi de âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibariyle ruha bir derece muvafık, fakat yalnız vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavânine dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki: Eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o kanun dâima bakidir. Dâima müstemir, sabittir. Hiçbir tegayyürat ve inkılâbat, o kanunların vahdetine te'sir etmez, bozmaz. Meselâ: Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek baki kalır. İşte madem en âdi ve zaif emrî kanunlar dahi böyle beka ile devam ile alâkadardır. Elbette ruh-u insanî, değil yalnız beka ile, belki ebed-ül âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünki: Ruh dahi Kur'an'ın nassı ile: $ ferman-ı celili ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zişuur ve bir namus-u zihayattır ki: Kudret-i Ezeliyye, ona vücud-u haricî giydirmiş. Demek, nasılki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavânin, dâima veya ağleben baki kalıyor. Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekaya mazhar olmak daha ziyade kat'idir, lâyıktır. Çünki: Zivücuddur, hakikat-ı hariciye sahibidir. Hem onlardan daha kavidir, daha ulvidir. Çünki: Zişuurdur. Hem onlardan daha daimîdir, daha kıymetdardır. Çünki: Zihayattır. S.)

RUH-U REVAN Ruhun zuhuru. Ruhun ferahlığı. Ruhun akışı.

RUH-ÜL EMİN (RUH-ÜL KUDÜS) Cebrail Aleyhisselâm'ın iki ayrı ismi. Emin ve mukaddes ruh. * Allah'ın ism-i azamı. * İncil. * Kur'an.

RUHA Ferahlık. * Yumuşak rüzgâr.

RUHAM Mermer.

RUHAM-I HÂM İşlenmemiş mermer.

RUHAMA (Rahim. C.) Rahim olanlar.

RUHAMÎ Mermerden yapılmış. Mermerle ilgili.

RUHANÎ Cisim olmayıp gözle görülmeyen cin ve melâike gibi bir mahluk. Ruha ait. Ruhtan meydana gelmiş, melek. * Madde ile alâkalı olmayan, mânevi, ruh âlemine mensub olan.

RUHANİYYAT Madde âleminden başka olan ruh âlemleri, ruhaniler. (Bak: Cinn, Melek)(Şu nihayetsiz feza-yı âlem ve şu muhteşem semavat; burçları ile, yıldızları ile; zişuur, zihayat, ziruhlarla doludur. Nârdan, nurdan, ateşten, ışıktan, zulmetten, havadan, savttan, rayihadan, kelimattan, esirden ve hattâ elektrikten ve sâir seyyâlât-ı lâtifeden halk olunan o zihayat ve o ziruhlara ve o zişuurlara şeriat-ı garra-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, "Melâike ve cânn ve ruhaniyattır" der, tesmiye eder. Melâikenin ise, ecsamın muhtelif cinsleri gibi, cinsleri muhteliftir. Evet, elbette bir katre yağmura müekkel olan melek, şemse müekkel meleğin cinsinden değildir. Cin ve ruhaniyat dahi, onların da pek çok ecnas-ı muhtelifeleri vardır. S.)

RUHANİYYET Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhi kuvveti. * Ruhanilik.

RUHANİYYUN (Ruhanî. C.) Ruh âlemine mensub olanlar. Âlem-i gayba nüfuz eden çok nuraniyet kazanmış zâtlar.

RUHAS (Ruhsat. C.) İzinler, ruhsatlar, müsaadeler.

RUHASA' Sıtma teri.

RUHB Genişlik, vüs'at.

RUH-BAHŞ f. Ruh veren, ruh bahşeden.

RUHBAN Korkmak, çekinmek, yılmak. * Rahib, Hristiyan din adamı. (Bak: Rehbaniyyet)(Hâsıl-ı kelâm; biz Kur'an şâkirdleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi' oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi, ruhbanları taklid için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fennin hükmettiği istikbalde elbette, bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur'an hükmedecek. Hutbe-i Şâmiye)

RUHBANİYET (Bak: Rehb, Rehbaniyet)

RUHDA' Sıtma.

RUH-EFZA f. Cana can katan. Canlılık veren. (Ruhfeza da denir)

RUHÎ Ruha ait, ruhla ilgili. Ruhça.

RUHİYAT Ruh ilmi, psikoloji.

RUHLET Göçüp giden kimseler.

RUHPERVER f. Ruha ferahlık ve kuvvet veren.

RUHS Ucuzluk. * Hafif pahalı olmak.

RUHSAR (RUH) Yanak. Çehre. Yüz.

RUHSAT (C.: Ruhas-Ruhsat) İzin, müsaade. * Genişlik. * Kolaylık. * Fık: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir suhulet ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru' kılınan şeydir. Sefer halinde Ramazan-ı Şerif orucunun tutulmaması gibi. Vuku' bulan ikraha mebni, birisinin malını itlaf etmek de bu kabildendir ki, bu halde bu itlaf hakkında bir ruhsat-ı şer'iyye bulunmuş olur. Bir hâdisede, azîmet ile ruhsat içtima' edince, azîmet tarikını iltizam etmek, bir takva nişanesi sayılır. (Bak: Azîmet)

RUHSÂT (Ruhsat. C.) Ruhsatlar, müsaadeler, izinler.

RUHSATİYYE San'at veya ticaret için verilen izin kâğıdı.

RUHSATNAME f. İzin kağıdı.

RUHSATYÂB f. İzin ve müsaade alma.

RUHUD Etli, besili, şişman, semiz. (Müe: Ruhude)

RUHUL Binmek için kullanılan deve.

RUHULLAH Allah'ın emriyle meydana gelen. * İsa Aleyhisselâm'ın bir lakabı.

RUHUM Esirgemek, korumak, rahmet.

RUHVE (Bak: Rihve)

RUK'A (C.: Rıka'-Ruka') Kısa mektub. * Üzerine yazı yazılan kâğıt veya deri parçası. * Dilekçe. * Yama.

RUKABA' (Rakib. C.) Bekçiler.

RUKAD Uyku, nevm. Uyuma.

RUKAK Yufka ekmeği.

RUKBA Muntazır olmak, beklemek. * Bir kimseye, "Ben senden evvel ölürsem bu elbiseler senin olsun, eğer sen evvel ölürsen yine benim olsun" demek.

RUKDE Uyuma. * Berzah âlemi. (Bak: Rukud)

RUKK (C.: Rikâk) Yer, arz.

RUKTA Siyah bir maddenin üzerinde yer yer beyaz beneklerin olması.

RUKUD Uyuma, nevm.

RUKUM (Rakam. C.) Rakamlar.

RUKYE (C.: Rukâ) Duâ, efsun.

RUM Anadolu. * Osmanlı Devleti ve Arabistan hârici yerler. * Romalı.

RUM SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 30. suresidir. Mekkîdir.

RU-MAL f. Yer süren.

RUMELİ Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa Kıt'asındaki kısmı.

RUMH (C.: Rimah-Ermâh) Süngü. Mızrak. Saban kolu. Mc: Fakirlik.

RUMİ Rumelinden olan, Anadolulu olan. * Rum. Türkiye'de yaşayan Yunanlı.

RUMMAN Nar. (Bir meyva adı)

RUMUS (Rems. C.) Mezarlar, kabirler.

RUMUZ (Remz. C.) İşaretler, remizler, ince nükteler, mânası gizli olan işaretler.

RUMUZÂT (Rumuz. C.) Remizler, işaretler.

RU-NÜMA f. Yüz gösteren, meydana çıkan. * Yüz görümlüğü.

RU-NÜMUN f. Meydana çıkan, yüz gösterici.

RU-PUŞ f. Yüz örtüsü, peçe. * Yüz örten.

RUSDE (C.: Risâd) Ziynet, süs.

RUSG Bilek.

RUSG-ÜL KADEM Ayak bileği.

RU-SİYAH f. Kara yüzlü. Ayıbı olan.

RUSPİ Fâhişe, orospu.

RUSTA f. Köy, karye.

RUSTAÎ f. Köylü.

RUSTAK (C.: Resâtik) Köy, karye. Çiftlik.

RUSTAKÎ Köylü.

RUŞEN f. Parlak, aydın. Belli, âşikâr.

RUŞENBEYAN f. Fasih konuşan. Açık ifadeli.

RUŞENDİL Kalbi nurlanmış. Kâmil ve çok temiz dindar.

RUŞENGİR Cilâcı, parlatıcı.

RUŞENÎ f. Açıklık, aydınlık. * Belli olma.

RUŞENZAMİR Hakikatları bilen. Kalbi, gönlü hakikatlara vakıf olan.

RU-ŞİNAS f. Bilen, tanıyan.

RU-ŞİNASÎ f. Aşinâlık, tanırlık.

RUTAB Hurma.

RUTB Yaş ot.

RUTEBÎ Rütbelere ait.

RUTUBE (C.: Rutebât-Ruteb) Olmuş yaş hurma.

RUTUBET Yaşlık, nem, ıslaklık. * Havadaki veya yapı içindeki nem.

RUUD (Ra'd. C.) Gök gürültüleri.

RUUNET İnsana ağır gelecek hâllerde bulunma. * Sünepelik, bönlük.

RUVAL Salya.

RUVAT (Râvi. C.) Hikâye edenler. Rivayet edenler.

RUY (Bak: Ru)

RUY f. Tunç.

RUYA f. Yerden biten (bitki).

RUYİN f. Tunç. * Tunçtan.

RUYİN-TEN f. Güçlü kuvvetli, tunç vücutlu.

RUY-VER f. Tunçtan.

RUZ f. Gün, 24 saatlik müddet. * Gündüz.

RUZ-İ CEZA Kıyamet günü. * Haşir günü.

RUZ-İ HAŞİR (Ruz-i hesab) Kıyamet günü. * Âhiretteki toplanma günü. Haşir günü. Dirilip toplanıp hesap görülecek gün. (Bak: Yevm)

RUZ U ŞEB Gece ve gündüz.

RU'Z (C.: Erâz) Okun, demirini sokacak yeri.

RUZAA' (Razi. C.) Süt emen çocuklar. * Süt kardeşler.

RUZAN (Ruz. C.) Günler. Gündüzler.

RUZANE f. Gündelik. Yevmiye.

RUZBAN f. Kapıcı.

RUZBERUZ f. Günden güne.

RUZE f. Oruç.

RUZEDÂR f. Oruçlu.

RUZ-EFZUN f. Uzun ömürlü.

RUZEGÜŞA f. Oruç bozan, oruç açan, iftar eden.

RUZEHAR f. Oruç yiyen. Oruçsuz.

RU-ZERD f. Sararmış, sarı yüzlü.

RUZÎ f. Azık, rızık. Nasib, kısmet. * Gündüzle alâkalı. Gündüze âit.

RUZÎHÂR f. Rızık yiyici. Canlı, mahlûk.

RUZİNE f. Gündelikçi.

RUZİRESAN f. Rızık yetiştiren, rızık ulaştıran, Allah (C.C.)

RUZMERRE f. Her günkü. Her günlük.

RUZNAME Vakit cetveli, takvim. * Günlük gazete, günlük hâdiselerin yazıldığı kâğıt. * Bir meclis veya hey'etin müzakerat proğramı. * Hergünkü gelir ve giderin kaydedilip yazıldığı defter.

RÜAVİ Köy yakınında ve halk yöresinde güdülen deve.

RÜBA f. Kapan, çalan, alan (mânâsına birleşik kelimeler yapılır). Meselâ: Dil-rüba $ : Gönül kapan, gönül alan. İz'an-rüba $ : Aklı alan, hayret veren.

RÜBA (C.: Ravâbi) Tepe, yüksek yer.

RÜBAÎ Dörtlük olan. Dörtle ilgili. * Edb: Dört mısralık belli vezinlerle yazılmış manzume. Aynı esasta 24 şekilli vezinle yazılan 4 mısralık şiir. * Gr: Mastarını meydana getiren dört harften hepsi de aslî olan kelimeler.

RUBAÎ-İ MEZİD Kendisine harf ilâve edilmiş olan aslı dört harfli mastar.

RÜBB (C.: Rubub) En aşağı derece ile pişmiş ve üçte birinden azı gitmiş olan sıkılmış üzüm.

RÜBBA (C.: Ribâb) Yakında doğurmuş koyun.

RÜBBAH Erkek maymun.

RÜBBEMA (Bak: Rubemâ)

RÜBD Kılıcın cevheri ve rengi.

RÜBDE Siyaha yakın boz renk.

RÜ'BE (C.: Rüâb) Ağaç parçası.

RÜBUBİYET (Bak: Rububiyet)

RÜBUD Dâim. * Yüreğin oynaması. * Durdurmak. * Hapsetmek.

RÜBUDE f. Kapılmış, kapılan.

RÜBYE (C.: Rubâ) Arz haşeratından bir cins. * Çok, ziyâde.

RÜC'A Rücu' mânâsına mastar.

RÜCBE Canavar avlamak için yapılan yer. (İçine iple et bağlarlar ki canavar gelip yapıştığı gibi üzerine düşer.)

RÜCEME (C.: Rucâm-Rucum) Büyük taş.

RÜCHAN Üstünlük, yükseklik, üstün olma. Fazilet, haslet veya her hangi bir şey cihetiyle diğerinden üstün olmak.

RÜCHANİYET Üstün oluş, rüçhanlık, daha mühim olma hali.

RÜCU' Geri dönme, vazgeçme, cayma. Sözünden dönme. * Edb: Bir fikri daha kuvvetli anlatmak için söylenilen sözden caymış gibi görünmek.

RÜCUM (Recm. C.) Taşa tutmalar, taşlamalar.

RÜCUN Mahbus olmak, hapsolunmak. * Bir yere durmak.

RÜCZ (RİCZ) Devenin mak'adında olan bir hastalık. * Pis, necis. * Azap. * Put, sanem.

RÜDAB Ağızdan akan su, salya.

RÜDN (C.: Erdân) Kaftan ve gömlek yeninin koltuktan tarafı.

RÜDUM (Redm. C.) Bendler, sedler.

RÜESA (Reis. C.) Reisler, reislik yapanlar. Başkanlar.

RÜFAÎ Ahmed-i Rüfaî tarikatına mensub.

RÜFAT Parçalanmış, dağıtılmış. * Çürümüş.

RÜFAZ Müteferrik. dağılmış, parçalanmış.

RÜFEKA (Refik. C.) Arkadaşlar.

RÜFKA (C.: Rifâk) Yoldaş olan, aynı fikirde olan cemaat.

RÜFT f. Süpürme.

RÜFT Bir küçük canavar. ("İnâk-ul arz" da derler)

RÜFUL Sallanmak. * Gururlanmak, tekebbürlenmek.

RÜHA Urfa şehri.

RÜHAVÎ f. Urfa'lı.

RÜHŞUŞ Sütlü deve.

RÜHUN (Rehin. C.) Rehinler.

RÜHUS Çok yiyen obur, ekvel.

RÜKAM Yığın. Birbiri üzerine kat kat yığılmış olan.

RÜKBAN (Râkib. C.) Biniciler, binenler, binmişler.

RÜKBE (C.: Rükeb-Rükebât) Diz. Dizkapağı.

RÜKEB (Rükbe. C.) Dizler, dizkapakları.

RÜKKAB (Râkib. C.) Biniciler, ata binenler.

RÜKN Direk. Esas. * Kuvvet. * Bir şeyin en fazla sağlam olan tarafı veya köşesi veya temeli. * Bir cemaatin ileri gelenlerinden olan. * Nüfuzlu, kuvvetli ve ehemmiyetli kimse.

RÜKN-Ü DÂHİLÎ İçteki esas unsur. Namazın içindeki farz ve şart olan esas.

RÜKÛ' Huzur-u İlâhîde eğilmek. Namazda elleri dize dayamak suretiyle yere doğru eğilirken baş ile sırtı düz hale getirmek.

RÜKUB Binme. * Bir vasıtaya binme.

RÜKUD Durgunluk. Durgun olma.

RÜKUD-İ HEVA Havanın durgun olması.

RÜKUDET Durgunluk, durulma.

RÜKUN Bir şeye samimi olarak meyletme. Can ve gönülden meyil.

RÜKUNET Ağırbaşlılık. Vakar ve temkin sâhibi olma.

RÜKUZ Seğirtmek, koşmak.

RÜKÜB (Rikâb. C.) Üzengiler.

RÜKÜN (Bak: Rükn)

RÜMAM Kuru ot.

RÜMH (C.: Rimâh) Mızrak, kargı, süngü. * Mc: Yoksulluk, fakirlik.

RÜMİS Sözüne güvenilmeyen kimse. Verdiği söze itimad edilmeyen kişi.

RÜMLE (C.: Ermal-Rumul) Siyah hat.

RÜMMAN Nar denilen yemiş.

RÜMMANE Kapan taşı. * Kırkbayır.

RÜMME (C.: Rumem-Rumam) Eskimiş urgan parçası.

RÜMUK Durmak. * İkamet etmek, oturmak, mukim olmak.

RÜMYE Ağaçtan nakşolmuş bir suret.

RÜS' Göz kapağında olan hastalık.

RÜSELA (Resül. C.) Resüller, peygamberler.

RÜSG (C.: Ersâg) Bilek. * Hayvanların tırnağıyla baldırı arasında olan incecik yer.

RÜSTA-HİZ f. Mahşer, kıyamet.

RÜSTAÎ (Rüstâyi) f. Köyle ilgili. * Köylü.

RÜSTAK (C.: Resâtik) Büyük köy.

RÜSTE f. "Çıkmış, bitmiş, yetişmiş" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nev-rüste $ : Yeni yetişmiş bitki.

RÜSTEM f. Şark edebiyatında kuvvet ve cesaretin timsali olarak bilinen ve Zaloğlu Rüstem diye veya "Rüstem-i Sistanî" nâmiyle meşhur İran'lı bir kahramandır.

RÜSTÎ f. Üstünlük, muvaffakıyet. * Yiğitlik. * Kuvvet.

RÜSUB Kab içinde kalan su. * Suyun dibine batmak. * Tortu, dibe çöken, çöküntü.

RÜSUBAT Çöküntüler, tortular.

RÜSUH İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Yerinde, sağlam, sâbit ve devamlı olmak. * Meharet, meleke.

RÜSUHİYET Rüsuhluluk, rüsuhlu oluş.

RÜSUM Resimler, şekiller. Âdetler. Vergiler, gümrükler, gümrük vergisi. * Merasim, usûl.

RÜSUMAT (Rüsüm. C.) Gümrük idâresi.

RÜSÜL (Resül. C.) Peygamberler, resüller. Bir kitapla gelen nebiler.

RÜSVA (Rüsvay) f. Rezil, kepaze, maskara, ayıpları meydana çıkarılmış.

RÜSVA-YI ÂLEM En aşağılık ve âdi adam.

RÜSVAYÎ f. Rezillik, itibarsızlık, haysiyetsizlik.

RÜSVE Muhkem ve sağlam olmak. * Sâbit olmak.

RÜŞA (Rişvet. C.) Rüşvetler.

RÜŞD Doğru yol bulup bağlanmak. Hak yolunda salabet, metanet ve kemal-i isabetle dosdoğru gitmek. * Hayra isabet etmek. * Büluğa ermek. * İstikamette olmak. Dinine ve malına zarar gelecek şeyi bilmek, doğru düşünmek. * Kişinin akıl ve idraki kavi ve tedbiri metin olmak. (Bak: İrşâd)

RÜŞDÎ Rüşdle ilgili. Olgunluğa dair.

RÜŞDİYE Eskiden orta tahsil derecesindeki mektep. * Rüşde dair.

RÜŞD Ü İRŞAD Rüşd ve irşad. Doğru yola sevketmenin mükemmeliyeti. İslâmiyeti en mükemmel şekilde öğretmek.

RÜŞEDA (Reşid. C.) Reşid olanlar. Rüşd, olgunluk sâhibleri.

RÜŞEYM Rahimde yavrunun bütün azalarının teşekkül etmiş şekli. (Harekete başlayan rüşeyme, cenin denir)

RÜŞVET Kanunen bir iş gördürmek gayesi ile vazifeli olan kimseye, gayr-i meşru olarak verilen para vesâir menfaat ve fayda.

RÜTBE Basamak, derece. * Memuriyet derecesi. * Sıra. Mertebe, menzile. * Efkârın sonu. * Merdiven ayağı.

RÜTBE-İ AKL Aklın derecesi.

RÜTBEŞİNAS f. Derece bilir. Rütbe tanır.

RÜTEB (Rütbe. C.) Rütbeler, dereceler.

RÜTEB-İ ASKERİYE Askerlik rütbeleri.

RÜTEBÎ Rütbeye dair ve rütbelere mensub.

RÜTTE' Otlayan hayvan.

RÜTTE Pelteklik, kekemelik.

RÜTUB Sâbit olmak, kaim olmak, devamlılık, süreklilik.

RÜUS (Re's. C.) Re'sler. Başlar. Kafalar.

RÜÜD Genç kadın. Kız.

RÜVAL Salya, ağız suyu.

RÜVEYDE (Rüvide) İnce, hoş, nazik. * Bitmiş, neşvünema bulmuş.



RÜVEYHA Zariflik, incelik.

RÜYA (Rü'ya) Uykuda görülen misalî âlem. Düş.(Hayalâtlara karşı kapısı açık olan rüyaları tahkikî bir surette mevzubahs etmek, tahkik mesleğine tam uygun gelmediğinden; o cüz'î hâdise-i nevmiye münasebetiyle, mevtin küçük bir kardeşi olan nevme ait ilmî ve düsturî olarak altı nükte-i hakikatı, âyât-ı Kur'aniyenin işaret ettiği vecihte beyan edeceğiz.Birincisi: Sure-i Yusuf'un mühim bir esâsı, rüya-yı Yusufiye olduğu gibi; $ âyeti misillü çok âyetlerle, rüyada ve nevmde perdeli olarak ehemmiyetli hakikatlar var olduğunu gösterir.İkincisi: Kur'an ile tefe'üle ve rüyaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller. Çünki Kur'an-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe'ülde, kâfire ait şiddeti, tefe'ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müşevveş ediyor. Hem rüya dahi hayr iken, bâzı aks-i hakikatla göründüğü için şer telâkki edilir, yeise düşürür, kuvve-i mâneviyeyi kırar, su'-i zan verir. Çok rüyalar var ki: Sureti dehşetli, zararlı, mülevves iken; tâbiri ve mânası çok güzel oluyor. Herkes rüyanın suretiyle mânasının hakikatı mâbeynindeki münasebeti bulamadığı için; lüzumsuz telâş eder, me'yus olur, keder eder.Üçüncüsü: Hadis-i sahih ile nübüvvetin kırk cüz'ünden bir cüz'ü nevmde rüya-yı sâdıka suretinde tezahür etmiş. Demek rüya-yı sâdıka hem haktır, hem nübüvvetin vezaifine taalluku var. Şu üçüncü mes'ele, gayet mühim ve uzun ve nübüvvetle alâkadar ve derin olduğundan, başka vakte tâlik ediyoruz; şimdilik o kapıyı açmıyoruz.Dördüncüsü: Rüya üç nevidir: İkisi, tabir-i Kur'an'la $ da dahildir; tabire değmiyor. Mânası varsa da ehemmiyeti yok. Ya mizacın inhirafından kuvve-i hayaliye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat yapıyor; yahut gündüz veya daha evvel, hattâ bir-iki sene evvel aynı vakitte başına gelen müheyyic hâdisatı, hayal tahattur eder; ta'dil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. İşte bu iki kısım $ dır, tabire değmiyor. Üçüncü kısım ki, rüya-yı sâdıkadır. O, doğrudan doğruya mâhiyet-i insaniyedeki lâtife-i Rabbaniye âlem-i şehadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla, âlem-i gayba karşı bir münasebet bulur; bir menfez açar. O menfez ile, vukua gelmeye hazırlanan hâdiselere bakar ve Levh-i Mahfuz'un cilveleri ve mektubat-ı kaderiyenin nümuneleri nevinden birisine rastgelir, bâzı vâkıat-ı hakikiyeyi görür. Ve o vâkıatta, bazan hayal tasarruf eder, suret libasları giydirir. Bu kısmın çok envaı ve tabakatı var. Bazı aynen gördüğü gibi çıkar, bazan bir ince perde altında çıkıyor, bazan kalınca bir perde ile sarılıyor.Hadis-i Şerifte gelmiş ki: Resül-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bidayet-i vahiyde gördüğü rüyalar; subhun inkişafı gibi zâhir, açık, doğru çıkıyordu.Beşincisi: Rüya-yı sâdıka, hiss-i kablelvukuun fazla inkişafıdır. Hiss-i kablelvuku ise, herkeste cüz'î-küllî vardır. Hattâ hayvanlarda dahi vardır.Altıncısı ve en mühimmi: Rüya-yı sâdıka benim için hakkalyakîn derecesine gelmiş ve pek çok tecrübatımla, kader-i İlâhînin her şeye muhit olduğuna bir hüccet-i katı' hükmüne geçmiştir. Evet bu rüyalar, benim için hususan bir birkaç sene zarfında o dereceye gelmiştir ki; meselâ: Yarın başıma gelecek en küçük hâdisat ve en ehemmiyetsiz muamelât ve hattâ en âdi muhaverat yazılı olduğunu ve daha gelmeden muayyen olduğunu ve gecede onları görmekle, dilim ile değil, gözüm ile okuduğum bana kat'i olmuştur. Bir değil, yüz değil, belki bin def'a; gecede, hiç düşünmediğim halde gördüğüm bazı adamlar veyahut söylediğim mes'eleler, o gecenin gündüzünde, az bir tabir ile aynen çıkıyor. Demek en cüz'î hâdisat vukua gelmeden evvel hem mukayyeddir, hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok, hâdisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir. M.)

RÜYA-YI SÂDIKA Makbul ve muteber kimselerin gördükleri ve gördükleri gibi dünyada hakikatları zuhur eden sâdık rüya.

RÜ'YET Görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek. * Akıl ile müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek, düşünmek. * Araştırmak.

RÜ'YETULLAH Cennet'te mü'minlerin Allah'ı görmeleri.(Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun? Ve nereye sevk olunuyorsun? Dünyanın bin sene mes'udane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü'yet-i cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelâl'in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Mübtelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbublarda ve bütün mevcudat-ı dünyevîdeki hüsün ve cemal, O'nun cilve-i cemalinin ve hüsn-ü esmasının bir nevi gölgesi... ve bütün Cennet, bütün letaifiyle bir cilve-i rahmeti... ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizablar ve câzibeler, bir lem'a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezel'in, bir Mahbub-u Lâyezâl'in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennet'e çağrılıyorsunuz. Öyle ise; kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz. M.)

RÜYUB (Reyb. C.) şekler, şüpheler.

RÜYUH Zelillik, horluk, hakirlik. * Zayıflık.

RÜYUN Galebe etmek, üstün gelmek.RÜZ' : Noksan etmek, eksiltmek, noksanlaştırmak.

RÜZAH (RÜZUH) Davarın çok zayıf olması.

RÜZAM (RÜZUM) Davarın çok yorulup zayıflaması.

RÜZAZ Ufalanmış taş. * Her maddenin ufağı.

RÜZDAK (C.: Rezâdik) Köy.

RÜZELA (Rezil. C.) Reziller.

RÜZGÂR f. Zaman, devir, hengâm, vakit. * Dünya, âlem. * Yel.

RÜZZ Pirinç.



SA' Çiy, rutubet, şebnem. * Kur'an-ı Kerim alfabesindeki dördüncü harfin adı.

SÂ-İ MÜSELLES Üç noktalı sâ' harfi. (Se harfi de denir.)

SA' 1040 dirhemlik hububat ölçeği. Kile.

SA' Vakitler, saatler, zamanlar.

SA (-Sây) f. Sürücü, süren.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   134   135   136   137   138   139   140   141   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin