Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə148/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   144   145   146   147   148   149   150   151   ...   181

SUGV Meyletmek, yönelmek, eğilme.

SUGVAR f. Kederli, acılı.

SUH Duvar.

SUHAF Akciğer veremi.

SUHAN f. Törpü.

SUHANSERA (C.: Suhanserâyân) f. Ahenkli söz söyleyen.

SUHAR Umman kasabası. * Bir erkek ismi.

SUHARE Yağ kıkırdağı.

SUHARE Başkasıyla alay eden.

SUHD (C.: Eshâd) Çocukla birlikte çıkan sarı su.

SUHEN (Sehun - Suhun) f. Söz.

SUHF Akıl ve fikrin zayıf olması.

SUHK Uzak olmak. * Cehennemde bir derenin adı. * Mahrumiyet.

SUHME Karalık, siyahlık.

SUHNAN Sıcak, kızgın. * Sıcak gün.

SUHNE Kızgınlık. * Gözü yaşlı, dertli olmak.

SUHRE Maskara, gülünç, eğlenceli. * Zoraki iş gören, ücretsiz zoraki çalışan kimse ve hayvan.

SUHREKÂR f. Maskaralık yapan. Maskara.

SUHRE (C.: Suhar) Geniş ve düz olan iki dağ aralığı. * Kırmızıya benzer renk.

SUHRİYEN (Sıhriyya) Musahhar kılınan, hizmette çalıştırılan. * Gülünç olan.

SUHRİYYE Maskaralık.

SUHT Kızgınlık, gadab. (Rızânın zıddı)

SUHT Haram mal, her nevi haram. * Yok eylemek. Gidermek. Bir şeyin kökünü kazımak (mânasına saht'dan alınmıştır. Haramın bereketi olmadığından hânumânlar yıktığı için suht denilmiştir.)

SUHTE f. Yanmış, tutuşmuş. Yanık. * (C.: Suhtegân) Softa. Medrese talebesi.

SUHUB (Sehâb. C.) Bulutlar.

SUHUF (Sahife. C.) Sahifeler. * Bâzı Peygamberlere gelen sahife halindeki kitap.

SUHULET Kolaylık. (Bak: Sühulet)(...Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, cenneti dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana va'd etmiş. Ve va'dettiği için, elbette seni onun içine alacak. Mâdem bilmüşahede görüyoruz; her senede, yeryüzünde, hayvanat ve nebatatın üçyüz binden ziyade enva'larını ve milletlerini, kemal-i intizam ve mizan ile, kemal-i sür'at ve sühuletle haşr edip, neşreder. Elbette böyle bir Kadir-i Zülcelâl, va'dini yerine getirmeye muktedirdir... M.)

SUHUN (Sahne. C.) Sahneler.

SUHUR (Sahr. C.) Kayalar, büyük taşlar.

SUK Çarşı, pazar. Alım satım yeri.

SUK' Taraf, yön. * Nahiye.

SUKA Çarşı adamı, esnaf.

SUKA' Horoz sesi, horoz ötüşü.

SUK'A Başın ortasındaki beyazlık.

SUKAB (Sukbe. C.) Delikler.

SUKATA Kırıntı, döküntü, artık.

SUKATAÇİN f. Kırıntı, döküntü toplayan. Artık toplayan.

SUKATAHÂR f. Kırıntı, artık yiyen.

SUKAYBE Küçük delik, delikçik.

SUKB (C.: Sükub) Delmek. * Yırtmak.

SUKBE (C.: Sukub - Sukab - Sukabât) Delik.

SUKÎ Çarşı ve pazarla alâkalı. * Çarşılı, pazarlı.

SUKL(E) Böğür. * Taraf, yön.

SUKM (SEKAM) (C.: Eskâm) Zahmet, meşakkat. Hastalık, maraz.

SUKUB (Sukbe. C.) Delikler.

SUKUB (Sakb ve Sukb. C.) Delmeler veya delinmeler. * Bir tarafdan diğer tarafa kadar açık olan delikler.

SUKUF (Sakf. C.) Tavanlar, ev örtüleri. * Uzun ve sarkık şeyler. * Semavat.

SUKUF-U BÜYUT Evlerin damları.

SUKUK şeriat mahkemesince verilen ilâmlar ve onda geçen tabirler.

SUKUT Düşme. Yukardan aşağıya birden iniverme. * Değerini kaybetme. Bozulma. * Devrilme. * Mahvolma. * Ahlâk bakımından alçalma. * Büyük bir vazifeden ayrılma. * Sarkma. * Çocuğun eksik veya ölü olarak doğması.

SUKUT-I HAKK Hakkın sukutu. Hakkın kaybolması.

SUKUT-I MUSAMMEM Düşmesi kararlaştırılmış. İktidardan düşürmek için hakkında karar alınmış.

SUKUT-U MUTLAK Mânen iyice tefessüh etme, iyi hasletlerin tamamen kaybolması.

SUKUTİYE Paraşüt.

SUKVE Toprak kap.

SUKYA (Saky. den) Sulamak.

SU'L (C.: Süul) Devede sonradan çıkan küçük meme. * Koyunda küçük meme. * Asıl dişin yanında çıkan fazlalık diş.

SULAHFAT (C.: Selâhif) Kaplumbağa.

SULB Sert, katı. Taş gibi olan. * Omurga kemiği. * Sülâle, zürriyet.

SULBÎ Birinin sulbünden gelme. Kendi evlâdı. Kendi oğlu.

SULBİYE Nesebi hâlis olan.

SULBİYET Katılık, sertlik. Taş gibi olmak. * Cisimlerin katı hâli. * Mc: Duygusuzluk.

SULEHA (Sâlih. C.) Salihler. Salâhiyetli, günah işlemeyen iyi insanlar. İlim ve amelde, ibâdet, taat ve takvâda terakki ve teâli eden büyük zâtlar.

SULFATO (Sulfata) Fr. Kinin. Sıtma hapı.

SULH Barış. Uyuşma. * Muharebeyi terk için anlaşma. * Rahatlık.

SULH-ÂMİZ f. Ara bulucu, barıştırıcı.

SULHEN Sulh tarzında, barış yoluyla. Anlaşmak suretiyle.

SULH-NÂME f. Sulh, barış kâğıdı.

SULH-PERVER f. Sulhçu. Dâimâ sulh ve sükun isteyen. Harp ve çarpışmak istemeyen. Barışsever.

SULİYY Ateşin yanması.

SULLA' (C.: Sıllâ) Enli yassı taş. * Ot bitmeyen mevzi.

SULLAA Büyük, enli taş. * Ot yetişmeyen yer.

SULSUL (C.: Salâsıl) Üveyik kuşu.

SULSULE Havuz veya kap dibinde kalan su artığı.

SULT (C.: Eslât) Büyük bıçak.

SULTA Baskı, otorite.

SULTAN Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah. * Allah. (C.C.) * Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi. * Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri. * Hüccet ve delil. * Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetine denir. Kelimenin aslı "selit" olup, cem'i sultandır. Selit ise, zeytinyağının ismidir. Zeytinyağı kandilinin ışığıyla ışıklandırma yapıldığı gibi, padişâh ve vali dahi şule-i adl ve zabt ü ihtimamıyla memleketini tenvir etmek münâsebetiyle onlara da bu mâna ıtlak olunmuştur. (Kamus-u Okyanus'tan hülâsadır.)(Sultan-ı kâinat birdir. Her şeyin anahtarı O'nun yanında, her şeyin dizgini O'nun elindedir. Her şey O'nun emriyle halledilir. O'nu bulsan her matlubunu buldun, hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun. M.)(Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelî'nin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadâr varlık âlemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş. Ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de o saadet-i ebediye yollarını te'min etmekle re's-ül mâlımız olan istidatlarımızı nemâlandırmaktır. Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelî'den risalet vazifesiyle gelip, riyaset eden benim. İ.İ.)

SULTAN-I MAZLUM Mâsum, zulme uğramış sultan. (Bundan kinaye II. Abdulhamid Han'dır.)

SULTAN-ÜD DEM Vücutta kanın galeyanı.

SULTAN REŞAD (Mi: 1844-1918) Meşrutiyet devri Osmanlı Padişahıdır. Merhametli ve halim tabiatlı olan bu dindar ve abdestsiz gezmiyen padişah, Mevlevi Tarikatına bağlı idi. Boş vakitlerini Mesnevi okumakla geçirirdi.

SULTAN SELİM HAN (Bak: Yavuz Sultan Selim)

SULTAN SÜLEYMAN HAN (Hi: 900-974) Osmanlı Padişahlarının onuncusu, İslâm Halifelerinin yetmişbeşincisidir. Yavuz Sultan Selim Han'ın oğludur. Avrupa-vari bir kısım kanunlar yapılmasına vesile olduğundan Kanuni nâmı ile de tanınır. Padişahlık yılları Osmanlı Devletinin en haşmetli devri olup, Avrupa, Asya Osmanlıların emrinde idi. İstanbul payitahttı. Bir fikir vermek için o zaman İstanbuldaki eserlerden bir kaç misal vereceğiz. İlk olarak o zamanda yapılan bir sayıma göre: 485 câmi, 4494 mescid, 100 imâret, 417 kervansaray, 1653 ilk mekteb, 335 tekke, 4985 çeşme, 874 hamam, 743 kilise, onbir binden ziyade sokak ve cadde tesbit edilmişti.İstanbul böyle iken Avrupa'lı bir muharrir; Avrupa'yı şöyle anlatır: "Avrupalılar bin sene banyosuz kaldı. Orta çağda pis ve kirli bulunmak bir faziletti. Bu çağlarda Avrupa baştan aşağı kaşınıyordu."

SULUH Sahte olmayıp geçer akçalar. Sağlam ve hakiki paralar.

SU'LUK (C.: Saâlik) Fakir. * Dilenci. * Serseri.

SULUL Bozulup fena kokmak.

SUM Sarımsak.

SUM' Pervane denilen kelebek.

SUM'A İhlâssızlıktan çıkan, işitilsin ve bilinsin için yapılan iş, gizli riyakârlık.

SUMARİ Dübür.

SUMAT (SUMT) Susmak, sükut etmek.

SUME Koyuna yapılan işaret ve nişan.

SUMLUH Kulak kiri.

SUMM İşitmez olanlar, sağır olanlar. Duymayanlar.

SUMMAKİ Gayet sert, değerli ve parlak olan bir taş.

SUMNAT f. Kilise, puthane.

SUMSUM Çok katı olan.

SUMUG (Samg. C.) Zamklar.

SUMUL Sertlik, kuruluk, katılık.

SUMUT Susma, sükut. * Somurtma.

SUN' Yapmak. * Eser, yapılan iş. * Te'sir. * Güzel iş yapmak.

SUN'-İ BEDİ' Güzel eser.

SUN'-İ İLÂHÎ Cenab-ı Hakk'ın san'atı, eseri.

SU'N (C.: Seâne) Yarısı kesilmiş kırba.

SUNAFİR Her nesnenin hâlisi. Her şeyin iyisi ve doğrusu.

SUNAN Koltuk kokusu.

SUNBUR (C: Sanâbir) Demirden veya kalaydan olan ibriğin emziği. * Havuzun çevresine yapılan lüle ve oluk.

SUN'Î İnsan yapısı, uydurma, takma, sahte, yaradılıştan olmayan.

SUNUAT Yapılanlar. San'atlı yapılan şeyler.

SUNUF (Sınıf. C.) Sınıflar. * Dereceler, mertebeler. * Nikablar, yaşmaklar. * Soylar, neviler.

SUNUF-İ ÂLİYE Yüksek sınıflar.

SUPLES Fr. Yumuşaklık, esneklik.

SUR Bir şehri kuşatan yüksekçe kale duvarı. Yüksek duvar. Kale. Hisar.

SUR (Suret. C.) Kıyamet günü İsrafil Aleyhisselâm'ın çalacağı boru. Buna Sur-u İsrafil de denir. * Boynuzdan yapılan düdük.

SUR f. Şenlik. Düğün. Ziyafet.

SUR Keş parçası.

SU'R (C.: Es'âr) Yiyecek, içecek artığı.

SUR'A Bahadırlık, kahramanlık. * Güreşçilik.

SURAA Pehlivan ve bahadır kimse.

SURAH f. Delik. Gedik.

SURAH Bir tavus kuşu ismi. * Kapının gıcırdaması. * Ses. * İnlemek.

SURAHİ Su şişesi, sürahi.

SURAM Zillet ve hastalık. * Emzikten son çıkan süt.

SURE Kur'an-ı Kerim'in 114 bölümünden her biri. * Derece. * Duracak yer. Menzilet. * Şeref ve şan. * Güzel inşa edilmiş bina. Sur. * Refi'. * Alâmet, nişan.

SURED (C.: Surdân) Göçgen adı verilen küçük kuş. * Davar arkasında yanırdan olan beyazlık.

SURENCAN Şekil ve kabuğu kestaneye benzeyen bir ot kökü.

SURET (C.: Sur - Suver) Biçim, görünüş. * Kılık. Tarz. * Yol. Gidiş. Hal. * Tasvir. Dıştan görünen şekil. * Çare.

SURET-İ SUUD Yükselme tarzı.

SURET-İ TESVİYE Hal çaresi.

SURET-İ ZAİFE-İ VÂHİYE Hakikatsız, saçma sapan zayıf suret ve vesvese.

SURETÂ Görünüşte. Zâhiren.

SURETBEND f. Tasvir yapan. Resimci.

SURETEN Suret itibariyle, suret olarak, görünüşte. Sanki.

SURETGER f. Suret yapan, resim çizen, ressam.

SURETPEREST f. Görünüşe, surete çok kıymet veren. Esasa kıymet vermeyen. * Resimleri çok seven ve meftun olan. (Bak: Sanem-perest)

SURET-PERESTLİK Bir şeyin dış görünüşüne ve tertibine önem verip, ruhuna ve mânasına kıymet vermemek. * Resimlere meftuniyet. (Bak: Sanem-perest)(Sanem-perestliği şiddetle Kur'an men'ettiği gibi, sanem-perestliğin bir nevi taklidi olan suretperestliği de men'eder. Medeniyyet ise, suretleri kendi mahasininden sayıp Kur'ana muâraza etmek istemiş. Halbuki: Gölgeli gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki, beşeri zulme ve riyaya ve hevâya, hevesi kamçılayıp teşvik eder... S.)

SURETPEZİR f. Meydana çıkan, hâsıl olan, şekillenen.

SURETYÂB f. şekil bulan, suretlenen, meydana gelen.

SURÎ Surete ait, görünüşe ait ve müteallik. Hakiki, ciddi ve samimi olmayan. Zâhirî.

SUR-NA(Y) f. Zurna.

SUR-NAÎ f. Zurnacı.

SUR-NAME (Suriye) f. Edb: Düğün, ziyafet, şenlik gibi halleri tasvir için yazılan yazılar.

SURNA-PA f. Zürafa.

SURRAD Yağmuru olmayan ince bulut.

SURRE (C.: Surer) Para kesesi, para çıkını. * Hac zamanında İslâm Devletinin pâdişahı tarafından fakir ve muhtaçlara dağıtılması için Mekke ve Medineye her yıl gönderilen para ve sâir şeyler.

SURSUR Büyük kuvvetli deve.

SURUD Soğuk yer.

SURUF (Sarf. C.) Dilbilgisi kitapları, gramerler.

SURUH (Sarh. C.) Köşkler, yüksek binalar.

SU'RUR Ağaç sakızı parçası.

SUS Huy, tabiat, tıynet. * Buğday ve arpa biti. Hububata düşen kurt. Güve. * Miyan kökü.

SUS Yemeği yalnız başına yiyen kötü insan.

SUSEN f. Susam.

SUSMAR f. Kertenkele denen küçük bir hayvan. Keler.

SUT (C.: Suvâ-Esvâ) Yolda ve sahrada işaret için dikilen taş.

SUTU' Yükselme, yukarı çıkma. * Belli olma. (Toz, koku v.b) yayılma.

SUTUR (Satır. C.) Satırlar, yazı dizileri.

SUTUR-U HÂDİSAT Hâdiselerin satırları. Mânidar hâdiseler.

SUTUR-U KÂİNAT Âlemdeki mânalar, kâinat satırları.

SUTUR-ÜL GAYB Bizce bilinmeyen işler ve hâdiseler, mânalar.

SUUBET Zorluk, güçlük.

SUUD Yükselmek. Yukarı çıkmak. Derece artmak.

SUUD Mübarek. * Mübarek sayılan yıldızlar.

SUUDE İyi addetmek. Mübarek saymak.

SUUR (Sivâr. C.) Bilezikler.

SUUT Enfiye.

SUVA' Sa' denilen ve ahkâm-ı İslâmiyede muteber olan ölçek. * Su içmek için kullanılan taş. Maşraba.

SUVAB (C.: Su'bân) Bit sirkesi.

SUVAN (SIVÂN) (C.: Esvine) Kaftan ve giyecek eşya koyup saklanılan yer veya kap.

SUVAR (Bak: Süvar)

SUVER Boynuz. * (Suret. C.) Suretler.

SUVEYDA (Bak: Süveyda)

SUVVAM (Sâim. C.) Oruç tutanlar.

SUY f. Cihet, yön, taraf.

SUY Kurumak.

SUYUF (Sayf. C.) Yaz mevsimleri.

SUZ f. (Suhten: Yanmak mastarından) "Yakan, yakıcı, yanmak, tutuşmak" mânâlarına gelerek mürekkeb kelimeler yapar.

SUZ f. Yanma, tutuşma. Ateş. Sıcaklık.

SUZ-İ CİĞER Ciğerin yanması. Ciğer yanıklığı.

SUZAN f. Yakan, yakıcı. Ateşli.

SUZEN f. İğne.

SUZENDE f. Yakan. Yakıcı.

SUZENGER f. İğne yapan, iğneci.

SUZER (C.: Suzerât) Necis, pis, murdar.

SUZÎ f. Yanma ile, tutuşma ile ilgili.

SUZİŞ f. Yakma. Yanma. * Dokunma, te'sir etme, etki yapma. * Büyük acı. Yürek yanması.

SUZİŞ-İ NİHAN İçin için yanma. Gizli yanma.

SÜAC Koyun avazı, koyun sesi.

SÜAL Öksürük.

SÜAL Bir kabile ismi.

SÜAR Ateşin harareti. * Çok acıkmak.

SÜ'B Akıl geri gelmek. * Gittikten sonra yine eski yerine dönmek, mekânına gelmek.

SÜB' Yedide bir.

SÜBAÎ Yedi harfli, yedili.

SÜ'BAN (Bak: Su'ban)

SÜBAT Dalgınlık. * Uzun dinlenme. * İstirahat zamanı. * Uzun uyku şeklinde olan baygınlık. Koma. * Dehir, zaman.

SÜBAT (Sübe. C.) Cemaatler, bölükler.

SÜBATA Süprüntülük, virâne.

SÜBBUH Tesbih edilen (Allah. C.C.)

SÜBBET İnsanın oturak yeri.

SÜBE On kişiden fazla olan erkek cemaatı. * Havuzun ortası.

SÜBHA Uyku, nevm. * Fâriğ olmak, vazgeçmek, çekilmek. İşi bitirmek.

SÜBHA Çekilen tesbih, tesbih tânesi. * Duâ ve nâfile namaz.

SÜBHAKEŞ f. Tesbih çeken.

SÜBHAN Allah (C.C.)

SÜBHANALLAH Cenab-ı Hakk'ın mahlukatı ve eserleri karşısında duyulan hayret ve taaccübü ifade etmek için söylenir. Cenab-ı Hakkın zâtında, sıfâtında ve ef'alinde bütün kusurlardan münezzehiyetini ifade eder.(Sübhanallah ve Elhamdülillah cümleleri Cenab-ı Hakk'ı Celal ve Cemal sıfatlarıyla zımnen tavsif ediyorlar. Celal sıfatını tazammun eden Sübhanallah, abdin ve mahlukun Allah'dan baid olduklarına nazırdır.Cemal sıfatını içine alan Elhamdülillah, Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle abde ve mahlukata karib olduğuna işarettir. Meselâ: Biri kurb, diğeri bu'd olmak üzere bize nâzır şemsin iki ciheti vardır. Kurb cihetiyle hararet ve ziyayı veriyor. Bu'd cihetiyle, insanların mazarratlarından tâhir ve sâfi kalıyor. Bu itibarla insan, şemse karşı yalnız kabil olabilir, fâil ve müessir olamaz.Kezâlik, bilâteşbih, Cenab-ı Hak rahmetiyle bize karib olduğu cihetle Ona hamdediyoruz. Biz Ondan uzak olduğumuz cihetle Onu tesbih ediyoruz. Binâenaleyh, rahmetiyle kurbüne bakarken hamdet. Ondan baid olduğuna bakarken tesbih et. Fakat her iki makamı karıştırma. Ve her iki nazarı birleştirme ki, hak ve istikamet mültebis olmasın. Lâkin iltibas ve mezc olmadığı takdirde her iki makamı ve her iki nazarı hem tebdil, hem cem' edebilirsin. Evet, Sübhanallâhi ve bihamdihi her iki makamı cem'eden bir cümledir. M.N.)(Cenab-ı Hakkı şerikten, kusurdan, noksâniyetten, zulümden, acizden, merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemal ve cemal ve celaline muhalif olan bütün kusurattan takdis ve tenzih etmek mânası ile saadet-i ebediyeyi ve celal ve cemal ve kemal ve saltanatının haşmetine medar olan dar-ı âhireti ve ondaki cenneti ihtar edip delâlet ve işaret eder. Ş.) (Bak: Bakiyat-ı sâlihat)

SÜBHANÎ (SÜBHANİYE) Allah (C.C.) ile alâkalı. İlâhî. Allah'a mahsus, Onun eserlerine âit ve müteallik. Allah'ın Sübhan sıfatına âid.

SÜBJEKTİF Fr. Bilen akıl ile alâkalı. * Eşyanın hakikatına değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan. Şahsî görüşe göre olan. İndî, nefsî olan.

SÜBJEKTİVİZM Fr. Fls: Akıldan başka realite kabul etmeyen, yanlış bir nazariye.

SÜBRUT (C.: Sebâriyet) Az. * Otsuz ve susuz yer. * Fakir adam.

SÜBT Ayıp.

SÜBT Hatmi gibi bir otun adı.

SÜBÜHA (C.: Sübühât) Nur. * Azamet, büyüklük.

SÜBUR Helâk, helâket. Mahvolmak. * Men olmak, kovulup sürülmek.

SÜBUT Sâbit, berkarar ve pâyidar olup durmak. Oynak ve müteharrik olmamak. Kat'i olarak meydana çıkmak. Sâbit oluş.

SÜBUT (Sebt. C.) Cumartesiler. Cumartesi günleri.

SÜBUTÎ Varlığı kat'iyyen isbat edilene ait. Müsbet, isbatlı olan. (Bak: İman-ı bil-âhiret)

SÜBÜL (Sebil. C.) Yollar, caddeler.

SÜCCAD (Sâcid. C.) Secde edenler.

SÜCCED (Sâcid. C.) Secde edenler. Secde edip yere kapananlar.

SÜCFE Geceden bir saat.

SÜCLE Karnın geniş ve büyük olması. Şişmanlık.

SÜCRE Derenin orta geniş yeri.

SÜCRE (C.: Sücür) Yağmur suyundan biriken su.

SÜCUD Secdeye varmak. Cenab-ı Hakk'ın huzurunda hiçliğini, aczini bilip teslimiyetle yere kapanıp duâ ve tesbih etmek. (Bak: Secde) * (Sâcid. C.) Secde ederek yere kapananlar, secde edenler.

SÜCUF (Secf. C.) Perdeler, örtüler.

SÜCUL (Secl. C.) Büyük su kovaları.

SÜCUN (Sicn. C.) Hapishaneler, zindanlar, ceza evleri. * Mc: Dünyanın sıkıntıları.

SÜCV Gece sükuneti, gecenin sessizliği. * Zulmet istikrarı.

SÜDA Kendi kendine çobansız gezen hayvan. * Bir şeyi kendi kolayına bırakmak.

SÜDA' Bir otun adı.

SÜDA' Geçmek.

SÜDASÎ Altılı. Altılık. Altı harfli.

SÜDD Dağ. * Bulut. * Mâni, engel.

SÜDDE (C.: Süded) Kapı, eşik.

SÜDED (Südde. C.) Kapılar, eşikler.

SÜDG (C.: Esdâg) Göz ile kulak arası ve onun üzerine sarkan zülüf.

SÜDS (Südüs) Altı kısımda bir kısım.

SÜEBA' Esnemek.

SÜEDA (Bak: Suedâ)

SÜF'A Kırmızılığa yakın olan siyahlık.

SÜFAE (C.: Süfâ) Bir ot cinsi.

SÜFAL Yavaş giden deve. Geç yürüyüşlü deve.

SÜFEHA (Sefih. C.) Sefihler. İçkici, müsrif ve günahkâr kimseler.

SÜFELA (Sefil. C.) Sefiller.

SÜFERA (Sefir. C.) Sefirler, elçiler.

SÜFERA-Yİ ECNEBİYE Yabancı devlet sefirleri. Yabancı devlet elçileri.

SÜFFAR (Sâfir. C.) Yolcular.

SÜFL Tortu, çöküntü.

SÜFLA (Sâfil. den) Daha alçak, adi. * Günah ve basit işlere mahsus. * Kılıksız, kıyafetsiz.

SÜFLÎ Aşağıda bulunan. * Alçak, pek aşağı olan.

SÜFLİYAT Fâni dünya ile alâkalı işler. Nefsâni, heva ve hevese tabi olan kimselerin işleri.

SÜFLİYYET Alçaklık, bayağılık, âdilik.

SÜFRE Sofra, mâide. * (C.: Süfür) Misafire yolda yemesi için hazırlanan azık.

SÜFTE f. Delinmiş, delikli.

SÜFTECE (C.: Süfâtic) İçi kovuk boş cisim. * Bir yerden bir yere armağan olarak gönderilen şey. * Yol korkusundan emin olmak için tâcirlere borç olarak verilen para.

SÜFTE-GUŞ f. Kulağı delinmiş olan. Kulağı delik.

SÜFUL Alçaklık. * Alçaklığa meyil ve teveccüh etmek. Alçaklığa yönelmek.

SÜFÜL (C.: Esfâl) Her şeyin köpüğü ve tortusu. * Örtmek. * Yemek.

SÜFÜN (Bak: Sufun)

SÜFÜVV Yürümeye ve uçmaya başlamak.

SÜFYAN Âhir zamanda geleceği ve ümmetin karanlık günler yaşamasına vesile olacağı sahih hadislerle bildirilen dehşetli dinsiz ve münâfık bir şahıs. (Bak: Deccal)(Rivâyetler, deccalın dehşetli fitnesi, İslâmlarda olacağını gösterir ki, bütün ümmet istiâze etmiş. $ Bunun bir te'vil şudur ki: İslâmların deccalı ayrıdır. Hattâ bir kısım ehl-i tahkik, İmam-ı Ali'nin (R.A.) dediği gibi, demişler ki: Onların deccalı Süfyan'dır, İslâmlar içinde çıkacak aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin büyük deccalı ayrıdır. Yoksa, büyük deccalın cebr ve ceberut-u mutlakına karşı itaat etmeyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz. Belki günahkâr da olmaz. ş.)

SÜFYAN-I SEVRÎ (Hi: 91-161) Büyük âlim ve müçtehidlerdendir. Kûfe'de doğmuştur.

SÜFYANÎ Süfyan'dan olan, Süfyan'a mensub, Süfyan'a müteallik. Zübdet-ül Buharî Tercemesine göre, Süfyanî: Müslümanlara kötülük eden, sefil, kötü, alçak olan kimse demektir.

SÜFYAN İBN-İ UYEYNE (Bak: İbn-i Uyeyne)

SUGUR Düşmana yakın hududlar, serhadler. * Mağara. * Ön dişler. * Ağızlar.

SÜHA Bir yıldız ismi. Dübb-ü ekber (Büyük Ayı) yıldız kümesinden gözü kuvvetli olan kimselerin görebileceği en küçük yıldız.

SÜHAD Uyanıklık.

SÜHAF Verem hastalığı.

SÜHAL Çocuk doğunca beraber çıkan su. * Zayıf adamlar.

SÜHALE Küçük tavşan.

SÜHAM (Sühamî - Sühamiye) Lezzetli, sindirici, hoş içilecek şey. * Kuş yelekleri arasındaki yumuşak tüyler. * Yumuşak kumaş, elbise.

SÜHAM Yabanda biten ot. * Yaz ısısı. * Sıcak yel. * Tegayyür, değişme. * Ziyan, zarar.

SÜHAN f. Söz, kelâm. Kavl, lâfz.

SÜHAN-ÂRÂ f. Düzgün ve güzel söz söyleyen.

SÜHAN-ÇİN f. Söz getirip götüren, söz toplayan, dedikoducu.

SÜHAN-DÂN f. Güzel söz söyleyen.

SÜHAN-FEHM f. Sözün, kelâmın değerini takdir eden.

SÜHAN-GÛ f. Söz söyleyen, söz söyleyici.

SÜHAN-GÜZAR f. Güzel konuşan, güzel söz söyleyen.

SÜHAN-PERDAZ f. Güzel ve düzgün söz söyleyen.

SÜHAN-PİRA f. Süslü konuşan, süslü söz söyleyen.

SÜHAN-RÂN f. Güzel söyleyen, güzel konuşan.

SÜHAN-SENC (C.: Sühansencân) f. Hesaplı ve ölçülü konuşan, lüzumsuz konuşmayan.

SÜHAN-ŞİNAS f. Söz bilen, sözün kıymetini takdir eden.

SÜHAN-VER f. Fasih bir şekilde ve düzgün konuşan.

SÜHBE Derin.

SÜHEYL Kolay, uygun ve yumuşak. * Semânın güney tarafında ve Yemenden daha iyi görülen bir yıldız adı. (Bunun için buna Süheyl-i Yemâni denir. Kuzey kutup yıldızının naziri, benzeridir.)

SÜHEYLA Yumuşak huylu kadın.

SÜHL Eşeğin göğsünden çıkan hırıltı.

SÜHME Nasip. * Hısımlık, akrabalık, karâbet.

SÜHNUN Rüzgârın ve yağmurun evveli.

SÜHRE Seher vaktinin evveli. * Fecr-i kâzib zamanı.

SÜHUD Uyanıklık.

SÜHUH(A) Dökülmek. * Semiz ve besili olmak.

SÜHUK Kaftanın eskimesi.

SÜHUK(E) Şiddetli rüzgâr. Katı yel.

SÜHULET Kolaylık. Kolaylık vasıtası. * Yavaşlık. Nâzik muamele. * Elverişli. Kullanışlı. * Paraca kolaylık. (Bak: Suhulet)

SÜHULET-BAHŞ f. Kolaylık veren. Kolay kullanılan. Pratik.

SÜHUM Demirci çekici.

SÜHUMET Akrabalık, hısımlık.

SÜHUNET Sıcaklık, hararet. Hararet derecesi.

SÜHUNET Katılık, peklik.

SÜHUR Uyanık olmak.

SÜHÜD Uyanıklık.

SÜHVE Yumuşak. Sükun, sessizlik.

SÜKALA' (Sakil. C.) Ağırlar. Kabalar. Çirkinler. Sözü sohbeti çekilmeyen kimseler.

SÜKARA (Sekren. C.) Sarhoşlar.

SÜKAT Yüksek yerden düşen nesne.

SÜKK Meşhur bir Arap tabibin adı. * Ağzı ve dibi dar olan kuyu.

SÜKKÂN (Sâkin. C.) İkamet edenler, oturanlar. * Gemi kuyruğu.

SÜKKÂN-I BELDE Şehirde oturanlar. Şehir sâkinleri.

SÜKKÂN-I HÂNE Evde oturanlar. Hâne sâkinleri.

SÜKKER şeker.

SÜKKERÎ şekerden yapılma tatlı. * Şekerle alâkalı.

SÜKL Kadının çocuğunu kaybetmesi.

SÜKN Yolun ortası.

SÜKNA Oturacak yer. Mesken.

SÜKNE Kuş sürüsü. * Boyna takılan heykel ve halka. Boyna vurulan demir.

SÜKTE Çocukları avutup susturmada kullanılan şey.

SÜKUB (Sakb. C.) Delikler.

SÜKUB (Sekub) Kendi kendine dökülen su. Suyun dökülmesi.

SÜKUB Yetişmek.

SÜKUK (Bak: Sukuk)

SÜKUL (SÂKİL) Evlâdı ölüp yalnız kalan kadın.

SÜKÛN Durgunluk. Sâkin olmak. Hareketsizlik. * Dinmek, kesilmek. * Gr: Bir harfin (a,e,i,o) okunmayıp yalnız ses vermesi, harfin harekesiz olarak kendi sesi ile okunması. (Bak: Cezm)

SÜKÛN-İ DEM Soğukkanlılık.

SÜKÛN-İ MU'TADÎ Her zamanki sessizlik.

SÜKÛNET Vakarlılık, ciddiyet. * Durgunluk. Rahatlık. * Hareketsizlik.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   144   145   146   147   148   149   150   151   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin