BAHSÎ (Bahs. den) Bahisle ilgili, bahse ait.
BAHŞ f. Bağış. Verme. İhsan.
BAHŞ-I KALENDERÎ Cömertçe ihsan yapma, dağıtma.
BAHŞAYENDE f. Bağışlayıcı, afvedici.
BAHŞAYİŞ f. Bağışlayış. İhsan. İhsan etmek. Afv. Atiyye.
BAHŞENDE f. Bağışlayan, ihsan eden. Afveden.
BAHŞİŞ f. Lütfedip verilen para. Fazladan, iyilik olsun diye verilen. İhsan. Hediye, mükâfat.
BAHŞÛDE f. Bağışlanmış, verilmiş. * Afvedilmiş.
BAHT Öz. Hâlis. Saf. Sade.
BAHT f. Kader. Tâli. Uğur. Alın yazısı. Kısmet. İkbal. * Saadet. Lezzet.
BAHT-I BÎDÂD Kötü şans, insafsız tâlih.
BAHTAK f. Evvelce savaşlarda başa giyilen demirden yapılmış başlık. Miğfer.
BAHT-AVER f. Talihli, şanslı, bahtlı.
BAHTE Semiz, besili koyun. * Burulmuş üç yaşında koç.
BAHTEK f. Uykuda iken ağırlık basma. * Fena tâlih, küçük şans.
BAHTERÎ Salına salına yürüyen, yürüyüşü güzel olan adam. * Mağrur, kibirli. Kendini beğenmiş.
BAHTİYAR f. Bahtlı, talihli, mes'ud, mutlu, şanslı.(Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın. Âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin. Kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin. Selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. M.)(Bahtiyar odur ki: Kevser-i Kur'anîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için bir buz parçası nev'indeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritendir. L.)
BAHTİYARANE f. Bahtiyarcasına, mutlucasına, mesut olana yakışacak şekilde.
BAHTİYARÎ f. Bahtiyarlık, saadetlilik, mutluluk. * İran'da bulunan şöhretli bir kavim.
BAHUR Çok sıcak. Çok sıcaklık.
BAHÛR Sıcakta yerden yükselen buhar. * Tütsü. Yakılarak güzel kokular elde edilen ot ve sâir şey.
BAHÛRDÂN f. İçinde tütsü yakılan kap.
BAHUSUS Hususiyle. En çok. Hele.
BAHUZÛR Huzur ile. Huzuru ile.
BAHV Hurmanın yaş olanı.
BAHYE f. Dikiş, teyel.
BAHYE-ZEN f. Terzi, dikiş diken, dikişçi.
BAHZ Sıkıntılı olma, can sıkma. * Yük ağır gelip hayvanı çökertme. * Bir adamı çenesinden, sakalından tutup çekme.
BAHZEC Yaban sığırının buzağısı.
BAİD (Bu'd. dan) Uzak. Irak. * Umulmadık.
BAİD-ÜL İHTİMÂL İhtimalden uzak.
BAİKA (C.: Bevâik) Belâ, felâket, musibet.
BAİM Heykel, put, sanem. * Bön adam, câhil kimse.
BAİN Dibi geniş olan bostan kuyusu. Geniş dipli kuyu. (Bak: Bâyin)
BAİR Erkek deve.
BAİR Şaşkın, şaşırmış. Perişan durumlu.
BAİRE Sürülmemiş, ekilmemiş, sert toprak.
BAİS Fakir. * Şiddet ve zahmete uğramış kimse.
BAİS (Ba's. dan) Gönderen. Sebeb olan. İcab ettiren. * Yeniden yaratan. Ölüleri tekrar dirilten. * Peygamber gönderen (Allah C.C.)
BAİS-İ MESERRET Sevinmeye sebep olan, sevinç sebebi.
BAİS-İ SÜR'AT Hızlı gitmesine, sür'atli olmasına sebeb olan.
BAJ f. Haraç. Gümrük parası.
BAJ-BÂN f. Haraççı, gümrükçü.
BA-JURNAL Zabıt varakası ile.
BÂK f. Korku, havf, çekinme, sakınma.
BAK' Geniş olmak, büyük olmak.
BÂKA Tutam, demet, deste. * Tere ve sebzevat destesi.
BAK'Â Siyah beyaz alacalı koyun. * Belde ismi. * Ucuzluk ve biraz kıtlık olan yıl.
BAKALORYA Fr. Lise tahsilinden sonra imtihan neticesi kazanılan olgunluk. Olgunluk imtihanı ve diploması.
BAKAN (Bak: Nâzır)
BAKAR (C.: Bukur-Bikar) Öküz. Dana. Sığır.(Bakr, yarmak demek olduğundan, bu hayvan dahi toprağı sürüp yarmak için kullanılması itibariyle bu isim verilmiştir. E.T.)
BAKARA İnek. Dişi sığır.
BAKARA SÛRESİ Kur'an-ı Kerim'in 2. Sûresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. (Bu sûre, Mûsâ Aleyhisselâm'ın risâleti ile o milletin seciyelerine girmiş olan bakarperestlik mefküresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile anlatır ve şu cüz'i hadise ile beşerin dünyevî menfaatlarına en çok vesile olan şeylere perestiş etmesi gibi, gaflet ve dalâletin köklerini kesecek bir külli düsturu, her vakit hem herkese gayet lüzumlu bir ders-i hikmet olarak ulvi bir icaz ile beyan eder. Asrımızda hâlâ ineğe tapanların mevcudiyyeti ve bu sureye El-Bakara isminin verilmesi ne kadar mânidâr olduğunu akıl sahiplerine bildirir, ihtar eder...)
BAKAR-PEREST f. Öküzü mâbut yapan. Öküz ve emsalini put yapıp ona ibâdet eden sapkınlar. Ehl-i dalâlet.
BAKAYA Artıklar, fazlalıklar. * Ask: Son yoklamaları yapıldıktan sonra istenildiklerinde gelmeyen veya gelip de kıtalarına varmadan savuşanlar. (Bakayadan sayılmak suçtur.)
BAKBAK Çok söyleyici. Çok konuşan.
BAKBAKA Desti ve bardaktan çıkan ses.
BAKIA Dert, belâ, musibet.
BAKIL Sakalı belirmiş kişi.
BAKIR Çobanları ile beraber olan sığır sürüsü. * Geniş. * Aslan.* Göz damarı. * Hz. Hüseyn'in (R.A.) torunu İmâm-ı Bâkır'ın bir lâkabı.
BÂKİ Ebedî, dâimî. Sonu gelmez. Ölmez. * Sonsuz. * Cenab-ı Hak. * Artan. Geri kalan. * Bundan başka.(Madem beka, Bâki-i Zülcelâl'e mahsustur ve mâdem Bâki'nin esması bâkiyedir ve mâdem Bâki'nin âyineleri Bâki'nin rengini, hükmünü alır ve bir nevi bekaya mazhar olur. L.)
BÂKÎ Ağlayan.
BÂKİ' Geniş, vâsi.
BAKÎ' (C.: Buk'ân) Medine şehrinde bir makbere yeri.
BÂKİR Tâze. El sürülmemiş. Bozulmamış. * Erken.
BAKÎR Yensiz gömlek. * Sığır sürüsü. * Karnı yavrusundan dolayı yarılan deve.
BÂKİRE Kız. Kızlığı izale edilmemiş. * El sürülmemiş.
BÂKİYÂNE f. Ağlayarak.
BÂKİYÂNE f. Bâki olana yakışır surette. Ebediyyete yakışır şekilde. Sonsuzca.
BÂKİYÂT Bakiler. Devam edenler. Geri kalanlar.
BÂKİYÂT-I SÂLİHÂT İnd-i İlahîde ecr-i sâliha. Bâki olan sâlih ameller. * Elhamdülillah, Sübhanallah ve Allahuekber gibi kudsî kelâmlar.
BAKİYYE Artık. Geri kalan. Artan.
BAKİYYE-İ ÂSÂR Eserlere âit geri kalan izler. Eserlerin geri kalanı.
BAKİYYET-ÜS-SÜYÛF Kılıçtan kurtulan kimseler. * Mc: Arta kalan kişiler.
BAKKA Sivrisinek. * Tahtabiti.
BAKKAL Sebzevât satıcı.
BAKKAR Sığır çobanı, sığırtmaç.
BAKL (C.: Bükûl) Tere ve sebzevatın her birisi. * Sakal bitmek ve diş çıkmak mânâsına mastardır.
BAKLA' Bakla. * şahtere dedikleri ota " baklat-ül melik" derler. * Semizotu denilen bitki.
BAKR Açmak. * Genişletmek.
BAKTERİ Fr. Basit, çekirdeksiz, bölünerek çoğalan tek hücreli canlılara verilen addır. Çeşitli şekilleri vardır: Kürevî (coccus), çubuk şeklinde (basil), virgül şeklinde (vibriyon), burmalı (spiril).Bakteriler ya tek tek, ya da birkaçı bir arada bulunmalarına göre de ayrı adları vardır. Havanın oksijeni ile yaşayabilenleri olduğu gibi havasız yaşayanları da vardır. Faydalı enzimler çıkaranlar olduğu gibi, boya maddeleri, gaz ve toksin (zehir) çıkaranları da vardır.
BAKTERİ TEDAVİSİ Bazı hastalıkların tedavisinde ölü veya canlı bakterilerin kullanılması ile yapılan tedavi.
BAKTERİYOLOJİ yun. Bakterilerin ve umumiyetle mikropların biçimlerini, hususiyetlerini inceleyen bilim.
BAKÛRE Sığır sürüsü. * Budala. Fayda ile zararı birbirinden ayırt edemeyen.
BAKÛRE Turfanda yemiş. * Evvel yetişen.
BAKVA Bâkilik, ebedilik, sonsuzluk.
BAKY Bakmak, nazar. * Muntazır olup yol gözlemek.
BA'L (C.: Buûl) Cahiliyet devrine mahsus bir put. Güneş Tanrısı. * Karıkocadan herbiri. * Yılda bir kez yağmur yağan yüksek yer. * Hayret. * Zaaf, zayıflık.
BÂL f. Kanat. * Kol, pazu. * Kol, cenah.* Üst, yukarı. * Boybos, endam.
BÂLÂ f. Yüksek. Yukarı. Yüce. Yüksek kat.
BÂLÂ-YI BÜLEND Uzun boy.
BÂLÂ-BÜLEND f. Uzun boylu.
BÂLÂDEST f. Galip, eli üstün.
BÂLÂDESTÎ f. El üstünlüğü, galibiyet. * Zulüm.
BÂLÂHÂN f. Birşeyi ifrat derecede yüksek gösteren.
BÂLÂHÂNE f. Çatı, evin en üst tarafı. Tavan arası.
BÂLÂHÂNÎ f. Bir şeyi aşırı derecede yüksek gösterme, abartma, şişirme.
BÂLÂHİMMET f. Himmeti fazla olan kimse.
BÂLÂKAMET f. Yüksek boy. * Yüksek şeref.
BALAM Sığır.
BALANİŞİN f. Üstte, yukarıda oturan.
BALAPERVAZ Yüksekten uçan. * Kendini olduğundan yüksek makamda gösterip gururlanan.
BALAPERVAZANE Yüksekten uçar gibi. * Çok yüksek rütbelilere yakışır şekilde.
BALAPÛŞ f. Palto, pardesü, manto gibi üste giyilen eşya.
BALAREV f. Yüksekten giden.
BALAST ing. Demir yollarında traverslerin altına; şoselerde ise düzeltilmiş toprak üzerine döşenen taş parçaları.
BALATER f. Pek yüksek, daha yüksek.
BA'LE Erkeğin karısı, zevce.
BALGAM Solunum yolları tarafından salgılanan ve ağızdan dışarı atılan sümük, irin ve kan karışımı maddedir. * Eskiden bedende bulunduğu sanılan dört unsurdan biri. (Bak: Ahlât)
BALGAM-I CİSSÎ Beyaz ve yoğun balgam.
BAL-GÜŞÂ f. Kanat açan, uçan.
BALIKHANE KAPISI Topkapı Sarayı'nın Marmara kıyısındadır. Padişahlarca cezandırılan vezirler burada idam edilir, sürgün edileceklerse buradan gemilere bindirilirlerdi.
BALİ Eski, köhne.
BALİDE f. Gelişmiş, uzamış, büyümüş.
BÂLİĞ (Bâliğa) Yetişmiş. Olgun yaşına gelmiş. Aklı kemal bulmuş, erişmiş, varmış.
BÂLİĞ f. Boynuzdan yapılan kadeh.
BÂLİGA Koyun ve keçi ayağı.
BALİMEZ 16. ve 17. yy. larda Osmanlılar tarafından kara ve deniz savaşlarında kullanılan uzun menzilli top. (Bak: Balyemez)
BALİN f. Yastık. Koltuk. İskemle yerine kullanılan yuvarlak yastık.
BALİNA Denizde yaşıyan ve yaklaşık olarak 20 ilâ 35 metre kadar uzunlukta olan memeli hayvan.
BALİN-PEREST Hizmetçi, hâdim, hademe. * Tenbel, uykucu.
BALİSTİK yun. Merminin ateşlendikten sonra hedefe varıncaya kadar uğradığı te'sirleri tedkik edip inceleyen ilim dalı.
BALİŞ f. Yastık. * Altın. * Nakit.
BALİYE Zayıf ve çürümüş olan şey.
BALKAN Doğu Avrupada batıdan doğuya uzanan dağ sırası.
BALKANLAR (Balkan Yarımadası) Yugoslavya'nın büyük kısmı ile Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan ve Trakya'yı içine alan yarımada.
BALKAR Kafkasya Türkleri'nin Kıpçak kolundan olan bir boy.
BALON Fr. Hava veya hafif gazlarla doldurulan küre. Bugünkü uçaklar balonculuğun geliştirilmesiyle elde edilmiştir. Zeplin adı verilen güdümlü balonlar hava ulaşımında ve savaşta kullanılmıştır.
BALOTAJ Fr. Bir seçimde herhangi bir adayın, oyların ekseriyetini alamaması hali.
BAL-ŞİKESTE f. Kanadı kırık.
BÂLÛ f. Ana baba bir olan kardeş. * Siğil, sivilce.
BÂLÛAT Su dökecek çukur. * Lağım kuyusu.
BALÛDE f. Boy atmış, büyümüş.
BALVANE f. Dağ kırlangıcı. * Darı kuşu.
BALYEMEZ Osmanlıların bir zamanlar kullandıkları uzun menzilli toplar.
BALYOZ Fr. Vaktiyle Avrupa devletlerinin büyükelçi ve büyük konsoloslarıyla, general ve amiral gibi kişilerine verilen bir ünvandır. * (Yunancadan) Kazık çakmak, büyük taşları kırmak için kullanılan uzun saplı, iri ve ağır çekiç.
BALZEN f. Kanat vuran. Uçan.
BAM Dam. * Çatı. * Kubbe. * Kemer * Sakf. * Sabah vakti. * Telli sazlarda en kalın tel.
BAM-I BÜLEND Yüksek çatı. * Gökyüzü, sema.
BAM-I ÇEŞM Gözkapağı.
BAMDAD(AN) f. Sabah, sabahleyin, seher vakti. Tan yeri.
BAMDADÎ f. Seher vakti, erken.
BAME f. Sakalı gür olan. * Sık, uzun ve kaba olan sakal.
BAM-GAH f. Seher vakti. * Seher vaktinde.
BAN Dam, çatı. * Sorgun ağacı. Bey söğüdü. * yun. Sevgilinin boyu. Farsçada kelime sonuna gelerek, Türkçedeki "ci, cu" ekleri yerini tutan mânâda kullanılır. Meselâ: Bağban: Bağcı.
BANBU (Malezya dilinden) Sıcak ve yağışlı bölgelerde yaşıyan bir bitki cinsi. Buğday ailesinden olup ikiyüzden fazla çeşiti vardır.
BANDIRA İtl. Geminin hangi devlete ait olduğnu gösteren bayrak.
BANDO Askeri mızıka takımı.
BANEVA f. Zengin, mal, mülk sahibi. * Meşhur, şöhret bulmuş, ünlü, namdar.
BANG f. Ses, sadâ, haykırma, bir ağızdan alkış.
BANG-İ NEMAZ f. Ezan.
BANİ Kurucu. Yapan. Yapıcı. Yaptırıcı. Binâ eden.
BANKA İtl. Faizle para alıp veren, kredi, iskonto, kambiyo işlerini gören ticari kuruluş.Faiz dinimizde günahtır. Bankalar dar gelirlilerin paralarını faiz karşılığı toplar, zenginlere daha yüksek faizle verir. Bunlar dar gelirlilerin tasarruf ettikleri paralarla bir iş yeri açar, bir mal üretir ve bu malın fiatına, ödedikleri faizi de ekliyerek paranın asıl sahibine satarlar. Böylece bankada faiz karşılığı para yatıran dar gelirliler, kendi paralarıyla üretilen bu malları satın almakla kendi aldıkları faizden daha fazlasını yani zenginin bankaya ödediği faizi ödemiş olurlar. Hem bankacıyı, hem banka ile iş yapan ticaret erbabını kendi paralarıyla çalışmadan zengin etmiş, fiatlarını yükseltmesine ve dar gelirlilerin zulme uğramasına âlet olmuş olurlar.İslâma uygun olan; iş ortaklığıdır. İş adamı paralarını kullandığı insanları, paraları ölçüsünde işine ortak yapmalı, kârını da zararını da buna göre bölüşmelidir. Böyle olursa hem fiatlar yükselmez, hem de bir kısım insanlar zenginleşirken, diğerleri fakirleşmez.
BANKER Fr. Çok zengin kimse. Büyük sarraf.
BANKET Bir otomobili uçtan uca kaplayan ve tek parçadan ibaret olan oturacak yer. * Karayollarında asfaltın her iki yanındaki balastlı kısım.
BANKINOT (Banknot) ing. Kâğıt para.
BANKİZ Kutub bölgelerinde deniz suyunun donmasıyla meydana gelen buzların tamamı. Bunlar ençok Kuzey Buz Denizinde görülürler.
BANLİYÖ Fr. Bir şehrin yakın çevresinde bulunan mahalle ve yerleşme yerleri.
BANT (Band) Fr. Ensiz, uzun zarf.
BÂNÛ f. Kadın, hatun, hanım. * Gelin. * Gülsuyu gibi şeylerin şişeleri.
BÂNÛ-Yİ MISIR Zeliha.
BANÛC f. Salıncak.
BANYOL Bu kelime; zindan, hapishâne mânâlarında kullanılırdı. Buraya katiller, hırsızlar ve beylik esirlerin satışa yaramıyanları konurdu.
BÂ-POSTA Posta ederek, posta ile.
BÂR f. Ek olup "saçan, yağdıran, döken, ışık veren" gibi mânâda kelimeler teşkil edilir. Meselâ: Ateşbâr : Ateş saçan. Ateş yağdıran.
BÂR f. Yük. Zahmet. Eziyet. Sıkıntı. * Def'a. Kerre. * Yemiş, meyve. * Sebeb-i masraf ve ıztırab olan şey. Kale duvarı. * İzin.
BÂR-I DİL Gönül yükü, elem, keder, gam, hüzün.
BÂR-I GİRÂN Ağır yük.
BÂR-I MİHNET Eziyet. * Elem yükü.
BÂR-I SAKİL Ağır yük.
BARAJ Fr. Bir akarsuyun akışına mâni olmak için yapılan set.
BARAKA İtl. Temelsiz küçük yapı.
BARAKLİT (Bak: Faraklit)
BÂRÂN f. Yağmur. Rahmet.
BÂRÂNÎ f. Çivit mavisi renginde, Osmanlılar zamanında Selânik'te dokunan bir cins çuha. Yeniçeri ve Acemi oğlanlarına aralık ve ocak (erbain) aylarında verilen yağmurluk bârâniden yapılırdı. Yağmurluk, yağmurdan muhafaza eden şey. * Yağmurla ilgili.
BÂRÂN-RİZ f. Yağmur saçan, yağmur döken.
BARAS Tedavi edilmesi mümkün olmayan ve vücutta beyaz lekeler meydana getiren bir hastalık.
BARBAKAN Fr. Emniyetle ateş etmek için sur duvarlarında açılan dar mazgal deliği. Kale kapılarının savunması için yapılan tahkimat.
BARBAR Lât. Eski Yunan, Roma ve daha sonra Hristiyanlara göre kendi kavimleri dışında kalan herkes. * Vahşi, ilkel.
BARBARLIK Medeniyetsizlik, vahşilik.
BARBAROS Hayreddin Paşa: (Mi: 1466-1546) Tarihin en büyük Denizcisi Hayreddin Paşa, kardeşleri ile İslâm âlemini birleştirmek, tek bir bayrak altında muhteşem imparatorluğumuzun himayesinde toplamak için çalıştı. Sonunda müstakil devleti ile, Osmanlı Devletine iltihak etti. Kaptan-ı Derya olarak Akdenizi bir göl halinde devlete kazandırdı. Preveze'de, Haçlı donanmasını perişan etti. Dinin hayırlı evlâdı Hayreddin Paşa bir korsan değil, din yolunda muharebe eden mücâhid gazi idi... Beşiktaş'taki evinde vefat etti ve oradaki türbesine defnedildi.
BAR-BER f. Hamal, yük taşıyan kimse.
BAR-BERDAR f. Sabırlı, tahammüllü. * Yük kaldıran. * Hamal.
BARBUT ALTINI Tanzimattan önce Osmanlılarda kullanılan bir çeşit altın sikke. Yüzlük Mecidiye altını kıymetinde ve ayarında, iki kırat ağırlığında idi.
BAR-DAR f. Yüklenmiş, yüklü. * Gebe olan.
BARE f. At. * Zülf. * Kal'a, kale. * Def'a, kerre.
BAREKALLAH Allah mübarek etti. Allah mübarek etsin. Hayırlı ve bereketli olsun.
BAREKTE Sen mübarek ve bereketli eyledin (meâlinde dua).
BAREM Fr. Devlet memurlarının aylıklarını tasnif ve tanzim eden, miktarlarını gösteren sistem veya cetvel.
BARENDE f. Yağdıran, yağdırıcı.
BA-RENG f. Renkli.
BARGÂH f. İzinle girilecek yer. Padişah divanhanesi. * Huzur-u Rabb-il Âlemin. Dua edilen yer.
BARGAM Levreğe benzer bir cins balık.
BARGİR Yük taşıyan. * Beygir.
BARHA f. Def'alarca, zaman zaman, sık sık, devamlı olarak.
BAR-HANE f. Yük yeri, yüklük. * Yolcu eşyası indirilecek ve saklanacak yer.
BARI (Farsça: Bârû) Etrafı surlarla çevrilmiş yer.
BARİ' Bir kalıptan döker gibi, düzgün, tertipli ve güzel yaratan. Aza ve cihâzatları birbirine mütenasip ve kâinattaki umumî nizama ve gayelere uygun ve münasebettar olarak halkeden Cenâb-ı Hak (C.C.)
BARİ f. Hususu ile. Hele. Hiç olmazsa. Bir def'a.
BARİ' Tam üstün. Mükemmel.
BARİA Yakınlarından üstün vasıflı. Emsalinden üstün. Tam ve mükemmel.
BARİD Soğuk, bürudetli. * Mc: Hoş olmayan.
BARİDANE f. Soğukça.
BARİH (C.: Bevârih) Samyeli adı verilen sıcak ve şiddetli bir çeşit rüzgâr.
BARİHA Dünkü gece, evvelki günün gecesi. * Dünkü gün, dün.
BARİK Şimşek. Işık. Şimşekli bulut. Yıldırım parıltısı.
BARÎK f. İnce. Nârin. Dakik.
BÂRİKA (C: Berâik) Üzerine biraz yağ dökülmüş olan süt. * (C.: Bevârık) Parıltı. Parıldayan.
BÂRİKA-İ HAKİKAT Hakikatın parıltısı ve parlaklığı. Hakikat nuru.
BÂRİKA-ÂSÂ şimşek gibi.
BARİKAT Fr. Bir yolu kapamak üzere, ele geçirilen her türlü eşyadan faydalanılarak meydana getirilen engel.
BARİK-BÎN f. İnce gören, dikkatle inceleyen, bir şeyi iyice gözden geçiren.
BARİK-NÜMA f. Işıklı. Parlak.
BARİMETRE Fr. Gürültünün şiddetini ölçmeğe yarıyan âlet.
BARİMETRİ Fr. Beden ölçümü yardımıyla hayvanların ağırlığını tayin etme.
BÂRİŞ f. Yağmur. * Sağnak.
BARİYA (C.: Bevâri) Hasır.
BARİYY (C.: Bevâri) Kaba hasır.
BARİZ Doğan. Zâhir ve âşikar. Meydanda olan. Belli. Açıkça.
BAR-KEŞ f. Hamal, yük taşıyan. * Mütehammil, tahammül eden, sabırlı.
BAR-MEND f. Yemiş veren, yemişli ağaç.
BAR-NAME f. Eşya, yük pusulası.
BAROGRAF yun. Hava basıncını ölçen bir alet. (Bu alet vasıtasıyla bir yerin yüksekliği de ölçülür.)
BAROK Klâsik Rönesans devrinden sonra başlayan bir mimari ve süsleme tarzı.
BAROMETRE Fr. Hava basıncını gösterir âlet.
BAROSKOP Fr. Cisimler üzerine havanın yaptığı basıncı gösteren âlet.
BAROTAKSİ Fr. Bazı tek hücreli canlıların basınca göre hareketleri.
BAROTERAPİ Fr. Bazı hastalıkların basınçlı hava ile tedavisi.
BARR (C.: Berere) İyilik ve ihsan edici, muhsin.
BAR-SENC f. Yük tartan, dirhem.
BÂRÛ f. Kale duvarı, tabyanın gezinti yeri, hisar burnu, sur. * Sığınak, siper.
BARUT yun. Güherçile ile kükürt ve kömürden mürekkeb, alev alıcı bir maddedir ki, toz halinde olup, umumiyetle ateşli silahlarda ve taş kırmak gibi işlerde kullanılır. * Mc: Çabuk kızan, şiddet ve hiddete kapılan.
BAR-VER f. Yemiş veren, meyvedar, verimli, meyve verici. * Mc: Faydalı, faydayı mucib, iyi netice veren. Yararlı.
BARYUM yun. Kim: "Ba" sembolü ile gösterilen bir element.
BAS' Cem' etmek, toplamak.
BA'S Gönderme, gönderilme. * Cenab-ı Hakk'ın peygamber göndermesi. * Diriliş. Yeniden diriltme. İhyâ. * Uykudan uyandırma.
BA'S-UL EMVAT Ölmüşlerin dirilmesi.
BA'S-İ ENBİYA f. Peygamberlerin gönderilmesi.
BA-SAFA Safalı. Safa ile.
BASAİR (Basiret. C.) Basiretler. İbretli görüşler. Deliller. İbretler. Hüccet ve bürhanlar. Gözler. * Kalb duyguları.
BASAL Bot: Soğan ve benzeri gibi kökler.
BASAL-İ HARİF Acı soğan.
BASALA Tıb: Vücudun her hangi bir yerinde yaradılıştan olan kabartı.
BA-SAMAN f. Varlıklı, zengin. * Düzenli, tertipli, düzgün.
BASAR (C.: Ebsâr) Görme duygusu. * Kalble hissetme. Kalb gözü. * Gözün görmesi. * İdrak. Fikir. * İlm-i Kelâm'da: Kendi şânına lâyık bir vecih ile Cenab-ı Hakk'ın "görme sıfatı"dır. Kâinatta hiçbir şey O'nun görmesinden hâriçte kalamaz.
BASARET (Bak: Besaret)
BASARIK Çulha tezgâhının ayaklığı. * Piyano ayaklığı gibi çifte ayaklık.
BASARÎ (Basar. dan) Görüşle ilgili olan, görmeye ait.
BA-SAVAB Doğruca, doğrulukla.
BASBASA Dalkavukların nefret edilecek hâlleri, tabasbusları, yaltaklanması. * Köpeğin, kuyruğunu sallayarak sokulması.
BA'SERET Dikkatle teftiş etme. * Keşif ve istihrac etme. * Perâkende edip dağıtma. * İnkılâb. Karıştırma. Bulandırma. * Meydana çıkma. * Kirli leke.
BASIK Yükselmiş. Uzamış. Çıkmış.
BASIK Eli açık. Cömert. Dolup taşan.
BASIKA Beyaz ve sâfi bulut. * Âfet, dâhiye. * Makbul bir cins sarı hurma.
BASIM (Uydurma bir kelimedir) Matbaacılık. Tab'etme sanatı.
BASIN Uydurma bir kelime olup "matbuat" yerine kullanılır. Gazete, mecmua gibi belli zamanlarda çıkan matbuatın hepsi.
BASINÇ (Bak: Tazyik)
BÂSIR Gören. Dikkatli ve göz kuvveti ile gören.
BÂSIT Açan. Yayan. Serici. * Ferahlık veren. * Dilediği kulunun rızkını genişlendiren Allah (C. C.). * Mücerred olup, mürekkep ve müellef olmayan. * Tıb: Bir uzvu uzatıp açan adele.
BÂSIT-ÜR-RIZK Allah.
BASİ' (C.: Busu') Ter.
BASİA Çok kırmızı dudak.
BASİK Gövde damarı. (Dirsek içinde bulunan üç damarın aşağısında olandır.)
BASİKA Su ile tamamen dolu olan kuyu.
BASİL Kahraman, cesur, yiğit kimse. * Fena, sert, kırıcı, kötü söz. * Haram olan şey. * Güzel olmayan, çirkin kimse.
BASİL Fr. İnce, uzun bir bakteri çeşidi.
BASİLE Bir nevi soğan. Bir soğan çeşidi.
BASİM (Besm. den) Güleryüzlü, şen kimse.
BASİNE Ekincilerin sabanı. * Sanat ehlinin âletleri. * Kaba çuval.
BASİR Basiret sâhibi ve anlayışlı olan. Hakikatları anlayan. En iyi ve en çok anlayışlı. Kalb gözü ile gören. * İt, köpek, kelp.
BASİR Kararmış. * Ekşi yüzlü ve katı yürekli kimse.
BASİRANE f. Görerek. Bilerek. Basiret sahibine yakışır halde.
BASİRET Hakikatı kalbiyle hissedip anlama. Kalbde eşyanın hakikatlarını bilen kuvve-i kudsiyye. Ferâset. İm'ân-ı dikkat. * İbret alınacak hidâyet sebepleri. Beyyine. Hüccet. * Bir evin iki tarafının arası. * Yer üstündeki kan. (Bak: Süveydâ-i kalb)
BASİRET-İ KALB Gönül uyanıklığı. Kalb basireti.
BASİRET-KÂR f. Basiretli, ferâsetli, önceden gören.
BASİRET-KÂRÎ Basiretlilik, önceden görmeklik.
BASİT Kıymetsiz. * Geniş * Yaygın olan. * Mücerred ve münferid olup, mürekkeb ve müellef olmayan. * Neş'eli. Güleryüzlü. Düz, arızasız, engelsiz. * Edb: Aruz vezinlerinden biri.
BASİT KESİR Sûreti (payı), mahrecinden (paydasından) küçük kesir. 2/5 gibi.
BASİTA Uzak yer.
BASİTE Yükseklik ölçen yayvan güneş saati. * Döşeme minder. * Düz yer.
BASKI t. Basıp sıkacak, tazyik edecek şey. Sıkı tazyik. * Basan, ağırlık veren şey. * Kalıp, damga. * Bir eserin yeni basılışlarının her seferi. * Bir basmanın bir def'ada basılan miktarının tamamı. Meselâ: Bu lügatın baskısı 25.000 dir.
BASKIN t. Ağır, sakil. * Basıp geçen, galip, üstün. * Ansızın, birdenbire hücum.
BASKÜL Fr. Büyük ağırlıkları, küçük bir ağırlık yardımıyla tartmayı sağlamak üzere birkaç kaldıracın uygun bir tarzda birleştirilmesiyle meydana getirilmiş âlet.
BASRA Yumuşak küfki taşı. (Bu sebepten Basra şehri, "Basra" diye isimlendirilmiştir.)
BASRİYYUN Milâdi 8. yy. da Basra'da yaşamış lisaniyat âlimlerinden bir grup.
BAST Genişlemek, açmak, yaymak. * Bir şeye el uzatmak. * Sevindirmek. * Bir mecliste haya sebebiyle olan sıkılmanın gitmesiyle açılmak. * Özür kabul etmek. * Kaplamak. * Tas: Allahın cemâl tecellisiyle kalbin sükûn ve huzur içinde ferahlaması. (Mukabili: "Kabz"dır.)(... Teellümât-ı ruhaniye ise; sabra, mücahedeye alıştırmak için Rabbani bir kamçıdır. Çünki emn ve ye'sin vartasına düşmemek hikmetiyle havf ve reca müvazenesinde sabır ve şükürde bulunmak için kabz-bast haletleri, Celâl ve Cemâl tecellisinden intibah ehline gelmesi, ehl-i hakikatça medar-ı terakki bir düstur-u meşhurdur. K.L.)
Dostları ilə paylaş: |