Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə177/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   173   174   175   176   177   178   179   180   181

YED El. * Mc: Kuvvet, kudret, güç. * Yardım. * Vasıta. * Mülk.

YED-İ BEYZÂ Musa Aleyhisselâm'ın mu'cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında kullanılır.

YED-İ EMİN Kanunen güvenilir kimse olarak seçilen şahıs. * Mahkemece kendisine bir şey emanet olunan kimse. * Emniyetli, tehlikesiz ve korkusuz yer. * Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir lâkabı.

YED-İ KUDRET Allah'ın kudreti ve kudretinin tasarrufu.

YED-İ RAHMET Rahmet eli, Rahmetle ihsan edilmesi.

YED-İ TASARRUF Sahibolma, sâhiblik.

YED-İ TULÂ En uzun el. * Geniş nüfuz. * Tam, çok geniş ilim ve ihtisas. * Büyük kudret.

YEDAN Eller. İki el.

YEDEYN İki el.

YEDİYY El ile dokunmuş.

YEDULLAH Cenab-ı Hakk'ın kudreti, yardımı.

YEFA' Yüksek yer.

YEFEN Bunak adam.

YEFTENC Sevgililerin zülüfü kendisine benzetilen siyah renkli büyük bir yılan.

YEGÂN f. (Yek. C.) Birler. Tekler. Teker teker.

YEGÂNE Tek, bir.

YEGÂNE-GÎ f. Teklik, yegâne ve tek oluş.

YEGÂN YEGÂN f. Ayrı ayrı. Birer birer.

YEGDEN f. Birden, birdenbire.

YEGUS Nuh Aleyhisselâm'ın kavmine ait bir put.

YEHHİR Katı ve sert taş. * Serap.

YEHMA Sahra, çöl.

YEHMUM Kömür gibi simsiyah olan şey. * Zifir ve kara duman. * Cehennem ahalisini ihata eden perde.

YEHMUR Çok sözlü, çok konuşan adam. * Çok çalışkan ve işe cür'etli olan kişi. * Yeri götüren balık.

YEHR İnat etmek.

YEHUD Yakub (A.S.) ın büyük oğlunun adıdır. (Bak: Ya'kub)

YEİS (Ye's) Ümitsizlik. (Bak: Ye's, Himmet)

YEK f. Bir, münferid. * Bir oluş, birlik.

YEK-ÂVÂZ f. Tek sesli, bir sesli. * Mc: Bir tarzda, bir şekil üzerine. * Edb: Başından sonuna kadar aynı kuvvette güzel olan manzume.

YEKÂYEK f. Birer birer. Tek tek. * Ansızın.

YEKBAR (Yekbâre) f. Bir defa, bir kere. Bir defada.

YEKCİNS f. Aynı cinsten.

YEKÇEŞM Tek gözlü. * Âhir zamanda gelecek olan Deccal'ın bir ismi. "Sadece dünya hayatını şiddetle isteyip âhireti unutan ve inkâr eden" meâlinde mecazen söylenilmiştir. * Güneş. (Bak: Deccal)

YEKDANE f. Eşi, benzeri olmayan. Tek.

YEKDEM f. Bir nefes, çok az, çok kısa.

YEKDEST f. Bir elli, tek elli. * Bir çeşit, bir cins. * Eskiden yapılmış bir çeşit rende.

YEKDİĞER Bir başkası.

YEK-DÜ-SE f. Bir-iki-üç.

YEKE f. Yalnız, bir, tek.

YEKNESAK Devamlı aynı halde olan. Biteviye. Değişmez bir hal.(Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuddan ziyade şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider. L.)

YEKPA f. Tek ayaklı. Topal.

YEKPARE Tek parçadan meydana gelen. Bütün. Parçasız.

YEKREH f. Riyasız, doğru.

YEKRİŞTE f. Uygun, muvafık, yaraşır. * Şefkatli.

YEKRU(Y) f. İki yüzlülük yapmayan, riyasız. * Hâlis ve itimad edilir dost.

YEKRUZ f. Bir günlük. Geçici, muvakkat.

YEKSAL f. Bir yıllık. Bir yaşında.

YEKSAN Beraber. Bir. * Düz. * Her zaman.

YEKSER f. Baştan başa. * Ansızın. * Yalnız başına.

YEKSÜVARE (C.: Yeksüvârân) Yalnız başına ata binen. * Mc: Arkadaşı olmayan kimse.

YEKŞEBE f. Bir gecelik.

YEKTA Tek, yalnız, eşsiz. * Bir kat.

YEKTENE f. Tenha, yalnız başına.

YEKÛN Toptan, hepsi. Netice. Toplam. (Arapçada; olur-oluyor mânâsınadır)

YEKVÜCUD Tek kişi gibi. Hep birden.

YEKZEBAN Söz birliği. Ağız birliği. Sözde beraberlik. * Aynı dili konuşan. Bir dilde.

YEL (C.: Yelân) Pehlivan. şampiyon.

YELAN (Yel. C.) f. şampiyonlar, pehlivanlar.

YELDA f. Uzun.

YELE f. Kuvvetle saldıran. * Otlağa salınmış hayvan sürüsü. * Koşan, koşucu, seğirten. * Bazı hayvanların ensesindeki kıllar.

YELEB Beyaz deve. * Polat demir. * Toplamak, cem'etmek. * Deriden yapılmış cübbe, zırh ve gömlek. * Kalkan.

YELEK(A) Her nesnenin beyazı. * Beyaz keçi.

YELEL Üst dişlerin kısa olması.

YELEM Aslâ yemişi olmayan sert ve katı ağaç.

YELENDED Etli, semiz kimse.

YELMA' Yalancı. * Serap.

YELMEK (C.: Yelâmık) Kalın kaftan.

YELEMLEM Deri. * Bir yerin adı. (Yemenliler ihramı orada giyerler.)

YELPEZ Yelpaze. * Serinletmek için el ile havalandırma âleti.

YELTENMEK t. Bir şeye başlamağa niyet etmek. Teşebbüse kalkışmak. Özenmek. Taklide çalışmak.

YEMAME Ehlî güvercin.

YEMEN Arap diyarında bir vilayet ismi.

YEMHUR Uzun boylu adam. * İt sineği.

YEMİN Sözü Allah'ı (C.C.) zikrederek kuvvetlendirmek. Kasem. * El tutuşarak, Allah'a bağlılıklarını bildirerek, Allah'a ve birbirlerine söz vererek ahitleşmek. * Mübarek. * Sağ taraf, sağ el.

YEMİN-İ LÂĞV Alışkanlıkla veya dil sürçmesiyle veya sehven yapılan yemindir (ki; şer'an kefâret lâzım gelmez).

YEMM Deniz, bahir, derya, umman. * Güvercin kuşu.

YEN' Yemişin olgunlaşması.

YENABİ' (Yenbu'. C.) Kaynaklar, pınarlar, çeşmeler. * Kedi yavruları.

YENABİ'-İ ULÛM İlim kaynakları, çeşmeleri.

YENARIK Yassı bilezik.

YENBAGİ Münasib, uygun, şâyân. Lâzımgelir, icab eder, gerekir.

YENBU' (C.: Yenâbi) Pınar, kaynak. * Kedi yavrusu.

YENBUB Dikenli bir ağaç.

YENGEÇ t. Çok ayaklı ve yan yan yürüyen, başının iki tarafında iki kıskacı olan deniz veya durgun sularda yaşayan bir küçük hayvan.

YENHUB Korkak.

YENME (C.: Yünem) Bir nevi ot.

YERA (Yerâa. C.) Yontulmamış kamış kalemler. Kamışlar. * Ateşböcekleri.

YERA' Sığır buzağısı.

YERAA (C.: Yerâ) Kamış düdük. * Yontulmamış kalem.

YERABİ' (Yerbu'. C.) Tarla fareleri.

YERBU' (C.: Yerabi') Arap tavşanı adı verilen yaban faresi.

YEREKAN Sarılık hastalığı. * Ekin âfetlerinden bir âfet.

YERER Katı ve sert nesne.

YERHAMÜKÜMULLAH "Allah (C.C.) size rahmet ve merhamet eylesin" meâlinde dua olup, aksıran kimseye söylenmesi sünnettir. (Bak: Teşmiyet)

YERHUM Erkek kartal.

YERKU' Şiddetli açlık.

YERMA' (C.: Yerâmi) Alçı taşı.

YERUN Ağu, zehir. * Aygır suyu.

YE'S Emelinden kesilmek. Ümidsizlik. Nevmid olmak. Matlubunun hâsıl olmasına ümidini kesmek.(Arkadaş! Amele ve taate muvaffak olmayan azaptan korka, ye'se düşer. Böyle me'yusun gözüne, dinî mes'elelere münafi edna ve zayıf bir emare, kocaman bir bürhan görünür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez; diğer emarelerin saikasıyla ilân-ı isyan ederek İslâm dairesinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder. M.N.) (Bak: Ucb)

YESAG f. Kanun, nizam. * Yasak.

YESAR Sol, sol el. * Varlık, zenginlik. * Gençlik. * Bolluk. * Kolaylık.

YESARET Zenginlik. * Kolaylık.

YESARÎ Sola ait. Sol ile alâkalı.

YE'S-AVER f. Ümitsizlik veren. Me'yus eden.

YESBEHUN Yüzerler. (manasında)

YE'S-EFZA Kederi, ye'si ve elemi artıran.

YESER Kolaylık, sühulet. * Birinin sağ tarafından gelme. * Yün, ip gibi şeyleri bükme.

YESİR Az şey, az, kalil. * Kumarbaz. * Kolay.

YESR Öldürmek.

YESRİB Medine-i Münevvere'nin müslümanlıktan evvelki ismi. (Bak: Medine)

YESSİR Kolaylaştır (meâlinde duâ).

YESTEUR Medine yakınında bir yer. * Deve sağrısına yapılan palas. * Belâ. * Bâtıl. * Misvak ağacı.

YESUR Kumarbaz.

YEŞB (YEŞF-YEŞM) Yeşim denilen taş.

YEŞK f. Köpek dişi adı verilen sivri diş.

YETAMA (Yetim. C.) Yetimler. Babaları ölmüş çocuklar.

YETEM (Bak: Yütm)

YETİM Babası ölmüş olan çocuk. * Tek, eşsiz, yalnız. (Çocuk baliğ olduktan sonra yetimlik ondan kalkar. Anası ölene ise daha çok öksüz denir.)

YETİM-ÜT TARAFEYN Anası ve babası ölmüş çocuk. Anadan babadan yetim kalmış çocuk.

YETİME Yetim kız. * Eşsiz.

YETİM-HÂNE f. Yetim çocukların bakılıp beslendiği yer.

YETN Doğum ânında çocuğun ayaklarının evvel çıkması.

YETU' Sütleğen otu.

YEUK Nuh Aleyhisselâm'ın kavminin putlarından bir putun ismi.

YEUS (Ye's. den) Ümitsiz, ümidi kesilmiş, me'yus.

YEVM Gün. Yirmidört saatlik zaman. * Sene. * Asır. Devir. * Devre.

YEVM-İD DİN Din günü, ceza günü, mâneviyat günü.(...Nasıl dünya; maddiyat ve maddî harekâtın ve amellerin günüdür. Elbette o harekâtın neticelerini ve o hizmetlerinin ücretlerini ve o maneviyatın semeratlarını, belki o fâniyat ve zailâtın bâki ve dâimî eserlerini ve âlem-i misal sinemasıyla ve fotoğrafıyla alınan umum o fâniyat ve zaillerin sahife-i amellerini gösterecek ve neşredecek bir gün gelecektir, diye ifade ediliyor. E.L.)

YEVM-İ FASL İnsanların kısım kısım ayrıldığı ve davalarının halledildiği kıyamet günü. Bundan başka kıyamet gününe aşağıdaki isimler de verilir: Yevm-ül cem', yevm-ül cevab, yevm-ül cezâ, yevm-üd din, yevm-ül ahd, yevm-ül feza-ul ekber, yevm-ül haşr, yevm-ül hisâb, yevm-ül ivaz, yevm-ül karar, yevm-ül karia, yevm-ül kıyam, yevm-ül kıyame, yevm-ül mev'ud, yevm-ül miâd, yevm-ül misak, yevm-ül mizan, yevm-ül va'd, yevm-ül vâkıa, yevm-üs suâl, yevm-ül arz.

YEVM-İ MİSAK Sözleşilen gün. * Kıyâmet Günü.

YEVM-İ NÜŞUR Kıyamet günü, mahşer günü. Herkesin amel defterinin açılıp neşredilip gösterileceği gün.

YEVM-İ ŞEVK Şaban-ı Şerifin otuzuncu günü. Ramazan olması zannedilip ancak hilâl görülmedikçe oruç tutulması münasib olmayan gün.

YEVM-İ TENAD Kıyamet günü.

YEVM-ÜL FETİH Fetih günü. * Mekke-i Mükerreme'nin fethi.

YEVM-ÜL HAMİS Perşembe günü. Beşinci gün.

YEVM-ÜL HULUD Kıyamet günü.

YEVM-ÜL HURUC Kıyamet günü.

YEVM-ÜN NAHR Zilhiccenin onuncu günü.

YEVM-ÜT TELÂKİ Kıyamet günü. Ruz-u mahşer.

YEVMEN FE YEVMEN Günden güne, gittikçe.

YEVMÎ Günlük. Güne ait.

YEVMİYE Gündelik. Bir günlük çalışmanın neticesi alınan ücret. * Günlük hadiseleri günü gününe kaydetmeğe yarıyan defter, gazete.

YEZ f. Bağ, bahçe, tarla vs. gibi arazilerin etrafına çekilen dikenli çalı. Çit.

YEZDAN f. Cenab-ı Hak. * (Mecusilerce) : Hayırları yaratan hayır ilâhı dedikleri mevhum mâbud.

YEZDANÎ İlâhî. Yezdan'a ait ve müteallik.

YEZEK f. Bekçi, gece bekçisi.

YEZİD (Hi: 26-64) Hz. Muaviye'nin (R.A.) oğlu ve Emeviye Devletinin ikinci halifesi. Şam'da doğdu. Zamanında Kerbelâ hâdise-i elîmesi meydana geldi.

YEZİD BİN EBİ SÜFYAN Ebu Süfyan'ın oğlu. Hz. Muaviye'nin büyük kardeşi idi. Ashab-ı kiramdan ve çok sâlih bir zât olup, Mekke-i Mükerreme'nin fethinde müslüman oldu. Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık Radıyallâhü anh'ın Şam'a gönderdiği orduda bir birliğin kumandanı idi. Hz. Ömer zamanında Filistin valisi olmuştu. Taundan vefat eyledi. (R.A.)

YOGA Bâtıl Hind felsefe sistemi. Bunlar tam bir dalgınlık ve hareketsizlik ile ve çile çekmekle gayelerine ulaşacaklarını sanarlar.

YOGİ Hindistan'da çilecilere (yogalara) verilen isim.

YOL-DAŞ Yol arkadaşı.

YORDAM t. Edâ. * Alâyiş, tantana, debdebe. * Meleke, çalım, çeviklik, alışkanlık, yatkınlık. Çabukluk.

YORUM Uydurma bir kelimedir. (Bak: Tefsir)

YORUMLAMAK (Bak: Tefsir etmek)

YUCE f. Damla, katre.

YUDA Hz. İsa'nın (A.S.) havarilerindendir ve onu ihbar edip ihanet etmiştir. Yehuda veya Yuda Şem'un da denir. (Ol hangi acib sır ki, çıkar göklere İsa. Kimdir çekilen çarmıha, kimdir yine Yuda. E.L.)

YÛDLÛN Tarhun otu.

YUG f. Boyunduruk.

YUH (Yuhâ) Güneşin isimlerindendir. * Türkçede, birisine karşı hakaret için söylenen kelimedir. Kalabalıkla haykırılan hakaret kelimesidir. Buna "yuha çekmek" denir.

YUHANNA Hz. İsa'nın (A.S.) havarilerinden birisidir. İncillerden birisini yazmıştır. İbranicede Yahya mânasına gelir. Yuhannes, Ohannes, Con (Fr.: Jan) denir.

YUNUS (A.S.) Benî İsrail peygamberlerinden ve Kur'an-ı Kerim'de bahsi geçenlerdendir. Elyesa (A.S.) dan sonra Ninova şehrine gönderildi. Şehir ahalisi kendisine itaat etmediği için müteessir olarak bir gemiye binmiş ve oradan denize atılmış. Cenab-ı Haktan emir almadan şehri terk ettiğinden bu hâl başına gelmişti. Büyük bir balık onu yuttu. Hz. Yunus tam bir iltica ile Allah'a dua etti ve balık onu gece, bir sahil kenarına bırakıverdi. Sıhhat bularak tekrar Ninova şehrinde ahkâm-ı İlâhiyeyi tebliğe devam etti.(İşte Hz. Yunus Aleyhisselâm'ın birinci vaziyetinden yüz derece daha müdhiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor. Onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim heva-yı nefsimiz hutumuz (balığımız) dur. Hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hutundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hutu yüz senelik bir hayatı mahveder, bizim hutumuz ise yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor. Madem hakiki vaziyetimiz budur biz de Hazret-i Yunus'a (A.S.) iktidâen umum esbabdan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya Müsebbib-ül Esbab olan Rabbimize iltica edip "Lâ ilâhe illâ ente sübhaneke innî küntü minezzâlimîn" demeliyiz. L.)

YUNUS SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 10. suresidir. Mekkîdir.

YUNUS EMRE (Vefat Mi: 1320) Porsuk Nehri'nin Sakarya'ya döküldüğü yere yakın Sarıköy'de doğduğu söylenir. Tasavvufî halk edebiyatının veli şâiri olan Yunus Emre, yaşadığı devirde halk tabakasını irşad ve tenvir etmiştir. Bir çok memleketleri ve bu arada Konya, Şam ve Azerbeycan'ı dolaştı. Konya'da Mevlâna ile görüştü. Risalet-in Nasuhiye isminde Mesnevî tarzında bir eser yazdı. Şiirleri daha sonra "Divan" adlı bir kitapta toplandı.Mevcudattaki her zerrede Cenab-ı Hakk'ın varlık ve birliğini okutturan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, bir eserinde, sinek kanadının hârika san'atından, tevhide delil ve alâmet olduğundan bahsederken şöyle der:"- Bir sineğin kanadı, vücudu ne kadar hârika bir san'at-ı Rabbaniye olduğuna lâtifâne bir işaret olarak meşhur Yunus Emre'nin bu fıkrası ne güzel bildirir:Bir sineğin kanadın, kırk kağnıya yüklettim. Kırkı da çekemedi, şöyle kaldı yazılı..."

YUSUF (A.S.) Hz. Yakub'un (A.S.) oniki oğlundan en küçüğü idi. Babası kendisini çok severdi. Gördüğü bir rüyayı babası tabir ederek peygamber olacağını ve bütün kardeşlerinin kendisine itaat edeceklerini söyledi. Kardeşleri kendisini kıskandıkları için bir hile ile izini kaybetmek istediler ve bir kuyuya attılar. Oradan Mısır'a giden kervancılar aldılar. Mısır'da köle diye sattılar. Sarayda Mısır Maliye Nâzırı'nın yanında hizmet ederdi. Güzelliği, temizliği dillere destan oldu. Mısır Azizi'nin karısı Zeliha'nın iftirasına uğrayarak bir müddet hapiste, zindanda kaldı. Orada peygamberlikle müşerref oldu. Mısır Meliki'nin gördüğü rüyayı en sahih olarak Hz. Yusuf (A.S.) tabir ederek bir müddet sonra hapisten çıktı. Rüyadaki tabir gibi yedi sene bolluk oldu. Ve ondan sonra da yedi sene kıtlık başlamıştı. Hz. Yusuf da Hazine Nâzırı tayin edildi. Her taraftan mahsul, yiyecek almağa gelirlerdi. Kenan illerinde hasta ve Yusufuna ağlamakla gözleri görmez olan Hz. Yakub'un evlâdları da mahsul almak için geldiler. Hz. Yusuf evvelâ onları tanımazdan geldi, sonra onlara iyilik etti ve babalarını da Mısır'a davet etti. Yusuf'un gömleğini gözüne sürmekle Hz. Yakub'un gözleri de açılmıştı. Yusuf (A.S.) Mısır'a aziz oldu, Zeliha ile evlendi. Kardeşleri, babası da Mısır'a davet edildi ve mes'udane bir hayata kavuştular. Kısas-ı Enbiya)(Hz. Yusuf (kendisi) Cenab-ı Hak'tan vefatını istedi ve vefat etti. O saadete mazhar oldu. Demek o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve ferahlı bir vaziyet, kabrin arkasında vardır ki, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakikatbîn bir zat, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde, gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun...İşte Kur'an-ı Hakîm'in şu belâgatına bak ki, Kıssa-i Yusuf'un hâtimesini ne suretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir sürur ilâve ediyor. Hem irşad ediyor ki; kabrin arkası için çalışınız, hakiki saadet ve lezzet ondadır... Hem Hz. Yusuf'un âlî sıddıkiyyetini gösteriyor ve diyor: Dünyanın en parlak ve en sürurlu hâleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor, yine âhireti istiyor. M.)

YUSUF SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 12. suresidir. Mekkîdir.

YUŞA (A.S.) Hz. Musa'dan (A.S.) sonra peygamber olmuş ve Benî İsrail'i çöllerden kurtarmıştı. Ondan sonra pek çok reisler Yahudilerin idaresinde bulundu, bazan da hâkimsiz kalarak esaret hayatı yaşadılar. Tâ bir müddet sonra İsmail (A.S.) hâkim oldu. Onbir sene Benî İsrail'i idare etti. Sonra içlerinden bir melik olmasını istediler. İsmail (A.S.) Tâlut'u intihab eyledi. Benî İsrail meliklerinin birincisi Tâlut oldu. Tâlut saltanata geçtikten sonra Hz. İsmail'in (A.S.) tedbiri üzere Benî İsrail'den bir ordu tertib etti ve Filistin üzerine yürüdü. Düşmanları Amelika ordusu karşı geldi. Reisleri Câlut meydana çıkıp er istedi. Tâlut tarafından Hz. Dâvut çıktı ve Câlut'u öldürdü. Bir müddet sonra devlete, Benî İsrail'e Hz. Dâvut (A.S.) hâkim oldu. Amelika ile sonradan bir muharebede Tâlut öldü. Dâvut (A.S.) nübüvvetle saltanatı cem' eyledi. Kudüs'ü pay-i taht eyledi. Kırk sene idareyi Musa'nın (A.S.) şeriatı üzerine Benî İsrail'i idare eyledi.

YUZ f. Kaplanı andırır yırtıcı bir hayvan, pars.

YUZE f. El açan, dilenci.

YÜBS Kuruluk.

YÜBUSET Kuruluk.

YÜDİ (Yed. C.) Eller.

YÜMKİN Olabilir, mümkün olur.

YÜMN (Yümün) Kuvvetli, uğur, bereket.

YÜMN-İ İMAN Kuvvetli imandan gelen bereket ve kuvvet, saadet.

YÜMNA Sağ taraf, sağ el.

YÜMNE Yemen alacalarından bir alaca kumaş.

YÜMNÎ Uğura, berekete ait. Uğurlu.

YÜMUM (Yemm. C.) Denizler.

YÜRNA Kına.

YÜSCAN Yeşil taylasanlar.

YÜSR (YÜSÜR) Kolaylık. Genişlik. Rahatlık. Zenginlik. Gına. Refah.

YÜSRA Sol taraf. Sol el. (Eyser'in müennes)

YÜSRET Kolaylık, sühulet. Rahat.

YÜSRUG Ot arasında olan kırmızı bir böcek.

YÜSUR Ekşi yüzlü olmak.

YÜSÜR Kolaylık, sühulet, yüsr.

YÜTM (Bu kelime esasen infirad mânasına gelir) Bir çocuğun pederi vefat etmekle pedersiz kalması ki: Bu, yalnız insanlara mahsustur. Hayvanatta ise vâlidesiz kalmaya denir. Yetim de denir. (L.R.)

YÜUS (Ye's. C.) Yeisler, ümitsizlikler, kederler.



ZA "Ze" harfinin adı.

ZA-İ MU'CEME "Rı" harfinden ayırd etmek için "ze" harfine verilen bir isim.

ZA "Bu, şu" mânalarına gelir. Ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hâkezâ: Bunun gibi, böyle.

ZA Sâhib, malik, erbab, ehil mânalarında olup, "Zî" ve "Zû" şeklinde de kullanılır. (Müennesi "Zât" dır)

ZA Zı harfinin bir adı. "Zâ-yı mu'ceme" de denir. Noktalı olduğundan dolayı " : tı" harfinden ayırdetmek için bu isim verilmiştir.

ZA (-Zây) f. " Doğuran" anlamına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nâdire-zâ $ : Nâdir şeyler yapan, bulunmaz şey meydana getiren.

ZAAF (Bak: Za'f)

ZAAL Şâdlık, neşeli oluş, neşat.

ZAAN (ZIÂN) Deve üstüne mahfe bağladıkları ip.

ZAAR şiddetli korku.

ZA'AR Zâlim kimse ki herkes ondan korkar.

ZAARRE Kişinin ahlâk ve huyunun kötü olması.

ZAAZİ' (Za'zaa. C.) Sarsmalar, ırgalamalar.

ZAB (Zevben - Zevebânen) Eriyen, erimiş, eridi.

ZAB' Sırtlan.

ZA'B Avaz, ses, savt. * Bacanak.

ZA'B Def'etmek, kovmak. * Doldurmak.

ZABAB Rutubetli duman. Sis.

ZABAZIB Devenin çok acıktığında karnının ötmesi.

ZABB Kertenkele, keler.

ZA'BEL (C.: Zeâbil) Karnı büyük, boynu ince olan çocuk.

ZABIT Mahkeme, meclis gibi yerlerde söylenenlerin olduğu gibi yazılmışı. * Alâkalılarca yazılarak karşılıklı imzalanan, karşılıklı anlaşmayı bildiren yazı. * Yazı varakası. * Birçok kimselerce imzalanan rapor.

ZÂBITA Yurt içinde emniyet ve intizamı korumakla vazifeli devlet kuvveti, polis. * Fık: Bütün hususlara şâmil olmayıp yalnız bir hususa ve onun teferruatına şamil olan hususi kaideye denir. Kanun ve âdet, zabt ve idareye vesile olan bağ.

ZÂBITA-İ AHLÂKIYE Ahlâk zâbıtası.

ZÂBITA-İ BELEDİYE Belediye zâbıtası.

ZÂBİH (Zebh. den) Boğazlayan, kesen. Kurban kesen.

ZÂBİT (C.: Zâbitân) Askere kumanda eden rütbeli asker. * Kuvvetli, yavuz. * Zabteden. Başkalarını zabtedip idare etmeğe memur olan. * Subay. * Mc: Dediğini yaptıran, tuttuğunu koparan kimse.

ZÂBİTÂN (Zâbit. C.) Zâbitler. Subaylar.

ZABİL Kısa boylu.

ZABT Zabt etmek. İdâresi altına almak. * Sıkıca tutmak. Kendine mal etmek. * Kavramak. * Kaydetmek. Hülâsasını yazmak. * Bağlamak.

ZABTIYYE Jandarma veya polis kuvveti. Memleket içi âsâyiş ve intizamı te'min maksadı ile çalışan hükümet kuvveti.

ZABTIYYE NÂZIRI Emniyet genel müdürü.

ZABTIYYE NEZARETİ Emniyet Umum Müdürlüğü'nün eski ismi.

ZABT-NÂME f. Hâdise veya vak'a yerinde alâkalı kimselerin hâdisenin oluş şeklini imzâ altında kaydettikleri kâğıt. Zabıt tutulan kâğıt.

ZABT U RABT Disiplin, âsâyiş, düzen. * Hüsn-ü tedbir ve basiret ile muhâfaza.

ZABU' (C.: Zıbâ) Sırtlan.

ZA'BUB Kısa boylu fena adam.

ZABY Geyik, karaca, gazâl denen hayvan.

ZABYAN Ağaç.

ZABZAB Men'etmek, engel olmak. * Ayıp. * Zahmet. Maraz, hastalık.

ZA'C Koparmak.

ZAC Kara boya.

ZACC Cenk arasında medet istemek. Savaşta yardım istemek.

ZACİR(E) Mâni olan, alıkoyan, yasak eden. Zecreden. Zorlayan.

ZAD Azık. Yolda yenecek veya içilecek gıda maddesi.

ZÂD-I ÂHİRET Âhiret için hazırlık. Âhiret azığı. İbadet ve sâlih amel.

ZAD f. "Doğma, doğmuş, evlâd" mânalarına gelerek birleşik kelime yapılır. Meselâ : Mâder-zad : Anadan doğma. Nev-zad : Yeni doğmuş.

ZAD (Ziyadet. den) Artsın, çoğalsın.

ZADE (Ziyâdet. den fiil) Çoğaldı, ziyade oldu veya çok olsun, çoğalsın (meâlinde).

ZADE f. Evlâd, oğul. * İyi insan. * Nikâh neticesi olmuş çocuk. * Kelime sonuna getirilerek birleşik kelimeler de yapılır. Meselâ: Şah-zade (Şehzade) $ : Padişah evlâdı.

ZADE-İ TAB' (Zâde-i tabiat - Zâde-i hâtır) Bir kimsenin kabiliyetinden, tabiatından meydana gelen eseri.

ZADEGÂN f. Asâlet. * Temiz ve meşhur soydan olan. Tanınmış ve temiz âileden olan. Aristokrat. * Meşhur ve belli âileler cemaatı.

ZADEGÎ f. Asillik, soy temizliği, zadelik.

ZADELLAH Allah ziyade eylesin, artırsın (meâlinde dua).

ZADEN f. Doğmak, doğurmak.

ZA'F Derhal, hemen öldürmek.

ZA'F Zayıflık. Kuvvetsizlik. İktidarsızlık.

ZA'F-I TE'LİF Edb: İbarenin, anlamayı güçleştirecek kadar karışık olması.

ZAFAİR (Zafire. C.) Örülmüş saçlar.

ZAFAR Yemen diyarında bir şehrin adı.

ZAFER Muvaffak olma, maksada erme. Bir çok uğraşmadan sonra maksada erişme. * Düşmanı yenme, üstün gelme. Başarma.

ZA'FERAN (C.: Zeâfir) Güzel kokulu meşhur bir çiçek.

ZAFERE Göze inen perde.

ZAFER-YAB f. Muzaffer olan, muvaffakiyet gösteren. Üstün gelen. Gayesine erişen.

ZA'FÎ Zayıflığa aid. Kudretsizliğe, cılızlığa dair.

ZAFİR Zafer bulan. Zafere erişen.

ZAFİR Galib gelmiş olan.

ZAFİRE Kapı perdesi.

ZAFİRE Yar, yoldaş. * Kavim. Kabile.

ZA'FİYYET Zayıflık, dermansızlık, güçsüzlük.

ZAFR (Bak: Zufr)

ZAFRE Çukur yer.

ZAG (C.: Ziygan) f. Karga ve kuzgun. * Fitneci, gammaz.

ZAGAFE (C.: Züguf) Nazik, yumuşak gömlek. * Geniş nesne.

ZAGAİN (Zagine. C.) Kinler, nefretler.

ZAGAK Kızılcık yemişinin çekirdeği.

ZAGAN f. Çaylak.

ZAGAR Av köpeği.

ZAG-BEÇE f. Karga yavrusu. Yavru karga.

ZAGİNE (C.: Zagain) Kin, nefret.

ZAGT Bir şeyi bir yere zorla sokma, girdirme.

ZAGZAG Zayıf nesne.

ZAGZAGA Mânâsız söz. * Bir nesneyi gizlemek.

ZAHA Çirkin kokulu, pis kokulu.

ZAHAİR (Zahire. C.) Zahireler. Yiyecek, hububat gibi şeyler.

ZAHAR Arka ağrısı.

ZAHARA Ev eşyası.

ZAHF (C.: Zuhuf) Ayaklarını sürüyerek yürüme. Sürünerek yürüme. * (Çocuk) emekleme. * Askerin, düşmana karşı emekliyerek ilerlemesi.

ZAHH Hışım ve gadap etmek, öfkelenmek, kızmak. * Kovmak, def'etmek.

ZAHİB (Zehâb. dan) Giden, gidici. * Bir zanna kapılan. Bir fikre uyan.

ZAHİD(E) (Zühd. den) Tas: Borç olan ibadetlerden, aslî vazifelerden başka dünya süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi. Müttaki. Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   173   174   175   176   177   178   179   180   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin