Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə95/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   91   92   93   94   95   96   97   98   ...   181

KENAR-GİR f. Fıçı çemberi.

KEN'AT Bir balık cinsi.

KENAZ Zahire vakti.

KENB İş yapmaktan ellerin iri iri olması.

KENBUR (Kenbure) f. Yalan, hile.

KEND Kesmek, kat'etmek. * Bir kimsenin nimetini ve iyiliğini bilmeyip inkâr etmek.

KENDE f. Hendek, çukur. * Biçilmiş, kesilmiş. * Kokmuş, ağır kokulu.

KENDE-HÂYE f. "Hayası kesilmiş: Hadım ağası.

KENDEŞ Bir nevi devâ.

KENDİDE f. Kokmuş.

KENDU f. Epey genişçe toprak.

KENDUC Yer altında giyecek eşya koymak için yapılan oda.

KENDURE f. Peşkir. * Deriden yapılmış büyük sofra.

KENDÜM f. Buğday.

KENE Hayvanın etine yapışıp kanını emen küçük bir böcek.

KENEF (C.: Eknâf) Yön, taraf. * Sığınılacak yer. Korunulacak mekân. * Tuvâlet, helâ, ayakyolu.

KENEHBÜL Bir cins ağaç.

KENEHVER Büyük beyaz bulut.

KENET (Esâsı: Kinet) İki sert cismi birbirine bağlamak için çakılan iki ucu kıvrık madeni parça.

KENF Hıfzetmek. * Örtmek, setretmek.

KENFİLE (KENFELİK) Kaba ve uzun sakal.

KENİF (C.: Künüf) Hıfzedici, koruyan. * Örtücü. * Kalkan. * Deve ağılı. * Ayakyolu, tuvalet.

KENİN Örtülü, gizli, mahfuz.

KENİSA (Kenise) (C.: Kenâis) Kilise.

KENİZ f. Esir kadın. Hayalık, câriye.

KENİZEK f. Küçük cariye.

KENKER Enginar.

KENN Örtülüp gizlenme.

KENNAS Süpürgeci.

KENNE (C.: Kınât-Kenâyin-Kenânin) Bir kimsenin gelini, oğlunun hanımı.

KENNÎ (C.: Ekniyâ) Lâkabdaş kimse, isimleri aynı olan.

KENS Süpürge ile süpürme.

KENTA Bir ot cinsi.

KENTAL Fr. Yüz kilogram ağırlığında bir tartı birimi.

KENUD Çok küfran-ı nimet eden kimse. Çok levm ve küfreden cahud. * Birşey yetiştirilemiyen verimsiz arazi. * Kocasının hukukuna ve iyiliklerine küfran eden nankör kadın. * Yemeğini misafirden sakınarak yalnızca yiyen cimri. * Kölesini, uşağını çok döven kimse. (E.T.)

KENZ şiddet, zorluk, meşakkat.

KENZ Define, hazine. Yer altında saklı kalmış kıymetli eşya, para veya altın gibi şeyler.

KENZ-İ MAHFÎ Gizli hazine.

KENZ SURESİ Fâtiha Suresi.

KEPADE-KEŞ f. Okçuluğa yeni başlıyan.

KEPAN f. Büyük terazi.

KEPAZE İtibarsız, âdi, mübtezel, kıymetsiz kimse. Haysiyetsiz, şerefsiz, rezil. Hürmet ve saygıya müstahak olmıyan. * Tâlim için kullanılır yay.

KEPENEK f. Çobanların giydiği kolsuz ve dikişsiz, keçeden dövülerek yapılan giyecek.

KER' (C.: Küru') Suyu yerinden ağız ile içmek. * Yağmur suyu. * (Kız) erkek istemek.

KER f. Sağır, işitmez. * Kudret, kuvvet. * Maksad ve meram.KERA' : Baldırları ince olmak. * Yağmur suyu.

KERA Uyku, nevm.

KER'A Çocuk seven kadın.

KERA Turna kuşunun erkeği. * Hafif uyku.

KERABİS (Kirbâs. C.) Kumaşlar. Bezler.

KERAD(E) f. Yırtık ve eski elbise.

KERAHE (Kerâhiye) Meşakkat, zahmet, şiddet.

KERAHET İğrenme, iğrençlik, mekruh oluş. İslâmiyetçe iyi sayılmayan şey. * İstenmiyerek, zorla. *Fık: Şer'an yapılmaması sevablı ve hayırlı olan bir şeyin terk edilmeyip yapılması. (Bak: Mekruh)

KERAHETEN Kerahet olarak, makbul olmayarak, istenmiyerek.

KERAHET VAKTİ Güneşin doğuş, batış ve zeval vakti.

KERAHİYYET Mekruh oluş. Kerih ve çirkin olan işin hâli.

KERAİH (Kerihe. C.) Nefret edilecek ve iğrenç şeyler.

KERAKER f. Kuzgun. * Karga.

KERAMAT (Keramet. C.) Kerametler.

KERAME İzzet, şeref. Küp ağzına koydukları tabak.

KERAMEND f. Münasib, muvafık, lâyık, uygun, şayeste.

KERAMET Allah (C.C.) indinde makbul bir veli abdin (yâni, âdi beşeriyyetten bir derece tecerrüd edebilen zatların) lütf-u İlâhî ile gösterdiği büyük mârifet. Velâyet mertebelerinde yükselen bir abdin hilaf-ı âdet hâli. * Bağış, kerem. * İkram, ağırlama.

KERAMET-İ ALEVİYE (R.A.) Hz. Ali Efendimize âid keramet. (Bak: Kaside-i Ercuze)

KERAMET-İ İLMİYE İktisab suretiyle olmayıp, vehbi yani Cenab-ı Hakk'ın atiyyesi olarak geniş bir ilme mazhariyyetten hâsıl olan ilmi keramet. *İlim tahsili ile çok büyük ilim sâhibi olan bir allâmeden çok daha yüksek vâsi' ve hârikulâde bir ilme mazhar bulunan, hem ilmî dehâsı ve fart-ı zekâsı tecrübelerle ve harika eserleri ile sâbit ve müsellem olarak bir ferd-i ferid-i zaman hâlinde zuhur ve iştihar eden ender evliyâullahtan vücuda gelen ve zuhur eden, nur-efşân, hikmetfeşan ilmi kerâmet, ilmî harika. (Z. Gündüzalp)(Velilerde zuhur eden kerametler de Peygamber'in (A.S.M.) Hak olduğuna bir delildir. Çünkü bu veliler ona tabi' olmakla böyle harika hâllere mazhar olurlar. Ş.)

KERAMET-İ KEVNİYE Kudret-i Rabbaniyenin ihsanı ile letâfet kesbedip havada uçmak, uzun yolu kısa zamanda gitmek, bir mü'minin bir sıkıntısı hâlinde Cenab-ı Hakk'a dua edip ind-i İlâhîde makbul bir zâttan yardım istemekle, o zatın, izn-i İlâhi ile o muztar kimsenin imdadına yetişmesi, kale gibi muhkem bir yerde üzerinden kilitli muhkem bir hücresinde hapis olan bir zatın, orada ibadet ve taatla meşgul olduğu bir zamanda görüldüğü halde, aynı zat aynı zamanda çarşıda halk arasında veya câmide görülmesi ve bir zâta şiddetli ve kesretli zehirlemelerle su-i kasdlar yapıldığı halde, ona zehir tesir etmemesi ve ona düşmanları tarafından kurşun isâbet ettirilememesi ve tayy-ı mekân ve bast-ı zaman gibi hârika hallere mazhar olması gibi hadiselere o zatın "keramet-i kevniyesi" denilmektedir. Bu gibi hârika haller Cenab-ı Hak indinde ve Resul-ü Ekrem (A.S.M.) yanında makbul ve mahbub olan ender velilerde zuhur eder. (Z. Gündüzalp)

KERAN Sabah.

KERAN f. Kenar, uç, âhir, son, nihayet.

KERAN TÂ KERAN Bir uçtan bir uca.

KERAR Arap kadınlarının takındıkları boncuk.

KERARİS (Kürrâse. C.) El yazması kitapların sekiz sahifeden ibâret olan formaları.

KERAS Hilyon ve marulca dedikleri ot.

KERASTE f. Kereste.

KERB (C.: Kurub-Küreb) Yeri sürüp aktarmak. * Dar etmek. * Yakın olmak. * Gam, tasa, keder, endişe.

KERBE (KÜRBE) Gam, tasa, endişe.

KERBELA Irakta Seyyid-üş şühedâ Hz. İmam-ı Hüseyin Efendimizin (R.A.) meşhed-i mübârekleri olan yer.(Cibril var haber ver Sultân-ı Enbiyâya.Düşdü Hüseyin atından sahra-yı Kerbelâya) (Kâzım)

KERBELE Ayaklarda olan gevşeklik. Yürüdüğünde balçık içinde yürür gibi yürümek. * Buğday ve arpa gibi hububatın kalburlanması.

KERD Sürmek. * Def'etmek, kovmak. * Boyun.

KERDEM Şişman ve kısa boylu olan adam.

KERDEME Kısa düşman.

KERDESE Bağ, kayd. * Ayağı bağlı olan kimsenin yürüyüşü.

KEREB Kova bağladıkları ip. * Suyu yatıp ağızla içmek. * Hurma ağacının kökü.

KEREBBE Yaz günlerinde kumlu yerlerde biten bir ağaç adı.

KEREBE (C.: Kirâb) Suyun aktığı yer.

KEREFS Kereviz otu.

KEREM Nefaset, izzet, şeref. Al-i-cenâbâne ihsan, inâyet. * Kıymetli şeyleri kemal-i rıza-i nefisle verme. * Mecd ve şeref. *Cenab-ı Hakk'a atfolunursa eltaf ve ihsan-ı İlâhî kasdedilmiş olur. * İnsan hakkında vasıf sureti ile zikrolunursa; mehasin-i ahlâk ve ef'âl kasdolunur.

KEREM ETMEK Müsâade etmek, lutfetmek. Razı olmak.

KEREMGÜSTER f. Cömert, mükrim, kerem sâhibi.

KEREMKÂR f. Kerem eden, ikram eden. Cömert, eli açık olan, bağışlayan.

KEREMPE Yun. Denize doğru uzanan kayalık çıkıntı. * Dağın en yüksek yeri, tepesi. * Geminin baş tarafı.

KEREMPE BURNU Batı Karadeniz kıyısında Cide Kazasının sınırları içinde kalan kara çıkıntısı.

KEREMPERVER f. Kerem sâhibi. Eli açık, cömert. Mükrim.

KEREV f. Örümcek, ankebut.

KEREVET Tahtadan yapılan ve üzerine yatak veya minder konularak yatmağa ve oturmağa yarayan yüksekçe yer.

KERF Hımarın, bevlini koklayıp başını yukarı kaldırması.

KERH İğrenme, hoşlanmayıp tiksinme. * Zorlama. * Bir şey sonradan nâ-hoş ve kerih olmak.

KERHEN İstemiyerek, tiksinerek, zoraki.

KERH Bağdat şehrinde bir mevziin adı.

KERÎ f. Örümcek ağı. * Sağırlık, duymazlık, işitmezlik.

KERÎ Kazmak.

KERİBE (C.: Kerâyib) Katı, sert.

KERİH İğrenç, tiksindirici. * Muharebe ve cenkte olan şiddet. * Pis, çirkin, fena şey. * Nefse kerahetlik vercek kabahat.

KERİH-ÜL MANZAR Görünüşü ve manzarası çirkin ve iğrenç.

KERİH-ÜN NEFES Nefesi ve ağzı pis kokan.

KERİHE (C.: Kerâih) Nefret edilecek, iğrenç şey.

KERİHET Harpte şiddet. * Zahmetli ve meşakkatli olan.

KERİM Her şeyin iyisi, faydalısı. Kerem ile muttasıf olan, ihsan ve inayet sâhibi. Şerefli ve izzetli. Muhterem, cömert, müsamahakâr. (Kur'an-ı Kerim tâbirindeki kerim; muazzez, mükerrem mânâsınadır. Kur'an-ı Kerim'de bu kelime 27 defa geçer ve ancak iki defa Cenab-ı Hak hakkında kullanılmıştır.)

KERİMANE f. Kerim olana mahsus hâlde. Lutfederek. Kerime hâs bir suretde.

KERİME Kız evlâd. * Kendine ikram edilmiş kimse. Şerefli. * Güzide, seçkin, kıymetli şey. * Vücudun kıymettar yerlerinden her biri.

KERİR Boğulmuş ses gibi bir ses.

KERİŞ (C.: Küruş) İşkembe.

KERİYY Kiraya veren veya kiraya alan. (ikisine de ıtlak olunur.)

KERİZ Yoğurtan yapılan keş.

KERKEÇ Eskiden muhasara olunan kaleleri tazyik etmek ve top ve tüfekle dövmek için dışarısına yapılan kule ve tabyalar.

KERKER Karındaş sığır.

KERKERE Tavuğa çağırmak. * Rüzgârın bulutu toplayıp dağıtması.

KERKES f. Akbaba (kuş).

KERKESE Tereddüt etmek, karar verememek.

KERKÜZ f. Delil, işâret, alâmet.

KERM (C.: Kürum) Bağ kütüğü. Asma, üzüm çubuğu.

KERMARİK Ilgın ağacının koruğu.

KERME Etli ve yuvarlak olan uyluk başı.

KERNAF (C.: Kerânif) Hurma ağacının budaklarının aslı. (Kesildikten sonra ağacında bâki kalır.)

KERNAFE (C.: Kürnüf) Dibinden kesilmiş olan hurma ağacının budakları.

KERNEBE Zengin kadın.KERR : Çekilerek yeniden hücum etmek. * Birşeyden vazgeçtikten sonra tekrar ona, o işe yönelmek. * Devlet. * Gemi halatı. * Hurma ağacına çıkmakta kullanılan urgan.

KERRAM Bağcı.

KERRAR Harpte, çekilip tekrar saldırmak. Döne döne saldırmak.

KERRAT Kerreler. Defalar. Çarpım cetveli.

KERRAZ Çobanın torbasını veya dağarcığını taşıyan kuvvetli boynuzsuz koç.

KERRE Bir defa. Bir adet. Bir.

KERREMALLAHU-VECHEHU Allah vechini mükerrem kılsın, meâlinde dua olup Hz. Ali (R.A.) hiç putlara secde ve ibadet etmediği ve çocukluktan beri Allah'a secde ettiğinden, onun ismi anıldığında hürmeten söylenir. (Bak: Aliyy-ül Murtaza)

KERRETAN Sabah ve akşam.

KERRUBÎ Meleklerin büyüğü.

KERRUBİYYUN (Mukarrebûn) Sadece ibadetle meşgul olan melekler. Allah'a en yakın olan melekler. Büyük melekler. Kerubiyyun yalnız hamele-i arştır diyenler olduğu gibi, Kerrubiyyun diyenler de olmuştur. Aslı Kerubiyun'dur.

KERRUS Büyük başlı.

KERR U FERR Muharebede geri çekilerek tekrar hücum etmek.

KERS Kadının hayız görmesi. * Cebretmek, zorlamak.

KERŞ Karın. * İşkembe. * Topluluk, cemaat. * Kişinin çoluk çocuğu veya küçük evlâdı.

KERŞA Karnı büyük kadın. * Parmakları kısa düz taban.

KERŞEB Yaşlı, ihtiyar. * Hali kötü olan kimse. * Kalın ve uzun nesne. * Arslan. * Çok yiyen, obur.

KERUB Allah'a en yakın olan melekler.

KERUBİYYUN (Bak: Kerrubiyyun)

KERV Top oynamak. * Kapı içini taş ile örmek.

KERVAN f. Birbirini takib ederek giden insan veya hayvan sürüsü. Kafile ve hey'etle giden yolcular takımı.

KERVAN (C: Kirvân-Kerâvin) Balıkçıl kuşu.

KERVANSARAY Büyük yollarda kervanların konaklamalarına mahsus büyük hanlar. (Selçuklular ve Osmanlılar devrinde hayır eseri olarak yaptırılmışlardı.)

KERY Kazmak.

KERYAN Uyuyan kişi, nâim.

KERYE Tam olmak, tamam olmak.

KES f. İnsan. Kişi.

KES-İ BÎKESAN Kimsesizlerin yardımcısı.

KE'S Çanak. * Kadeh. Dolu kadeh.

KES' Uzun olmak. * Çok olmak.

KES' El veya ayak ile bir nesnenin arkasına vurmak. * İttibâ etmek, tâbi olmak. * Yemen'de bir kabile adı.

KESAD Alış veriş durgunluğu. Kıtlık. Eksiklik. Verimsizlik.

KESAFET Bulanıklık. Kir. Açık veya berrak olmamak. * Kalınlık, yoğunluk, kesiflik, koyuluk. Şeffaf olmamak.

KESAFET-İ NÜFUS Nüfus çokluğu, nüfus yoğunluğu, nüfus kalabalığı.

KESALET Tembellik. Üşenmek. Uyuşukluk. Rehâvet.

KES'AM Pars (canavar).

KESAN f. Adamlar. İnsanlar. Kişiler.

KESANE f. İnsan gibi. İnsana yakışır şekil ve surette.

KESB Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. * Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi.

KESB-İ KUDRET Kudret ve kuvvet kazanma.

KESB-İ MUÂREFE Bir mevzuda çalışarak ihtisas sahibi olmak. Birbinini tanımak ve alışmak.

KESB-İ SERVET Para kazanma.

KESB-İ ŞER şerli bir işi işlemek veya o işe âlet olmak yahut da tarafdar olmak.

KESB-İ VUKUF Haberi olma. Vukuf sahibi olma. Bilgi edinme.

KESBÎ Çalışmakla kazanılan. Sonradan elde edilen. Doğuştan olmayan. Vehbî olmayan.

KESD Davarı üç parmakla sağmak. * Bir şeyi dişiyle kesmek.

KESE Kısa yol, kestirme yol. * Mc: Mali iktidar, servet. (Para kesesi manasında olan kelime için Bak: Kise)

KES'E Bitmek. * Yüksek olmak.

KESEB Yakınlık, kurbiyet.

KESEL Tembellik. Uyuşukluk. * Yorgunluk. * Ağırlık.

KESELAN Tembellik. Yorgunluk. Uyuşukluk.

KE'SEN DİHAK (Kulpsuz) dolu kadehler.

KESER Hurma çiçeği.

KESES Alt dişleri çenesiyle çıkmak. * Dişleri kısa olmak.

KESF (Güneş veya Ay) ışığını kesme. * Görünmez olma. * Kesmek. * Yaramaz olmak.

KESH Aksaklık.

KESÎ f. Bir kimse.

KESİB Kum tepesi.

KESİD Sürümsüz, geçmez, aranmaz. Bayağı, aşağı.

KESİF Koyu. Çok sık ve sert. Şeffaf olmayan.

KESİL (KESLÂN) (C.: Küsâlâ) Tenbel kimse.

KESİR Çok. Bol. Kesret üzere olan. * Türlü. Çeşitli.

KESİR-ÜL AHBÂB Tanıdıkları, bildikleri çok olan.

KESİR-ÜL EVLÂD Çocukları çok olan. Evlâdı kesir olan.

KESİR-ÜL MÂL Malı mülkü çok olan. Serveti fazla olan. Zengin.

KESİR-ÜL VUKU' Sık sık olan, çok vuku bulan.

KESİR (C: Kesrâ) Parçalanmış, dağıtılmış. Kırılmış.

KESİS Hurma şarabı. * Darı bozası. * Arapların taş üstünde kurutup ve dövüp azık edip yedikleri et.

KESİS Titremek. Deprenmek. * Eğrilik.

KESİSA Avcıların tuzağı.

KESKESE Söylerken sin'i kef'e tebdil edip sin yerine kef okumak. * Çabuk kesmek.

KESLAN Uyuşuk, tembel, gevşek. Yorgun.

KESM Doldurmak. * Ağzına alıp kırmak.

KESM (C: Ekâsim) Bir şeyi eliyle parmaklamak. * Çok miktar atlar.

KESR Kırmak. Parçalamak. Parçalara ayırmak. * Mat: Bir bütünün parçalarından her biri.

KESR-İ ÂDİ Ondalık olmayan kesir. Bayağı kesir. Meselâ: 3/8, 7/20 gibi.

KESR-İ ÂŞÂRİ Ondalık kesir. Mahreci (paydası) 10 veya 10'un her hangi bir kuvvetinden ibaret olan kesir. Meselâ: 0,15 - 0,007 gibi.

KESR-İ HÂTIR Hatır kırma.

KESRA (C: Ekâsire) Acem meliklerinin lâkabı.

KESRE Kur'an-ı Kerim yazısında harfin altına konarak, o harfi "İ" veya "I" diye okutan ve bir adı da "esre" olan işâret.

KESRE-İ HAFİFE "İ" diye okunan kesre.

KESRE-İ SAKİLE "I" diye okunan kesre.

KESRET Çokluk, sıklık. * Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk. (Bunun zıddı kıllettir)(Hayat, kesrette bir çeşit tecelli-i vahdettir. Onun için ittihada sevkeder. Hayat, bir şeyi her şeye mâlik eder. M.)(...Hem bütün âlemlerin Rabbi kesret tabakatında vahdaniyeti ilân etmek istemesine mukabil; en azamî bir derecede bütün merâtib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure O Zâttır. S.) (Bak: Tefekkür)

KESRET-İ ETBA' Tâbi olanların çokluğu. Tarafdarların kesretli oluşu.

KESRET-İ NUKUD Para çokluğu.

KESS Sakal kıllarının sık ve kıvırcık olması.

KESS Alt dişleri çenesiyle çıkmak.

KESSARE Çoğaltan. Artıran.

KESTEL itl. Küçük kale. Hisarcık.

KESUB Çok kazanan ve kesbeden.

KEŞ f. (Keşiden) Çekmek fiilinin emir kökü. Birleşik kelimeler de yapılır. Meselâ: Cefâ-keş $ : Cefâ çeken. Esrar-keş $ : Esrar çeken, esrar içen serseri.

KEŞ Yoğurt peyniri, yağsız âdi peynir.

KEŞ Akılsız, kolay aldanır. Ahmak.

KEŞ' Kalb sıkıntısına uğrayıp huzursuz olmak.

KEŞAH Bir hastalık. (İnsanın böğrüne vâki olur da dağlarlar.)

KEŞAKEŞ f. Münâkaşa, çekişme. * Keder, hüzün, tasa, gam.* Sıkıntı, felâket, ıztırab. * Tereddüt, kararsızlık. * Pehlivanların birbirleriyle mücâdeleleri. * İki kişinin, bir şeyi birer uçlarından tutup, her birinin kendine doğru çekmesi.

KEŞAN (Keş. C.) f. Çekenler, çekiciler. * Çeken, çekerek. Çeke çeke.

KEŞAN Zincirden yular.

KEŞAN BER KEŞAN Çeke çeke, zorla sürükleye sürükleye götürerek.

KEŞAN KEŞAN f. Sürükleye sürükleye, zorla çekerek götürerek.

KEŞAVERZ f. Ekinci, çiftçi. Ekinlik.

KEŞE' Kebap yapmak. * Yemek. * Çok dolu olmak.

KEŞEF f. Kaplumbağa.

KEŞEF Alın saçının ve kâkülün dâire şeklinde yukarı doğru devrik olması.

KEŞENDE f. "Çeken, çekici" mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapmakta kullanılır. Meselâ: (Mihnet-keşende: Mihnet çeken.) * Dayanan, tahammül eden, mütehammil.

KEŞF Açmak. * Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana çıkarılması.

KEŞF-ÜL KUBUR Kabirdeki ölünün hâlinden anlamak. Ölünün azab çekip çekmediği ve sair bazı hususların bâzı veli kimselerce bilinmesi.

KEŞF-İ RÂZ f. Gizli bir şeyi meydana çıkarmak, açıklamak. * Sır toplamak, casusluk etmek.

KEŞFÎ Keşifle alâkalı.

KEŞFİYAT (Keşf. C.) Keşifler. Bulup meydana çıkarılan şeyler. * Cenâb-ı Hakkın ihsan ve ilhamı ile evliyâullahın, hususan evliya-ı izâm hazeratının ve hasseten Kur'ân-ı Hakimin irşadı ile ve feyzi ile Rüesâ-i Evliyâ ve Server-i Kâinat olan Peygamberimiz Resul-i Ekrem (A.S.M.) Efendimizin dersi ile ferd-i ferid-i a'zam makamının zirve-i âlisine yükselen büyük hâdinin vâkıf oldukları mâziye, hâle, istikbale müteallik, kevni, mânevi sırlar, keşifler. (Z. Gündüzalp)(S - "Keşfiyat-ı fenniye ve fünun-u hâzıra eski insanlara meçhul ve gayr-i me'luf olduğundan, onları onlara ders vermek hatadır." diyorsun. Bilhassa âhirete ait ahval gibi müstakbeldeki nazariyat da böyle değil midir? Onlar da bize meçhul ve gayr-i me'lufdurlar. Onlardan bahsetmek ne için hata olmuyor?C - Müstakbeldeki nazariyat, bilhassa âhirete ait ahvale hiç bir cihetle hiss-i zâhiri taalluk etmemiştir ki, o hissin hilâfını söylemek şaşırtma olsun. Binaenaleyh, o gibi şeyler, dâire-i imkândadırlar. Öyle ise, onlara itikad ve onlar ile itmi'nan peyda etmek mümkündür. Öyle ise, o gibi şeylerin hakk-ı sarihi, onları tasrih etmektir. Lâkin keşfiyat-ı fenniye; eski insanlara göre, imkân ve ihtimal dairesinden çıkıp, muhal ve imtina derecesine girmişlerdir. Çünkü gözleriyle gördükleri şeyler, onlarca bedahet derecesine girmekle, onun hilâfı onlarca muhaldir. Öyle ise, onların hissiyatına hürmeten, o gibi mes'elelerde belâgatın iktizası, ibham ve ıtlaktır ki, onlara bir şaşırtma olmasın. Fakat Kur'ân-ı Kerim, irşadını noksan bırakmamıştır. Bu zamanın fencilerini de istifadeden mahrum etmemek üzere, çok karine ve emareleri vaz'iyle, hakikatlara işaretler yapmıştır.Ey insafsız! Seni insafa davet ediyorum. Bir kere $ olan meşhur düsturu nazara almakla, zamanlariyle muhitlerinin müsaadesizliğini düşünerek, telâhuk eden binlerce efkârın neticelerinden doğan şu keşfiyat-ı fenniyeyi o zamanlardaki insanların kafa mideleri alıp hazmedemediklerine dikkat edersen anlayacaksın ki; Kur'an-ı Kerim'in o gibi meselelerde ihtiyar ettiği ibham ve ıtlak yolu, ayn-ı belâgat olduğu gibi, yüksek i'cazını da isbata âşikâr bir delil olduğunu gözün kör değilse göreceksin. İ.İ.)

KEŞFİYAT-I FENNİYE Fen ve ilmin keşifleri. (Telefon, radyo, uçak gibi.)

KEŞHAN (KİŞHÂN) Deyyus.

KEŞİDE f. Çekilen, çekilmiş. Çekmek. * Tartılmış. Dizilmiş. Tertibedilmiş. Yazılmış.

KEŞİDE-KAMET f. Uzun boylu.

KEŞİH (C: Küşuh) Perâkende olmak, parça parça dağılmak. * Böğür. * Cânip, taraf.

KEŞİŞ Ayı avazı. * Deve avazı.

KEŞİŞ f. Papaz. Manastır rahibi. (Arabçası: Kıssis)

KEŞİŞÂN (Keşiş. C.) Papazlar, manastır rahibleri.

KEŞİŞÂNE f. Keşişe yakışır yolda. Papaza uygun şekil ve surette.

KEŞİŞHÂNE f. Kilise, manastır.

KEŞK Kavi, kuvvetli, sağlam. * Kabuğu çıkmış arpa. * Arpa suyu. * Yoğurt keşi.

KEŞKEK Haşlandıktan sonra kurutulmuş buğday.

KEŞKEŞE Şin harfini kef gibi okumak. * Yılan ötüşü.

KEŞMEKEŞ f. Kararsızlık. Karışıklık. Tereddüd. Kavga. Çekişme.

KEŞNİ f. Koruluk, orman.

KEŞR Gülünce dişlerin görünmesi.

KEŞŞAF Keşfeden. Gizli şeyleri bulup meydana çıkaran. * Meşhur bir tefsir ismi. * İzci.

KEŞT Seyir ve temâşâ etmek. Gezmek. * Hanzale.

KEŞT Soymak. * Keşfetmek. * Fazlalığı kesmek. Koparmak. * Açmak. Deriyi yüzmek. * Yüzden perdeyi kaldırmak.

KEŞTÎ f. Gemi, sefine.

KEŞTÎ-İ GAM Gam gemisi. * Mc: Bu dünya.

KEŞTÎBAN f. Gemici, kaptan.

KEŞTÎGÂH f. Liman. Gemilerin barındığı yer.

KEŞTÎGER f. Gemi yapan veya tamir eden kimse.

KEŞTÎNİŞİN f. Gemide oturan. Gemide bulunan kimse.

KEŞTİTE Yuvarlak karpuz.

KETAİB (Ketibe. C.) Askerler, neferler, erler. Alaylar, birlikler.

KETB Yazma. * Toplama, cem'etme. * Dikme.

KETD (KİTD) Bir yıldız adı. * Omuzlar ile sırt arası.

KETEBE Kâtibler. Yazıcılar. * Bir hattatın yazdığı eserinde imza yerinde "Ketebehu; Onu yazdı" mânasında kulllanılır.

KETER (C: Ektâr) Kadr, mertebe, derece.

KETF Omuz. Omuz kemiği. * Parça parça kesmek ve bağlamak.

KETH Kesbetmek. Çalışmak, kazanmak. Amel ve sa'yetmek.

KETİB Dikici, diken.

KETİBE Asker bölüğü. Ordudan ayrılmış toplu alay. Düşmana çapul eden birkaçyüz kişilik süvari kolu.

KETİBEPERVER f. Askeri koruyan ve seven. Asker yetiştiren.

KETİF (Kitf-Ketef) (C.: Ektâf) Omuz. * Kürek kemiği, omuz küreği.

KETİFE Hased. * Kapıya çakılan yassı büyük demir kilit.

KETİT Deve avazı. * Sığır avazı.

KETİTE Sinir.

KETİZ Yemeği çok yeyip karnını iyice dolduran kişi.

KETKAT Kelâmı çok olan, sözü çok olan, fazla konuşan.

KETKETE Kahkaha derecesinden azca gülmek. * Toy kuşunun sesi.

KETM Saklamak. Gizlemek. Sır tutmak. Söylememek.

KETM-İ ESRÂR Sırları saklama.

KETM-İ NÜFUS Kendini göstermeme. Saklama.

KETN Kir, pas.

KETT Zayıf vücutlu kimse. * Mal kazanıp yığan.

KETTAN Keten.

KETUM Sır saklayan. Herkese her şeyi konuşmayıp sırrını belli etmiyen. * Her şeyi gizleyen.

KETUMANE f. Ketum olup ağzı sıkı olan, herşeyi söylemiyen kimseye yakışır surette.

KETUMİYYET Ketumluk. Ağız sıkılığı. Sır vermemeklik.

KEU' Korkak olmak.

KEÛD Meşakkatli sarp yokuş.

KEV' Vurmak. * Korkmak.

KEVA' Bileğin çıkması. * Bilek kemiği.

KEV'A Eli bileğinden eğri olan kadın. (Müz: Ekvâ)

KEVAHİL (Kâhil. C.) Sırtlar, arkalar. * Gayretsizler, uyuşuklar, tembeller.

KEVAHİN (Kâhin. C.) Kâhinler. Falcılar. Gaibten haber verenler. * Alimler.

KEVAİB (Kâib. C.) Yeni yetişmiş turunç memeli kızlar.

KEVAKİB (Kevkeb. C.) Yıldızlar.

KEVAKİB-ŞİNÂS f. Müneccim.

KEVALİK Kısa boylu.

KEVAR(E) f. Meyve veya üzüm küfesi. * Bal arısı gömeci, petek. * Geceleri havada peyda olan bulut. Sis.

KEVD Yakın olmak.

KEVDEN (C.: Kevâdân) Semerli at. * Akılsız, ahmak, düşüncesiz.

KEVH Gâlip olmak.

KEVKEB Yıldız. * Parıldamak.

KEVKEB-İ DERRÎ Parlak yıldız.

KEVKEBE f. Fevkalâde tantana. İhtişam, debdebe, şöhret.

KEVKEBE Necim, yıldız. * İnsan cemaatı. Süvari alayı.

KEVKEBÎ Yıldıza ait, yıldızla ilgili.

KEVLAN Kandıra adı verilen ot.

KEVLEM Fülfül denilen karabiber cinsi.

KEVMA Büyük ökçeli dişi deve.

KEVMAH Dübürü büyük kimse.

KEVME Küme.

KEVN Hudus. Varlık, var olmak. Vücud, âlem, kâinat. Mevcudiyet.

KEVNEYN İki âlem. Dünya ve Ahiret.

KEVNÎ Oluşa ait ve müteallik. Kâinat ilmine dair. Varlıkla alâkalı.

KEVNİYYAT Kâinat ilmi, kozmoloji. * Mevcudat, varlıklar. Vücuda gelmeler.

KEVN Ü FESÂD Var olup sonra bozulmak.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   91   92   93   94   95   96   97   98   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin