Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə129/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   125   126   127   128   129   130   131   132   ...   181

NEVCET Fırtına.

NEVCİVAN f. Genç, delikanlı.

NEVCİVANÎ Gençlik, delikanlılık.

NEVDEL Sarkık ve sülpük olmak.

NEVE Torun.

NEVED f. Doksan. 90

NEVEND (Nevende) f. Postacı. Atlı postacı. * Hızlı giden at.

NEVERD f. Dönen, gezen, dolaşan.

NEVESAN Kımıldama, hareket etme.

NEVEY (Nevât. C.) Çekirdekler.

NEVEYAT (Nevâ) Nüveler, çekirdekler.

NEVF (C.: Envâf) Hörgüç. * Uzun ve yüksek olmak.

NEVFEL Deniz, derya, bahr. * Atâsı çok olan kişi. Çok bahşiş dağıtan.

NEVFELE Tuzluk.

NEVFER Nilüfer çiçeği.

NEVGÜŞADE f. Yeni açılmış.

NEVH Yükseltmek, yüceltmek. * Kuvvetli ve kavi olmak.

NEVH (NEVHA) Ağıt etmek. * Bağırıp çağırarak sesle ağlamak.

NEVHA Ölüye sesli ağlamak. * Nağme ile güvercin ötmesi.

NEVHAST Taze ve genç hayvan.

NEVHAT Sakalı yeni çıkmış genç.

NEVHEVES (C.: Nevhevesân) f. Bir işe yeni olarak ve büyük bir hevesle başlayan. * Sık sık iş değiştiren. Hevesi çabuk geçen.

NEVHİZ f. Genç, taze. * Yeni çıkmış, yeni yetişmiş.

NEV'Î Nev'e ait, çeşit ile alâkalı.

NEVİ f. Yenilik.

NEV-İ BEŞER (Bak: Nev')

NEV-İCAD f. Evvelce yok iken sonradan yapılmış. Yeniden meydana getirilmiş.

NEVİD f. Müjde, beşaret, iyi ve sevinçli haber.

NEVİN f. Yeni, yepyeni, yeni şey.

NEV-İNAN f. Acemi at, bineğe yeni alıştırılan at.

NEVİS Kuvvet.

NEV'İ ŞAHSINA MÜNHASIR Sadece şahsına benzer çeşit, başka benzeri olmayan. Eşi bulunmaz olan.

NEVK f. Sivri uç.

NEVK-İ MÜJGÂN Kirpiklerin ucu.

NEVKA Ahmak, akılsız kimse.

NEVKAR f. Acemi. İşe yeni başlamış.

NEVL Yolcuların verdiği vapur parası. Gemi kirâsı. * Bahşiş, atiyye.

NEVM Uyku. Uyumak. Rüya. * Sönmek. Sükun. (Bak: Kaylule)

NEVM-ÂLUD Uykulu, uykuya bulaşmış, uyumuş.

NEVMÎ Uyku ile alâkalı, uykuya âit.

NEVMİD f. Ümidsiz, me'yus, mükedder, cesareti kırılmış.

NEVMİDÂNE f. Ümitsizce, kederli ve ümidsiz olarak.

NEVMİDÎ Ümidsizlik, cesaret kırıklığı.

NEVNİHAL f. Taze fidan, yeni filiz.

NEVNİYAZ f. İşe yeni başlayan.

NEVPEYDA f. Yeni çıkma.

NEVR (C.: Envâr) Parlaklık. * Ağaç çiçeği. Tomurcuk.

NEVRAH f. İlk olarak seyahata çıkan. Yeni yolcu. * Yeni yol.

NEVREC (Nevâric) Kağnı.

NEVRED f. Gezen, yol alan, dolaşan.

NEVRES (Nevrese) f. Yeni yetişmiş, yeni yetişen, yeni biten. * Genç, taze.

NEVRES Su kuşlarından mavi renkli bir kuştur; başının yarısı siyah yarısı beyaz olur; güvercin büyüklüğündedir. Su üstüne yakın uçar ve balık gördüğü gibi kapar.

NEVRESİD f. Yeni yetişmiş, yeni yetişme.

NEVRESİDE f. Yeni yetişmiş, yeni yetişme. * Tâze, genç.

NEVRESİDEGÂN (Nev-reside. C.) Yeni olgunlaşmağa başlamış olanlar, yeni yetişmeler. Gençler, tazeler.

NEVRESM f. Yeni çıkma. * Yeni moda.

NEVRESTE (C.: Nevrestegân) f. Yeni yetişmiş, yeni bitmiş, yeni meydana gelmiş, yeni hâsıl olmuş.

NEVROZ Fr. Tıb: Sinir sistemi bozukluğu. Sinirlilik hastalığı.

NEVRUZ f. Yeni gün. İlkbahar. Baharın ilk günü sayılan ve güneşin Hamel (Kuzu) burcuna girdiği 22 Marta rastlayan gün. Bu tarihte gece ve gündüz müsâvi olur. İranlıların yılbaşısıdır.

NEVRUZİYE Nevruz gününe âit olan. Hususan o gün için yazılan, söylenen manzume.

NEVRÜSTE f. Yeni yetişme.

NEVS Tehir etmek, sonraya bırakmak. * Kaçmak, firar etmek. * Vahşi hımar, yabani eşek.

NEVS Asılmış olan bir şeyin hareket etmesi, sallanması. Hareket etme. Deprenme.

NEVSALE f. Genç. Küçük. Tâze.

NEVSEFER f. Yeni yolculuğa çıkan.

NEVŞ Bir şeyi el uzatıp almak ve istemek. * Yürümek. * Sür'atle deprenip kalkmak. * Alıp yemek.

NEVŞAH f. Yeni dal. * Yeni bitmiş geyik boynuzu.

NEVŞE f. Genç hükümdar. * Yeni damat.

NEVŞÜKÜFTE f. Yeni açılmış (çiçek).

NEVT (C.: Envât-Niyât) Bir yere asma. Kaldırma.

NEVTA Göğüste olur bir verem.

NEVTÎ Gemici.

NEV'UMMA Bir derece, bir suretle.

NEV'UN MÜNHASIRUN FİŞ-ŞAHS Nev'i şahsına münhasır. Başka bir benzeri olmayan.

NEVÜR Çivit. * Damga için kullanılan içyağı isi.

NEVVAB Nâiblik eden. Birinin yerine vekil olarak iş gören.

NEVVAH(E) Ağlayan, çığlık koparan.

NEVVAR(E) Nurlu, aydın. Aydınlık.

NEVZ (C.: Envâz) Dere, vâdi.

NEVZAD f. Yeni doğmuş. * Yeni doğmuş çocuk.

NEVZEMİN f. Yeni çeşit, yeni tarz.

NEVZUHUR f. Yeni çıkma. Yeni zuhur etme.

NEY Kamıştan yapılan damaksız düdük. * Kamış kalem. * Mc: Kâmil insan. * Farsçada : Yokluk. (Bak: Nay)

NE'Y Uzak olmak.

NEY' Susuzluk. * Meyletmek, eğilmek.

NEYB Dişle ısırmak.

NEYÇE f. Küçük ney.

NEYDELAN Kâbus denilen ağırlık ki uyku arasında olur.

NEYELAN İsteğe ulaşma. Arzulanan şeye vâsıl olma.

NEYFAK Tilki derisinden olan kürk.

NEYH Vücudun kemikleri taze iken pekişmek.

NEYİSTAN f. Kamışlık, sazlık.

NEYK Cima etmek.

NEYL Merama erme. İsteğe ulaşma. * Ulaşılan şey.

NEYNÜFER Nilüfer çiçeği.

NEYPARE f. Kamış parçası.

NEYRENC (C.: Neyrencât) Tılsım.

NEYRENCÂT (Neyrenc. C.) Tılsımlar.

NEYRİB Koğuculuk, dedikoduculuk.

NEYRUZ Yaz günü.

NEYSEB Karıncaların birbirine bitişerek yol almaları.

NEYSİTAN f. Sazlık, kamışlık.

NEYŞEKER f. Şeker kamışı.

NEYT Cenaze. * Ölüm. * Duâda tazarru etmek. * Tıb: Kalbin asılı olduğu damar. * Derinliği adam boyu miktarı olan kuyu.

NEYT İnlemek. * Şiddetle teneffüs etmek.

NEYTAL (C: Neyatîl) Belâ, musibet, felâket, meşakkat. * Kova. * İçki ölçeği.

NEYY Pişmemiş çiğ et vs. * Devenin semiz olması. * Semiz ve besili deve.

NEYYİF Küsur. Ziyade. Artık. Fazla. * İhsan. * Yakın.

NEYYİR (Nur. dan) Nurlu, parlak, ışıklı cisim. * Yıldız. Cisim halindeki nur. * Güneş, şems.

NEYYİR-İ ASGAR Ay. Kamer.

NEYYİR-İ A'ZAM Güneş, şems.

NEYYİRAT (Neyyir. C.) Nurlular, nur saçanlar.

NEYYİREYN Cisimlenmiş iki nur, yâni: Güneş ile Ay.

NEYZ Çok olmak.

NEYZAR f. Kamışlık, sazlık.

NEZ' Halkı birbirine düşürmek, ifsâd, bozmak.

NEZ' Çekip koparmak, ayırmak. * Can çekişmek. * Çekip almak. Kuyudan kovayı çekip çıkarmak. * Saymak. * Kaldırmak, yok etmek.

NEZA' Başta, alnın iki yanında saç olmayan açık yer.

NEZAFET Temizlik, paklık, pakizelik.

NEZAHET Ahlâk temizliği, temizlik. * İncelik, rikkat.

NEZAİR (Nazire. C.) Nazireler, benzerler, emsâl olanlar.

NEZAKET Naziklik, incelik, zariflik. Kaba olmamak. Edeb, terbiye.

NEZALE Sefillik. * Hasislik.

NEZARET (T) (Nazar. dan) Bakmak, seyir, bakış. * Nâzırlık etmek. Göz etmek. * Tenezzüh. * Reislik. * Vekillik, nâzırlık, bakanlık.

NEZARE Azlık. Kıllet.

NEZARE Korkutmak.

NEZARET (Nedâret) Tazelik. Parlaklık. Letafet.

NEZAZA Az olmak, kıllet. * Her nesnenin bakiyyesi, artığı ve âhiri.

NEZB Çağırmak. * Ses, sadâ, savt.

NEZD f. Yan. Yakın. Karib. * Göre, nazarında, fikrince. (Arapçadaki "ind" mânâsındadır)

NEZDİK f. Yakın, karib.

NEZE Hafif deve.

NEZEL Menzil, mekân.

NEZELE Akmak, seyelan.

NEZEVAN Atlama, sıçrama.

NEZF Kuyunun suyunu tamamen boşaltma. * Aklı gitme, sarhoş olma. Zevâle gitme.

NEZG İfsad etmek, halk içine fitne ve fesad bırakmak. Vesvese.

NEZGA Taan etmek, çekiştirmek.

NEZH (Nezih) Nezihlik, temizlik, saflık. * Hiçbir kötü hareketi olmamak. * Kerim, pak, pâkize.

NEZİA (C.: Nezâyı') Aşiretinden başkasına nikâhlanmış olan kadın.

NEZİB (NEZÂB) Geyik ve sair hayvanların cima zamanı çıkardıkları ses.

NEZİF (Nezf. den) Çok kan kaybından kuvvetsiz kalan kimse. * Sarhoş kimse.

NEZİH (Nezihe) Pâk, temiz. (Bak: Nezh)

NEZİHÂNE f. Temizce, iyice, güzelce.

NEZİL Misafir. İnen, konan.

NEZİL Menzil, mekân.

NEZİR (Nezr. den) Bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı vermek. İlerdeki hesap için korkutmak. ("Beşir" in zıddıdır) * Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın bir vasfı olup Allaha (C.C.) inanıp itaat etmeyenlere cehennemden haber verdiği için "Nezir" denmiştir.

NEZİRE Nezredilmiş olan şey, adak.

NEZK Yaramaz söz. * Süngü ile vurmak.

NEZK $ Hafiflik. * Acele. * Sebkat.

NEZLE (C.: Nevâzil) Burnun akmasını mucib olan hastalık. * Vücudun herhangi bir organından cerahat veya başka bir maddenin akması.

NEZR Adak adamak. * Fık: Cenab-ı Hakka ta'zim için mübah bir fiilin yapılmasını deruhde etmek, öyle bir işin yapılmasını kendi nefsine vacib kılmaktır.

NEZR Suâlde ısrar etmek. * Az miktar, azlık.

NEZUR Evlâdı az olan kadın.

NEZV Sıçramak.

NEZZ Hafif zeki kimse. * Susuz nadas.

NEZZAM Nizâm veren, düzenleyen, tertipleyen.

NEZZARE Seyirci, seyreden, bakan. Nezaret eden, müfettiş, mürakabe ve kontrol eden. Vekillik eden.

NIHLE (C.: Nihal) Millet. * Yol. * Diyânet. * Bahşiş, atâ. * Dâva.

NIHV (NİHÂ) (C.: Enhâ) Tulum. Yağ tulumu.

NIKBE (C.: Nakıb) Zarar ve ayıp verecek derece eziyet.

NIKK Kurbağa sesi.

NIKMET (Bak: Nikmet)

NIKRİS (Nıkrîs) (C.: Nekaris) Ayak ağrısı.

NIKY İlik.

NI'ME (C.: Niam) Mal. * Sanat.

NISA' Bir cins beyaz elbise.

NISAF Bir şeyi tam olarak ikiye bölme.

NISF Yarım, yarı.

NISF-I KUTR Dairenin merkezinden geçen ve onu iki eşit kısma ayıran doğru çizginin yarısı. Yarı çap.

NISF-ÜL LEYL Gece yarısı.

NISF-ÜN NEHAR Öğle vakti, gündüzün ortası. * Meridyen.

NISFET (Bak: Nasfet)

NISFİYET Yarımlık. Yarı yarıya bölme.

NISH (NISÂH) Terzilik. * Bir şeyi temizleyip yaramazını içinden çıkarıp hâlis yapmak.

NIT' Ağız tavanının pütür yerleri.

NITAB Baş. * Boyun damarı.

NITAF Ter.

NITNIT Uzun boylu adam.

NIZAR (C.: Nuzarâ-Nizâr) Her nesnenin misli ve benzeri. Nazir.

NIZV (C.: Nuzuv, Enzâ') Gitmek. * Sebkat etmek. * Kesmek, kat'etmek. * Çekip çıkarmak. * Bırakmak. * Zayıf deve. * Eski elbise.

Nİ f. Nefy edatıdır. (Bak: Na-Ne)

NİAC (Na'ce C.) Dişi koyunlar.

NİAL (Na'l. C.) Ayakkabılar, pabuçlar. * Hayvanların ayaklarına çakılan demirler, nallar.

NİAM (Ni'met. C.) İyilikler. Yiyecekler. Nimetler. * Hidayetler.

NİAM-I ESASİYE Esas nimetler, en lüzumlu maddeler. İman, din gibi en kıymetli İlâhi ihsanlar.

NİBAH Köpek havlaması.

NİBAL Küçük tepe. * (Nebl. C.) Oklar.

NİBRAS (Süryânice) Lâmba, çıra.

NİBZ Hurma ağacının dış kabuğu.

NİCAD Kılıç bağı.

NİCAF Kapının üst eşiği.

NİCAR Asıl.

NİDA' Seslenmek, çağırmak, haykırmak, bağırmak. Ses vermek. * Gr: ünlem (!)

NİDAL (Nizâl) Özür beyan ederek bir zararı def etmek.

NİDD Aynı, eş. Benzer, denk.

NİDRE Et parçası.

NİFA' Menfaat, fayda.

NİFAK Müslüman gibi görünüp kâfir olmak. İki yüzlülük. * Bozuşukluk, ara açılmak. * Dinde riyâ etmek. * İhtiyaca sarf olunacak şeyler.

NİFAKÎ Nifakla alâkalı.

NİFAR İntikal etmek, göçmek. * Dağılıp kaçmak. * Ürkme, korkma, çekinme. * Nefret gösterme.

NİFAS Yeni doğurmuş kadının hâli. Loğusalık. Böyle bir kadına "Nüfesâ" da denir. Hanefi Mezhebine göre bu hâl kırk gün devam eder.

NİFAZ Çocuğa sarılan bez. Çocuk bezi.

NİGÂH (Nigeh) f. Bakmak, nazar etmek. Bakış.

NİGÂH-I GAZAB Öfkeli bakış, kızgınlık bakışı.

NİGÂH-I HAYRET Hayret bakışı.

NİGÂH-I TEDKİK Araştırma bakışı, tedkik etme nazarı.

NİGÂH-I TEGAFÜL Hâli ve gayeyi anlamazlıktan gelen bakış.

NİGÂHBAN Bekçi. Gözcü. Gözleyen.

NİGÂHBANÎ f. Bekçilik, gözcülük.

NİGÂHDAR f. Bekçi, gözcü. * Koruyucu, muhafaza eden, saklayıcı.

NİGÂL f. Ateşli kömür parçası.

NİGÂR f. Güzel yüzlü sevgili. * Nakış. Resim. * Nakşeden. * Put, sânem. * Resmi yapılmış, resmedilmiş.

NİGÂRENDE f. Ressam.

NİGÂRHANE f. Resim ve heykeller bulunan yer. Resim ve heykel sergisi. * Ressamların çalıştıkları atölye. * Puthâne. * Güzelleri çok olan yer.

NİGÂRİN f. Resim gibi güzel sevgili. * Resimlerle ve nakışlarla süslü.

NİGÂRİSTAN f. Resim ve heykel sergisi. * Güzelleri çok olan yer. * Puthane.

NİGÂRİŞ f. Resim yapma. Tasvir yapma.

NİGÂŞTE f. Resmolunmuş. Musavver. * Yazılmış.

NİGEH (Bak: Nigâh)

NİGEHBÂN f. Gözcü, gözetici, bekçi.

NİGEHBÂNÎ f. Bekçilik, gözcülük.

NİGEHDÂR f. Gözcü, bekçi. * Saklayıcı, koruyucu.

NİGEH-ENDÂZ f. Bakan, bakıcı, bakıveren.

NİGERAN f. Bakıveren, bakıcı.

NİGİN f. Mühür, hâtem. * Yüzük.

NİGİNDÂN f. Yüzük mahfazası, yüzük kutusu.

NİGİNSÂY f. Mühür kazıcı. Hakkak.

NİGU f. Güzel, iyi, hasen.

NİGUHÂH f. Hayır temenni eden, iyilik isteyen.

NİGUHİDE f. Çekiştirilmiş, zemmolunmuş, gıybet edilmiş.

NİGUHİŞ f. Çekiştirme, gıybet, zemm.

NİGUN f. Tersine dönmüş, altüst olmuş, başaşağı. * Ters, uğursuz, aksi.

NİGUNBAHT f. Tâlihi ters dönmüş, tâlihsiz, şanssız.

NİGUNSÂR f. Başaşağı.

NİH f. (Nihâden: "Koymak" mastarından emir kökü) Koy. * Memleket, şehir, belde.

NİHA (NİYÂHA) Yas tutmak.

NİHAB (Nehb. C.) Çapullar, yağmalar.

NİHAD f. Huy, tabiat, hilkat, bünye, yaratılış.

NİHADE f. Konmuş, konulmuş.

NİHADÎ f. Yaradılışta olan, fıtrî.

NİHAF (Nahif. C.) Cılız, zayıf kimseler.

NİHAÎ (Nihâiye) Sona ait, son ile alâkalı, sonuncu.

NİHAL f. Taze, düzgün. Fidan, sürgün.

NİHAL-İ ZARİF İnce, güzel dal.

NİHALAN (Nihal. C.) f. Taze fidanlar, sürgünler.

NİHALE f. Yeni, taze fidan. * Avcı korkuluğu. * Sahan altlığı. * Döşenecek şey. Döşeme.

NİHALÎ f. Sahan altlığı.

NİHALİSTAN f. Fidanlık.

NİHAN f. Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. * Sır.

NİHANHANE f. Saklanacak yer. Mağara, bodrum, mahzen.

NİHANÎ f. Gizlilik, saklılık.

NİHAS Asıl. Tabiat.

NİHAS Kağnı tekerleğinin etrafına takılan çenber, yuvarlak demir. * Kavafların kullandığı nesne.

NİHAVEND İran'ın batı tarafında meşhur bir şehir adı. * Musikide bir makam.

NİHAVENDÎ f. Nihavend şehrine ait. Nihavendli.

NİHAYET Son, uç, son derece. * Çok.

NİHAYET-İ AZM Kemik ucu.

NİHAYET-ÜL EMR İşin nihayetinde, işin sonunda. Netice.

NİHAYET-ÜN NİHAYE En sonunda. Akıbet.

NİHAYET-PEZİR Son bulan. Nihâyet bulur olan.

NİHLE Cenab-ı Hakk'ın ihsanı. Atıyye. * Millet. * Yol. Tarik. * Diyânet. Mezheb.

NİHRİR (C.: Nahârir) Tecrübeli, bilgili, fâzıl, âlim, mâhir kimse.

NİHVAR f. Gururlu, kibirli, kendini beğenmiş adam.

NİHY Gölcük.

NİJAD f. Nesil, soy, neseb. * Cibilliyet, tabiat.

NİJM f. Bazı kış sabahları inen koyu sis.

NİK f. İyi, güzel, hoş.

NİK Ü BED İyi ve kötü.

NİK (C.: Niyâk) Dağın yüksek yeri, dağ tepesi. * Kızgın, hiddetli, gadaplı kimse.

NİKAB Yüz örtüsü, peçe, perde.

NİKABE (NEKABE) Kâhyalık. * Ululuk.

NİKÂBET Rüzgârın ters yönlerden esmesi.

NİKÂH Evlenme. Şeriata uygun şekilde evlenme. * Resmi evlenme muâmelesi. (Bak: Mücâhede)

NİKÂH-I DÂHİLÎ İçerden evlenme, akrabadan kız alma.

NİKÂH-I HÂRİCÎ Dışardan evlenme, akraba hâricinden kız alma.

NİKÂH-I MUT'A Bir zamanlık, geçici nikâh olup meşru değildir.

NİKÂH-I SAHİH Sıhhat şartlarını cami' olan nikâh.

NİKAHTER (Nik - ahter) f. Tâlihli, şanslı, mutlu.

NİKÂL f. Ateşli kömür parçası.

NİKÂL Dizgin demiri.

NİKAL Devenin suyu içip gittikten sonra gelip yine içmesi.

NİKAM (Nikmet. C.) İntikamlar, öc almalar.

NİKAN (Nik. C.) f. İyiler, iyi kimseler.

NİKAR İnat. Kin.

NİKAŞE Nakış yapma san'atı. Nakışçılık.

NİKAT (Nokta. C.) Noktalar.

NİKÂT (Nükte. C.) Nükteler. İnce mânâlar. * İnce mânâlı, şakalı ve zarif sözler.

NİKÂYET Düşmanı kılıçtan geçirme.

NİKBAHT (Nîk-baht) f. Bahtlı, tâlihli, şanslı.

NİKBAZ (Nîk-bâz) f. Davranışları ve işleri iyi olan.

NİKBİN (Nîk-bin) f. İyi gören, iyimser, her şeyi iyi tarafından gören.

NİKDA Yaş kanbel otu.

NİKENDİŞ (Nîk-endiş) f. Her vakit iyilik düşünen. Herkesin iyiliğini istiyen.

NİKFERCAM (Nîk-fercâm) f. Sonu, âkıbeti hayırlı ve iyi olan.

NİKHASLET (Nîk-haslet) f. Ahlâkı ve huyu iyi olan.

NİKHU f. Güzel huylu, iyi huylu.

NİKÎ f. İyilik, iyi olma.

NİKKİRDAR (Nîk-kirdâr) f. Hareket ve davranışları iyi ve beğenilir olan.

NİKL (C.: Enkâl) Köstek. * Kayd. * Dizgin demiri.

NİKMANZAR (Nîk-manzar) f. Görünüşü ve manzarası güzel olan.

NİKMET Şiddetli ceza. Hoş olmayan muamelelerle olan mücâzat.

NİKNAM f. İyi nam kazanmış, iyi ünlü.

NİKNİHAD (Nîk-nihâd) İyi huylu.

NİKS Ters doğan çocuk. * Zayıf ve cılız adam.

NİKS Elbisenin ve örülmüş şeylerin eskilerini bozup gidermek, tekrar yine iplik yapmaya kabil olanı ip eğirip yenilemek.

NİKTER (Nik-ter) f. Çok beğenilmiş, çok iyi.

NİK-TERİN f. Çok iyi, hepsinden iyi olan.

NİKU Güzel, iyi, hoş.

NİKUBAHT f. Bahtı açık.

NİKUKÂR f. İşleri doğru ve iyi olan, iyi işli.

NİKUYÎ f. Güzellik, iyilik.

NİKZ (C.: Enkaz) Bina yıkıntısı.

NİL Vesime adı verilen boya otu. * Çivit boyası.

NİL Mısır'ın bir nevi hayat menbaı olan en büyük nehrinin ismi.(Nil-i mübarek, Cebel-i Kamer'den çıktığı gibi, Dicle'nin en mühim bir şubesi, Van vilâyetinden Müküs nahiyesinden, bir kayanın mağarasından çıkıyor. Fırat'ın da mühim bir şubesi, Diyadin taraflarında bir dağın eteğinden çıkıyor. Dağların aslı, hilkaten bir madde-i mâyiadan incimad etmiş taşlar olduğu fennen sabittir. Tesbihat-ı Nebeviyyeden olan: $ kat'i delâlet ediyor ki: Asl-ı hilkat-i arz şöyledir ki: Su gibi bir madde, emr-i İlâhî ile incimad eder, taş olur. Taş, izn-i İlâhî ile toprak olur. Tesbihteki arz lâfzı, toprak demektir. Demek o su, çok yumuşaktır; üstünde durulmaz. Taş çok serttir, ondan istifade edilmez. Onun için Hakîm-i Rahîm, toprağı taş üstünde serer, zevilhayata makarr eder. S.)

NİLE f. Çivit.

NİLÎ Mavi, çivit rengi.

NİLÎ PERDE Gökyüzü, sema.

NİLU-BERG f. Nilüfer.

NİLÜFER f. Beyaz, mavi ve sarı çiçekler açan bir cins su bitkisi. * Bursa yakınlarında akan bir akarsu.

NİM f. Yarım, nısf, buçuk, yarı.

NİM Eski kürk. * Bir ot cinsi.

NİMAL (Neml. C.) Karıncalar.

NİMAR (Nimr. C.) Kaplanlar.

NİMAT (Nemat. C.) Örtüler, ihramlar.

NİMBİSMİL f. İyice boğazlanmayıp yarı kesilmiş olan.

Nİ'ME Ne iyi, ne âlâ, ne güzel.

NİME f. Yarım, nısf, yarı.

NİME-İ RUZ Günün ortası. Yarım gün.

Nİ'ME-L MATLUB Tam aradığımız. İsteyip aradığımızın en âlâsı.

Nİ'ME-L MEVLA Ne iyi sâhib ve mâlik, ne iyi Allah (C.C.)

Nİ'ME-L VEKİL Ne güzel, ne iyi vekil.

Nİ'ME-L VESİLE Ne güzel sebeb, ne âlâ vesile.

NİME NİME f. Parça parça, yarım yarım.

Nİ'ME-R RAKİB Ne iyi gözetici, koruyucu.

NİME-RUZ (Bak: Nime-i ruz)

Nİ'MET (Nimet) İyilik, lütuf, ihsan. Saadet. Hidayet. * Giyecek şeyler. * Yiyecek faydalı şey, rızık.(Eğer dünyanın veya vücudun mülkiyeti, zılliyeti sende ise, taahhüd, tahaffuz, korku külfetleriyle nimetlerden lezzet alamazsın, dâima rahatsız olursun. Çünkü noksanları tedarik, mevcutları telef olmaktan muhafaza ile dâimâ evham, korkular, meşakkatlere mahal olursun. Halbuki o nimetler Mün'im-i Kerim'in taahhüdü altındadır. Senin işin O'nun sofra-i ihsanından yeyip içmekle şükretmektir. Şükürde bir zahmet yoktur. Bilâkis nimetin lezzetini arttırır. Çünkü şükür, nimette in'amı görmek demektir. İn'amı görmek, nimetin zevalinden hâsıl olan elemi defeder. Zira nimet zâil olduğundan Mün'im-i Hakiki, onun yerini boş bırakmaz, misliyle doldurur ve teceddüdünden lezzet alırsın. M.N.)

Nİ'MET-İ İLÂHİYE Allah'ın nimeti. Allah'ın verdiği nimet.

Nİ'MET-ŞİNAS f. Kendisine yapılan iyiliği bilip unutmayan.

NİMGERM f. Pek sıcak olmayan. Ilık.

NİMHAB f. Yarı uykulu, mahmur.

NİMHANDE f. Gülümseme, tebessüm.

NİMKÜŞTE f. Yarı öldürülmüş, yarı kesilmiş olan.

NİMLAHZA f. Yarım bakış. Gözucuyla bakış. * Çok kısa zaman.

NİMMANZUR f. Yarı görülen. Bulanık olarak görülen.

NİMMEST f. Sarhoşça.

NİMMUZLİM f. Yarı karanlık.

NİMMÜRDE f. Ölüm derecesinde olan. Ölüm hâlinde bulunan.

NİMNİGÂH f. Yarı bakış. Gözucuyla bakma.

NİMNİME Birbirlerine yakın çizgiler. * Tırnakta olan beyazlık.

NİMNİMETEYN Tırnak işareti.

NİMPUHTE f. Tam pişmemiş, yarı pişmiş.

NİMR (C.: Enmâr - Nümur - Nimâr) Kaplan.

NİMRE Dişi kaplan.

NİMRES f. Yarı ham, yarı olgunlaşmış olan.

NİMRUZ f. Yarı gün, öğle.

NİMS Bir ot cinsi.

NİMS Firavun faresi dedikleri küçük hayvan. * Sansar.

NİMSÜFTE f. Yarım olarak söylenmiş, tam denmemiş.

NİMŞEB f. Geceyarısı.

NİMTEN f. Mintan.

NİMZİNDE Yarı canlı. Ölü ile diri arası.

NİMZULMET f. Yarı karanlık.

NİNAN (Nun. C.) Balıklar, semekler.

NİR (C.: Nirân-Enyâr) Öküz boyunduruğu. * Bez damgası. * Irgaç.

NİRAN (Nur ve Nâr. C.) Nurlar, ziyalar. Ateşler, nârlar.

NİRENC (C.: Nirencât) Düzen, hile. * Resim, taslak.

NİRENG f. Düzen, hile, aldatmaca. * Taslak, resim. * Büyü, efsun.

NİRU f. Kuvvet, güç, zor.

NİRUMEND f. Güçlü, kuvvetli, zorlu.

NİRUMENDÎ f. Kuvvetlilik, zorluluk, güçlülük.

NİS' (C.: Ensu') Gizlemek. * Gitmek. * Sarkık olmak. * Kuzey rüzgârı.

NİSA (C.: Nisvân) Kadınlar.

NİSA SURESİ Kur'an-ı Kerim'in dördüncü suresi.

NİS'A (C.: Nüsu'-Ensu'-Ensâ') Devenin göğsü için yapılan enli kolan.

NİSAB Zekât ölçüsü, ölçü miktarı. * Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı. * Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had. * Fık: Altının nisabı: 20 miskal; gümüşünki 200 dirhem (yani 600 gram); koyun ile keçinin 40 adet; sığır, manda 30; ve devenin nisabı da 5'dir. * Bir mecliste görüşmeye başlanabilmek, yahut karar verebilmek için bulunması şart olan âza sayısı. * Hisse, nasib. * İstenilen had, derece. (Bak: Zekât)

NİSAB-I EKSERİYET Ekseriyet derecesi. Çoğunluk derecesi.

NİSACET Dokumacılık.

NİSAÎ (Nisâiye) Kadınlarla alâkalı, kadınlara dâir.

NİSAL (Nasl. C.) Ok ve kargı gibi şeylerin uçlarındaki sivri demirler.

NİSAR Saçmak, dağıtmak. * İ'ta etmek. Vermek.

NİSARÇİN f. Saçılan şeyleri toplayan.

NİSAR "Saçan, saçıcı" mânasına gelir ve kelimeleri sıfatlandırır. Meselâ: Pertev-nisar $ : Işık saçan.

NİSBET Münasebet, yakınlık, bağlılık, ölçü. * Rağmen. İnat olarak. İnat olsun diye.

NİSBETEN Nisbetle, kıyaslanarak. Öncekine göre. Bir dereceye kadar. Şöyle böyle.

NİSBÎ (Nisbiye) Kıyaslama ile olan. Diğerine, öncekine göre. Diğerlerine göre kıyaslıyarak olan. Nisbete, ölçüye göre.

NİSEB Nisbetler, kıyaslamalar ve ölçüler.

NİST f. Değildir, yoktur.

NİSTÎ f. Yokluk, adem.

NİSUN (Nisvan. C.) Kadınlar.

NİSVAN (Nisa. C.) Kadınlar. Nisalar.

NİSVAN-I ZELİL Ahlâken ve dinen düşmüş, zelil olmuş kadınlar.

NİSVÎ Nisa taifesine mensub. Kadınlarla alâkalı.

NİSYAN Unutmak, hatırdan çıkarmak.

NİSYAN-İ EBEDÎ Ebedî unutma.

NİŞ f. (Arı, akrep gibi böceklerde olan) İğne. * Diken. * Ağu, zehir.

NİŞA f. Nişasta.

NİŞAD Bir kimseye yemin vermek.

NİŞAN(E) f. İz. Nişan. Alâmet. İşaret. * Yara izi. * Hedef, vurulması istenen nokta. * Hâtıra için dikilen taş. * Taltif için verilen madalya. * Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. * Tuğra. * Ferman.

NİŞANE-İ TASDİK Kabul edildiğine dâir işaret, tasdik işareti. * Mu'cizeler.(Kabir, ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısı (olduğunu) ihbar eden 124 bin muhbir-i sâdık, ellerinde nişane-i tasdik olan mu'cizeler bulunan enbiyalar ve o enbiyaların haber verdikleri aynı haberleri, keşif ve zevk ve şuhud ile tasdik eden ve imza basan 124 milyon evliyanın aynı hakikata şehadetleri ve hadd ü hesaba gelmeyen muhakkiklerin kat'i delilleriyle o enbiya ve evliyanın aklen ilmelyakîn derecesinde isbat ettikleri ve yüzde doksandokuz ihtimal-i kat'i ile "idam ve zindan-ı ebedîden kurtulmak ve o yolu saadet-i ebediyeye çevirmek, yalnız iman ve itaatledir" diye ittifaken haber veriyorlar. S.) (Bak: Muhbir-i sâdık)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   125   126   127   128   129   130   131   132   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin