Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə133/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   129   130   131   132   133   134   135   136   ...   181

PERVAZGÂH f. Uçulacak yer. Tayyâre meydanı. Hava alanı.

PERVER (Pervar) f. "Besleyen, yetiştiren, velinimet, koruyan" mânâsında birleşik kelimeler yapılır.

PERVERÂN (Perver. C.) f. Yetiştirenler, besleyenler, koruyup terbiye eden kimseler.

PERVERDE f. Terbiye görmüş, yetiştirilmiş, beslenmiş.

PERVERENDE f. Besleyen, büyüten. Besleyici, büyütücü. * Terbiye edici, yetiştirici.

PERVERÎ f. Büyütücülük, besleyicilik. Terbiye.

PERVERİŞ f. Besleme, besleyiş. Beslenme. * Terbiye etme, yetiştirme, eğitme. Terbiye edilip yetiştirilme, eğitilme. * İlerleme, terakki.

PERVERİŞYÂB f. Beslenen. * Terbiye edilen, terbiye gören, eğitilen, yetiştirilen.

PERVERİŞYÂFTE f. Terbiye edilmiş, büyütülmüş, yetiştirilmiş, eğitilmiş.

PERVİN f. Ülker denilen yedi yıldızın tamamı.

PERVİZ f. Üstün, galib, muzaffer. * Elek. Süzgeç. * Güzellik. * Balık. * Cilve. * Tar: İran Hükümdarı Husrev'in lâkabı.

PERVİZ-İ FELEK Güneş, şems.

PERVİZEN f. Elek, kalbur.

PES f. Arka, art, geri. * Öyle ise, imdi...

PES-İ DİVÂR Duvarın arkası.

PES-İ PERDE Perde arkası.

PES Ü PİŞ Arka ve ön.

PESADET f. Veresiye alışveriş.

PESAVEND f. Kafiye.

PESEND f. Beğenmek, kabul eylemek. Beğenici. Muvâfık.

PESENDÂNE Beğenecek yolda, beğenmek suretiyle.

PESENDİDE f. Beğenilmiş, seçilmiş, müntehab.

PESİN f. Sonraki, gerideki, en son.

PESMANDE f. Geri kalmış, geride bulunan, bâkiye. * Artmış, artık.

PESMANDE-HOR f. Artık yiyen.

PESPERDE f. Perde arkası, gizli iş.

PESREV f. Arkadan gelen. * Uşak, hizmetçi.

PEST f. Alçak, aşağı. Hafif, yavaş ses. * Sesi galiz, kalın ve korkunç olan.

PESTBAHT f. Talihsiz. Bahtı fenâ olan.

PESTÎ f. Alçaklık, âdilik, zillet.

PESTPAYE (C.: Pestpayegân) Payesi, derecesi aşağı olan, âdi. Alçak. Bayağı. Pespaye.

PESTPERDE f. Alçak ve hafif sesle.

PESTSADA f. Hafif ses.

PEŞE (Bak: Peşşe)

PEŞİMAN f. Pişman. Nâdim.

PEŞİMANÎ f. Pişmanlık, nedamet.

PEŞİN f. Nakdî para. * Önceden, önce.

PEŞİNÂT f. Peşin verilen paralar.

PEŞİZ (Peşize) f. Akçe, mangır. Pul. * Balık pulu.

PEŞKEŞ (Pişkeş) f. Başkasının malını birine bağışlamak. Verilmemesi lâzım olan şeyi başkasına vermek. Karşılıksız vermek.(Bir şeyde mehâsin ve şeref hâsıl oldukça, havassa peşkeş ederler; seyyiât olsa, avâma taksim ederler! M.)

PEŞLENG f. Geri kalan, geri kalmış.

PEŞM f. Yapağı, yün. * Keten helvası.

PEŞMİN (Peşmine) f. Yünden yapılmış. Yapağıdan yapılma. * Sâde ve süssüz elbise.

PEŞREV f. (Aslı: Pişrev) Önde giden. * Türk müziğinde bir saz eseri. * Güreşten önce pehlivanların ellerini birbirine veya dizlerine çarparak ve biraz sıçrayarak yaptıkları oyun. * Bir çeşit ok.

PEŞŞE f. Sivrisinek.

PEŞŞEGİR f. Sinek avlıyan. * Mc: İşsiz güçsüz, boş gezen kimse.

PETER f. Düz maden levha.

PETGİR f. Kıl elek.

PEY f. İz, işaret, nişan. * Ard, arka, akab.

PEYAM (Peygam) f. Haber.

PEYAM-I HASRET Hasret, özleyiş haberi.

PEYAM-ÂVER (C.: Peyamâverân) f. Haber getiren.

PEYAM-BER f. Haber getiren. Peygamber.

PEY-A-PEY f. Birbiri ardınca, birbirinin arkasından. * Azar azar, tedricen, peyderpey.

PEYDA f. Mevcud, var olan, açık, âşikâr, meydanda olan.

PEY-DER-PEY f. Birbiri ardınca. Yavaş yavaş, azar azar.

PEYEMRES f. Haber getiren, haber ulaştıran, haberci.

PEY-ENDER-PEY f. Ardısıra, arka arkaya, durmadan. Azar azar.

PEYGAM (Bak: Peyam)

PEYGAMAVER (Peygam-âver) f. Haber getiren, haberci.

PEYGAMBER (Peyamber) f. Allah'tan haber getiren. Allah'ı, âhireti, zararlı ve faydalı şeyleri tanıtan. Nebi. (Bak: Mefhar-ı kâinat, Muhammed (A.S.M.), Nübüvvet, Resül)

PEYGAMBERÂN (Peygamber. C.) Peygamberler.

PEYGAMBERÎ f. Peygamberlik. * Peygamberle alâkalı.

PEYGAR f. Savaş, harb, muharebe, cidal. Kavga.

PEYGARE f. İftira.

PEYGULE f. Köşe, bucak.

PEYGULE-İ NİSYAN Unutulma köşesi.

PEYGULEGÜZİN Bir köşede oturan. Köşeye çekilmiş olan.

PEYGUN f. And, şart, ahd, peyman.

PEYK f. Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare. * Haber ve mektup getirip götüren.

PEYK-İ FELEK Ay. Dünyanın etrafında dönen ay. Dünyanın peyki.

PEYKAN Okun ucundaki sivri demir.

PEYKE f. Tahta sedir.

PEYKER f. Yüz, çehre, surat.

PEYM f. Haber.

PEYMA f. Ölçen, ölçücü.

PEYMAN f. And, yemin, muahede, ahitleşmek.(Cihet-ül vahdet-i ittihadımız, tevhiddir. Peyman ve yeminimiz, imandır. Madem ki muvahhidiz, müttehidiz. Her bir mü'min ilâ-yı Kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda bunun mühim bir sebebi maddeten terakki etmektir. H.Ş.)

PEYMANE f. Büyük kadeh. * Ölçek, kile. * Şarap bardağı.

PEYMANEKEŞ f. İçki içen.

PEYMANE-ŞİKEST f. Kadehi kırık.

PEYMAN-ŞİKEN (Peyman-şikân) Yemin bozan, ahdini yerine getirmeyen.

PEYMAY f. Tartıcı, ölçücü.

PEYMUDE f. Ölçülmüş.

PEYREV f. Ardı sıra giden, tâbi olan, izinden giden, uyan.

PEYSİPER f. Çiğnenmiş, ayak altında kalmış.

PEYUG (C.: Peyugân) f. Gelin.

PEYUGAN (Peyug. C.) Gelinler.

PEYVEND f. Ulaşma, varma, vasıl olma. * Bağ, alâka.

PEYVEST f. Ulaşma, vasıl olma, kavuşma.

PEYVESTE f. Her zaman, dâima. * Ulaşmış, ermiş. * Bitişik, muttasıl.

PEYVESTEGÎ f. Bitişme, ulaşma, bitişiklik.

PEZİR f. Kabul eden, olan, olabilen. * "Söz dinleyici, emir tutan" mânasında birleşik kelimeler yapılır.

PEZİRA f. Kabul eden.

PEZİRAY-HİTAM Sona eren, biten, hitam bulan.

PEZİRE f. Karşılama, karşılayış.

PEZİRİŞ f. Kabul edilmiş. Kabul ediş.

PILAÇKA (Arnavutça) Tar: Muharebede ve yağmada alınan eşya, çapul.

PIRLANTA İtl. Çok tıraş edilmiş, foyasız parlak elmas. Taşı pırlanta olan.

PİÇ f. Büklüm, kıvrım, dolaşık. * Nesebi gayr-ı sahih olan, gayr-ı meşru münâsebetten doğan çocuk. * Aslına benzemiyen. * Ağacın kökünden biten sürgün. Aşılanmamış ağaç. * Sarmaşık. * Vida.

PİÇAN f. Büklüm büklüm, kıvrım kıvrım olan.

PİÇ-A-PİÇ f. Karma karış, pek dolaşık, kıvrım kıvrım.

PİÇİDE f. Karışmış, bükülmüş, kıvrılmış.

PİÇİDEMUY f. Saçı kıvrılmış.

PİÇİŞ f. Büklüm, kıvrım.

PİÇ-PA f. Yengeç.

PİÇTAB f. Sıkıntı, telâş. * Şaşkınlık.

PİÇ Ü TAB Iztırab ve sıkıntı.

PİH f. İçyağı. Şahm.

PİH f. Göz çapağı.

PİH-SUZ f. "Yağ yakıcı": Toprak kandil.

PİJUH (Bak: Pejuh)

PİL f. Topuk, ökçe. * Çelik çomak oyunu. * Çadır eteği tutturmada kullanılan küçük ağaç değnekler.

PİL f. Fil.

PİL-BÂN f. Fil besleyen, filci.

PİLE f. İpek kozası. İpek.

PİLESTE f. Fildişi.

PİL-TEN Fil gibi iri, fil vücutlu.

PİLVAYE f. Kırlangıç.

PİL-ZUR f. Fil gibi kuvvetli, fil kuvvetinde.

PİNDAR Sanma, zannetme. * Böbürlenme.

PİNE f. Yama.

PİNEDUZ Yamacı. * Ayakkabı tamircisi, eskici.

PİNEDUZÎ f. Eskicilik, yamacılık.

PİNEDUZLUK Yamacılık. Eskicilik.

PİNGAN f. Fincan, tas.

PİNGANÇE f. Küçük fincan.

PİNHAN f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir.

PİR f. Yaşlı, ihtiyar. * Reis. * Bir tarikatın kurucusu. * Herhangi bir meslek ve san'atın başlatıcısı, te'sis edicisi.(Kur'an-ı Hakim; enbiyaları, insanın cemaatlerine terakkiyat-ı mâneviye cihetinde birer pişdar ve imam gönderdiği gibi; yine insanların terakkiyat-ı maddiye suretinde dahi o enbiyanın herbirisinin eline bâzı hârikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstad etmiştir. Onlara mutlak olarak ittibaa emrediyor. İşte enbiyaların mânevi kemâlatını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu'cizatlarından bahis dahi; onların nazirelerine yetişmeye ve taklitlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor. Hattâ denilebilir ki: Mânevi kemalât gibi maddî kemâlâtı ve hârikaları dahi en evvel mu'cize eli nev'-i beşere hediye etmiştir. İşte Hazret-i Nuh'un (Aleyhisselâm) bir mu'cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf'un (Aleyhisselâm) bir mucizesi olan saatı; en evvel beşere hediye eden, dest-i mu'cizedir. Bu hakikata lâtif bir işârettir ki: San'atkârların ekseri, herbir san'atta birer peygamberi pir ittihaz ediyor. Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh'u (Aleyhisselâm), saatçılar Hazret-i Yusuf'u (Aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris'i (Aleyhisselâm) ... S.)

PİR-İ FANÎ Pek yaşlı, zayıf adam. Dünyayı terketmiş ihtiyar.

PİR-İ MOĞAN (Pir-i muğan) Meyhaneci. * Mc: Mürşid.

PİR Ü BERNA İhtiyar ve genç.

PİRA f. Süsleyici, düzenleyici, donatıcı.

PİRAHEN (Pirehen) f. Gömlek. Kamis.

PİRAHEN-İ İSMET Namus perdesi.

PİRAMEN f. Çevre, etraf, yan.

PİRAMUN f. Yan, etraf, çevre.

PİRAN (Pir. C.) f. İhtiyarlar, yaşlılar.

PİRASTE f. Tertibedilmiş, düzenlenmiş donatılmış, süslü.Pirastegî $ . f. Düzen, intizam.

PİRAYE f. Zinet. Süs.

PİRAYEBAHŞ f. Süsleyici, süs veren.

PİRAYENDE f. Süsleyici, donatıcı.

PİRAYİŞ f. Düzen, nizâm, intizam, tertib. * Süs, zinet.

PİREHEN f. Gömlek.

PİREZEN f. Kocakarı, acuze.

PİRÎ İhtiyarlık. Kocamışlık.

PİRİSTU (Piristuk) f. Kırlangıç kuşu.

PİRİSTUBEÇE f. Kırlangıç kuşu yavrusu.

PİRSAL f. Kocamış, ihtiyar, yaşlı.

PİRUZ f. Uğurlu, hayırlı.

PİRUZÎ f. Uğurluluk, hayırlılık.

PİRZEN f. Kocakarı, acuze. Yaşlı kadın.

PİSE f. Saksağan. * Alaca renk.

PİSTAN f. Meme.

PİSTE f. Fıstık.

PİSTER f. Yatak, döşek.

PİŞ f. Huzur, ön, ileri taraf.

PİŞ-İ NAZAR Göz önü.

PİŞ-İ NAZARA GETİRMEK Göz önünde bulundurmak.

PİŞADEST f. Peşin para ile alış veriş. * İşçiye, çalıştıktan sonra verilen para.

PİŞAHENG (Piş-âheng) Önde giden, öne düşen.

PİŞAN f. En ön, en ileri.

PİŞANÎ f. Alın, cebin.

PİŞANÎDÂR f. Yüzsüzlük yaparak işini beceren.

PİŞBİN f. İlerisini gören. Basiretli, ihtiyatlı.

PİŞDAR f. Öncü. Harpte ileriden düşmana gönderilen askerler. * Önde giden. Önayak olan. * San'at, meslek. * Kumandan. * Mc: Yüzsüz. Yüzsüzlükle iş beceren.

PİŞE f. İş, kâr. Meşguliyet. * Alışkanlık, huy, âdet. * Meslek, san'at. * "Huy edinmiş, alışmış" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hasenât-pişe $ : İyi şeyleri âdet edinmiş olan.

PİŞEGÂH f. İş yeri. Fabrika.

PİŞEGÂN (Pişe. C.) f. Meslekler, san'atlar. İşler. * Huylar, âdetler, tabiatlar.

PİŞEGER f. San'atkâr işçi.

PİŞEKÂR f. Sanatkâr, oyuncu.

PİŞEVER f. Sanat ehli, işçi.

PİŞ-GEH f. Ön, huzur.

PİŞ-GİR f. Havlu, peşkir.

PİŞHANE f. Balkon. * Bir yere gidileceği zaman önceden gönderilen çadır ve yol eşyası.

PİŞHAYME f. Pâdişah veya vezirlerin divan çadırı.

PİŞÎ f. İlerleme, üstünlük, tefevvuk. * Önünü gören, ileri görüşlü.

PİŞİGÂH Huzur.

PİŞİN f. Peşin, önce, önden. * Evvelki, eski. * Önden verilen.

PİŞİNÎ (C.: Pişiniyan) f. Evvel zaman adamı.

PİŞKEŞ f. Hediye, armağan, hibe.

PİŞ-MÜZD f. Pey, pey akçesi. Satılık bir şeye talip olan kimsenin, sonradan caymayacağını temin makamında olmak üzere satıcıya peşin verdiği bir miktar para.

PİŞNEMAZ f. İmam.

PİŞNİHAD f. Usûl, kanun. * Temel, esas.

PİŞREV f. Önden giden.

PİŞTAHTA f. Çekmece. Küçük sandık. * Mal serilen yer, vitrin.

PİŞVA (Pişuva) f. Reis, baş. Hâkim. * Mukteda, imâm.

PİŞVAYAN (Pişvay. C.) Reisler, başkanlar. Hâkimler.

PİYADE Narin yapılı bir çeşit kayık adıdır. Eskiden ekseriyetle İstanbul ve civarında kullanılan bu kayıklar, pek makbul gezinti vasıtası idi. * Ask: Orduda tüfekle teçhiz edilmiş olan ve muharip sınıfların asli unsuru bulunan efrada da bu ad verilir. Yaya askeri. * Yaya.

PİYALE f. Kadeh. Şarap bardağı.

PİYAZ f. Soğan. * Zeytinyağlı ve sirkeli fasulye haşlaması.

PLAN Fr. Yapı, makine, bina...gibi yapılacak şeylerin ayrı ayrı parçalarını kâğıt üzerinde gösteren çizgilerin hepsi.

POLAT (Pulat da denir) Çelik. * Mc: Sağlam, sert.

POLİTİKA İtl. Memleket işlerini idare için tutulan ölçülü yol. Siyaset.

POST f. Tüylü hayvan derisi. * Mc: Makam, mevki.

POSTA İtl. Bir yere gelen veya bir yerden gönderilen mektup ve emânetlerin hepsi. * Bu emânetleri toplayan ve dağıtan idare ve onun yeri. * Belli zamanlarda sefer yapan ve çok zaman posta taşıyan vasıta. * Takım, kol. * Hizmet nöbetinde bulunan er. * Sefer.

POSTİN f. Kürk.

POSTİNDUZ f. Kürk diken.

POSTİNPUŞ f. Kürk giyen.

POSTNİŞİN Posta oturan. Daha evvelkinin yerine geçen.

POT t. Irmakları geçmek için kullanılan sal. * Dikişin bir tarafında görülen kumaş kabarığı.

POTA f. Toprak veya mâdenden yapılmış, kimyacı, eczâcı, mâdenci veya kuyumcu âletlerindendir. Altın, gümüş ve benzeri mâdenlerin eritilimesine mahsustur.

POT KIRMAK Farkında olmıyarak karşısındakine dokunacak söz söylemek.

POZ Fr. Fotoğraf alınırken kendine düzen vermek, tavır takınmak. Kımıldamadan durduğu halde kalmak.

POZİSYON Fr. Vaziyet, durum, duruş.

POZİTİF Fr. Tecrübe neticesine dayanan, müsbet, isbatlı. Negatifin zıddı.

POZİTİVİST Fr. Fls: Pozitivizm taraftarı.

POZİTİVİZM Fr. Fls: Hakikatın yalnız tecrübe ve müşahede ile vakıalara istinaden tam olarak bilineceği iddiasında olan felsefe sistemi. (Bak: İsbatiyecilik)

PRANGA İng. Eskiden ağır cezalı mahkûmların ayaklarına takılan kalın zincir. * Halkalarıyla beraber iki okka yüz dirhem ağırlığındaki demire verilen addır. * Umumi hapishanelerde, hapishanenin iç nizamını bozan ve taşkınlık gösteren mahkûmların ayaklarına da pranga vurulurdu.

PRENS BİSMARK (1815 - 1898) Meşhur Alman siyasilerinden ve Alman birliği için çalışanlardan birisidir. İslamiyeti ve Hz. Peygamber'i (A.S.M.) medh ü sena ederek hayranlığını bildiren bir mütefekkirdir.

PRENSİP Fr. Umde. İlk unsur. Temel kanaat, temel düşünce. Temel bilgi * Man: Her çeşit münakaşanın dışında olan.

PROGRAM Fr. Yapılacak işler için önceden hazırlanmış tasarı. Plân.

PROJE Fr. Tasarlanan ilk şekil. Tasarı. Mütehayyel.

PROJEKSİYON Fr. Kuvvetli ışık âleti.

PROPAGANDA Fr. Bir fikri veya malı herkese bildirmek veya kabulü için yapılan ilân. Çok kıymetli olduğu veya olmadığı hâlde bir şeyin kıymetini arttırmak maksadiyle yapılan konuşma veya ilânat.

PROTEİN Lât. Tıb: Albüminli besleyici madde.

PROTESTANLIK (Prutluk) Papayı Hristiyanların başı olarak tanımayıp ruhaniyetini kabul etmeyen bir Hristiyanlık mezhebi. (Bak: Nasraniye)

PROTON yun. Atom çekirdeğinde pozitif yüklü zerrecik. (Bak: Delil-i inayet)

PRUTLUK (Bak: Protestanlık)

PSİKOLOG Fr. Ruhiyatçı, ruh ilmiyle uğraşan.

PSİKOLOJİ Fr. Ruhiyat, ruhî hâdiseleri tetkik eden ilim kolu.

PSİKOZ Fr. Tıb: Akıl hastalıklarının umumi adı.

PU (Puy) f. Araştırma, arama. * Koşma.

PUÇ f. Kaba, çirkin. * Boş ve faydasız şey. * İçi boş.

PUÇ-MAGZ f. Boş kafalı.

PUHTE (C.: Puhtegân) f. Pişmiş, pişkin. Olgun, kâmil insan.

PUHTEGÂN (Puhte. C.) Olgun kimseler, pişkin kişiler.

PUHTEGÎ f. Olgunluk, kemalât, pişkinlik.

PUJİNE f. Kantar.

PUL f. Para.

PULAD f. Çelik.

PULADBÂZU f. Çelik pazulu. Kuvvetli, yiğit.

PULADSENC f. Güzel silâh kullanan, iyi dövüşen.

PUR (C.: Purân) Oğul. Evlâd.

PUR-İ DUHT Hemşirezâde, yeğen.

PURÂN (Pur. C.) Oğullar, veledler.

PURMEND f. Evlâd sahibi.

PUSİDE f. Çürümüş, paslanıp çürümüş, çürük.

PUŞ f. "Örten, giyen, giyinmiş" mânasına birleşik kelimeler yapılır. * Örtü, elbise, zırh.

PUŞE (Bak: Puşide)

PUŞENDE f. Örten. Örtücü.

PUŞENDE-İ HATÂ Ayıp örten.

PUŞİDE (Puşe) f. Örtülmüş. * Örtü. * Örtülü, gizli.

PUŞİDE-ÇEŞM f. Örtünecek, giyilecek şey. * Örtü.

PUŞİDENÎ f. Örtünecek, giyilecek şey. Örtü.

PUŞİDE-RAZ f. Sırrı gizli.

PUŞİŞ f. Örtecek şey. Örtü.

PUT Allah'tan başka tapılan herşey. * Heykel. Sanem. Kendisinden medet beklenen veya lâyık olmadığı hürmet kendine yapılan maddi mânevi resim, heykel ve her çeşit cisim.

PUTE Silâh veya ok atışlarında dikilen nişan tahtası. * İçinde mâden eritilen tava.

PUT-PEREST f. Allah'tan başka şeyleri ilâh kabul eden, puta inanıp ona ibâdet eden. Puta tapan. (Bak:Büt-Perest)

PUYA(N) f. Koşan. Seğirten.

PUYAN OLMAK Koşmak. Batmak. Dalmak.

PUYE f. Koşma, seğirtme.

PUYEGER f. Koşucu.

PUYENDE f. Koşan. Seğirtici. Koşucu.

PUZEN f. Nadas edilmiş, sürülmüş tarla.

PUZİNE f. Maymun.

PUZİŞ f. Özür, mâzeret.

PÜL f. Köprü.

PÜLPÜL f. Karabiber.

PÜNÇÜŞK f. Serçe.

PÜR f. Çok, dolu, çok fazla, memlu, tekrar (mânâlarına gelir, birleşik kelimeler yapılır) *Sâhib, mâlik.

PÜR-ÂMÂL İstek ve emellerle dolu.

PÜR-ÂTEŞ Ü HEVL Ateş ve korku dolu.

PÜR-BÂD f. Kibirli. * Çok rüzgârlı.

PÜR-BİM f. Korkmuş.

PÜR-ÇİN f. Çok buruşuk, çok bükülmüş ve karışık.

PÜR-DİL (C: Pür-dilân) f. Yürekli, cesur.

PÜR-DİLÂN (Pür-dil. C.) f. Cesurlar, yürekli kimseler.

PÜR-DUD f. Çok tüten, çok dumanlı.

PÜR-EMVÂT Ölüler dolu.

PÜR-ENVÂR (Pür-nur) Çok parlak, çok nurlu.

PÜR-FER f. Çok parlak. Çok aydınlık.

PÜR-GAZAB f. Çok kızgın ve hırslı.

PÜR-GÛ f. Çok söyliyen, çok konuşan.

PÜR-GUBÂR f. Çok tozlu. Toz içinde.

PÜR-HÂNDE Neş'e dolu, çok gülme ve sevinç dolu. Sevinçli, neşeli.

PÜR-HAYÂL f. Hayal ile dolu.

PÜR-HAZÂN f. Sonbahara uğramış, solup sararmış.

PÜR-HEVES f. Çok hevesli. Heves dolu.

PÜR-HEYECÂN f. Heyecan dolu. Çok heyecanlı.

PÜR-HUN Kan içinde. Kan dolu.

PÜR-KİNE f. Düşmanlık ve gazab dolu.

PÜR-NÂR Çok ateşli. Çok kızgın. Ateş dolu.

PÜR-NÂZ Çok nazlı.

PÜR-NEVÂL Çok lütuf ve ihsan. Çok çok ihsan etmek, vermek.

PÜR-NUR (Bak: Pür-envar)

PÜR-PAYE f. Kırkayak.

PÜR-SÂLE f. Yaşlı. Yaşı dolgun.

PÜRSAN (Pürsâ) f. Soran, sorucu.

PÜRSİŞ f. Soruş, sorma, sual ediş.

PÜRSİŞ-İ HÂTIR Hatır sorma.

PÜR-SUZ f. Çok yakıcı. Çok yanık.

PÜR-ŞA'ŞAA Çok gösterişli, şa'şaa dolu.

PÜR-TEMKİN f. Çok ağır başlı. Çok temkinli.

PÜRYAN f. (Bak: Biryan)

PÜSENDER f. Üvey oğul. Üvey evlâd.

PÜSER (C.: Püserân) f. Erkek çocuk, oğul.

PÜŞT f. Sırt, arka.

PÜŞTE f. Tepe, yığın.

PÜŞTE-İ BAĞ Çimenlik, çayırlık.

PÜŞTER f. Arka, sırt.

PÜŞTİBAN f. Payanda, destek, dayanak. * Yardımcı, muin.

PÜŞTİVAN f. Destek, dayanak, payanda. * Yardımcı.

PÜŞTMAL f. Peştemal.

PÜŞT-PA f. Ayak tabanı.

PÜŞTVARE f. Bir hamal yükü. Bir arkalık yük.

RA Kur'an alfabesinde onikinci harftir. Ebced hesabında 200 sayısına işaret eder. Bu harfe "Rı" denildiği gibi, "Ra-i mühmele" de denilir. Bazı tarih kayıtlarında" Rebi-ül Evvel" ayına işaret olarak geçer.

RA-İ MÜHMELE Noktalı ze'den ayırmak için "rı" harfine verilen bir ad.

RA f. İsim veya zamirin sonuna ilâve edilirse, Türkçedeki i, im, in, a, e eklerinin yerine kullanılır. Meselâ:Hâne: Ev. Hâne-râ: Evi, evin, eve.Tû: Sen. Tû-râ: Seni, senin, sana.

RA' Küçük kene.

RA' şiddetle sürmek.

RAA' Boğazına hizmet eden adi insan.

RAABE Genişlik, vüs'at. * Büyük olmak.

RA'AD Geveze kimse. Çok konuşan adam. * Torpil balığı.

RAALE Hamakat, ahmaklık.

RAAŞ (Ra'şe-Ra'şen) Titretmek.

RAB' Vasat, orta boylu. * Avlulu ev.

RA'B Doldurmak. * Efsun, (sihir yapanlar okurlar.)

RAB'AT (C.: Rabeât) Attarların dağarcığı ve kutusu. * Orta boylu kimse.

RABB Sâhib, mâlik, seyyid. Cenab-ı Hak (C.C.) * Besleyen, yetiştiren, terbiye eden. Müstahik. Hüdâvend. (Kur'an-ı Kerim'de bu "Rabb" ismi ile Cenab-ı Hak 846 def'a zikredilir.) (Bak: Âlem)( Yâni : Herbir cüz'ü bir âlem mesabesinde bulunan şu âlemi bütün eczasiyle terbiye ve yıldızlar hükmünde olan o cüz'lerin zerratını kemal-i intizamla tahrik eder. Evet Cenab-ı Hak herşey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir. Ve o noktayı elde etmek için o şeye bir meyil vermiştir. Her şey o nokta-i kemale doğru hareket etmek üzere, sanki mânevi bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. Esna-yı harekette onlara yardım eden ve mânilerini def'eden, şüphesiz Cenab-ı Hakk'ın terbiyesidir. Evet, kâinata dikkatle bakıldığı zaman, insanların taife ve kabileleri gibi, kâinatın zerratı, münferiden ve müçtemian Hâliklarının kanununa imtisalen, muayyen olan vazifelerine koşmakta oldukları hissedilir. " Yalnız bedbaht insanlar müstesna!" İ.İ.)

RABB-ÜL ÂLEMÎN Bütün âlemlerin Rabbi. Her âlemi doğrudan doğruya Rububiyyeti ile tâlim, terbiye, tedbir ve idâre eden Cenab-ı Hak.(Kur'an-ı Kerim) (bazan iki kelimede, meselâ... Rabbüke tabiri ile ehadiyyeti ve Rabb-ül âlemîn ile vâhidiyyeti bildirir. Ehadiyyet içinde vâhidiyyeti ifade eder. Hattâ bir cümlede bir zerreyi bir göz bebeğinde gördüğü ve yerleştirdiği gibi; güneşi aynı âyetle, aynı çekiçle göğün göz bebeğinde yerleştirir ve göğe bir göz yapar. M.N.)(Her bir şey, hareketiyle bütün eşyayı vahdet nâmına zabteder. Demek, bütün yıldızları elinde tutmayan, bir tek zerreye Rabb olamaz. S.)

RABB-ÜD DÂR Ev sâhibi.

RABB-ÜL ERBAB Bütün sâhiblerin, terbiyecilerin Rabbi, Allah. (C.C.)

RABB-ÜL MAL Mal sâhibi. Sermaye sâhibi.

RABB Üveybaba.

RABBANÎ (Rabbaniye) Rabbe âit. Cenab-ı Hakk'a dair ve müteallik. İlâhî. * Ârif-i Billâh olan, ilmi ile amel eden âlim.

RABBANİYYUN (Rabbaniyyîn) Kendisini tamamen Cenab-ı Hakk'a vermiş olanlar. Putperestlikle alâkası olmayanlar.

RABBAT Kadınların efendileri, sâhipleri, kocaları.

RABBE Üveyana.

RABBENA Ey bizim Rabbimiz! Ey Sâhib-i Hâlikımız! Ey bizi terbiye edip besleyen sâhibimiz! (meâlinde).

RABBÎ Ey benim Rabbim.

RABBİ YESSİR VELÂ TÜASSİR Ey Rabbim! Kolaylaştır, zorlaştırma, bana imdad eyle, yardım eyle (meâlinde).

RABE Yoğurt damızlığı.

RABEA Devenin katı katı yelmesi.

RABIT(A) Rabteden, bağlayan, bitiştiren. * Münasebet, alâka, bağlılık, yakınlık. İki şeyi birbirine bağlayan tertip. * Nefsini dünyadan men edip âhirete, Allah'a (C.C.) bağlanmak. * Tertip, sıra, düzen, usûl.(...Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbü ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyyeyi iktiza eder. Evet inkâr edemezsin ki: Sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostane bir râbıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan arkadaşane bir alâka telâkki edersin. M.)

RABITA-İ İMAN İman bağı, insanları hususan iman edenleri birbirine bağlayan iman.

RABITA-İ MEVT Ölümünü düşünüp dünyanın fani olduğunu mülâhaza edip nefsin desiselerinden kurtulmak.

RABITA-İ ŞEYH Tarikat-ı Nakşiyede, müridin hayalen şeyhinin huzurunda kendini tasavvur etmesine denir.

RABITABEND f. Rabtedici, bağlayıcı.

RABIZ Koyun ağılı.

RABİ' Dördüncü.

RABİ-İ AŞER Ondördüncü.

RABİA (Müe.) Dördüncü. * Saatteki sâlisenin altmışta biri.

RABİA-İ ADEVİYE (Hi: 95 - 185) Basra'lı bir hatun. Bütün hayatını dine hizmet için vakfetmiş, zengin kimseler evlenmek teklifinde bulundukları halde; "Allah'ı anmaktan, dine hizmetten beni alıkor" fikri ile reddetmiş, fakirliği ve istiğnayı kabul edip dine hizmetten vaz geçmemiştir. Talebe okutmuş meşhur bir veliyedir. (R. Aleyha)

RABİAN Dördüncü olarak.

RABİB Yoğurt.

RABİH(A) (Ribh. den) Kârlı, kazançlı, faydalı.

RABİT Bağlı, bağlanmış, merbut.

RABİYE (C.: Revâbi) Yüce, yüksek yer.

RABT Bağlamak, bitiştirmek, bir şeye bağlamak. * Nizam vermek, intizam bulmak. * Gr: Cümleleri lüzumlu edatlarla birbirine bağlamak.

RABT-I KALB Kalb bağlama, gönül bağlama.

RABT EDATI Gr: Bağlama edatı. Kelimeyi veya cümleyi birbirine bağlayan harf veya kelime. (Hem, ve... gibi)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   129   130   131   132   133   134   135   136   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin