Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə164/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   160   161   162   163   164   165   166   167   ...   181

TEMCİŞ Oynatmak veya oynamak.

TEMDİD Devam ettirmek. Uzatmak. Uzatılmak. Sürdürmek. * Çekip uzatmak. * Tecvidde: Bir harfi uzun okumak, çekmek.

TEMDİH Medhetmek. Çok övmek. Mübalâğa ile medih.

TEMDİHÂT (Temdih. C.) Mübalâğa ile medhetmeler.

TEMECCÜD şeref sahibi olma. Ululanma.

TEMECCÜS Mecusi olmak.

TEMEDDÜD Çekilmek. * Uzamak. * Gerinmek.

TEMEDDÜH Kendi kendini övmek. Kendini beğendirmeğe çalışmak. böbürlenmek.

TEMEDDÜHÂT (Temeddüh. C.) Temeddühler, böbürlenmeler.

TEMEDDÜN Medenileşmek. şehirlileşmek. Medeni olmak.

TEMEDRU' Ferace ve kaftan giymek. Çarşaf giymek.

TEMEH Fâsid ve mütegayyer olmak. Bozulmak ve değişmek.

TEMEHDİ Mehdilik dâvasında bulunma, mehdilik dâvasına kalkışma.

TEMEHHUZ Bir şeyden hülâsa olarak çıkmak. (Sütten yağ çıkması gibi)

TEMEHHUZ-U TECARÜB Çeşitli tecrübelerle bir şeyin safileşip kemale gelmesi.

TEMEHHÜD (Mehd. den) Yayılıp döşenme.

TEMEHHÜL Takdim etmek. Hayırda takaddüm etmek. İşinde acele etmemek. Teenni.

TEMEHHÜR (Maharet. den) Mâhir olma.

TEMEKKÜK Karışmak.

TEMEKKÜN Mekânlanmak. Yerleşmek. Yer tutmak. * Vakar ve temkin sahibi olmak. * Sultan yanında rütbe sahibi olmak.

TEMELLUK Yaltaklanmak. * Tevâzu ve yumuşaklık göstermek. * Dalkavukluk.

TEMELLUS Halâs olmak, kurtulmak.

TEMELLÜK Mülk edinmek. Kendine mal edinmek. Sâhib olmak. * Kadir ve muktedir olmak.

TEMELLÜL (Millet. den) Bir milletin ferdi olma, milletlenme. * Bir dine bağlı olma. * (Melel ve Melâl. den) Hastalığın etkisiyle yatakta rahat yatamayıp, kımıldanıp durma.

TEMELMÜL Yatak veya döşekte rahat olmama.

TEMENDÜL Elini mendil ile silmek.

TEMENNA Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma. * Minnettar olma.

TEMENNİ Dilek. İstek. Duâ. Rica etmek.

TEMENNİYÂT (Temenni. C.) Temenniler, dilekler, istekler.

TEMENNU' Kavi olmak. Kuvvetlenmek.

TEMERKÜZ Merkez tutma, merkezleşme. Bir merkezde toplanma. * Yığılma. Birikme.

TEMERMÜR Titremek.

TEMERRUH Kendini yağla ovmak.

TEMERRUK Çorba içmek.

TEMERRUT Saç dökülmek.

TEMERRÜD İnad, direnme. * Yapılması gereken bir şeyi yapmakta kasten geciktirme.

TEMERRÜN Tekrar ettirerek alıştırma. İdman yapma.

TEMERRÜŞ Az miktar su.

TEMESHUR (C.: Temeshurât) Maskaralık yapma.

TEMESKÜN Miskin olma. Miskinleşme.

TEMESSUH Şekil değiştirme.

TEMESSUH Kendini bir nesneye sürmek, meshetmek. * Bir şeye sürünmek.

TEMESSÜK Tutunma. Sarılma. Sıkıca tutma. * Hüccet ve delil izhar etme. * Borç senedi.



TEMESSÜL Benzeşmek. Cisimlenmek. * Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek. * Bir kıssa veya atasözü söylemek.(Temessülün çok envaından şu mes'eleye medar olacak üç nev'ine işaret ederiz:Birincisi: Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler, hem gayrdır, ayn değil. Hem mevattır, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden başka hiçbir hâsiyete mâlik değil. Meselâ sen âyineler mahzenine girsen, bir Said binler Said olur. Fakat zihayat yalnız sensin, ötekiler ölüdürler. Hayat hassaları onlarda yoktur.İkincisi: Maddi nuraninin akisleridir. Şu akis ayn değil. Fakat gayr da değil. Mahiyeti tutmuyor. Fakat o nuraninin ekser hasiyetlerine mâliktir. Onun gibi hayy sayılıyor. Meselâ: Şems dünyaya girdi. Herbir âyinede aksini gösterdi. O akislerin her birinde, Güneş'in hassaları hükmünde olan ziya ve ziyadaki elvan-ı seb'a bulunuyor. Eğer, faraza, Güneş zişuur olsa idi, (harareti, ayn-ı kudreti; ziyası, ayn-ı ilmi; elvan-ı seb'ası, sıfat-ı seb'ası olsa idi) o vakit o tek ve yekta bir güneş, bir anda herbir âyinede bulunur, herbirini kendine bir arş ve bir çeşit telefon yapabilirdi. Birbirine mâni olmazdı. Herbirimizle âyinemiz vasıtasiyle görüşebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakın olurdu.Üçüncüsü: Nurani ruhların aksidir. Şu akis, hem haydır, hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsül-emriyesini tamamen tutmuyor. Meselâ: Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, Dıhye suretinde Huzur-u Nebevide bulunduğu bir anda Huzur-u İlâhide haşmetli kanatlariyle Arş-ı A'zamın önünde secdeye gider. Hem o anda hesapsız yerlerde bulunur. Evamir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş, bir işe mâni olmazdı. İşte şu sırdandır ki mahiyeti nur ve hüviyeti nurâniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirine mâni olmaz. Hattâ evliyâdan, ziyade nuraniyet kesbeden ve abdâl denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş. Evet, nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misâlin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür'atinde bir vasıta-i seyr ve seyahat suretine geçerler ve o ruhaniler, hayal sür'atiyle o merâya-yı nazifede, o menâzil-i lâtifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler. Madem Güneş gibi âciz ve musahhar mahluklar ve ruhani gibi madde ile mukayyed nim-nurani masnu'lar, nuraniyet sırriyle bir yerde iken, pekçok yerlerde bulunabilirler. Mukayyed bir cüz'î iken, mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Bir anda cüz'î bir ihtiyar ile pek çok işleri yapabilirler.Acaba, maddeden mücerred ve muallâ; ve tahdid-i kayd ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberra; ve şu umum envar ve bütün nuraniyat, O'nun envar-ı kudsiye-i esmasının bir keşif zılâli; ve umum vücut ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misâl, nim-şeffaf bir âyine-i cemâli; ve sıfâtı muhita; ve şuunatı külliye olan bir Zât-ı Akdes'in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef'âli içindeki Teveccüh-ü Ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi fert uzak kalabilir, hangi şahsiyet, külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir? S.)

TEMEŞMÜŞ Zerdali yemek.

TEMEŞŞİ Yürüme (Mâneviyatta daha çok kullanılır.)

TEMEŞŞUT (Muşt. dan) Saçını, sakalını tarama.

TEMETTU' (C.: Temettuât) Kazanma, kâr etme. * Kâr, fayda, menfaat. * Toplamak, cem'etmek. * Mühlet vermek. * Yoldaş olmak.

TEMETTUÂT (Temettu'. C.) Kârlar, kazançlar, faydalar.

TEMEVLÎ Kendini mevlâ kılmak.

TEMEVVÜC (C.: Temevvücât) Dalgalanmak. Çalkanıp dalga dalga olmak.

TEMEVVÜCÂT (Temevvüc. C.) Dalgalanmalar.

TEMEVVÜL (Mâl. dan) Zenginleşme, mal edinme.

TEMEYYÜ' Sulanma, sulu hâle gelme. Akma. Cıvıklaşma, sıvı hâle gelme.

TEMEYYÜH Sulanma.

TEMEYYÜH-İ DEM Kanın sulanması.

TEMEYYÜZ Benzerlerinden farklı ve üstün olma. Diğerleri arasından kendini gösterme.

TEMEZZUK Parça parça olma. Yırtılma.

TEMEZZÜZ Yavaş yavaş ve dinlenerek içmek.

TEMHİD (Mehd. den) Döşeme, yayma, düzeltme. * İskân etme. * Bir maddede özür, bahane beyan eylemek. * Özür sahibinin özrünü kabul ile tasdik eylemek. * Serd etme, izah etme, arz etme. * Mukaddeme yapma. Hazırlama.

TEMHİK İptal etme.

TEMHİL Sonraya bırakma. Mühlet verme.

TEMHİR Mühürleme.

TEMHİS İmtihan ve tecrübe etme. * Halâs etme.

TEMHİSÂT (Temhis. C.) Tecrübeler, imtihan etmeler.

TEMHİZ Doğum ağrısı çekmek. (Bak: Temahhuz)

TEM'İK Yuvarlamak.

TEMİM Katı, şiddetli, şedid.

TE'MİM Kasdetmek.

TEMİME (C.: Temâyim) Heykel.

TE'MİN Güvenlik, emniyet hissi vermek. * Sağlamlaştırma, şüphe bırakmama. * Sağlamak. Kat'i vaadde bulunmak. Emn ve emân vermek. * Elde etme.

TE'MİNÂT (Te'min. C.) İnandırmak ve emniyet vermek için veya muhtemel zararı ödemek için verilen söz veya para, gösterilen kefil.

TE'MİNEN Te'min suretiyle.

TE'MİR Emretmek.

TE'MİT Zihnen tahmin etme.

TE'MİYE Öpmek.

TEMK Uzamak. * Yükselmek, yüce olmak.

TEMKİN Ağır başlılık, usluluk. * Ölçülü hareket sâhibi. * Vakar, izzet. İktidar, kudret. * Birini bir şeye muktedir kılmak. * Kararsızlıktan kurtulup huzur ve sükuna mazhar olmak. * Tedbir, ihtiyat.

TEMLİE (Mel'. den) Ağız ağıza doldurma.

TEMLİH Tuzlamak. Tuza yatırmak. * Edb: Söz arasında güzel ve mazmun (nükteli, cinaslı ve güzel) söz söylemek.

TEMLİH (Süryânice) El-Kayyum mânasında (Esmâ-i İlâhiyedendir).

TEMLİK Mal sahibi etmek. Birine mülkü kazandırmak, sahib etmek. * Mülk olarak vermek.

TEMLİKEN Mülk olarak vermek suretiyle. Temlik tarzında.

TEMLİS (Melis. den) Pürüzlerini giderme. Düzleme.

TEMLİYE Doldurma veya doldurulma.

TEMMAR Hurmacı. Hurma satan.

TEMME Tamam oldu, bitti (mânasına fiil).

TEMNİ' (Mübalağa ile) Men etmek, engel olmak.

TEMR Hurma.

TEMRE Bir tek hurma.

TEMREN Okların ucuna demir veya sarıdan takılan parçaya verilen addır. Menzil oklarına maden yerine kemik takılır ve ona da "soya" adı verilirdi. Temren ile soyanın takılışında fark vardı. Temren oka; ok ise soyaya takılırdı.

TEMRİ Hurmayı seven.

TEMRİD Binayı yüksek yapmak.

TEMRİG Yuvarlamak.

TEMRİH Hafifçe sürme. Uğuşturma. * Bulaştırmak.

TEMRİN Yumuşak etme. İdman ettirme. * Tekrarlatarak çalıştırma. Egzersiz.

TEMRİR Acılık verme.

TEMRİZ (Maraz. dan) Zayıf gösterme.

TEMSİK Cenk etmek, dövüşmek, vuruşmak. * Bir kimseye deri vermek. * Deriye renk vermek.

TEMSİL Bir şeyin aynısını veya mislini yapmak. Benzetmek. Teşbih etmek. Örnek, nümune söz. (Bak: Kıyas-ı temsilî)

TEMSİLÂT (Temsil. C.) Temsiller, örnekler.

TEMSİLÎ Temsile dair ve müteallik. Bir şeyi göz önünde canlandıran.

TEMSİR (Mısır. dan) Bir yeri şehir haline getirme. * Taklil. Azaltma.

TEMSİR Birşeye göz dikip beklemek.

TEMSİYE Akşamlık. * Akşamleyin bir nesne getirmek.

TEMŞİK Kırmızı balçıkla renk etmek.

TEMŞİR Sevinmek. * İzhâr etmek, göstermek.

TEMŞİT (Muşt. dan) Tarama veya taranma.

TEMŞİYE(T) (Meşy. den) Yürütme, ilerleme. * Meydana gelmesini kolaylaştırma.

TEMTİ' Faydalandırma, kâr ettirme.

TEMTİT "Ekber" derken bir elif fazlalaştırıp "ekbâr" demek. * Med edip çekmek.

TEMUÇİN (Bak: Cengiz)

TEMVİH (C.: Temvihât) Sulandırma, su katma. * Haksız bir şeyi haklı gösterme.

TEMVİL (Mâl. den) Mal sâhibi etme.

TEMYİ' (Mey'. den) Sıvılaştırma. Sıvı hale getirme.

TEMYİL İki şey arasında mütereddit olmak, karar verememek.

TEMYİS Yumuşak yapmak, yumuşatmak.

TEMYİZ Bir şeyi diğerinden seçip tarif etmek, ayırmak. Seçmek. İyiyi kötüden ayırmak. * Yargıtay. * Gr: Belirsiz olan kelime ve sayıları belirli hale koymak. Meselâ: "İşrune dirhemen" (yirmi dirhem) ve "Retle zeyten" (Bir retl zeytin yağı) tâbirlerinde "dirhemen" ve "zeyten" gibi.

TEMYİZEN Temyiz suretiyle. Temyiz yoluyla. Seçerek.

TEMZİC Karıştırmak. Katmak. Mezcetmek. * Bir kimseye bir şey vermek.

TEMZİG Ayırmak. * Dağıtmak.

TEMZİK (C.: Temzikat) Yırtma, paralama, perakende etmek.

TEN f. Gövde, beden, vücut. * İnsan bedeninin dış yüzü.

TEN'AB Karga sesi.

TENABÜZ Birbirine lâkap takıp çağırmak.

TENABÜZ Ahidlerini bozmak, sözlerinde durmamak.

TENACİ Fısıltı ile birbirine gizli söylemek.

TENACÜŞ Satın almak.

TENAD Birbirine nidâ etmek, birbirine bağırışmak.

TENADD (Nudud. den) Dağılma, darmadağın ve perişan olma. * Birbirinden ürkme.

TENADİ Birbirine nida etmek, çağırmak. * Bir araya toplanma.

TENADÜM (Nedem. den) Birbiriyle konuşma. Sohbet.

TENADÜR Azalma, nâdirleşme.

TENADÜS Birbirine lâkap koyup bağırışmak.

TENAFFUH şişmek. " Uf, tüf, ah ve oh" demek.

TENAFFUT Çok kızma, hiddetlenme.

TENAFİ Birbirine zıt ve muhâlif olma.

TENAFÜR Birbirinden kaçmak. Ürkmek. * Uzağa çekilmek. * Bir mes'elenin halli için hâkime başvurmak. * Edb: Kulağa hoş gelmeyen hece veya kelimelerin bir arada bulunması.

TENAFÜR-Ü KULÛB Kalblerin birbirinden nefret etmesi.

TENAFÜS (C.: Tenâfüsât) Hased etme. Çekememe.

TENAGGUM Şarkı söylemek.

TENAGGUŞ Hareket etmek.

TENAHHİ Bir yana çekilme, alarga durma. * Irak olma.

TENAHHUM Tükürmek. * Asık suratlı olmak, ekşi yüzlü olmak.

TENAHİ Son bulma, bitme, tükenme. * Yasağı kabul ile geri durmak.

TENAHNUH Öksürerek boğazını açmak, öksürmek. Öhö öhö demek. * Fık: Zaruret olmasa bu öksürük namazı bozar.

TENAHÜD Tevzi etmek, dağıtmak. * Hediye vermek, atâ etmek.

TENAİ Uzaklık.

TENAKKİ Muhayyer olmak.

TENAKKUB Nikab örtünmek, yüze peçe örtmek.

TENAKKUL (Nukl. den) Bir yerden başka bir yere geçme. * Nakletme. * Bir makamdan başka makama intikal etme.

TENAKKUR Müçtemi olmak, içtima etmek, toplanmak.

TENAKKUS Eksilmek.

TENAKKUT (Nokta. dan) Benek benek olma. Nokta nokta olma.

TENAKKUZ Halâs olmak, kurtulmak.

TENAKKUZ Kırılmak. * Bozulmak.

TENAKUS Noksanlaşmak. Azalmak. Eksilmek.

TENAKUSÂT (Tenakus. C.) Eksilmeler, azalmalar.

TENAKUZ Sözün birbirini tutmaması. Konuşmada beyan edilen söz ve fikirlerin birbirine zıt olması. * Man: İki şeyin birbirine nakiz olması. Bir şeyin nakizi, o şeyin ref'inden (kaldırılmasından) ibarettir.

TENAKUZÂT (Tenakuz. C.) Tenakuzlar.

TENAKÜH Nikâhlanmak.

TENAKÜR Bilmezlikten gelmek. Tecâhül etmek. * Birbirine adâvet etmek.

TENANİR (Tennur. C.) Ocaklar, fırınlar, tandırlar. * Su pınarları.

TENA'NU' Uzak olmak, uzaklaşmak.

TEN-ASAN f. Rahatını düşünen adam.

TENASİ Unutmuş görünmek. Unutmak. Kendini unutmuş gibi göstermek. (Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyân veya tenâsi edilse; ezhân enelere dönüp etrafında gezerler. M.) (Bak: Vicdan)

TENASİ Birbirinin nâsıyesine yapışmak. * Birbiri karşısına düşmek.

TENASSÜB Dikilip durma.

TENASSUH Nasihat almak, aklı başına gelmek. * Başkası hakkında iyilik istemek.

TENASSUK Nizâmına koyma, tertib etme, düzenleme.

TENASSUR Nasrânileşme. Hıristiyan dinine girme.

TENASUF Yarıya bölmek.

TENASUH Birbirine nasihat etme.

TENASUK Nizam üzere dizilme.

TENASUR Yardımlaşma. Karşılıklı yardım etme. * Haberler birbirini tasdik eylemek.

TENASÜB Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma. * Nisbet, kıyas. * İki adet birbirine nisbet edilerek yapılan hesap usulü. * Edb: Mânaca birbirine uygun kelimeleri bir arada söze güzellik vermek maksadı ile zikretmek.

TENASÜH İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan batıl inanışları. * Miras sahibinin ölümü ile malının vârisine geçmesi. (Bak: Mumya)

TENASÜH-VÂRİ f. Tenasühe benzer bir surette.

TENASÜL Türemek. Nesil yetiştirmek. Üremek. Birbirinden doğup türemek.

TENASÜLÂT (Tenasül. C.) Çoğalma. Tenâsüller. Üremeler.

TENASÜR Saçılma, serpilme, püskürme.

TENAŞİR Acemi yazısı, çocuk yazısı.

TENAŞÜD Birbirine şiir okuma.

TENAŞÜR Dağılmak.

TENATTU' Çok arıtmak. * Ayırmak.

TENATTUF Küpe takma.

TENATTUS Dikkatle tecessüs etmek, araştırmak. * Ayırmak.

TENATUH (Hayvanların) birbirlerine süsüşme (si). * Birbirine başla vurmak.

TENATÜC Neticelenme. Birbirini netice vermek.

TENATÜL Birbirine muhâlif olmak, ters olmak.

TENA'UL Nâlin giymek.

TENA'UM Nimetlenme, bolluk içinde yaşama.

TEN-AVER (C.: Ten-âverân) f. Vücutlu, etine dolgun.

TENAVÜB Nöbetleşme. Nöbet ile çalışma. Münâvebe.

TENAVÜL Bir şeyi alma. * Yemek yeme. * Bahşiş ve ihsanda bulunma.

TENAVÜM Yalandan uyur gibi görünme.

TENAVÜR İri vücutlu kişi, iri yarı kimse.

TENAVÜŞ (Tenâvül mânasındadır) El atmak, el sürmek.

TENAVÜŞ Aşağı tutmak. * Sonraya bırakmak, tehir etmek. * Alıp yemek.

TENAYÜB Nöbetleşmek.

TENAZU' Kavgalaşmak, çekişmek. Birbirine husumet etmek.

TENAZUK Birbirine öğretmek.

TENAZUL Birbiri ile oklaşmak.

TENAZUR Birbirine karşı olmak. Simetri hâli. * Bakışmak. Bir iş hususunda birbirine bakmak.

TENAZURÎ Simetrik.

TENAZÜK Birbirine süngü ile vurmak.

TENAZÜL Yayan olarak vuruşmak.

TENAZZÜF Pâklanma, temizlenme.

TENAZZUH Bulaşmak.

TENAZZUR Dikkatle bakarak düşünme. Düşünerek dikkatle bakma.

TENBAL Kısa boylu, bodur adam.

TENBAN f. Don, iç donu.

TENBEL (Tembel) f. Üşenen, üşengeç. * İşte ağır, davranan ağır yürüyen, ağır hareketli.

TENBEL-HÂNE f. Memurları iş görmez olan dâire; fertleri tenbel olan ev. Tenbeller yuvası.

TENBELİT f. Hayvan yükü. Küçük yük.

TENBİE Haber vermek.

TENBİH (C.: Tenbihât) Göz açtırmak. * Gafletten ikaz etmek. Faaliyetini arttırmak. * Sıkı emir vermek. * Bir işin yapılacağı hakkında yapılan nasihat.

TENBİHÂT (Tenbih. C.) Tenbihler. İkaz etmeler.

TENBİK Ağaçları aynı hizâda dikmek.

TENCİC Şâd etmek. Sevindirmek.

TENCİD Evin içini nakışlı bezlerle süslemek. * Kahraman yapmak.

TENCİM Yıldız ilmi ile uğraşmak. Yıldızların hareketlerinden mâna çıkarmağa çalışmak.

TENCİR Korkutmak.

TENCİS (Necâset. den) Pisleme, murdarlaştırma, pis etme.

TENCİYE (Necât. dan) Kurtarma.

TENCİZ Sona erdirme. Sonuçlandırma, neticelendirme. * Sözünü yerine getirme.

TENDİD Meşhur etmek.

TENDİF Yün ve pamuk atmak.

TENDİYE Islatma, nemleme.

TEN-DÜRÜST f. Sağlam vücutlu, kuvvetli. Vücudu sağlam olan.

TENE f. Gövde, beden, cüsse, vücut. * Örümcek ağı.

TENEBBİ (Nübüvvet. den) Peygamberlik iddiasına kalkışma, peygamberlik dâvasında bulunma.

TENEBBU' Az az işlemek. * Yerden kaynama. Nebean etme.

TENEBBÜ' (Nübüvvet. den) Peygamberlik iddiasına kalkışma.

TENEBBÜH Uyanmak. Kendine gelmek. Aklını başına getirmek.

TENEBBÜT Büyümek. Yerden çıkıp biten nebat gibi yetişmek.

TENECCÜC Çok olmak. * Zayıflamak, süst olmak. * Aşağı gelmek. * Geniş yer tutmak.

TENEDDİ Gamkin ve üzüntülü olmak.

TENEDDUH Koyunun otlamaktan semiz ve besili olması.

TENEDDUS Çıkmak, huruç etmek.

TENEDDÜB (Nedbe. den) (Yara) kapanma.

TENEDDÜD Halk içinde meşhur olmak.

TENEDDÜM (Nedâmet. den) Pişman olma, pişmanlık duyma, nedâmet etme.

TENEDDÜS Toprağa gömülmek.

TENEFFU' (C.: Teneffuât) Faydalanma, menfaatlenme.

TENEFFUH (Nefh. den) Kabarma, şişme. * Urlanma. * Üflenerek şişme.

TENEFFUH Boş lâflarla gururlanma.

TENEFFUT (El) Kabarmak.

TENEFFÜL Nâfile namaz kılma veya oruç tutma.

TENEFFÜR Çekinme. Kaçınma. Nefret etme. İğrenme.

TENEFFÜS (Nefes. den) Nefes, soluk alma. Dinlenme. * Tan yeri ağarma. * Deniz suyunun sahile vurması. * Üfürmek. * Okullarda ders araları verilen dinlenme.

TENEFFÜSÂT (Teneffüs. C.) Teneffüsler.

TENEFFÜZ (Nefz. den) Nüfuz sahibi ve sözü geçer olma.

TENEHHUS Kadınların kaşlarını ve yüzlerindeki kılları yolmaları.

TENEHNÜH Nefsini menetmek. Nefsinin isteklerine engel olmak.

TENEKKUB Nikab örtmek. Nikablanmak, peçelenmek.

TENEKKÜR (Nekr. den) Kendini bildirmeme. Tanınmıyacak kılığa girme.

TENEKKUS Rücu' etmek, geri dönmek.

TENEKKÜS (Nüks. den) Başaşağı olma.

TENEMMUS Cınbızla yüzden kıl yolmak.

TENEMMÜL (Neml. den) Karınca gibi kaynama. * Vücudun bir tarafı, bir organı uyuşup karıncalanma.

TENEMMÜR Birisini korkutmak için gürültü yapmak, gürültülü ses çıkarmak. * Uzun uzun bağırmak. * Kaplan huylu olmak. Kaplanlaşmak.

TENEMMÜV (Nümüvv. den) Gelişip büyüme.

TENESSUH Eşsiz, çok güzel ve çok az bulunur olma.

TENESSÜK İbadet etmek.

TENESSÜM (Nesim. den) Havayı teneffüs etme. * Güzel kokular kokutmak. * Haber erişmek.

TENESSÜR Dağılma, saçılma, yayılma, serpilme.

TENEŞŞİ Neşvelenme, sarhoş olma.

TENEŞŞUT (Neşat. dan) Ferahlanma, keyiflenme.

TENEŞŞÜB Bir şeye ilişip tutulma.

TENEŞŞÜD Bir haberi veya bir şeyi öğrenmek için insanların farkına varamıyacağı şekilde nezâketle soruşturma.

TENEŞŞÜF (Suyu veya rutubeti) çekme, emme.

TENEVVUK Tabiat, huy. * Hâtır. * Bir işte mübalağa etmek.

TENEVVÜ' (C.: Tenevvüât) Çeşitlenmek, çeşit çeşit olmak.

TENEVVÜB Katran ağacı.

TENEVVÜH (Nevha. dan) Ölüye feryad ederek ağlamak. * Sarkıp sallanıp öteberi hareket etmek.

TENEVVÜM Uyuklama, pinekleme.

TENEVVÜME (C.: Tünüm) Kırlarda yetişen küçük yemişli bir ağaç.

TENEVVÜR Parlama, ışıldama. * Bir şey hakkında bilgi sahibi olma. * Münir ve münevver olmak. Aydın olmak. Nurlanmak.

TENEVVÜS Tereddüt etmek, karar verememek.

TENEVVÜŞ Evmek, acele etmek, sür'at.

TENEZZEHE Noksan sıfatlardan uzak (meâlinde Allah C.C. için söylenen duâdandır.)

TENEZZİ Evmek, sür'at, acele etmek.

TENEZZÜH Uzaklaşmak. * Gezinti. Bağ ve bahçe gibi yerlere gam ve kederi izale için çıkmak. * Kusur, pislik ve ayıptan uzak olmak.

TENEZZÜH-Ü ZÂTÎ Zata mahsus tenezzüh. Yani zatının bütün noksan sıfatlardan, kusurlardan temiz ve uzak oluşu.(Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğna-i zâtîsine ve gınâ-i mutlakına muvafık bir surette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtîsine münâsib bir şekilde, hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve nihayetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır. M.)

TENEZZÜL (C.: Tenezzülât) İnme, düşme. Aşağılama. * Gönül alçaklığı. Karşısındakinin seviyesine göre tevâzu ile konuşmak. * Yavaş yavaş inmek. Mekânını yukarıdan aşağıya nakletmek.

TENEZZÜL-Ü EMTAR Yağmur yağması. Yağmur katrelerinin inişi.

TENEZZÜLÂT-I İLÂHİYE Cenab-ı Hakk kelâmiyle, kullarının anlayış seviyelerine göre konuşması ve derin hakikatları, anlıyabilecekleri ifadelerle beyan etmesi.

TENEZZÜLEN Alçak gönüllülükle, tevâzu ve mahviyet içinde, kibirsizlikle.

TENEZZÜL Hasis ve cimri olmak. * Asılsız olmak.

TENEZZÜR Korkmak. * Adak adamak, nezretmek.

TENFİH (C.: Tenfihât) (Nefh. den) Üfleyip şişirme. * Çok üfleme.

TENFİH Yorma, güçsüz bırakma.

TENFİL Ziyade etmek, çoğaltmak. * Kandırmak.

TENFİR (Nefret. den) Ürkütme, korkutma. * Nefret ettirme. * Mekruh ve müstehcen isim takma. * Galibiyetle hükmetme. * (Nefir. den) Asker toplama.

TENFİS (C.: Tenfisât) (Nefes. den) Nefeslendirme, soluklandırma, ferahlandırma.

TENFİŞ (C.: Tenfişât) Pamuk gibi atma. Yün ditme.

TENFİT Çok kaynatmak. * Neftlemek.

TENFİZ Sıçratma. Sıçramaya zorlama.

TENFİZ İnfaz etmek. Hükmünü yürütmek. * İçinden geçirmek ve öteye çıkarmak.

TENFİZ-İ AHKÂM Hükümleri yürütmek, kanunları tatbik etmek.

TENFİZ Silkmek. * Saçmak, dağıtmak.

TENG f. Dar, sıkıntılı, melul, kederli. * Kıtlık.

TENGÇEŞM f. Açgözlü.

TENGDİL (C.: Tengdilân) f. Yüreği dar. İçi sıkıntılı.

TENGÎ f. Darlık. * Züğürtlük.

TENGİS (Nags. dan) Hayatını tasalı, kederli kılmak.

TENGİZ Zindeliği sarsılma, zindeliğini sarsma.

TENGNA f. Dar yer. Geçit, boğaz. Sıkıntılı yer. * Mezar.

TENHA f. Boş yer. Kimsesiz yer. * Yalnız, tek.

TENHANİŞİN f. Tek başına oturan. Yalnız oturan.

TENHAREV f. Yalnız giden.

TENHAYÎ f. Yalnızlık, ıssızlık, tenhalık.

TENHIYE Irak etmek, uzaklaştırmak. * Gidermek. * Silkmek. * Çıkarmak.

TENHİB Suya gayet yakın olmak.

TENHİL Elek ile eleme.

TENHİYE İçinde suyu az olan çukur.

TE'NİB Ayıplamak. * İncitmek.

TENİDE f. Örümcek ağı. * Örülmüş, dokunmuş.

TEN'İL Nallama, nallanma.

TEN'İM Nimetlendirmek. Bolluk içinde olmak. Rahat ve refah kılmak. * "Neam" diye cevap vermek.

TE'NİS Bir kelimenin sonuna te'nis alâmeti olan ( ) ilâve ederek müennes yapmak.

TE'NİS Ürkekliğini gidermek. Alıştırmak. * Bir hayvanı terbiye ederek işe yarar hale getirmek.

TE'NİS-İ EZHAN Zihinleri alıştırmak, anlayışı kolaylaştırmak.

TEN'İŞ Yukarı kaldırma.

TENİZE Uç, etek.

TENİZE-İ KÛH Dağ eteği.

TENKIYE Tıb: Şırınga âleti. * Temizleme, tathir.

TENKİB Dolaşıp gezmek. * Ticaret yapmak. Tefahhus etmek. * İnceden inceye araştırmak.

TENKİB Dönmek veya döndürmek.

TENKİD Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak.Tenkid yapıcı veya yıkıcı olabilir. Tenkitten maksat, doğrunun ve yanlışın iyi niyetle ortaya konulması, hakikate ulaştıracak yolun ve imkânların gösterilmesidir. Sadece yanlışı söylemek, doğruyu göstermemek yıkıcı bir tenkiddir. Tenkid edenin, tenkid edeceği mesele hakkında bilgili olması gerekir. Tenkide his, ihtiras, menfaat, peşin hüküm araya girmemeli, tenkid konusunda Hz. Ali'nin (R.A.) şu sözünü unutmamalıdır: "Sen hakikatı insanla bilemezsin, önce hakikatı tanı, sonra ehlini de tanırsın." (Bak: Gıybet)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   160   161   162   163   164   165   166   167   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin