CELBİZ f. Kement, ilmik. * Gammâz, koğucu, ara bozucu.
CELBNAME f. Mahkemeye çağırma kağıdı, celb kağıdı.
CELBÛ f. Nâneye benzer bir ot, sebze.
CELBÛB f. Sarmaşık (bitkisi.)
CELCA' Boynuzsuz koyun.
CELCELE Çan sesi. * Gök gürültüsü. * Depretmek. * Gitmek.
CELCELUTİYE Peygamberimizin Resul-i Ekremin (A.S.M.) derslerine istinâden, aslı cifir ve ebced hesâbı ile alâkalı olarak Hz. Ali (R.A.) tarafından te'lif edilen Süryânice bir kasidedir. Esas mânası; bedi' demektir.
CELD Lügat mânası, deri üzerine vurmaktır. * Fık: Muhsen olmayan mükellef zâni veya zâniyenin muayyen uzuvlarına vech-i mahsus üzere değnek veya kamçı ile vurmaktır. Bu ceza, mücrimin cildi yani derisi üzerine tatbik edildiği cihetle "celde" adını almıştır.
CELDA Sür'at. Çabukluk. * şecaat.
CELDE Fık: Suç işleyen birisine kamçı veya değnekle bir vuruş.
CELE Başın ön tarafının saçı dökülmek.
CELEB Kesilecek hayvanları ve bilhassa koyun sürüsünü celbederek kasaplara satan tacir. * Tar: İstanbul sarayında ilk işe başlamış olan acemi.
CELEB f. Fahişe. Orospu. * Çan.
CELECE (C.: Cülec) Kafa, baş.
CELED Sütü ve yavrusu olmayan büyük deve. * Muhkem yer. * Samanla doldurulup anası önüne koyulan buzağı derisi.
CELEF Yerden balçık küremek ve gidermek.
CELEM Koyun kırkmakta kullanılan büyük makasın herbir yüzü.
CELENFEA Şişman karınlı büyük deve.
CELENZA Arkası üstüne yatıp ayaklarını kaldıran kişi.
CELESAT (Celse. C.) Meclisler, celseler.
CELEVAT (Cilve. C.) Cilveler. Hüsn-ü zuhûrlar.
CELEVLA' Mekân ismi.
CELH Doldurmak, dolu olmak.
CELHE (C.: Cülâhet) Gidermek. Yerinden ayırmak. * Nâhiye.
CELİ Parlak, açık, âşikâr, meydanda. * Kur'an harfleri ile yazılan bir çeşit yazı.
CELİB Satmak için bir yerden toplanılan şeyler. * Esir, köle, cariye. Satılık esir.
CELİD Fazla celâdetli, bahadır. * Rutûbetli, kırağı, çiğ. * Buz.
CELİL Celâlet ve celâdet sâhibi. Azîm, mertebesi yüksek.
CELİL-ÜŞ-ŞÂN şan ve şerefi pek büyük.
CELİS Galiz, kaba nesne. Büyük ve sağlam olan şey.
CELİS Ekseri bir yerde oturan. Arkadaş. Birlikte oturan.
CELİYYAT (Celi. C.) Aşikâr, açık, aleni, meydandaki şeyler.
CELL (C.: Cülûl) Yerden birşey toplamak. * Gemi yelkeni.* Yaşlı olmak. * Kadr ve mertebesi büyük olmak. * Celil, büyük, ulu.
CELLAD İdama mahkûm olanları idam etmeğe vazifeli olan adam. * Mc: Merhametsiz.
CELLALE Necaset yiyen sığır.
CELLE Deve ve koyun tersi. * Az olarak insan pisliğinden kinâye olur.
CELLE "Celil oldu, celil olsun" meâlinde ve Celle Celâluhu diye, Allah İsm-i Celali işitildiği veya anıldığı anda, tâzim makamında söylenir.
CELM Kesmek, kat'etmek. * Ululuk, büyüklük.
CELMED Kaya. Taş.
CELSE Bir meclis veya mahkeme hey'etinin toplanmalarından tâtile kadar olan müzakere müddeti. * Bir def'a akd-i meclis etmek. Oturuş, bir def'a oturmak. * Fık: İki secde arasında bir def'a $ diyecek kadar oturmak.
CELSE-İ ALENİYYE Açık oturum.
CELU f. Şakacı, lâtifeci kimse. * Kebap şişi.
CELVET Yerini, yurdunu terketme. * Tas: Abdin fenâfillah olup halvetten ayrılması.
CELVETİYE Eskiden mevcud bir tarikat ismi.
CELZ Seyretmek.
CEM Hükümdar, melik, şah. * Hz.Süleyman'ın (A.S.) nâmı. * İskender'in bir ismi.
CEM' (C.: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar. * Az olarak cemaat için isim olur. * Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma. * Gr: Arabçada (ve tesniye olmayan dillerde) ikiden çok olan şeylere delâlet eden kelime. (Kitabın başındaki cemi' hakkındaki izahata bakınız) * Tas: Bütün eşyayı Cenab-ı Hak ile görerek kendi havl ve kuvvetinden teberri etmek.
CEM-ÜL CEM Gr: Bir defa cemi'olan kelimenin tekrar bir defa daha cemi olması. (Evliya; Evliyalar gibi.) * Tas: Vahdet-i vücuda dalmak. Bekabillah, Cenab-ı Hak'ta fâni olmak.
CEM-İ MÜENNES Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonundaki müennes alâmeti olan (e "t") kaldırılıp yerine (ât) getirilir. Müslime(t) : Müslimât gibi.
CEM-İ MÜENNES-İ SÂLİM Gr: Sonu ( $ ât) eki ile biten cemi'ler. Meselâ: Müminât: (Kadın mü'minler, mümineler) Sâdıkât, Hafiyyât, Sâlihât gibi.
CEM-İ MÜKESSER Gr: Cemi yapılacağı zaman müfredinin şekli bozularak yapılan cemi. Kaide dışı yapılan, kaideye uymadan yapılan cemi. Kitab; kütüb, gibi.
CEM-İ MÜZEKKER Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonuna (în, ûn) getirilerek yapılan cemi: Müslimîn, müslimûn gibi.
CEM-İ SAHİH (SÂLİM) Gr: Bu cemi yapıldığı zaman müfredinin şekli bozulmaz. İki türlüdür. Cem-i müzekker, Cem-i müennes. * Mat: Toplama.
CEM-İ ZIDDEYN İki zıddın birlikte bulunması. (Bak: İçtima-ı zıddeyn)
CEMAAT Topluluk. Bir yere toplanmış insanlar. Takım, bölük. * Fık: Bir imama uyup namaz kılan müslümanların heyeti. Bir mezhebe tâbi bir heyet teşkil eden ahali. * Aralarındaki münasebetleri din, örf ve âdetlere göre tanzim eden, akrabalık, komşuluk, hemşehrilik gibi rabıtalarla birbirine bağlı insan topluluğu.
CEMAAT-İ ÇİLİNGİRÂN-I HÂSSA Tar: Saraydaki çilingirlik işlerini yapmakla muvazzaf sanatkârlar zümresi.
CEMAAT-İ HADEME-İ EHL-İ HİREF Tar: Saray işlerini yapmakla vazifelendirilmiş sanatkârlar zümresi.
CEMAAT-I MÜCELLİDÂN-I HÂSSA Tar: Saraydaki kitabları ciltlemekle vazifeli sanatkârlar.
CEMAD Cansız ve kurumuş olmak. * Yağmur yağmayan yer. * Sütü olmayan deve. * Donmuş, katı cisim.
CEMADAT Katı cisimler, cansızlar.
CEMADÎ f. Ruhu olmayan, cansız madde. Câmid cisim.
CEMAET Her nesnenin şahsı ve cüssesi.
CEMAHİR (Cumhur. C.) Cumhuriyetler.
CEMAHİR-İ MÜTTEFİKA Birbiriyle anlaşmış, ittifak etmiş devletler. Müttefik cumhuriyetler.
CEMAHİR-İ MÜTTEHİDE Birleşmiş devletler. Müttehid cumhuriyetler.
CEMAL Yüz güzelliği. Fertteki güzellik. * Cenâb-ı Hakk'ın lütuf ve ihsânı ile tecellisi. * Hak ile söylenen doğru söz. * Hüsün. (... Bir cemal sâhibi, dâima hüsn ü cemalini görmek ve göstermek ister. Bu ise, âhiretin vücudunu ister. Çünkü dâimi bir cemâl, zâil ve muvakkat bir müştaka razı olmaz. Onun da devamını ister. Bu da âhireti ister. M.N.)
CEMAL-İ BÎ-MİSAL Misâli, benzeri olmayan güzellik. (Bak: Celâl)
CEMALULLAH Allah'ın cemâli.CEMAM : Rahat olmak. Dinlenip yorgunluğu gidermek. İstirahat etmek.
CEMAMİH (CEMÛH) Başı sert, yavuz at.
CEM'AN Bir yere toplamak suretiyle, toplanmış olarak.
CEM'ARE Galiz, kaba nesne. Yüksek taşlar. * Kabile ismi. * Küçük kuş.
CEMAŞ Kadın ile oynaşan kişi.
CEMAZİYEL AHİR Arabi ayların altıncısıdır. (Arabi aylar: Muharrem, Safer, Rabiyy-ül-evvel, Rabiyy-ül-âhir, Cemaziyel-evvel, Cemaziyel-ahir, Receb, şaban, Ramazan, şevval, Zilkade, Zilhicce'dir)
CEMAZİYEL EVVEL Arabi ayların beşincisidir. * Bir kişinin mazisi, geçmişi.
CEMCEME Sözü gizli söyleme, harfleri tâne tâne söyleyip açık beyan edememe.
CEMD Donmak.
CEMDER f. Bir cins bıçak veya kama.
CEMED Dondurmak. * Buz, kar.
CEMEDÎ (Cemed. den) Buz gibi, çok soğuk, bârid.
CEMEL Erkek deve. İbil.
CEMEL VAK'ASI Müslümanlar arasında vuku bulan elem verici ilk muharebedir. Peygamber Efendimizin (A.S.M.) Zevcesi Hz. Aişe (R.A.) ile Aşere-i Mübeşşereden Talha ve Zübeyr'in (R.A.) Hz. Ali'ye (R.A.) karşı kıyamlarından doğmuştur. Bu harpte Hz. Aişe ile Talha ve Zübeyr'in maiyetinde otuzbin; ve Hz. Ali'nin refakatinde yirmibin kişi olduğu hâlde karşı karşıya gelinmiş ve muhârebe sonunda her iki taraftan içlerinde sahabeden birçok zatla beraber onbin kişi şehid edilmiştir. Bu muharebede Hz. Talha ve Zübeyr de şehâdete nâil olmuşlardır. Bu muhârebeye Cemel Vak'ası denilmesinin sebebi: Hz. Aişe'nin mahfelini bir deve üzerine koydurarak ve kendisi ve bu mahfelde gayet mestûre bir şekilde oturup harp yerine maiyetindeki sahabelerle beraber gittiği için ve harbin en şiddetlisi bu devenin etrafında meydana geldiği içindir. (Bak: Sahabe)(Hazret-i Ali (R.A.) zamanında başlayan muharebelerin mâhiyeti nedir? Muhariblere ve o harpte ölen ve öldürenlere ne nam verebiliriz?Elcevap: Cemel Vak'ası denilen Hazret-i Ali ile Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyr ve Aişe-i Sıddıka (Radıyallahü Teâlâ Aleyhim Ecmain) arasında olan muharebe; adâlet-i mahzâ ile, adâlet-i izâfiyenin mücadelesidir. Şöyle ki:Hazret-i Ali, adâlet-i mahzâyı esas edip, Şeyheyn zamanındaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihad etmiş. Muârızları ise: Şeyheyn zamanındaki safvet-i İslâmiye adâlet-i mahzâya müsaid idi, fakat mürur-u zamanla İslâmiyetleri zaif muhtelif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye'ye girdikleri için adâlet-i mahzânın tatbikatı çok müşkil olduğundan, "ehvenüşşerri ihtiyar" denilen adâlet-i nisbiye esası üzerine içtihad ettiler. Münâkaşa-i içtihadiye siyasete girdiği için, muharebeyi intaç etmiştir. Mâdem sırf "Lillâh" için ve İslâmiyet'in menâfii için içtihad edilmiş ve içtihaddan muharebe tevellüd etmiş; elbette hem katil, hem maktûl ikisi de ehl-i Cennettir. İkisi de ehl-i sevaptır diyebiliriz. Her ne kadar Hz. Ali'nin içtihadı musib ve mukabilindekilerin hata ise de, yine azâba müstahak değiller. Çünki: İçtihad eden hakkı bulsa iki sevab var. Bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevabı olarak bir sevab alır. Hatâsından mâzurdur. Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zât-ı muhakkik Kürdçe demiş ki: $Yâni: Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kal etme. Çünki hem katil ve hem maktûl ikisi de ehl-i Cennettir.Adâlet-i mahzâ ile adâlet-i izafiyenin izâhı şudur ki: $Âyetin mâna-yı işârisiyle; bir masumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selâmeti için fedâ edilmez. Cenâb-ı Hakk'ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için bir ferdin rızâsı bulunmadan hayatı ve hakkı fedâ edilmez. Hamiyet namına rızasıyla olsa, o başka mes'eledir.Adâlet-i izâfiye ise, küllün selâmeti için, cüz'ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehven-üş-şer diye bir nevi adâlet-i izafiyeyi yapmağa çalışır. Fakat, adâlet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adâlet-i izâfiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.İşte İmam-ı Ali Radiyallahü Anh, adâlet-i mahzâyı şeyheyn zamanındaki gibi kabil-i tatbiktir deyip, hilâfet-i İslâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukabilleri ve muârızları ise, "Kabil-i tatbik değil, çok müşkilâtı var." diye adâlet-i izâfiye üzerine içtihad etmişler. Tarihin gösterdiği sâir esbab ise, hakiki sebep değiller, bahanelerdir. M.)
CEMEN f. Çardak.
CEMERAT (Cemre. C.) Cemreler. Şubat ayında azar azar artan sıcaklıklar.
CEMH Sür'at yapmak, hız yapmak. * Huruç etmek, çıkmak.
CEMH Gururlanmak, kibirlenmek.
CEMİ' Cümle, hep, bütün. * Gr: Çokluk bildiren kelime. Çoğul.
CEM'Î (Cem'. den) Cemiyete mahsus, cemiyetle alâkalı.
CEMİAN Bütün, hep.
CEM-İ EZDAD Birbirine zıd şeylerin bir arada bulunması.
CEMİL Güzel. * Cenab-ı Hakk'ın isimlerinden biri.
CEMİL-İ ALE-L ITLAK (Cemil-i alelıtlak) Her cihetle çok güzel ve mükemmel.
CEMİL-İ ZÜLCELAL Celal sâhibi, cemil olan Cenab-ı Allah (C.C.)
CEMİLE Hoşa gitmek için yapılan hareket.
CEMİLEKÂR f. İyilik sever, güzel ahlâk ve huy sâhibi olan.
CEMİR Zaman, dehr.
CEMİŞ Saçı yolunmuş. * Ot bitmeyen yer.
CEM'İYYAT (Cemiyet. C.) Cemiyetler.
CEM'İYYET (Cemiyet) Topluluk, birlik. Hey'et. * Bir yere cem' olma. * Mânevi birlik teşkil eden cemaat. * Huk: Kazanç paylaşmaktan başka bir maksadla, ikiden ziyade şahsın ilim ve mâlumâtlarını ve faaliyetlerini devamlı bir şekilde birleştirmek suretiyle bir esas nizamnameye müsteniden ve hükmî şahsiyyeti hâiz olarak kurdukları teşekkül. (T.H.L.) * Tas: Zihnin yalnız Cenab-ı Hak ile meşguliyet hali. * Edb: Tenasübü veya tezadı dolayısıyla birbirine uyan kelimeleri veya zıd olan kelimeleri beraber aynı ifade içinde bulundurmak. (Edebiyat Lügatı'ndan bir misal:Bir tâir-i kudsîyi uçurdun yuvasından.Bir lâne-i sevdayı tebah eyledin ey mevt.Bir tûde türaba çevirip cism-i latifin.Bir haclegehi hâk-i siyah eyledin ey mevt."Tair, uçurdun, lâne, tûde, türab, hâk" lâfızları arasında tenasüb vardır."Bir tûde türab" ile "Cism-i latif" "haclegeh" ile "hâk-i siyah" arasında tezad vardır. Buna, sözün cem'iyyetli olması denilir.
CEM'İYYET-İ AKVÂM (Milletler Cemiyeti) Birinci Dünya Savaşından sonra kurulan ilk Birleşmiş Milletler Cemiyetinin bizdeki adıdır.
CEM'İYYET-İ HATIR Zihin ve fikrin dağınık olmayıp toplu bulunması. Hasr-ı fikir etmek.
CEM'İYYET-İ KELÂM Kelâmın câmi olması. Müteaddid mânası bulunan kelâm, söz.
CEM'İYET-İ MUHAMMEDÎ (Bak: İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti)
CEM'İYYETGÂH f. Toplantı yeri, toplanılacak yer.
CEML Yağ eritmek.
CEMM Çokluk. Mecmu. * Kuyuda biriken su. * Hırs ve tama ile mal biriktirmek.
CEMM-İ GAFİR Büyük cemâat, insan kalabalığı. Ekseriyet. * Muhâfızlar.
CEMMA Boynuzsuz koyun.
CEMMAL Deveci, deve süren, deve sürücüsü.
CEMMAZ Hızlı giden.
CEMMAZ-SÜVAR f. Hızlı giden bineğe binen kimse.
CEMR İnsanların bir araya toplanması. * Atın sıçrayarak yürümesi. * Ateş ve küçük taş vermek. * Bir kimseyi def etmek, kovmak.
CEMRA Kuvvetli dişi deve.
CEMRE (C.: Cimâr) Şiddetli karanlık. * Ateşli kömür parçası, kor. * İlkbaharda suya, yere, havaya düştüğü söylenen sıcaklık. * Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları.
CEMRE-İ SÂLİSE Üçüncü cemre ki, toprağa düşer.
CEMRE-İ SÂNİYE İkinci cemre ki, suya düşer.
CEMRE-İ ULÂ Birinci cemre ki, havaya düşer.
CEMREVİYYE Divân şairleri tarafından bayramlar, baharlar gibi cemre sebebiyle, muasır olan büyük makamlı ve rütbeli kişiler için yazılan şiirler.
CEMR-ÜL GADA Ateşi çok devam eden ağacın ateşinin koru.
CEMŞ Saçı yolmak veya traş etmek. * Gizli ses. * Parmaklarının uçları ile çekmek. * Gazel söylemek. * Oynaşmak.
CEMŞASB f. Hz. Süleyman Peygamber. (A.S.)
CEMUM Yorga at. * Yürürken eşinen at.
CEM-UL CEVAMİ' Eski medreselerde okutulan Dört Hak Mezhebin fıkıh usûlünü içine alan, Usûl-i Fıkh'ın en son kitabı. Müellifi Şâfiî âlimlerinden İbn-üs Sübkî'dir.
CENA' Arka yumruluğu. Kamburluk.
CENA Yemiş toplamak. * Cem'etmek, toplamak.
CENAB (C.: Ecnibe) Evin etrafı, çevresi. * Cânib. * Nâhiye.
CENAB Büyüklük ifade etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenab-ı Hak, Cenab-ı Resül-i Kibriya (A.S.M.)... gibi.
CENAB-I HAKK Allah.
CENABET Pis. Gusletmesi lâzım gelen kimse. * Uzaklık.
CENADİF Şişman, kısa boylu kimse.
CENAH Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)
CENAH-I TÂİR Kuş kanadı.
CENAH-I ZÜBAB Sinek kanadı.
CENAHEYN (Cenah. dan) İki kanat, iki yan, iki cenah. * İki hususiyetli.
CENAİB (Cenayib) (Cenibe. C.) Yedek hayvanlar, yedek binekler.
CENAN Gönül. Ruh. Kalb. Can.
CENANÎ Kalbe âit ve müteallik olan. Kalben duyulan. (Arabça müfred, birinci şahıs sigası ile "kalbim" mânasınadır.)
CENAZE (C.: Cenâiz) İnsan ölüsü.
CENB Yan taraf. Koltuk altının aşağısı. * Def'etmek, kovmak. * Müştak olmak. * Bir yere gitmek için bir yere inmek. * Birisinin sevdiğinden dolayı kararsız ve muztarib bulunmak. * Büyük ve çok olan. * Engin taraf. * Şetmetmek, söğmek. (L.R.)
CENBÎ Yan tarafa âit.
CENBİYYE Arapların kullandıkları bir cins eğri kamadır ki, yan taraflarına takarlar.
CENCENE Sözü burun içinden söylemek, genizden konuşmak.
CENDEL Nehirlerde bulunan ve büyükçe olan kaya.
CENDERE yun. Tazyik. Baskı, basınç. * Dar dere, boğaz. * Kalın oklava. * Çamaşır ütülemeye mahsus iki ağaç üstüvaneden ibaret alet. * Mc: Sıkı ve dar yer.
CENEB Susuzluktan böğrü ciğere yapışmak.
CENEDİL (C.: Cenâdil) Taşlı yer. * Yuvarlak taş.
CENEF Hata ve cehilden dolayı haktan meyletmek. * Zulmetmek.
CENEN Mezar, kabir.CENG $ (CENK) : f. Top, tüfek ile harbetmek. Muharebe. Kavga. Harb. Savaş.
CENGAVER (C.: Cengâverân ) f. Cenkçi. Yiğit olan. Kahraman. İyi harbeden.
CENG-AZMÜDE f. Savaş tecrübesi olan kişi.
CENG-CÛ f. Kavgacı, dövüşçü, cenkçi.
CENGEL f. Orman. Ağaç topluluğu.
CENGELİSTAN f. Sık ağaçlık, orman, sazlık yer.
CENGİZ (Temuçin) Moğol Devleti'nin hükümdarlığını yapmıştır. İslâmî medeniyetleri ve kıymetleri tahribeden zâlim ve müstebid bir hükümdar olarak tarihe geçen bir kimsedir. Milâdi 1229'da ölmüştür. Asrının deccalıdır. (Bak: Celaleddin-i Harzemşah)
CENGİZİYAN f. Cengiz soyundan gelenler, bunlara tâbi olan kimseler.
CENH Kuşun kanadını vurması.
CENÎ Devşirilmiş, koparılmış olan. Meyve toplanması ve alınması.
CENİB Garip. * Hurmanın iyisi.
CENİBE (C.: Cenâib) Yedek hayvanı.
CENİN (Cenne. den) Ana karnındaki harekete başlıyan çocuk. * Gizli ve mestur, saklı olan şey.
CENİVER f. Sırat köprüsü.
CENK (Bak: Ceng)
CENN (Cünün) Bir şeyi setretmek, gizlemek. * Ana karnındaki cenin, gizli olmak.
CENNÂN Bahçıvan.
CENNÂT (Cennet. C.) Cennetler.
CENNÂT-I ADN Adn cennetleri. Hulûd üzere ikamet ve temekkün edilen cennetler. (Kamus Tercümesi.)
CENNET Allah'a (C.C.) inanan ve O'na ibadet ve itaat edenlerin, iman ve İslâmiyyet'e ihlâs ve sadâkatle hizmet edenlerin, Kur'ana bir hizb-ül Kur'ân olarak mücâhidâne bir sûrette hizmetkâr olan mücâhidlerin, cihâd-ı diniyye erlerinin âhirette fazl-i İlâhi ile gidip ebediyyen içinde kalacakları mekân ve mesken. Cennet'in varlığını bütün peygamberler, onların yolundan giden âlimler ve ermiş kişiler, evliyalar ittifakla haber vermişlerdir. Esasen Allah'ın adaleti, Cehennem gibi Cennet'in de varlığını gerektirir. İnananlar, ölümün; ebedî bir hiçlik değil, ölümsüzlüğe geçiş, sevdikleriyle buluşacakları âhiret âlemine bir yolculuk olduğuna inanıyorlar ve bunalım içinde değil; mutluluk içindedirler. İnananların ve iyilerin bu hâlleri Cennet'in varlığını gösteren hayattaki belirtilerinden biridir.Cennetin tabakaları : Dâr-ül-Celâl, Dâr-üs-Selâm, Cennet-ül Me'va, Cennet-ül Huld, Cennet-ün Naim, Cennet-ül Firdevs, Cennet-ül Adn, Cennet-ül Vesile. (Bak: Âhiret)(Mühim bir taraftan ehemmiyetli bir sual: Rivayette gelmiş ki; Cennet'te bir adama beş yüz senelik bir Cennet verilir. Bu hakikat akl-ı dünyeviyenin havsalasında nasıl yerleşir?Elcevap: Nasılki bu dünyada herkesin dünya kadar hususi ve muvakkat bir dünyası var. Ve o dünyanın direği onun hayatıdır. Ve zâhirî ve batınî duygulariyle o dünyasından istifade eder. Güneş bir lâmbam, yıldızlar mumlarımdır der. Başka mahlukat ve zîruhlar bulunmaları o adamın mâlikiyetine mani olmadıkları gibi bilâkis onun hususî dünyasını şenlendiriyorlar, ziynetlendiriyorlar. Aynen öyle de fakat binler derece yüksek herbir mü'min için binler kasır ve hurileri ihtivâ eden has bahçesinden başka, umumî Cennet'ten beşyüz sene genişliğinde birer hususî Cennet'i vardır. Derecesi nisbetinde inkişaf eden hissiyatıyla, duygularıyla Cennet'e ve ebediyete lâyık bir surette istifade eder. Başkaların iştiraki onun mâlikiyetine ve istifadesine noksan vermedikleri gibi, kuvvet verirler. Ve hususî ve geniş Cennetini ziynetlendiriyorlar. Evet bu dünyada bir adam, bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir seyrangâhtan ve bir aylık bir memleketten ve bir senelik bir mesiregâhta seyahatından; ağzıyla, kulağıyla, gözüyle, zevkiyle, zâikasıyla, sair duygularıyla istifade ettiği gibi; aynen öyle de, fakat bir saatlik bir bahçeden ancak istifade eden bu fâni memleketteki kuvve-i şâmme ve kuvve-i zâika o baki memlekette bir senelik bahçeden aynı istifadeyi eder. Ve burada bir senelik mesiregâhtan ancak istifade edebilen bir kuvve-i basıra ve kuvve-i sâmia orada, beşyüz senelik mesiregâhındaki seyahattan; o haşmetli, baştan başa ziynetli memlekete lâyık bir tarzda istifade eder. Her mü'min derecesine ve dünyada kazandığı sevablar, haseneler nisbetinde inbisat ve inkişaf eden duygularıyla zevk alır, telezzüz eder, müstefid olur. L.)
CENNETMEKÂN "Yeri cennet olası, makamı cennet olan" meâlinde olup, vefat eden makbul ve sâlih kimselere hürmeten söylenir.
CENNUR Arpa ve buğday döğdükleri yer.
CENTİLMEN ing. Kibar erkek, çelebi, görgülü kişi.
CENUB Güney. Şimalin zıddı olan taraf.
CENUBÎ Cenuba âit, güney tarafında, cenûba dair ve müteallik.
CEPHANE (Aslı: Cebehane'dir) Barut vesair yanıcı maddelerin konulup, muhafaza edildiği yer. * Yanıcı maddeler levazımı.
CE'R (CUÂR) Tazarru etmek, yalvarmak. * Çağırmak.
CER' Suyu yudumlayarak içme.
CER f. Yarık, çatlak.
CER'A Kumlu, otsuz yer.
CERA' Suyu sora sora içmek.
CERAB Torba, dağarcık.
CERAD Çekirge. * Mc: Yağmacılar gürûhu.
CERADE (C.: Cerâd) Çekirge.
CERAHAT Yaradan akan irin. Yaralı vücudda toplanan kandaki küreyvât-ı beyzâdan (ak yuvarlardan) mürekkeb kan. Yaradan akan beyaz akıcı cisim.
CERAHOR Tar: Osmanlılarda ordu hizmetlerinde kullanılan Hıristiyanlara verilen isim.
CERAİD (Ceride. C.) Cerideler. Gazeteler.
CERAİD-İ YEVMİYYE Günlük gazeteler.
CERAİM (Cerime. C.) Cerimler, suçlar, kabahatlar, cinayetler.
CERAİM-İ MÜŞTEREKE Müşterek işlenen suçlar. Ortak kabahatlar.
CERA'KUK (CERA'KİK) Ekşi yoğurt.
CERAM Hurma çekirdeği. * Kuru hurma.
CERAME Gövdeli olmak. Vücudu iri olmak. * Cesâmet.
CERAMİKA Musul yakınında Acem asıllı bir kavmin adı.
CERAYE Vakıf tarafından verilen erzak ve yiyecek.
CERAYET Câriyelik hâli.
CERAZET Oburluk.
CERBA Uyuz kadın.
CERBAN Uyuz hastalığına tutulmuş olan, uyuz.
CERBEYA Mağrib ile şimâl arasında esen yel.
CERBEZE Aldatıcı sözlerle kurnazlık etme. Fazla sözlerle aldatıcılık. Haklı ve haksız sözlerle hakikatı gizleme. * Beceriklilik, fetânet ile temyiz ve cesaret-i mutedile ve kuvvet-i idareden ibâret olan sıfat-ı zihniye.(Bu kelime, Arabçada: Hilekârlık, kurnazlık gibi aşağılayıcı bir mânâda kullanıldığı halde; Türkçede: Beceriklilik ve konuşma kabiliyeti gibi medhedilir bir sûrette geçmektedir.)(... Kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi, gabâvettir ki, hiç bir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi, cerbezedir ki; hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise, hikmettir ki hakkı hak bilir, imtisal eder; bâtılı bâtıl bilir, içtinab eder. İ.İ.)(... Cerbeze nedir?C- Müteferrik büyük işlerde, yalnız kusurları görmek cerbezeliktir; aldanır ve aldatır. Cerbezenin şe'ni, bir seyyieyi sümbüllendirerek hasenata galib etmektir...Meselâ: Bir aşiretin herbir ferdi, bir günde attığı balgamı, cerbeze ile vehmen tayy-ı mekân ederek birden bir şahısta o muhassalı temsil edip, başka efradı ona kıyas ederek, o nazar ile baksa...Veyahut bir sene zarfında birisinden gelen rayiha-i keriheyi, cerbeze ile tayy-i zaman ederek, bir dakika-i vâhidede, o şahs-ı hâzırda sudurunu tasavvur etse acaba, evvelki adam ne derece mustakzer; ikinci adam ne derece müteaffin... Hattâ hayal, gözünü kapasa, vehim dahi burnunu tutsa mağaralarından kaçsalar, akıl onları tevbih etmeğe hakkı olmayacaktır.İşte şu cerbezenin tavr-ı acibi; zaman ve mekânda müteferrik şeyleri toplar, bir yapar. O siyah perde ile herşeyi temaşa der. Hakikaten cerbeze, envaiyle garâibin makinesidir.Görülmüyor mu ki, cerbeze-âlûd bir âşıkın nazarında, umum kâinat, birbirine muhabbet ile müncezib, rakkasane hareket edip gülüşüyor... veyahut, çocuğunun vefatıyla matem tutan bir validenin cerbeze-âlûd me'yusiyeti nazarında umum kâinat, hüzün-engizâne ağlaşıyor. Tuluât)
CERBEZE-ÂLÛD Cerbezeli. Cerbeze ile olan faaliyet.
CERBİYYE Uyuz böcekleri.
CERCAR Yaban maydanozu.
CERCER (C.: Cerâcir) Kağnı.
CERCERE Deve sesi.
CERCİS (A.S.) : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak çok işkencelere maruz kalmış, müteaddid defalar öldürülmüş ve mu'cize ile dirilerek tekrar tebliğ vazifesine devam etmiştir. Kendisine düşmanlık eden kavim ateşle helâk edilmiştir. En sonunda yine Cercis Aleyhisselâm şehid edilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |