Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə57/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   181

GUŞE-İ DEHAN Ağzın iki tarafı.

GUŞE-İ UZLET Tenha ve ıssız köşe.

GUŞE-NİŞİN f. Köşeye çekilen, münzevi, insanlardan uzaklaşan.

GUŞETMEK İşitmek. Dinlemek, kulak vermek, mesmu' olmak.

GUŞ-HURDE f. Kulağı bükülmüş, terbiye edilmiş.

GUŞİŞ f. Çabalama, uğraşma, çalışma.

GUŞMAL f. Yola getirme, te'dib etme, kulak bükme, ihtar etme.

GUŞT f. Et, lahm.

GUŞTİN f. Etten, etten ibâret, etten meydana gelmiş.

GUŞ-VAR f. Küpe, kadınların kulaklarına taktıkları mücevher.

GUŞ-ZED f. Kulağa çarpan, işitilen.

GUTAT Sabahın erken saatleri.

GUTE f. Su içine bir defa dalıp çıkma, suya dalma.

GUTE-HÂR (Gute-hor) f. Suya dalan.

GUTGUTA (C: Gatâgıt) Yeni doğmuş kuzu.

GUTME Pelteklik, kekemelik.

GUVAS Feryâd edip, "imdat!" diye bağırmak.

GUVAT (Gavi. C.) Azgınlar, sapkınlar.

GUVL (C: Agvâl-Gaylân) Cinden bir tâife.

GUVR Bir ölçek. (12 senc miktarıdır: Senc: 24 batmandır.)

GUVTA Şam diyarında suyu çok olan ağaçlık bir yer.GUY : f. Söyleyen, konuşan, söyleyici. * Kelâm, söz. Acemlere mahsus bir cins oyun topu. * Baykuş.

GUYÎ f. Söyleyiş, söyleme.

GUYUB (Gayb. C.) Hazırda olmayanlar. Kayıplar.

GUYUM (Gaym. C.) Bulutlar.

GUYUS (Gays. C.) Yağmurlar.

GUZAME Bir miktar süt.

GUZAT (Gazi. C.) Din için harbedenler. Gaziler.

GUZAT (Bak: Gudat)

GUZBE Tez gadaplanan, çabuk kızan.

GUZE f. Koza.

GUZN (C.: Guzun) Derinin büklümü.

GUZR Çokluk, kesret. * Devenin sütünün çok olması.

GUZRUF (C.: Gazârif) Kulak kemiği. * Kıkırdak.

GUZUZA Taze olmak.

GUZZ Oğuz Türkleri.

GÜCÜK Kuvvetsiz, zayıf, gevşek.

GÜDAHTE f. Erimiş.

GÜDAZ f. Mahveden, yakan, eriten mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Takat-güdaz $ : Takati mahveden.

GÜDAZENDE f. Eriten, eritici.

GÜDAZİŞ f. Yakılma, yanma.

GÜFT f. Dedi, söyledi. * Söz, kelâm.

GÜFTAR f. Sözler, lâkırdılar.

GÜFTE Her hangi bir makama göre bestelenen manzume. * Farsça "söylemek" demek olan "güften" mastarından gelen bu tabirin mânası, söylenmiş söz demektir.

GÜFT Ü GU Dedi kodu. Kîl ü kal.

GÜFT Ü ŞENÎD İşitilen şeyler, duyulan şeyler.

GÜHERÇİLE Barut yapmaya yarıyan bir madde.

GÜHER-FÜRUŞ f. Mücevher satan.

GÜHER-PARE f. Mücevher parçası.

GÜHER-RÎZ f. Cevher döken, cevher saçan.

GÜL f. Küçük ve dikenli bir ağaçta olup şeklinin ve kokusunun güzelliği ile meşhurdur. Şairlere göre bülbülün sevgilisidir. Pek çok cinsi vardır.

GÜL-İ HAMRÂ Kırmızı gül.

GÜL-Ü MUHAMMEDÎ (A.S.M.) Kırmızı renkte bir gül çeşitidir. ("Keşfül Hafa" isimli hadîs kitabının 1, cilt, 302. Sahifesinde, mezkur gül hakkındaki rivayetlerin sıhhatleri üzerinde durulmaktadır.)

GÜL-İ RUHSAR f. Gül yanaklı. * Mc: Mânevi çok güzellik sahibi. Çok sevilen.

GÜLAB Gülsuyu.

GÜLABDAN İçine gülsuyu konularak mevlüt gibi toplantılarda serpmeye mahsus kap. Bu, çiniden, gümüşten veya altundan yapılırdı. Buhurdanlar ile birlikte bir takım teşkil ederdi.

GÜL-BAĞ f. Gül bahçesi, gülistan.

GÜLBANK (Gülbang) f. Bir cemaat tarafından birlikte söylenen duâ, ilâhi, tekbir.

GÜLBANK-İ MUHAMMEDÎ (A.S.M.) Ezan.

GÜLBEDEN f. Vücudu gül gibi nâzik ve lâtif olan.

GÜLBİZ Gül serpen.

GÜLBÜN f. Gül yetişen yer, gül köşkü.

GÜLÇE (Gül-çe) f. Küçük gül, gülcük, çiçekçik.

GÜLÇEHRE Çehresi gül gibi lâtif olan, çehresi gül gibi olan.

GÜLÇİN f. Gül devşiren, gül toplayan.

GÜLDAN f. Vazo, içine çiçek konan kap, gül mahfazası.

GÜLDEHAN (Güldehen) f. Ağzı gül gibi güzel ve lâtif olan.

GÜLDESTE Çok güzel şeylerden bir tutam. * Gül demeti. * Müzikte makam adı.

GÜLE f. Zülüf. Bükülmüş ve kıvrılmış saç.

GÜLEFŞAN (Gül-efşân) f. Gül saçan.

GÜLENDAM f. Güzel endâmlı, boyu gül gibi nâzik ve lâtif olan.

GÜLFAM f. Rengi gül gibi kırmızı olan, gül renkli.

GÜLFEŞAN f. Gül saçan, gül dağıtan.

GÜLGEŞT (Gül-geşt) f. Gül gezintisi, gül seyri.

GÜLGONCE f. Henüz açılmamış gül.

GÜLGUN f. Pembe, açık kırmızı. Gül renkli.

GÜLGUNE f. Gül renkli. * Gül yanaklı. * Kadınların kullandıkları gül rengindeki düzgün.

GÜLHANE İstanbulda Sarayburnu'ndan Topkapı Sarayı'nın duvarlarına ve bir taraftan Çizme Kapısı hizasına kadar devam eden saha. Bunun deniz tarafında, şimdiki hat boyunun batısında vaktiyle sıra ile gül bahçeleri bulunduğundan bu isim verilmiştir.

GÜLHANE HATT-I HÜMAYUNU Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Paşa'nın elinde zebun olacak bir dereceye düşmüştü. Memleketin bu halini gören ve Avrupa'da elçiliklerde bulunması itibariyle Avrupa devletlerinin memleket hakkındaki fikirleriyle zamanın cereyanlarını yakından müşahede eden Sadrazam Mustafa Reşit Paşa, memleketin selâmeti ancak idare usulünün ıslahında ve tebaaya salâhiyet ve hukuk verilip mes'uliyet esasının te'sisinde olduğunu iddia ederek yeni padişah olan Abdülmecid'e 3 Kasım 1839 Pazar gününde bir hatt-ı hümayun sudur ettirdi. Reşit Paşa'nın bu hat'la açtığı devir, tarihte Tanzimat namıyla anılmaktadır. Bu fermana göre memlekette bundan sonra herkes mal, can ve ırz emniyetine sahib olacak, vergiler ve asker toplanması belirli nizamlara bağlanacak, memuriyetlere lâyık olanlar getirilecek ve memurlara muayyen bir maaş tâyin olunacak, rüşvet alınmayacak, bir mahkeme kararı olmadan kimse mahkum edilmeyecek, bütün Osmanlı tebaası aynı kanunî ve hukukî haklara sahip olacaklardı. Bu ferman, bilhassa Hristiyan tebaa için te'min ettiği eşit haklar yüzünden Avrupa'da çok iyi karşılanmıştır. (O.T.D.S.)

GÜLHÎZ f. Gül yetiştiren.

GÜLÎ f. Gül renkli. Gül gibi.

GÜLİSTAN (Gülsitân) Gülyeri, gül bahçesi.

GÜLİZAR f. Gül yanaklı, alyanaklı.

GÜL-İ ZEMİN Meşveret meclisi.

GÜLLABİCİ Tar: Akıl hastahanelerindeki gardiyanlar. Bunlar ellerinde kamçı olduğu halde deliler arasında dolaşıp azgın delileri döverek uslandırmak vazifesiyle mükellef olduklarından, dışarda bu türlü tavır takınanlara da mecaz yoliyle güllâbici denilirdi.

GÜLLE Top mermisi. (Vaktiyle demirden veya taştan yuvarlak olarak yapılırdı. Şimdi çelikten, silindir biçiminde ve ucu sivri olarak yapılmaktadır.)

GÜLNAHL f. Gül fidanı.

GÜLNAK f. Hisar ve kale.

GÜLNAR f. Narçiçeği.

GÜLNEFESÎ f. Lâtif ve hoş sözlülük. * Güzel kokulu olmak.

GÜLNİHAL f. Gül fidanı.

GÜL-NİKAB f. Yüzü gülle örtülü, pembe yüzlü.

GÜLPUŞ f. Gül örtülü, pembe yüzlü.

GÜLRENG (Gül-reng) f. Gül renkli, pembe renkli.

GÜLRÎZ f. Gül serpen, gül saçan. * Meşhur bir cins lâle.

GÜLRU(Y) f. Yüzü gül gibi güzel ve kızıl renkli olan. Al yanaklı.

GÜLRUH (Gül-ruhsar) f. Güzel yanaklı güzel, yanakları pembe olan güzel.

GÜLSİTAN (Bak: Gülistan)

GÜLŞEN f. Gül bahçesi. Güllük.

GÜLŞEN-ÂRÂ f. Gül bahçesini süsleyen.

GÜLŞEN-GÂH f. Gül bahçesi.

GÜLTEN f. Gül gibi lâtif ve nâzik vücutlu.

GÜLU f. İnsan veya hayvan boğazı.

GÜLUBEND f. Boyna sarılan sargı, boğaz sargısı.

GÜLUGÎR f. Boğazda kalan, boğazdan zor geçen (şey). * Ahlat armudu.

GÜLVE f. Fırın bacası.

GÜL-VEND f. En çok ceviz, incir, fıstık gibi şeylerden yapılan hediye, armağan.

GÜLZAR f. Gül bahçesi. Gül tarlası.

GÜM f. Yitik, kayıp, zâyi.

GÜMAN f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe.

GÜMAŞTE (C.: Gümaştegân) f. Vekil, vezir.

GÜMGEŞT f. Kaybolmuş, yitirilmiş.

GÜMKERDE (Gümkerdepey) f. İzi kalmamış, adı sanı kaybolmuş, unutulmuş. * Yaptığı işi kimseye sezdirmeyen.

GÜMNAM f. Eseri kalmamış, adı sanı kaybolmuş, unutulmuş.

GÜMRAH f. Yolunu şaşırmış. Doğru yoldan sapmış. * Bol, gür.

GÜMRAHÎ f. Sapıtma, doğru yoldan çıkmış olma.

GÜMŞÜDE f. Telef olmuş, zâyi olmuş, kaybolmuş.

GÜMÜŞ KOZAK Tar: Eskiden hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunların konulduğu mahfaza. Nameler atlas keseye konur, sonra da kozaya geçirilirdi. Kozakların gümüşten yapılmış olanları olduğu gibi altundan, şimşirden de yapılanları vardı. Altundan olanlar imparatorlara, gümüşten olanlar da küçük devlet reislerine gönderilen nâme-i hümayunlara mahsustu. (O.T.D.S.)

GÜNA GÛN f. Türlü. Çeşitli nevilerde olan. Çeşit çeşit. Renk renk.

GÜNAH f. Cezayı gerektiren amel. Dine aykırı iş. Allah'ın emirlerine uymayan hareket. (Bak: Kebâir-Cünha)(Evet günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse kurt değil belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor. Meselâ: Utandıracak bir günahı gizli işliyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicab ettiği zaman melâike ve ruhaniyatın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emare ile onları inkâr etmek arzu ediyor. L.)

GÜNAHKÂR f. Günah işleyen, günahlı.

GÜNAHKÂRÎ f. Günahkârlık.

GÜNAHPİŞE (C: Günahpişegân) Günah işlemeyi âdet haline getiren.

GÜNAHPİŞEGÂN f. Günah işlemeyi âdet haline getirenler.

GÜNAŞIRI t. İki günde bir. Bir gün olup ertesi gün olmayarak ve böylece sürüp giderek.

GÜNBED f. Kümbet, kubbe, üst tarafı yuvarlak şekilde olan bina veya çıkıntı.

GÜNBED-İ ÂB Su kabarcığı.

GÜNBED-İ AZRAK Gökyüzü.

GÜNBED-İ EKVAR Gökyüzü.

GÜNBED-İ HADRA Yeşil kubbe. * Mc: Gökyüzü, sema.

GÜNC f. Hazine. Köşe. Zâviye.

GÜNCAYİŞ f. Sığışma, sığma.

GÜNCÎDE f. Bir şey veya zarf içine sığmış olan. Sıkıştırılmış.

GÜNCÎDEN f. Sığmak, girmek.

GÜNCİŞK f. Serçe kuşu, usfur.

GÜNG Dilsiz.

GÜNGÖRMEK Mc: İkbal, refah, saadet, mutlu olarak yaşamak.

GÜNGÖRMÜŞ Tecrübeli, iyi günler yaşamış.

GÜRAZ f. Azgın erkek domuz.

GÜRBE f. Kedi.

GÜRBE-İ DEŞTÎ Yaban kedisi.

GÜRBÜZ f. Yaşından fazla gösterişli, serpilmiş, vücutlu, genç irisi. * Cerbezeli. * Anlayışlı. İdrakli. * Kahraman, yiğit.

GÜRCÜ (GÜRCÎ) Güney Kafkasya'nın Gürcistan ahalisinden olan ve Gürcüce konuşan kimse.

GÜRD f. Cesur, kahraman, yiğit, bahadır.

GÜRDAS f. Gaddar, zalim.

GÜRDE f. Böbrek.

GÜRG (C.: Gürgân) f. Canavar, kurt, zi'b.

GÜRGZADE f. Kurt yavrusu.

GÜRİHTE f. Kaçkın, kaçmış, kaçak.

GÜRİSNE (C.: Gürisnegân) f. Aç, fukara, fakir.

GÜRİSNEÇEŞM f. Pinti, cimri, hasis. Aç gözlü.

GÜRİSNE-GÂN (Gürisne. C.) f. Açlar, fakirler, yoksullar.

GÜRİSNEGÎ f. Açlık, sefalet.

GÜRİZ f. Kaçma. * Kaçan. * Edb: Kasidelerde mevzuya girmeden evvel söylenen beyit.

GÜRİZAN f. Kaçan, kaçıcı.

GÜRİZENDE (C: Gürizendegân) f. Kaçan, kaçıcı.

GÜRİZGÂH (Girizgâh) f. Kaçacak yer. * Edb: Bir bahisten diğer bahse, mukaddimeden maksada intikal için bir münasebet te'sis eden söz. Nedim'in:Bu şehr-i stanbul ki, bîmisl ü behadırBir sengine yekpâre Acem mülkü fedadırmatla'lı kasidesindeki:İstanbul'un evsafını mümkün mü beyan hiç Maksad hemen sadr-ı keremkâre duadır.Beyti gibi. * Kast olunan şeye münasebet peyda eden söz.

GÜRMİH f. Çivi. * Hayvan bağlanan büyük kazık.

GÜRS f. Kir, leke, pas. Açlık, sefâlet. * Zülf, kâhkül.

GÜRUH f. Bölük. Cemaat. Takım. Kısım. * Fevc.

GÜRUH-İ EŞKİYA Eşkiya takımı, haydut güruhu.

GÜRZ Silâhın icadından evvel kullanılan bir harp âleti. Gürz, yekpare veya yalnız baş tarafı demir ve bakırdan, sapı ise ağaç ve demirden olan bir nevi topuzdur. Gürzün Türkçesi "bozdoğan" dır. Bozdoğan bir cins yırtıcı kuştur. Gürz, bozdoğanın kafasına benzediği için bu adla anılmıştır. Gürzün baş kısmı çivili veya düz olurdu. Altı yüzlü olanlara "şeşper" denilirdi.

GÜSAR f. Yiyen, yiyici. İçen, içici manalarına birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Gam-güsar $ : Dert ortağı, arkadaş.

GÜSİSTE f. Kopmuş, kırılmış. * Sökülmüş, çözülmüş, gevşemiş.

GÜSİSTE-MEHAR (Güsisteinan) Yuları kopmuş. * Mc: Kayıtsız, mes'uliyetsiz, başıboş.

GÜSN(E) f. Açlık, sefalet.

GÜSTAH f. Arsız, edepsiz, küstah, saygısız.

GÜSTERDE f. Döşenmiş, yayılmış.

GÜŞA f. Açıcı, açan mânâsına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dil-güşa $ : Gönüle ferahlık veren. Gönül açan.

GÜŞAD f. Açılış, açılma, açma. * Bir cins ok atma şekli.

GÜŞAD-I DİL Gönül açılması. Gönlün refaha kavuşması.

GÜŞADE f. Ferah, şen, Açılmış, açık.

GÜŞADE-DEST (C: Güşadedestân) f. Civanmert, cömert, eli açık.

GÜŞADE-DESTÂN (Güşadedest. C.) f. Cömertler, civanmertler, eli açıklar.

GÜŞADE-DİL f. Gönlü şen.

GÜŞADE-EBRU f. Güler yüzlü. Mütebessim. şen.

GÜŞADE-HATIR f. Gönlü rahat.

GÜŞADNAME f. Padişah fermanı. * Boşanma vesikası.

GÜŞAYENDE f. Açan, açıcı.

GÜŞAYİŞ f. Açıklık, açılış, açılma.

GÜŞAYİŞ-İ HÂTIR Gönül ferahlığı, iç açıklığı.

GÜŞAYİŞ-İ HEVÂ Havanın açıklığı.

GÜŞTA f. Cennet, firdevs.

GÜŞUDE f. Açılmış.

GÜVA f. şahit, delil.

GÜVAH f. Şahit. Gören. Bilen. Tanıyan.

GÜVAHÎ f. şahitlik. şahitlik etmek.

GÜVAR (GÜVARA) Hazmı kolay olan ve zaikaya hoş gelen, nefsin meylettiği şey.

GÜVARAÎ Tatlılık, hoşa gitme.

GÜVARENDE f. Hazmedilmesi kolay.

GÜVARİŞ f. Sindirime yarıyan şeyler, hazme yardımı olan şeyler.

GÜVAŞ(E) f. Boya, renk.

GÜVEÇ Yemek pişirmeye mahsus toprak kap.

GÜVERTE Geminin anbar veya kamaralarının üstü, gezilecek kısmı.

GÜYA f. Sanki. Ke-ennehu. Söyle. Tut. Farzet. * Söyleyen.

GÜYAN f. Söyleyen.

GÜYEM f. Söylerim (mânâsına fiil).

GÜYENDE f. Söyleyici. Söyleyen. Kail olan.

GÜZ Sonbahar.

GÜZAF f. Boş, bîhude. Lüzumsuz.

GÜZAR f. Geçiş, geçme. * Beceren, halleden, yapan. * Geçiren, geçirici mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dem-güzar $ : Zaman geçiren, vakit öldüren.

GÜZAR-I BÂ-ŞİTAB Hızla geçiş.

GÜZARE f. Rüyâ tâbir etme, düş yorma.

GÜZARENDE f. Geçen, geçici. Geçiren, geçirici.

GÜZARİŞ f. Rüya tâbir etme.

GÜZARİŞ f. Geçiş, geçme.

GÜZAŞTE f. Geçmiş, geçmiş olan.

GÜZER Geçiş, geçme. * Geçici, geçen.

GÜZERAN f. Geçen, geçici. * Geçme. Geçiş.

GÜZERGÂH f. Geçit yeri. Geçilecek yer.

GÜZERNAME f. Geçiş tezkeresi.

GÜZEŞT f. Geçme, geçiş. Geçen.

GÜZEŞTE f. Geçen. Geçmiş. Geçmiş olan.

GÜZEŞTE-GÂN (Güzeşte. C.) Önden gelmiş olanlar, geçmişler.

GÜZÎDE (Güzin) f. Seçilmiş. İntihab edilmiş. Beğenilmiş.

GÜZÎDE-GÂN (Güzide. C.) f. Seçkinler, beğenilmişler, seçilmiş olanlar.

GÜZÎDE-SUHEN f. Beğenilmiş söz söyleyen, seçkin sözler konuşan.

GÜZÎDEN f. Seçmek. İntihab etmek.

GÜZÎN (Bak: Güzîde)

GÜZÎNİŞ f. Seçiş, seçme.

GÜZÎR f. Derman, çare, deva.


HA Osmanlı alfabesinde sekizinci harftir ve ebced sayısı ile de sekizi ifade eder. şeklinde okunursa: Haram şey, haşarı yüzsüz kadın mânâlarına gelir.

HA harfinin ismidir. Ebcede göre beş sayısına delâlet eden ( ) harfi, mehmusedendir. Bazan başka harfe yâni "yâ" veya "hemze" veya "elif"e kalbolur. Bir kelimenin evveline ve âhirine ilâve edilebilir. Arabçada beş vecih üzere müstameldir:1- Zamir olarak, nasb ve cerr yerlerinde kullanılır.2- Gaib harfi olur. Mücerret gaib mânasına gelir: ( Ebûhu: Onun babası) kelimesinde olduğu gibi.3- Sekte "Hâ"sıdır. Kelimenin sonunda olan harekeyi veya harfi beyan için diğerine eklenir. ( Mâ-hiye) ve ( Hâ-hünâ) da olduğu gibi.4- Soru hemzesinden değişmiş olan "hâ" dır.5- Müennes işareti olan "hâ" dır.

HA f. "İşte!" mânasınadır. * Cemi edatıdır. Kelimelerle birleşerek onları çoğul yapar. Meselâ: Ayine-hâ : Aynalar. Der-hâ : Kapılar. Esb-hâ : Atlar. Zülüf-hâ : Zülüfler.

HA(Y) f. Çiğneyen mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şeker-hâ : Şeker çiğneyen. * Mc: Tatlı sözlü, güzel ve dokunmaz sözler söyleyen.

HA Kelime-i tenbihtir. İşaret ismi olan Zâ ve Zi kelimeleri ile Hâzâ Hâzihi Hâzâke gibi. Bundan başka "hâ" tenbih edatı olarak kelimeye dâhil edilir. (Hâzâ ) da olduğu gibi yakını ifade eder. İşaret ismi veya nida olur. (Eyyühâ ) daki gibi.

HAB' Gizli, saklı, hafi. * Gizlemek, örtmek, setretmek.

HAB f. Uyku. Rü'yâ.

HÂB-I ADEM Ölüm uykusu.

HÂB-I CÂVİD Ebedî uyku, ölüm.

HÂB-I GAFLET Gaflet uykusu.

HÂB-I GİRAN Ağır uyku.

HÂB-I HARGUŞ Tavşan uykusu. Şüpheli ve hafif uyku. * Yalan, hile.

HÂB-I NUŞİN Tatlı uyku.

HÂB-I RAHAT İstirahat için uyku.

HAB (HÂBE) Günah. Suç.

HABAB (Habâbe) Son derece muhabbet. * Su üzerindeki hava kabarcığı.

HABAİB (Habibe. C.) Habibeler, sevgili kadınlar.

HABAİK (Habike. C.) Kehkeşanlar, samanyolları. * Çizgiler.

HABAİL (Hibale. C.) Ağ, tuzak, bağ, kement.

HABAİL-İ MEVT Ölümün sebepleri.

HABAİL-ÜŞ ŞEYTAN Şeytanın tuzakları. * Kadınlar.

HABAİS (Habise. C.) Kötülükler. Murdar ve pis şeyler.

HABAK f. Mandıra, ağıl. * Dört yanı bir duvar veya set ile çevrilmiş yer, avlu.

HABAL Bozulma, düzensizlik. Karma karışıklık. * Sıkıntı, hüzün, keder, üzüntü.

HABALA (Hublâ. C.) Gebeler.

HABALEYAT (Habâlâ. C.) Hâmileler, gebeler.

HAB-ALUD Uykulu. Uyku karışık.

HABAR (C.: Habârât) İmzâ. Mühür, damga.

HABARAT (Habâr. C.) İmzâlar. * Damgalar.

HABARÎR (Hıbrîr. C.) Dağçiçekleri. Dağda yetişen çiçekler.

HABASET (Hubs) Murdarlık, pislik, kötülük.

HABAT Vücuttaki bir yara iyileştikten veya vücuda bir sopa ile vurulduktan sonra bedende kalan iz. * Davarın çok yemekten dolayı karnının şişmesi.

HABAYA Gizli işler, gizli şeyler. * Defineler.

HABAZ Hareket. * Bâtıl olmak. * Eksilmek.

HABB Tane, çekirdek. * Yuvarlak olarak hazırlanmış ilâç. * Buğday tanesi veya buna benzer tohum.

HABB Aldatıcı, kurnaz, hileci, hilekâr. * Denizin kabarması, denizde dalga olması.

HABBAL (Habl. dan) Urgan ve ip satan kimse.

HABBAR Terzi. * Mürekkepçi.

HABBAS Zindancı, gardiyan, hapseden.

HABBAT (Habbe. C.) Habbeler, tohumlar, tâneler. * Haplar.

HABBAZ (Hubz. dan) Ekmekçi. Ekmek yapan veya satan kimse.

HABBAZÎ Ekmekçilikle ilgili.

HABBE Tane. Tohum. * İhtiyaç. * Parça. * Dirhemin 1/48 kadarı.

HABBET-ÜL KALB (Bak: Süveydâ)

HABBET-ÜS SEVDA Çörek otu.

HABBE (HUBBE) Yol, tarik.

HABBE Gammazlık yapan kadın. (Müz: Habb)

HABBEYİ KUBBE YAPMAK Değeri olmayan bir şeye çok fazla ehemmiyet vermek. Zihinde büyütmek.

HABBEZA "Ne güzel, ne sevimli, ne hoş" mânâsında bir takdir edatıdır.

HABBÜL BÜLUĞ (Habb-ül büluğ) Erginlik çağındaki erkek ve kız çocukların yüzlerinde ve alınlarında çıkan sivilceler.

HABC Vurmak, darbetmek.

HABC Devenin ot yemekten dolayı karnının şişmesi. * Vurmak.

HABCAME f. Gecelik ve pijama gibi gece uyurken giyilen elbise.

HAB-DİDE f. "Rüya görmüş." Büluğa ermiş genç.

HABE f. Sıkılma, bunalma, darlanma, boğulma.

HABE Zarara ziyana uğradı (mânâsına fiil).

HABEB Aldatma, kandırma. Hile, kurnazlık.

HABEK f. Üzülme, sıkıntı yapma. * Sıkılma, bunalma.

HABEL Ana rahmindeki çocuk, cenin. * Gebelik, gebe olma zamanı. * Fls: Musallat fikir.

HABELE Üzüm çubuğu.

HABELLAK Küçük olup büyümeyen koyun.

HABEN Siroz denilen ve karında su toplanmasından ileri gelen bir hastalık.

HABEN Kısaltma, azaltma, kasma. * Edb: Aruzda "fâilâtün" den "ât" hecesini atarak, nazmı "fâilün" veznine sokma.

HABENDAT Şişman kadın.

HABENNEKA (Bak: Hebenneka)

HABENTA' Kısa boylu, tıknaz kişi.

HABER Hâriçten insanın fikrine intikal eden ilim. * Yeni havadis. Ağızdan ağıza nakledilen söz. * Peyam. Peygam. Nebe'. İlim ve malumat. Bilgi. * Hadis, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm'ın sözü. * Edb: Hâdiseyi bildiren fiil veya cümle. * Gr: Müsned. Mübtedanın mukabili. Bir isme yakıştırılan sıfat. Allah büyüktür cümlesinde: Allah, mübteda; büyüktür, onun haberidir. Bu, mübteda ise beraber tam bir cümle teşkil eden; merfu' bir isim, fiil veya cümle olabilir. (Bak: Müsned)

HABER-İ KÂZİB Yalan haber.

HABER-İ MEŞHUR Bidayette râvisi mahdut iken sonraki devirlerde, yalan üzere ittifakları muhal olan bir cemaat tarafından nakledilegelen makbul hadistir. (Ist. Fık.K.)

HABER-İ MÜTEVATİR Birçok kimselerin çokları vasıtası ile rivâyet ettikleri hadis.

HABER-İ SÂDIK Doğru haber. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) sözü. Hadis.

HABER-İ VÂHİD Bir sahabeden, bir kişiden veya bir koldan gelen sahih hadis. (Bak: Mütevatir)

HABER Berelenme, yaralanma. Çürüme.

HABERDAR Haberli, vâkıf, bir mes'eleden haberi olan.

HABERÎ (Haberiyye) Haberle ilgili. Haberden ibaret olan. * Gr: Yüklemle ilgili.

HABERKAS Küçük deve. * Küçük adam.

HABERPİJUH f. Haber almaya çalışan. Haber araştıran, haber toplayan.

HABES(E) (Habis. C.) Kötüler. Alçaklar. Pisler. * Necaset denilen ve maddeten pis şeyler (Necis veya necaset-i hakikiye de denir.)

HABEŞ Afrika'nın Kızıldeniz sâhili güneyinde müstakil bir memleket. Bu memleket ahalisinden olan. * Beyaz ve siyah arasında koyu esmer adam.

HABEŞÎ Habeş memleketi ahalisinden olan. Habeş'e mensub ve müteallik olan. * Koyu esmer renkli adam. * Hat, tezhib, minyatür gibi güzel san'atlarda kullanılan bir cins kâğıt.

HABETIKTIK Atın tırnağı taşa dokunduğunda çıkan ses.

HABEVKERA Belâ, mihnet.

HABGAH f. Yatak odası. * Uyunacak yer.

HAB-GÜZAR f. Uyuyan, uyuyucu.

HABHAB Karpuz.

HABHAB (C: Habâhıb) Kısa boylu adam.

HABHAB Takunye. * Canbaz ayaklığı.

HABHABE Yumuşaklık, rahavet. * Muzdarip olmak, acı çekmek.

HABHABÎ İşsiz güçsüz boş olarak dolaşan adamlar.

HABIT Susturucu. * Batıl kılan. İptal ettiren. * Değersizleşen.

HABIT (Hübut. dan) Yukarıdan aşağıya inen. İnici. Düşen. Hübut eden.

HABİ Sürünüp emekleyen ufak çocuk.

HABİB (Hubb. dan) Sevilen. Sevgili. Seven. Dost.

HABİB-ÜL BEKKÂÎN Ağlayanların sevgilisi. Ağlayanların habibi.

HABİB-ULLAH (Habib-i Hudâ) Allah'ın sevgilisi. Hz. Muhammed (A.S.M.) (Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa Habibullah'a ittiba edilecek. İttiba edilmezse netice veriyor ki; Allah'a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa netice verir ki; Habibullah'ın sünnet-i seniyesine ittibaı intac eder. L.)(Sâni-i Âlem'in; âsârın şehadetiyle nihayetsiz cemâl ve kemâli vardır. Cemâl, hem kemâl, ikisi de mahbub-u lizâtihidirler. Yâni bizzat sevilirler. Öyle ise, o cemâl ve kemâl sahibinin cemâl ve kemâline nihayetsiz bir muhabbeti vardır. O nihayetsiz muhabbeti, masnuatında çok tarzlarda tezahür ediyor. Masnuatını sever, çünki, masnuatının içinde cemâlini, kemâlini görür. Masnuat içinde en sevimli ve en âlî, zihayattır. Zihayatlar içinde en sevimli ve âli, zişuurdur. Ve zişuurun içinde câmiiyet itibariyle en sevimli, insanlar içinde bulunur. İnsanlar içinde istidadı tamamiyle inkişaf eden, bütün masnuatta münteşir ve mütecelli, kemâlâtın nümunelerini gösteren fert, en sevimlidir... İşte: Sâni-i Mevcudat, bütün mevcudatta intişar eden tecelli-i muhabbetin bütün envaını; bir noktada, bir âyinede görmek ve bütün enva-ı cemâlini, Ehadiyyet sırriyle göstermek için şecere-i hilkatten bir meyve-i münevver derecesinde ve kalbi, o şecerenin hakaik-ı esasiyyesini istiab edecek bir çekirdek hükmünde olan bir zâtı, o mebde'-i evvel olan çekirdekten tâ münteha olan meyveye kadar bir hayt-ı ittisal hükmünde olan bir Mi'rac ile, o ferdin, kâinat nâmına mahbubiyyetini göstermek ve huzuruna celbetmek ve rü'yet-i cemâline müşerref etmek ve ondaki hâlet-i kudsiyyeyi başkasına sirayet ettirmek için kelâmiyle taltif edip, fermaniyle tavzif etmektir... S.)

HABÎDE (C.: Hâbidegân) f. Uyuya kalmış, uykuya dalmış, uyumuş.

HABÎE Görülmemiş, daha henüz keşfedilmemiş. * Göze görülmeyen şey. * Kesilmiş, parça parça olmuş.

HABİH Ağaçla vurmak. * Bölmek.

HABÎKE (C.: Habâik) Kehkeşan, samanyolu. * Çizgi. * (C.: Hubük) Dikkat ve itina ile, sağlam ve san'atlı dokunmuş, yol yol hâreli güzel kumaş.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin