Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə65/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   181

HAYBET Mahrumiyyet. İsteğine erememek. Me'yus ve mahrum olmak.

HAYBET-ZEDE f. Sıkıntıya uğrayan, kedere düşen, kederli olan.

HAYD (C.: Hayud-Ahyâd) Uzanmış büyük dağ burnu.

HAYDA' Sıcak günlerde uzaktan görenin su sandığı serap.

HAYDAR Yiğit, cesur, kahraman. * Hz. Ali'nin (R.A.) bir nâmı, * Arslan, gazanfer.

HAYDAR-I KERRÂR Hz. Ali. * Kahramanca döne döne düşmana saldıran.

HAYDARANE f. Hz. Ali gibi. Kahramanca, yiğitçe, cesurca.

HAYDARÎ Kahramanlık, cesurluk, yiğitlik. Arslanlık. * Eskiden bazı esnaf ve köylülerin giydikleri kolsuz aba, hırka.

HAYDARİYYE Hırkanın altına giyilen kısa ve kolsuz elbise.

HAYDE Meyletmek, yönelmek, eğilmek. * Hakdan ve doğru yoldan ayrılmak.

HAYDEB Ulu ve yüce yol.

HAYDO (Kürdçede ism-i tasgirdir) Haydar demektir. (Ali'ye Alo denmesi gibi)

HAYDUD (Haydut) Yol kesici. Dağ hırsızı. Eşkiya.

HAYE f. Yumurta. * Haya, husye.

HAYED Gölgesinden ürken eşek.

HAYENDE f. Ağızda çiğneyen.

HAYESAN Doğru yoldan dönmek, udul etmek. * Nefret etmek.

HAYEVAN (Bak: Hayvan)

HAYEVÎ Canlı. (Bak: Hayaviye)

HAYF (Hayfâ) Emansızlık. Haksızlık. Zulüm. Cevr. (Vah vah, yazık, eyvah, yazıklar olsun meâlinde söylenir.)

HAYF Gözün birisi birine muhalif olmak.

HAYFANE (C: Hayfân) Alacalı çekirge. * Ayakları uzun olan at.

HAYFES Kısa adam.

HAYHAY t. Baş üstüne, seve seve yaparım, öyle ya!, şüphesiz, elbette (gibi mânâlara gelir.)

HAYIFLANMAK Acınmak, üzülmek. Esef etmek.

HAYIR Hayrette kalan, mütehayyir. Şaşıran. * Birikmiş su.

HAYIRSEVER İyilik ve yardım etmesini seven.

HAYİA Şiddetli ses.

HAYİC Âşık, hayran. * Mest olmuş deve.

HAYİDE f. Çiğnenmiş. * Ağızdan ağıza dolaşmış, bayat söz.

HAYİDE-GÛ f. Değersiz sözler söyleyen kimse. * Değersiz şiirler yazan kimse.

HAYİH Lâzım olduğu halde mevcud olmayan nesne.

HAYİL Kısır olan hayvan. * Engel, mâni. * Hicâb.

HAYİM Suyu, tahmin ettiği yerlerde arayıp bulamamak. * Susuz, atşân.

HAYİR Mütehayyir kimse. * Toplanmış su.

HAYİŞ Sık bitmiş olan hurma ağaçları.

HAYİZE Aybaşısı olan kadın. (Bak: Hayz)

HAYK Kaplamak.

HAYK Sallanmak. * Dokumak. * Tesir etmek, etkilemek.

HAYKAN Büyük ve kalın olan. * Kısa boylu bir kimsenin yürümesi. * Omuzunu oynatmak.

HAYKATAN Türraç kuşunun erkeği.

HAYL At. At sürüsü. * Atlı sürüsü. * Zümre, güruh. * Düşünmek, hıfzetmek.

HAYL-İ ADÜV Düşman sürüsü, düşman güruhu.

HAYL Kuvvet. Havl.

HAYLA' Cin taifesinden bir nesne. * Sırtlan. * Korku.

HAYLE Keçi sürüsü.

HAYLE Zannetmek, sanmak.

HAYLİ f. Oldukça. Epeyce. Çok. Bir takım. Kesir. Bol.

HAYLULET Kibir. * Taazzum. Gurur. * Su-i zan. * Korkmak. Tevehhüm etmek.

HAYLULET Yolu kapamak. * Araya girme. İki şey arasına girip hicab olmak.

HAYLULET-İ ARZ Ay tutulması. Dünyanın güneşle ay arasına girerek güneş ışığına perde olması.

HAYM Yaramazlık yapmak.

HAYMANA Başıboş hayvanları haylayıp salıverdikleri çayırlık yer. * Ankara'nın bir kazası.

HAYME Çadır.

HAYME-İ KEBUD Mavi çadır. * Mc: Sema, gök.

HAYME-GÂH (Haymegeh) f. Çadır kurulan yer.

HAYME-NİŞİN Çadırda oturan. Göçebe.

HAYMÎ Çadır biçiminde olan.

HAYMUME Korkaklık, cübün.

HAYN Helâk olmak.

HAYNUNET Yakın olmak, yaklaşmak.

HAYR Meşru iş. Faydalı, nurlu ve sevablı amel. Halkın rağbet ettiği akıl, ilim. İbadet, adalet, ihsan, mal gibi nimet. (Bak: Hayrat)

HAYR-UL BERİYYE Halkın hayırlısı. Hz. Muhammed (A.S.M.)

HAYR-UL BEŞER İnsanların en hayırlısı olan Hz. Muhammed (A.S.M.)

HAYR-UL ENAM (Bak: Hayr-ül Vera)

HAYR-UL FÂSİLÎN Âdil olanların, hâkimlerin en hayırlısı.

HAYR-UL HALEF Hayırlı evlâd. Babasını hayırla andıracak evlâd.

HAYR-İ MUKAYYED Bir kimseye hayırlı olduğu halde, diğer bir kimseye göre zararlı ve şer olan şey.

HAYR-UL UMUR İşlerin en hayırlısı.

HAYR-UL VERA (Hayr-ül Enam) Halkın hayırlısı. Mahlukatın en hayırlısı olan Hz. Muhammed (A.S.M.)

HAYR Sakınmak. * Büyük avlu.

HAYRAN Takdirkârlığından dolayı şaşa kalmış. Çok takdir etmiş. Çok beğenmiş.

HAYRAT (Hayr. C.) Sevap için Allah rızâsı yolunda yapılan iyilikler. Haseneler.Hayır iki çeşittir. Birincisi: Mutlak hayırdır; her halde, herkes için rağbet edilir ve sevilir, herkes için iyidir. İkincisi: Mukayyed olan hayırdır; birisinin yanında hayır olan, başkası için şer olabilir. İsraf ve sefâhette kullanılan çok mal gibi.İlmî, imanî, dinî, manevî ve maddî çok hayır ve menfaat verenlere de ehl-i hayır denir.

HAYRE (C.: Hayrât) İyilik, kerem. * Her nesnenin iyisi.

HAYR-ENDİŞ f. İyilik düşünen, hayırlı iş düşünen.

HAYRET Hiçbir cihete teveccüh edemeyip kalmak. Şaşkınlık. Ne yapacağını bilememek.

HAYRET-İ SIRFE Tam bir şaşkınlık.

HAYRET-BAHŞ f. Hayret veren, şaşırtan.

HAYRET-BAHŞÂ f. Hayret veren, şaşkınlık veren, hayrete düşüren.

HAYRET-ENGİZ f. Hayret veren. Hayret içinde bırakan.

HAYRET-FEZÂ f. Hayret veren, hayreti artıran.

HAYRET-NÜMÂ f. Hayret gösteren, hayret veren.

HAYRET-ZEDE f. Hayrete düşmüş ve şaşırmış olan.

HAYR-HAH f. Hayır sâhibi. Herkesin manevî ve maddî iyiliğini isteyen. Allah rızası için ilm-i Kur'an ve imanla, manen ve maddeten hayırlı hizmetler etmeyi ve hayırlı işler işlemeyi seven.

HAYR-HAHÎ f. İyilikseverlik, hayırhahlık.

HAYRİ (Hayriye) Hayra âit. Hayırla alâkadar.

HAYRİYET Hayırlılık. Hayırlı olmak.

HAYS Saygı, hürmet, itibar. * Alâka, ilgi. Cihet, itibar.

HAYS Darlık. * Udûl etmek, doğru yoldan çıkmak.

HAYS Hayvan leşinin kokması. * Bir kimseyi aldatmak. * Sözde durmamak, ahid bozmak. * Fâsid olmak.

HAYS Az, kalil.

HAYS Karıştırmak, halt.

HAYSAL Patlıcan.

HAYSE Hurmayı yağla ve keşle karıştırmak.

HAYSE-BEYSE İleri gidip geri gelmek, bir halde durmak. * Karışıklık. * Şiddet ve darlık.

HAYSEFUCE Gemi dümeni.

HAYSİYET İtibar. Şeref. Değer. Kıymet. Derece. Câh. Mesned. Mertebe.

HAYSİYET-ŞİKEN f. Haysiyet kıran.

HAYSÜ İtibariyle, bakımından. * Hangi yerde? Hangi?

HAYSÜ LÂYEŞ'UR Hissedilmeksizin. Bilinmedik, duyulmadık cihetten.

HAYŞ Nefret etmek.

HAYŞE (C.: Huyuş) Yaramaz keten ipliğinden dokunmuş bez.

HAYŞUM Geniz (burun) kovuğu. Nunlu sesler, gunne buradan çıkar. (Tecvidde bahsedilmiştir.)

HAYŞUMÎ Genizden gelen.

HAYT İp. Kalın ip. * İplik. Bağ. * İki şeyi birbirine bağlayan. * Dikiş dikmek. * Tanyeri ağarması.

HAYT-UL EBYAZ Fecir zuhurunda ufukta ip şeklinde görülen beyazlık.

HAYT-UL ESVED Güneş battıktan sonra ufakta görülen siyahlık.

HAYT-I NURANÎ Nurlu bağlantı. Nurâni râbıta.

HAYTA Serseri, serkeş kimse. * Ask: Osmanlılarda görevli bir sınıf askere verilen ad. Hayta birlikleri, üstün savaş kabiliyeti olan askerlerden kurulur, lüzumunda düşman topraklarına akın yapmak için de kullanılırdı. Sonraları düzenleri bozulduğunda eşkiyalığa başladılar; bundan dolayı "hayta" kelimesi haydut ve haylaz anlamında kullanıldı.

HAYTA şefkat.

HAYTA' Deve kuşlarının uzun boyunlu olanı.

HAYTA Kazık.

HAYTEL Kedi.

HAYTEUR Bir vaziyette durmayan. * Arslan. * Kurt. * Belâ. * Cin tâifesinden bir nesne. * Bir su böceği.

HAYTÎ Tel şeklinde olan.

HAYU f. Salya, tükrük.

HAYUNET Vakit yaklaşma.

HAYVAN Canlı şey, insanla beraber her canlı. * İnsan olmayan idraksiz canlı yaratık. * Yük kaldıran, araba çeken ve binilen hayvan, beygir, katır v.s. * Mc: Akılsız ve idraksız insan, ahmak. (Aslı "Hayevan"dır)

HAYVAN-I BERRÎ Karada yaşayan hayvan.

HAYVAN-I NÂTIK Konuşan hayvan. (İnsan)

HAYVANAT (Hayvan. C.) Hayvanlar.

HAYVANAT-I BAHRİYYE Deniz hayvanları, denizde yaşayan hayvanlar.

HAYVANAT-I BERRİYYE Kara hayvanları, karada yaşıyan hayvanlar.

HAYVANAT-I EHLİYYE İnsanlara alışık olan hayvanlar, evcil hayvanlar.

HAYVANAT-I VAHŞİYYE Vahşi hayvanlar, yabani hayvanlar.

HAYVANÎ Hayvana, diriye âit ve ona müteallik.

HAYVANİYYET Hayvanlık, canlılık, zihayat olmak. Akıl ve idrakten mahrumiyet.

HAYY Diri, canlı, sağ. * Bir şeyi cem' ve ihraz eylemek.

HAYY-ÜL KAYYUM Varlığı, diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, daimî her şeye her hususta iktidarı yeten Allah (C.C.) (Bak: İsm-i A'zam)

HAYY-I MEYYİT Ölü halinde canlı. * Mc: Hiçbir işe yaramayan, hakiki vazifelerini yapmayan insan.

HAYYÂKALLAH Allah seni yaşatsın. Allah ömrünü uzun etsin, meâlinde ve dua makamında söylenen bir tâbirdir.

HAYYAL (Hayl. den) At terbiyecisi, at yetiştiren.

HAYYAL Dalavereci, hileci, hilekâr.

HAYYALE Fikir sahipleri.

HAYYAM Çadırcı.

HAYYAT Terzi. Dikiş diken sanatkâr.

HAYYAT-I MÂHİR Usta terzi. Terzi ustası.

HAYYAT (Hayye. C.) Yılanlar.

HAYYATÎN (Hayyat. C.) Terziler, dikiciler.

HAYYE Gel... Haydi...

HAYYE (C.: Hayyât) Yılan.

HAYYE-ALEL-FELAH Felaha gelin. Toplanın hayır ve ni'metlere, ebedi selâmete... Allah huzuruna gel. Refah ve itmi'nana mucib olacak namaza yetiş. (Bak: Felah)

HAYYEHELE Acele et (mânasınadır).

HAYYEN Diri olarak. Diri, canlı olarak canlı olduğu halde.

HAYYEN MEYYİTEN Ölü ve diri olarak.

HAYYİR (C.: Ahyâr) Çok hayırlı. * Her zaman iyilik yapan kimse. Hayırsever, iyiliksever.

HAYYİZ Yer. * Cihet, yön. * Mekân. Vüs'at. (Cismin kapladığı hacim)

HAYYUT Erkek yılan.

HAYZ (C.: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiyetçe, bu halde bulunan bir kadın, namaz kılamaz, oruç tutamaz ve cinsî münasebette bulunamaz, haramdır.)

HAYZA Tıb: Kolera denilen hastalık.

HAYZERAN Halk dilinde hezâren denilen bir cins sıcak iklim kamışı ki, sandalye vs. yapımında kullanılır.

HAYZERANE Gemi durak yeri, iskele, liman.

HAYZERÎ (HAYZELÎ) Dura dura yürümek.

HAYZEYUN Yaşlı, acûz, ihtiyar.

HAYZUM (C.: Hayazim) Göğüs tahtası.

HAZ' Muhalefet etmek. * Taksim etmek, bölmek, paylaştırmak.

HAZA Bu. Şu. O. * Gr: İşaret zamiri.

HAZA' Asmacık denilen otun tohumu. (Sara hastalarına iyi gelir.)

HAZA' Kesme, yarma, ameliyat.

HAZAB Odun. * Yakacak nesne.

HAZABÎ (Hizbâ. C.) Arızalı topraklar, engebeli yerler.

HAZAD Yaş ağaçtan kesilmiş budak ve diken.

HAZAFİR (Hizfâr - Hazfur. C.) Cânibler. * Bir kavmin meşhurları, ileri gelenleri, şereflileri. * Hepsi. Tümü. Mecmu'u.

HAZAİN (Hazine. C.) Hazineler.

HAZAİN-İ MEDFUNE Gömülü hazineler.

HAZAİR (Hazire. C.) Duvar veya çitle çevrilmiş ağıl. * Etrafı duvarla çevrili olan mezarlıklar.

HAZAKAT İhtisas. Meharet peyda etmek. Üstad olmak. Bir san'atta, hususan tıbda gereği gibi öğrenip mâhir ve mütehassısı olmak.

HAZAL Selem ağacının kökünden çıkan bir nesne ki, suda ıslatıp yerler.

HAZALAN (Bak: Hizlân)

HAZAM Sür'atle yürümek, hızla yürümek.

HAZAMA' Kulağı enine yarılmış keçi.

HAZAMİ Güzel kokulu bir ot.

HAZAN Güz. Sonbahar. * Solgun.

HAZANDİDE f. Güz mevsimini görmüş, yaprakları sararmış solmuş.

HAZANE Mc: Gönül, kalb, yürek.

HAZANGÂH f. Hazan yeri. * Dünya. Göçecek âlem.

HAZANÎ f. Sonbahar ile alâkalı, güz mevsimine ait.

HAZANİSTAN f. Sonbahar görmüş, sararıp solmuş yer.

HAZANLİKA f. Soluk yüzlü, sararmış, solmuş. Hazân yüzlü.

HAZANNÜMA f. Sonbahar görünüşlü. * Mc: Hüzün ve keder verici.

HAZANRESİDE f. Sonbahara erişmiş, solup sararmış.

HAZAR Bir şeyi bir kimseye vermeyip men ve hacr etmek.

HAZAR Tahta ve kereste kesmeğe mahsus su ile işler büyük bıçkı.

HAZAR Sulh zamanı. Barış zamanı. * Bir kimsenin huzuru, yakını. * Mukim olmak. Yolcu olmamak.

HAZAR VE SEFER Barış ve muharebe zamanı. * Evde mukim olma ve yolculuk.

HAZARET (Bak: Hadâret)

HAZARÎ Köyde ve kasabalarda yaşayanların yaşayış şekli ve tarzlarına ait. Şehirli. * Sulh ve asâyiş, sükun ve istirahat zamanlarına mensub ve müteallik. Barış ve güvenle alâkalı.

HAZAZ Yosun.

HAZAZE Tıb: Bulaşıcı, müzmin bir cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse öldürücü olur.

HAZB Hayvanın memesi şişip emziğinin deliklerinin dar olması. * Ucuz olmak.

HAZB Boyamak.

HAZB Yetişmek.

HAZBAZ Sinek. * Bir ot adı.

HAZD Ağaçtan diken koparmak. * Ağacın kabuğunu soymak. * Çok hızlı ve şiddetle yemek yemek.

HAZEF Çamurdan yapılmış olup ateşte pişirilen şeyler. Çanak, çömlek.

HAZEF Eski yazıda hepsi noktasız harflerden müteşekkil olarak yazılan şiirler ve nesirler. Hüner göstermek için bu şekilde yüz beyitlik kasideler yazan şairler vardı.

HAZEFE (C.: Huzef) Hicaz vilayetinde olan siyah renkli bir cins küçük koyun.

HAZEFÎ Çanak çömlek ile alâkalı.

HAZEFİYYE Çanak çömlek gibi topraktan yapılan şeyler ve bunları yapma san'atı.

HAZEF-PARE f. Çanak çömlek parçası, kırığı.

HAZEF-RÎZE f. Çanak çömlek parçası.

HAZEL Gayret. * Men etmek, engel olmak.

HAZEL Göz kapaklarında olan kabarcıklar.

HAZELAN Kızgın kimsenin yürümesi.

HAZELAT (Hazele. C.) Alçaklar, âdiler, kalleşler.

HAZELE (Hâzil. C.) Alçaklar, kalleşler, yüzsüzler.

HAZEM Göğüs kemiği. * Davarın karnının ve böğrünün dolu olması.

HAZEM Dizme, sıralama. * Edb: İlk beytin ortasına birden dörde kadar harf ilâve etme.

HAZEME Kısa boylu kadın.

HAZEME (C.: Huzem) Kabuğundan ip ve urgan yapılan bir ağaç cinsi.

HAZEN (Hüzn) Keder. Tasa. Gam.

HAZEN f. Baldız.

HAZEN (C: Hızân) Etin kokması. * Toplamak, cem'edip yığmak. * Gizlemek, saklamak.

HAZER Çekinme. Zarar verebilecek şeyden kaçınma. Korunma.

HAZER Vahşi hayvanların yediği et.

HAZER Gözün dar ve küçük olması. * Kabile. * Cemaat.

HAZERAT (Hazret. C.) (Bak: Hazret)

HAZEVAN Eti birbiri üstüne yığılıp cem'olmuş olan etli nesne.

HAZEVVER Kısa boylu kimse.

HAZF Aradan çıkarma, çıkarılma. Yok etme, silme, ortadan kaldırma, giderme, düşürme. * Selâm ve tahiyyatı uzatmayıp kısa kesmek. * Mahvetmek. * Vurmak. * Atmak.

HAZF Parmağıyla taş atma.

HAZHAZ Seri, sür'atli, hızlı.

HAZHAZ Kavi, sağlam.

HAZHAZ Sütü çoğaltır nesne. * Bir nevi katran.

HAZHAZA Sallama, el ile harekete getirme.

HÂZI' (Huzu. dan) Alçak gönüllü, mütevâzi olan.

HÂZIÂNE Mütevâzi olarak, alçak gönüllülükle.

HÂZIK Mehâretli, işinin ehli, mütehassıs. (Bak: Hazâkat)

HÂZIK-I MÜTEDEYYİN Dindar ve iyi mütehassıs. (Dindar ve iyi mütehassıs doktor için söylenir).

HAZIK Süngü demiri.

HAZIK (C: Havâzik) Mesti dar olan. * Cânip, taraf.

HAZIKANE Mâhirâne, mâhir ve usta olan bir kimseye yakışacak şekil ve surette.

HAZIKIYYET Mâhirlik, ehillik, ustalık, hâzıklık.

HAZIM Hazmettirici, sindirici.

HAZIM Kesici, kesen.

HÂZIM İhtiyatlı, akıllı, işinde gözü açık olan.

HÂZIMÂNE İhtiyatlı davranan adama yakışır şekilde.

HAZIMLI Mc: Tahammüllü, müsamahalı, tolerans sahibi.

HAZINA Emzirici, emziren. Dadı.

HAZIR Huzurda olan, göz önünde olan. Amade ve müheyya olan. Gaib olmayan. * Müstaid olan.

HAZIR Hazer eden. Korkup çekinen.

HAZIRA şehirli, medeni. * Bir yerde mukim olmuş, bir yere yerleşmiş.

HAZIRBAHŞ f. Hazırlanmış, hazır olmuş. * Hazır ol! emri.

HAZIR Bİ-L-MECLİS Mecliste hazır olan adam.

HAZIRCEVAP Her söze derhal ve düşünmeden münasib cevap veren kimse.

HAZİRÎN (Hâzır. C.) Meydanda, gözönünde olanlar, huzurda bulunanlar.

HAZIRLÖP Kabuğu içinde suda pişip katılaşmış yumurta. * Mc: Emek sarfetmeden elde edilen kazanç.

HAZIRÛN Meydanda olanlar, gözönünde olanlar. Mevcut ve hazır olanlar.

HAZIR U NAZIR Her yerde hazır olup, bilen ve gören, yardım eden veya herkese lâyık cezasını veren Allah (C.C.)

HAZÎ Kâhin, keşiş, papaz.

HAZÎ Sarkıklık.

HAZÎ Ateş yakmak.

HAZÎK Kesilmiş olan.

HAZİL Yüzsüz, alçak, âdi, dönek, kalleş.

HAZİLE Kenarlarında kirpik bulunmayan kırmızımsı gözkapağı.

HAZİM Basiretli, tedbirli.* Göğüs. Göğüs ortası.

HAZÎM Sarhoş. İçki içip akli müvazenesini kaybetmiş olan.

HAZİM Sür'atle kesen. * Çok çabuk yeyip bitiren. * Düşmanı hezimete uğratan.

HAZÎM Keskin kılıç.

HAZİMANE f. Tedbirli ve basiretli hareket eden.

HAZÎN Hüzünlü. Keder meydana getiren. Acı uyandıran.

HAZİN (Hızane. den) Hazine nâzırı. Bekçi.

HAZİNE Define. * Kıymetli şeyleri saklayacak sağlam yer.

HAZİNE-İ ÂMİRE Tar: Para işlerini yönetmek üzere kurulmuş olan müesseselerden birinin adı. Osmanlı Devleti'nin kuruluş devrelerinde para işleri "Beytülmal" denilen ve "Defterdar" adı verilen bir memurun idaresinde iken, sonraları teşkil olunan yeni idarelere göre çeşitli adlar verilmiştir. Hazine-i âmire, devlet kasası yerinde de kullanılırdı.

HAZİNE-İ DEVLET Devlet hazinesi. Maliye idaresi.

HAZİNE-İ EMİRİYE Maliye dairesi.

HAZİNE-İ EVRAK Evrak hazinesi. Arşiv.

HAZİNE-İ HÂSSA Osmanlı İmparatorluğu zamanında devlet bütçesinden padişaha maaş sağlayan ve saraya ait gelirlerin toplandığı malî bir müessese.

HAZİNE-İ HÜMAYUN Hazine-i Hümayun'da bulunan savaş eşyasından bir kısmının manevî değeri büyüktü. Diğer kısmının ise maddî değeri fazla idi. (Savaşlarda ele geçirilen kıymetli ganimet, padişahlardan kalmış olan değerli eşyalar gibi.) (O.T.D.S.)

HAZİNE-İ MİLLET Millet hazinesi. * Maliye idaresi.

HAZİNE-İ TECEDDÜD Yenilik hazinesi. Çok yeniliklere sebeb olan.

HAZİNEDAR f. Malı muhafazaya me'mur olan.

HAZİNEDARÎ f. Hazinedarlık.

HAZİNE KETHUDASI Tar: Yavuz Sultan Selim Han zamanında kurulan hazine kethudâlığı, saraya girip çıkan demirbaş eşyanın korunup saklanmasıyla mes'ul idi. Bu müessesenin başında bulunan memura da hazine kethudâsı denilirdi.

HAZİNE-MÂNDE f. Şahıs üzerinden kaydı silinerek devlet hazinesine kalan mal veya para.

HAZÎR Su sesi, su şırıltısı.

HAZİR Korkan, korkak,

HAZİR Takdir eden. * Ekşimiş süt.

HAZÎRE Etrafında duvar veya çit bulunan ağıl, bahçe. * Mezarlık.

HAZÎRET-ÜL KUDS Cennet bahçesi. Peygamber ve evliyanın ruhlarının toplandığı yer.

HAZÎRE Az cemaat. * Asker bölüğü. * Yara içinde toplanan kan ve irin.

HAZÎRE Eti ufak ufak doğrayıp, çok su ile çömlek içinde pişirip erimeye yakın olduğu anda üzerine un koyup karıştırarak yapılan yemek. (İçinde et olmayınca "aside" derler.)

HAZİYY Mertebeli, değerli kişi. * Yarış atlarının sekizincisi.

HAZÎZ Bahtiyar. Mes'ud. Saâdetli. Nasibi olan.

HAZİZ (Bak: Hadıyd)

HAZK Hapsetme. * Darlık. * Men'etme.

HAZK Nişan vurmak. * Kuşun terslemesi.

HAZK Bağlamak.

HAZKA Mahâret, ustalık, mâhirlik.

HAZL Badruç adı verilen ot.

HAZL Kat'etmek, kesmek.

HAZL Terk etmek. * Rezil, rüsvay etmek.

HAZM Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek. * Birisine ansızın hücum etmek. * Ansızın bir şey üzerine inmek. * Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek. * Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini zaptedip tahammül etmesi ve sabreylemesi.* Taze olmak. * Kırmak.(İslâm hükemasının Eflâtun'u ve hekimlerin şeyhi ve feylesofların üstadı, dâhi-i meşhur Ebu Ali İbn-i Sina, yalnız Tıp noktasında, âyetini şöyle tefsir etmiş. Demiş: Yâni "İlm-i Tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört beş saat kadar daha yeme. Şifa, hazımdadır. Yâni, kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir." L.)

HAZM-I NEFS f. Tahammül etmek. Nefsini kırmak. Meydana gelen kendi ile alâkalı gördüğü bir kusuru kendi üzerine almak. Sabreylemek. Sindirmek.

HAZM Cem'etmek, toplamak. * Zaptetmek. * Kast etmek. * Bağlamak. * Yumuşak yüksek yer. * Sağlam re'y. Doğru ve kat'i karar. * Basiretle hareket etmek.

HAZM Kat etmek, kesmek. * Yab yab yürümek. * Hızlandırmak.

HAZN Sağlam yer. * Kabile ismi. * Arap beldeleri.

HAZNE Hazine. * Depo.

HAZR Bir şeyi takdir ve tahmin etmek, nazar ile tahmin etmek. * Çehresini ekşitip çirkin olmak.

HAZRA' Küçük ve dar gözlü kadın. (Müz: Ahzer)

HAZREC Sert rüzgâr. * Güney rüzgârı.

HAZREKA Darlık.

HAZRET (Huzur. dan) Ön. Kurb. Pişgâh. * Hürmet maksadı ile büyüklere verilen ünvan; "Hazret-i Kur'an, Hazret-i Peygamber, Hazret-i Üstad, Paşa Hazretleri" gibi.

HAZRET-İ RİSALET Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ismi.

HAZREVAT (Hadravat, Hadrâ) Yeşillik. * Gökyüzü, felek. Asuman.

HAZUF Sür'atle yürüdüğünden ayağı altından taşlar atılan eşek.

HAZUL Kimsesiz. Yardımsız olarak her şeyden mahrum sürünmek.

HAZUME Sığır, bakar.

HAZUN Yaramaz huylu kimse.

HAZUR (Hazer. den) Çok dikkatli, çok çekingen.

HAZV Sarkık olmak.

HAZV Kat'etmek, kesmek. * Takdir etmek.

HAZVA' Sarkık kulaklı eşek.

HAZVE (C: Hazavât-Hızâ) Küçük ok.

HAZY Kat'etmek, kesmek.

HAZY Birbiri üzerine yığılıp toplanmak.

HAZZ Sevinç duyma. Hoşlanma. Zevklenme. Saadet. Tali'. Nasib. Nimet ve süruru mucib şey.

HAZZ Kesme. Kısaltma. * Kazmak. * Yırtmak. * Silmek.

HAZZ Hafif gövdeli. * Bir cins ot.

HAZZ (C.: Huzuz) Deniz koyunu. (denizde olur) * "Vurmak" mânâsına masdar. * Duvar üstüne direk koymak.

HAZZ Kandırmak.

HAZZ Yün.

HAZZA' Nâlin yapıcı, nalcı.

HAZZAF Çanak çömlek yapan veya satan.

HAZZAL Ehline ve ailesine sarfedecek birşey bulamayan fakir.

HAZZETMEK Hoşlanmak, zevk ve lezzet almak.

HEB (Vehb. den) Bağışla, lutfet (mânasına emir, duâ)

HEBA İnce toz. * Boş. Beyhude. Nâfile. Faydasız. İsraf. Ziyan. * Aklı az olan.

HEBAEN MENSURA Boşuna olarak. Faydasız yere dağılmış.

HEBAL Avcı, sayyad.

HEBB Uykudan uyanmak. * Gâib olmak.

HEBBAR Çok fazla kılı olan sırtlan veya maymun.

HEBBE Vak'a. * Zamandan bir asır.

HEBBİHÎ Sallana sallana yürüyen kişi.

HEBBUR Ufak inci.

HEBC Vurmak. * Ağırlık.

HEBEC Devenin memesinde olan verem.

HEBENKA Ayak parmaklarını dikip ökçesi üzerine oturmak.

HEBENNEKA Ahmaklığı darb-ı mesel olmuş bir kimsedir. * Mc: Zeki ve becerikli olmadığı halde kendini öyle sanan.

HEBETA Çukur yer.

HEBH Sallanmak.

HEBHAB Serap.

HEBHEBE Dâvet.

HEBHEBÎ Çoban. * Hizmete koşan yiğit.

HEBÎB Rüzgâr, yel.

HEBİD Hanzal otu tohumu.

HEBİHA Yürürken sallanan kadın.

HEBİR Çukur yer.

HEBİT Zayıf, ince deve.

HEBİT Korkak kimse.

HEBL Ölüm, mevt. * Taaccüb makamında kullanılır.

HEB-LENÂ Bize lutfet. Bize ihsan et, bağışla.

HEBR (C.: Hübur) Çukur yer. * Kesmek. * İki dağ arasında olan düz yer. * Etli, semiz olmak.

HEBRA Şişman kadın.

HEBRAKÎ Demirci. * Yabani öküz.

HEBRE (C.: Heberât) Et parçası.

HEBREME Obur. Yemeğe düşkün. * Geveze.

HEBS Şâdlık, sürür, neşe, neşat. * Döşemek.

HEBS Hareket.

HEBŞ Cem'etmek, toplamak. * Kazanmak, kesbetmek.

HEBT (Hübut) İniş. Aşağı inme. * Aşağı indirme. Bir yere inip konmak. * Nüzul, illet, maraz. * Zayıflama. * Bir memlekete birisini dâhil ettirmek. * Eksiltmek. * Kötü bir hale uğratmak.

HEBT Birbiri ardınca vurmak.

HEBUL Yavrusu kalmayan deve.

HEBUT İniş yer.

HEBV Ateşin sönmesi.

HEBVE Toz. * Tozlu yol.

HEBY (HEBYE) Küçük câriye.

HEBZ Sür'at yapmak, hız yapmak.

HECA (Hece) Dilin ve ağzın bir hareketi ile çıkan bir veya birkaç harf. Harflerin sesi. Harflerin seslendirilmesi. * Elif-bâ sırasına göre dizili harfler. Bir sözü harfleri ile söylemek. * Şekil. Kıyâfet. * Yemek. * Sükut etmek, susmak.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin