Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə71/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   67   68   69   70   71   72   73   74   ...   181

HUDM Her nesnenin kökü.

HUDME Çabuk kaynayan çömlek.

HUDR Yeşillik.

HUDR Sıçramak. Seğirtmek.

HUDRA (Bak: Hadrâ)

HUDRE Göz kapağının içinde çıkan çıban.

HUDRET Yeşillik. * Yeşil renklilik.

HUDRÎ Kara eşek.

HUDU' Eğilip tevâzu etmek.

HUDU' Alçaklık etmek.

HUDUD (Hadd. C.) Yanaklar. * Cemâatler. * Yeri kazmalar. Yeri yarık etmeler. * Çiçek yaprakları.

HUDUD (Hadd. C.) Sınırlar, hudutlar. * Uçlar. Bucaklar. * Şeriatın cezâ hükümlerinin tatbiki.

HUDUD-U MEMALİK Memleket hudutları. Ülkenin sınırları.

HUDUD-U ŞER'İYYE Şer'i hadler. Muayyen suçlara karşılık tatbik edilen şer'i cezâlar.

HUDUDNAME f. Memleket sınırını belirleyen vesika. Harp veya diğer bir ihtilaf sonunda iki taraf murahhaslarınca yerinde tetkik edilerek tanzim olunan harita ve rapor. * Memleket dahilindeki bir çiftlik veya arazinin sınırlarını göstermek üzere yapılmış olan vesika.

HUDUMME Kolları kalın olan. * Büyük emir.

HUDUR Aşağı indirmek. * Bir yeri şişmek.

HUDUR Hazırlık.

HUDUS Yeniden meydana gelme. Sonradan peyda olma. Yok iken vücuda gelme.



HUDUS VE İMKÂN Usul-üd din ve İlm-i kelâmın dâhi ulemâsının ve Hükemâ-i İslâmiyyenin gördükleri ve hadsiz bürhanlar ile isbat ettikleri hudus ve imkân hakikatları.(Onlar demişler ki: Mâdem âlemde ve her şeyde tegayyür ve tebeddül var, elbette fânidir, hâdistir, kadim olmaz. Mâdem hâdistir elbette onu ihdâs eden bir Sâni' var. Ve mâdem her şeyin zâtında vücudu ve ademi, bir sebep bulunmazsa müsâvidir. Elbette vâcib ve ezeli olamaz. Ve mâdem muhal ve bâtıl olan devir ve teselsül ile birbirini icâdetmek mümkün olmadığı kat'i bürhanlarla isbat edilmiş. Elbette öyle bir Vâcib-ül Vücudun mevcudiyeti lâzımdır ki, naziri mümteni, misli muhal ve bütün mâadâsı mümkin ve mâsivâsı mahluku olacak. Evet hudus hakikatı, kâinatı istilâ etmiş. Çoğunu göz görüyor. Diğer kısmını akıl görüyor. Çünkü; gözümüzün önünde her sene güz mevsiminde öyle bir âlem vefât eder ki, her birisinin hadsiz efradı bulunan ve her biri zihayat bir kâinat hükmünde olan yüzbin nevi nebatât ve küçücük hayvanat o âlem ile beraber vefât ederler. Fakat o kadar intizamla bir vefattır ki; haşir ve neşirlerine medar olan ve rahmet ve hikmetin mu'cizeleri, kudret ve ilmin harikaları bulunan çekirdekleri ve tohumları ve yumurtacıkları baharda yerlerinde bırakıp, defter-i a'mâllerini ve gördükleri vazifelerin programlarını onların ellerine vererek, Hafiz-i Zülcelâlin himayesi altında hikmetine emânet eder. Sonra vefat ederler. Ve bahar mevsiminde haşr-i a'zamın yüzbin misâli ve nümune ve delilleri hükmünde olarak o vefat eden ağaçlar ve kökler ve bir kısım hayvancıklar, aynen ihya ve diriliyorlar. Ve bir kısmının dahi kendi yerlerinde emsalleri ve aynen onlara benzeyenleri icad ve ihya olunuyor ve geçen baharın mevcudatı, işledikleri amellerin ve vazifelerin sahifelerini ilânat gibi neşredip âyetinin bir misalini gösteriyorlar. Hem hey'et-i mecmua cihetinde her güzde ve her baharda büyük bir âlem vefat eder ve tâze bir âlem vücuda gelir. Ve o vefat ve hudus o kadar muntazam cereyan ediyor ve o vefat ve hudusda gayet intizam ve mizanla o kadar nevilerin vefiyatları ve hudusları oluyor ki; güya dünya öyle bir misafirhânedir ki, zihayat kâinatlar ona misâfir olurlar ve seyyah âlemler ve seyyar dünyâlar ona gelirler, vazifelerini görürler, giderler. İşte bu dünyada böyle hayatdar dünyâları ve vazifedar kâinatları kemâl-i ilim ve hikmet ve mizanla ve müvâzene ve intizam ve nizamla ihdâs ve icad edip, Rabbanî maksadlarda ve İlâhî gayelerde ve Rahmanî hizmetlerde kadirâne istimal ve rahimane istihdam eden bir Zât-ı Zülcelâl'in vücub-u vücudu ve hadsiz kudreti ve nihayetsiz hikmeti bilbedahe, güneş gibi akıllara görünüyor. Ş.)(Gelelim imkân bahsine: Mütekellimîn demişler ki:İmkân mütesâviyy-üt-tarafeyn'dir. Yâni, adem ve vücud ikisi de müsâvi olsa, bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mucid lâzımdır. Çünkü, mümkinat birbirini icâd edip teselsül edemez. Yâhut, o onu, o da onu icad edip devir suretinde dahi olamaz. Öyle ise, bir Vâcib-ül Vücud vardır ki, bunları icad ediyor. S.)(İmkân ciheti ise; o da kâinatı istilâ ve ihâta etmiş. Çünkü görüyoruz ki, herşey, külli ve cüz'i bulunsun, büyük ve küçük olsun, arştan ferşe, zerratdan seyyârâta kadar her mevcud, mahsus bir zat ve muayyen bir suret ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlar ile dünyaya gönderiliyor. Halbuki, o mahsus zâta ve o mâhiyete, hadsiz imkânat içinde o hususiyeti vermek, hem suretler adedince imkânlar ve ihtimâller içinde o nakışlı ve fârikalı ve münâsib o muayyen sureti giydirmek; hem hemcinsinden olan eşhâsın mikdarınca imkânlar içinde çalkanan o mevcuda o lâyık şahsiyeti imtiyazla tahsis etmek; hem sıfatların nev'leri ve mertebeleri sayısınca imkânlar ve ihtimaller içinde şekilsiz ve mütereddid bulunan o masnua, o has ve muvafık maslahatlı sıfatları yerleştirmek, hem hadsiz yollar ve tarzlarda bulunması mümkün olması noktasından, hadsiz imkânat ve ihtimalât içinde mütehayyir, sergerdan, hedefsiz o mahluka, o hikmetli keyfiyetleri ve inâyetli cihazları takmak ve techiz etmek, elbette külli ve cüz'i bütün mümkinat adedince ve her mümkinin mezkur mâhiyet ve hüviyet, hey'et ve suret, sıfât ve vaziyetinin imkânatı adedince, tahsis edici, tercih edici, tâyin edici, ihdas edici bir Vacib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna ve hadsiz kudretine ve nihâyetsiz hikmetine ve hiçbir şey ve hiçbir şe'n O'ndan gizlenmediğine ve hiçbir şey O'na ağır gelmediğine ve en büyük bir şey en küçük bir şey gibi O'na kolay geldiğine; ve bir baharı bir ağaç kadar ve bir ağacı bir çekirdek kadar sühuletle icad edebildiğine işaretler ve delâletler ve şehadetler, imkân hakikatinden çıkıp, kâinatın bu büyük şehadetinin bir kanadını teşkil ederler. Ş.)

HUDUŞ Kaşımaktan ve tırmalamaktan dolayı olan yara.

HUFAL Çok.

HUFALE Arpa, buğday ve pirinç kabuğundan saçılan. * Her kabuklunun arınıp pâk olanı. * Her nesnenin kemi ve yaramazı. * Yağ tortusu. * Şıra sıkıntısı ve kepeği.

HUFARE Ahd. * Ücret. * Hayâ şiddeti.

HUFAS Isırdığı yer acımayıp zarar vermeyen yılan.

HUFDUD Bir kuş ismi.

HUFF Abdest alınırken üzerine meshedilebilen mest vs. gibi ayakkabı. * Deve tabanı isimli bir nebat.

HUFFAŞ Yarasa. Gece kuşu.

HUFFAZ (Hâfız. C.) Hâfızlar.

HUFNE (C.: Hufün) Çukur.

HUFRE Kazılmış çukur. Oyuk.

HUFRE Ahd, söz.

HUFRETEYN İki çukur. İki delik.

HUFRETEYN-İ ENF Burun delikleri.

HUFTE (C.: Huftegân) Yatmış, uyumuş.

HUFTE-GÂN (Hufte. C.) f. Yatmış olanlar, yatıp uyumuş olan kişiler.

HUFTE-GÎ f. Yatıp uyuma.

HUFUF Maişet şiddeti, geçim zorluğu. * Darlık.

HUFUK Dolanmak.

HUFUT Sâkin olmak. Ateşin sönmesi. * Sesin kesilmesi.

HUFVE Yalın ayak olmak.

HUFYE Saklanma, gizlenme. * Etrafı herhangi bir şeyle ihata edilen şey.

HUH (C.: Huvhât) Şeftali. * Duvardaki ışık girecek delik.

HUK f. Domuz, hınzır.

HUKB (C.: Ahkâb) Seksen yıl.

HUK-BAN f. Domuz çobanı.

HUKERDE f. Terlemiş.

HUKEŞAN f. Tar: Hacı Bektaş şeyhinin Yeniçeri Ocağı nezdindeki vekiline mahsus doksandokuzuncu ortaya 1591 senesinde tâyin olunan Bektaşi müritleri hakkında kullanılır bir tâbirdi. Yeniçeri ocağından yiyip içen ve yeniçeri odalarında yatıp kalkan bu duacıların vazifeleri sabah akşam ordunun selâmet ve muvaffakiyetine dua etmekti. Bunun haricinde merasim esnasında bunlardan sekiz tanesi, yeniçeri ağasının atının önünde yeşil çuha üst elbiseleriyle iki yumruğunu mideleri üstüne bastırarak yürürlerdi. Bu sekiz bektaşiden en kıdemlisi yüksek sesle "Kerim Allah" der, diğerleri de "Hu" diye mukabele ederlerdi. Bundan dolayı bunlara Hukeşan denilmiştir. (O.T.D.S.)

HUKK (C.: Hukuk-Hıkâk) Hokka.

HUKKA (C.: Hukuk) Küçük kutu. Hokka.

HUKNE Tıb: Şırınga. * Şırınga edilen ilâç.

HUKUK (Hakk. C.) Haklar. * İnsanın cemiyet hayatında riâyet etmesi lâzım gelen kaideler, esaslar, yâni; şer'i ve adli hükümler. Haklıyı haksızdan ayıran kaideler. * Şeriat kitablarında yazılı olan haklar, kanunlar ve kaideler. * Üniversitenin hukuk tahsili yaptıran kısmı. * Hukuk Fakültesi.

HUKUK-U CEZAİYYE Ceza hukuku.

HUKUK-U GAYR-İ MEKTUBE Kanunlarda mevcud olmayan örf ü âdet ve teâmül kabilinden olan haklar.

HUKUK-U İBAD Fık: Akidler ve muamelelerle alâkalı hukuk. İnsanlarla olan muamelelerimizdeki haklar. Ferde ait olan hususi haklar. (Bak: Musibet-i amme)

HUKUK-U İSLÂMİYE İslâm hukuku.(1937 senesinde "Lâhey"de ikinci defa olarak toplanan bir hukuk konferansına vaki olan dâvete mebni Mısır Cami-ül Ezher'i heyet-i ilmiyesi nâmına, iki İslâm âlimi de iştirak etmiş idi. Ezher mümessilleri, bu konferansta iki esaslı mevzu hakkında mütalaada bulunmuştur. Bu mevzulardan biri: "Şeriat-ı İslâmiye: İslâm hukuku nazarında medenî ve cinaî mes'uliyetler"; diğeri de "İslâm hukukuyla Roma kanunları arasında bir alâka olup olmaması ve İslâm hukukunun Roma kanunlarından müteessir olduğuna dair bazı müsteşriklerin zuumlarını red mes'elesi" idi.Ezher mümessillerinin mütalaaları, İslâm hukukunun yüksekliği ve içtimaî hayatı en mükemmel bir surette mütekeffil bulunması hususunda konferanstaki Avrupa'lı âzanın takdirlerini celb etmiş, bunun neticesinde konferansın bütün âzası, rey birliğiyle aşağıdaki maddeleri karar altına almışlardır:1- Şeriat-ı İslâmiye (İslâm Hukuku), umumi hukukun (mukayeseli hukukun) kaynaklarından biridir.2- İslâm hukuku canlıdır, tekâmüle salihtir.3- İslâm hukuku, bizatihâ kaimdir, başkalarından alınmış değildir.4- Birinci mevzu (Yani: İslâm hukukundaki mes'uliyet bahsi) Konferansın siciline Arapça ile tescil edilecektir. Bu, kendisine müracaat edilmek için hazırlanan mecmua-i ilmiyede de nazara alınacaktır.5- Arapça, konferansta istimâl edilecek ve müstakbel devrelerde de buna devam edilmesi tavsiye olunacaktır.Velhasıl: İslâm hukukunun bu müstakil, yüksek mahiyeti; onu güzelce tetkik eden zatlar tarafından her zaman itiraf edilmektedir. Ancak şunu da ilâve edelim ki: İslâm hukuku, kudsi ve istisnai bir mahiyeti haizdir; bunun başka hukuk müesseselerinden istifade etmiş olması düşünülemez. Fakat Avrupa hukuku, ale-l-ıtlak İslâm fıkhından ve bilhassa Endülüsde ve Afrikada ziyade intişarı cihetiyle Maliki fıkhından pek çok müstefid olmuştur. (Ist. Fık. K.)

HUKUK-U MEDENÎ Umumi mânada: Temel hak ve hürriyetler ve medeni haklar. Avrupaî mânada ise: Lâik hukuk sistemi, medeni hukuk.

HUKUK-U MEKTUBE Kanunlarda yazılı olan haklar.

HUKUK-U MEVZUA Konulmuş kanunların meydana getirdiği hukuk.

HUKUK-U MİLEL Beynelmilel hukuk. Milletlerarası hukuk.

HUKUK-U SİYÂSİYYE Siyasi haklar. Memleket idâresini ve halkın hakkını tanıyan hükümlerin tamamı.

HUKUK-U TABİİYYE İnsanın fıtratında bilkuvve mevcut olup, hak ile bâtılı, iyi ve fenayı bildiren ve insanların toplu bir şeklide yaşamalarını mümkün kılan hükümler.

HUKUK-U TEAMÜLİYYE Memleketin ahlâkını ve âdatını bildiren örf mânasında kullanılır.

HUKUK-U UMUMİYYE Cemiyetin bütün fertlerine şâmil olan haklar. (Mülkiyet hakkı, iştirak hakkı vs. gibi.)

HUKUK-U ZEVCİYE Karı ile kocanın birbirlerine karşı hâiz olduğu haklar. Aile hukuku.

HUKUKÇU Hukuk mütehassısı. Hukuku meslek edinen kimse. Avukat, müdde-i umumi "savcı" ve hâkim.

HUKUKÎ (Hukukiyye) Hukuka ait, hukuk işleriyle alâkalı.

HUKUKİYYAT Hukuk bilgisi.

HUKUKPERVER f. Geçmişi unutmayan, haklara hürmetkâr kimse. Vefalı ve sâdık dost.

HUKUKŞİNAS Hukukçu, hukuk ilmini bilen. * Vefâlı kimse. Sâdık dost.

HUKUKULLAH Fık: İbadetler ve İlâhî cezalar, ukubetlerle alâkalı haklar. * Hukukullah umuma taalluk edip, yalnız bir şahsa âid olmayan ahkâm demektir. Bunlar hukuk-u umumiyeden ibarettir. Cenab-ı Hakk'a izafesi, tazim ve ehemmiyetine işaret içindir (T.H.L.)(Nasıl "Hukuk-u Şahsiye" ve bir nevi "Hukukullah" sayılan "Hukuk-u Umumiye" namiyle iki nevi hukuk var. Öyle de: Mesail-i şer'iyede bir kısım mesâil, eşhasa taalluk eder; bir kısım, umuma, umumiyet itibariyle taalluk eder ki; onlara "Şeâir-i İslâmiye" tabir edilir. Bu şeâirin umuma taalluku cihetiyle umum onda, hissedardır. Umumun rızası olmazsa; onlara ilişmek, umumun hukukuna tecavüzdür. O şeâirin en cüz'isi (sünnet kabilinden bir mes'elesi) en büyük bir mes'ele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taalluk ettiği gibi, Asr-ı Saâdetten şimdiye kadar bütün eâzım-ı İslâm'ın bağlandığı o nurani zincirleri koparmağa, tahrib ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler, düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir hatâya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa, titresinler!... M.)

HUL (Hâyil. C.) Bela. Zahmet. * Mukabele etmek, karşılık vermek.

HULA' Büyük emir (iş).

HULABİS İnce ses.

HULAK Boğaz ağrısı.

HULALET Samimi dostluk arkadaşlık.

HULAM (HULLÂN) Kurban olmayan küçük oğlak.

HULASA Bir şeyin, bir bahsin özü. Kısaca esası.

HULASA-İ KELÂM Sözün hülâsası. Sözün özü.

HULASAT-ÜL HULASA Hulâsanın hulâsası. Özünün özü. * Ayet-ül Kübrâ Risâlesinin hülâsası.

HULASATEN Kısaca, özet olarak, hülâsa olarak, muhtasaran.

HULAVE (C.: Halâvi) Kafanın ortası.

HULB Domuz kılı. Kalın kıl. Yele kılı. * Kıldan yapılmış kalem, kıl fırça.

HULB Kuyu dibinde olan balçık. * Ağaç dibinden çıkan budağın yaprağı. * Lif.

HULBE Hububattan olan böy.

HULBE (C.: Huleb) Liften yapılan urgan.

HULC Küçük gemi.

HULD Ebedilik. Sonu olmayan. Sonu olmamak.

HULDE Köstebek.

HULDZAR f. Cennet.

HULEB Bozrak bir ot ki, yer üzerine yayılır, sapı olmaz; yaprağını koparsalar sütü akar ve ekseriyâ geyik yer.

HULEFÂ (Halife. C.) Halifeler. (Bak: Halife)

HULEFÂ-İ AKLÂM Kalem memurları.

HULEFÂ-İ ERBAA (Hulefa-i Râşidîn) (Bak: Çâr-yâr)

HULEFÂ-İ MEHDİYYÎN Mehdi olan halifeler. Yani âhir zamanda gelen büyük mehdinin bazı vâsıflarına sahib olan halifeler. (Bak: Mehdi)(Hz. Mehdi'ye dair muhtelif rivayetler var. Tafsilat ve tasvirat başka başkadır... Resul-i Ekrem (A.S.M.) vahye istinaden herbir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hadiselerde ye'se düşmemek için, hem âlem-i islâmiyetin bir silsile-i nuraniyesi olan Al-i Beytine ehl-i imanı manevi rabt etmek için Mehdi'yi haber vermiş. Ahirzamanda gelen Mehdi gibi her bir asır, Âl-i Beyt'ten bir nevi mehdi belki mehdiler bulmuş. Hattâ Âl-i Beyt'ten ma'dud olan Abbasiye hulefasından Büyük Mehdi'nin çok evsafına cami' bir Mehdi bulmuş. İşte Büyük Mehdi'den evvel gelen emsalleri nümuneleri olan hulefa-i mehdiyyîn ve aktâb-ı mehdiyyîn evsafları, asıl mehdinin evsafına karışmış ve ondan rivayetler ihtilafa düşmüş. M.)

HULEFÂ-İ SELÂSE Üç halife: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman (R.Anhüm)

HULEKE Kum içinde olan küçük bir hayvan.

HULEL (Hulle. C.) Elbiseler.

HULEL-İ FÂHİRE Kıymetli, şaşaalı, parlak elbiseler.

HULEYFE Medine ehlinin ihramlandığı yer.

HULEYKA' At burnu.

HULEYME (C.: Huleymât) Memecik. * Ciltte, bilhassa dil üzerinde bulunan küçük kabarcıkların beheri.

HULF Ahdinde durmamak. Ahdini bozmak. Sözde durmamak. * Nakz.

HULF-ÜL VA'D Ahdinden dönmek. Verdiği sözü yerine getirmemek.

HULF-ÜL VAÎD Va'dedilmiş azabı yapmamak, cezâyı yerine getirmemek. (Cenâb-ı Hak kendine isyan edenlerin, günahta devam edenlerin cehenneme gideceklerini beyan ediyor, tehdid ediyor, vaid ile beyanda bulunuyor. Affetmediği takdirde bu vaidinden dönmesi, aslâ adâletine yakışmaz, muhâldir.)

HULFETMEK Sözünde durmamak.HULİYY : (C.: Huliyyât) Altun, gümüş, elmas, zümrüt, vs. gibi süs eşyası. Mücevher.

HULK Huy. Ahlâk. Tabiat. Yaratılıştan olan haslet. Seciyye. Cibilliyet. * İnsanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhî ve zihnî hâller.

HULKAN Huy ve tabiatça. Ahlâk cihetiyle.

HULKÎ Huy ile, hulk ile alâkalı ve hulka müteallik.

HULKUM İnsan veya hayvan boğazı. Ağızdan mideye giden yol.

HULL (HİLL) Dost.

HULLAN (Halil. C.) Sâdık dostlar, arkadaşlar.

HULLE Ağır, pahalı. * Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise. * Cennet elbisesi. * Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh düşebilmesi için başka birine nikâhlanması. Müslim bir erkek karısını üç talak ile boşarsa, bu kadın ile tekrar nikahlanması haram olur. Ancak kadın, başka bir erkek ile evlenir ve onunla da anlaşamaz ve boşanıp ayrılsalar, bu halde isterlerse ilk evlilik haline dönebilirler. Fakat üç talak ile boşananlar tekrar nikâhlanmaları için şer'î imkân yok denecek kadar zayıf olduğundan başka hileli yollara gitmeleri haramdır. (Hak Dini Kur'an Dili, Cilt : 2, sh: 788)

HULLE (C.: Hılâl) Dostluk.

HULLEB Yağmursuz bulut.

HULLEBAF f. Terzi.

HULLEDALLAH Allah dâim ve bâki etsin.

HULLET (C.: Hulel) İçten, samimi sevgi. Dostluk. Muhabbet. Haslet.

HULLİYYAT (Hulliyy. C.) Pırlanta, altun, gümüş gibi süs eşyaları.

HULM Rüya, hülya. * İhtilâm olmak. Açık saçık rüya. * Akıl.

HULM Geyiğin yataklandığı yer.

HULSE Kapmak. * Karışmak. * Fırsat.

HULTA Ortaklık, şirket.

HULU Hali olmak.

HULUC Ayrılmak. * Çekilmek. * Yavrusu ayrıldığında sütü az olan deve.

HULUD Ebedilik. Devam üzere olmak. Bir şey aslî hâleti üzere dâim olmak.

HULUK Huy. Tabiat. Ahlâk.

HULUK-İ AZÎM Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) mübarek huyları.

HULUKA (C.: Ahlâk-Halkân) Eski olmak.

HULUL Girme. Dâhil olma. İçine gizlice giriş. * Birinin veya birkaç kimsenin sevgi veya itimadını kazanmak, içlerine onlardan görünüp girmek. * Halletmek. * Vuku' bulmak. Zuhur etmek. * Gelip çatmak. * Bir menzile inmek. * Kim: Bazı akıcı cisimlerin vücud mesâmâtından kolaylıkla geçebilmesi ve bu esâsa dayanan kimya tahlil usulü. * Fiz: Mesamatı olan bir perde ile ayrılan iki akıcı cisimde mevcut bazı maddelerin birinden diğerine geçmesi hâdisesi ki, barsaklarda olan imtisas bu tarzdadır.

HULUL-İ RAMAZAN Ramazan ayının gelmesi.

HULUL-İ ŞİTA Kış mevsiminin gelmesi.

HULULE Dostluk.

HULUS Hâlislik. Saflık. * Samimiyet. Hâlis dostluk. İçden davranmak. Her hayırlı işi ve ameli Allah rızâsını niyet ederek yapmak.

HULUS-İ KALB Kalbden, gönülden, içten samimiyet.

HULUS-İ NİYET Niyetin hâlis olması.

HULUSİ Samimi, candan. Hâlis ve içi temiz olan.

HULUSİYYET Hâlislik. Samimi dostluk.

HULUSKÂR f. Bir insana karşı samimi muhabbeti olan. * Dalkavuk. Menfaati için sevgi ve iyi muamele gösteren.

HULUSKÂRÂNE f. Samimi muhabbet ve sevgi ile. * İkiyüzlülükle, dalkavuklukla.

HULUSNAME f. Yalnız muhabbet, alâka ve bağlılığı göstermek üzere sunulan mektub.

HULUVV Boş olmak, hâlî oluş. Boşluk. Boşta olmak. * Huk: Tarafların anlaşarak evlilik hayatlarına son vermeleri. * Huk: Bir gayr-i menkulün, muayyen bir bedel ile kiralanmış olmasından doğan kiracılık hakkı ve menfaati. * Hava parası adıyla verilen meblağ.

HULÜC Çok yeyici, fazla yiyen.

HULÜM (C.: Ahlâm) Düş, rüyâ. (Rüyâ tâbiri iyilerinde; hülm tâbiri kötülerinde kullanılır.) * İhtilam olmak. * Akıl.

HULV Tatlı. * Hoş ve güzel. İyi.

HULVAN Bir kimsenin hizmeti karşılığında, ücretinin haricinde verilen şey. * Kızın mihrinden, kişinin kendisi için aldığı miktar. * Vermek, bahşetmek. * Bir belde ismi.

HULVİYYAT Tatlı yemekler. Şekerlemeler. Tatlı şeyler.

HULYA f. Kuruntu. Hayal. Vehim. Olmıyan bir şeyi düşünerek yaşamak. Akıldan geçen ve matmah-ı nazar olan husus.

HULYA-Yİ HAZİN Hazin hülya.

HUM f. Küp. * Şarap küpü. İçine şarap doldurulan küp.

HUMAHİN Yüzük yapılan bir cins siyah taş.

HUMAK Kabarcık gibi bir şeydir ve insana ârız olur.

HUMAKA Akıl azlığı, ahmaklık.

HUMAKÎ (Ahmak. C.) Ahmaklar, salaklar.

HUMAL Aksaklık.

HUMAME Süprüntü.

HUMANİZM (Bak: Hümanizm)

HUMAR Sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı. * Sersemlik. * Bir şeyin acısı burnundan gelmesi.

HUMAR-ÂLUD f. Süzgün ve baygın göz. * Kendinden geçmiş, şaşkın.

HUMARİS Sağlam, şiddetli, katı.

HUMASÎ Arabçada: Aslî harfleri, yani kök harfleri beş adet olan kelime. * Beşe mensub. * Beşli.

HUMAŞE Diyeti bilinmeyen cinayet.

HUMAT (Hâmî. C.) Himaye edenler, koruyanlar.

HUMAYUN (Bak: Hümâyun)

HUMAZ Kırmızı çiçeği olan bir bitki çeşidi. * Kuzu kulağı.

HUMBARA f. Küçük küp. * Ask: Demir veya tunçtan dökülmüş, içi boş ve yuvarlak olarak yapılan ve içine patlayıcı maddeler doldurularak havan topu veya elle atılan harp aleti. Havan topu ile atılana havan humbarası, elle atılana da el humbarası denirdi. * Para biriktirmek için kullanılan toprak veya madenden yapılan, bir tarafında para sığacak kadar yarığı bulunan kap. Kumbara.

HUMBARACI Ask: Yeniçeri teşkilâtı zamanındaki topçu eri. Bu teşkilâtın mensubları havan toplarıyla humbara attıkları için bu adı almışlardı.

HUMBARAHANE Humbara yapılan beylik fabrika. * Tar: Humbaracılar kışlası.

HUMÇE f. Küçük küp.

HUMEKA (Hamik. C.) Ahmak, sersem.

HUMEME (C.: Humem) Kömür. * Kara kül. * Her ateşte yanan nesne.

HUMEVÎ Tıb : Sıtmaya ait.

HUMEYYA şiddet.

HUMHANE f. Meyhane. * Şarap küplerinin konulduğu yer. * Tas: Âşığın kalbi.

HUMK Ahmaklık. Bön olmak. Aklı az olmak.

HUML Kaçmak. * Korkmak.

HUMMA Ateşli hastalık. Sıtma.

HUMMALI Ateşli, kızgın. * Çok faaliyetli. Hararetli.

HUMMAZ Kuzu kulağı.

HUMME Tamam oldu (meâlinde fiil).

HUMMERE (C.: Hummer) Kaya kuşu denilen başı kızılca serçe gibi bir kuş.

HUMMİSA (C.: Hummis) Nohut.

HUMMUS Nohut.

HUMRAN (Ahmer. C.) Kırmızılar.

HUMRE (C.: Humur) Küçük seccade. * Namaz kılacak yer. * Küçük hasır parçası. * Güzelleşmek için kadınların yüzlerine sürdükleri şey.

HUMRET Kırmızılık. Kızıllık. Masumane şefkat.

HUMRET-İ HİCÂB Hayâdan, utanmaktan hâsıl olan kırmızılık.

HUMRET-İ ŞAFAK Şafak kırmızılığı, şafak kızıllığı.

HUMS Beş bölükten birisi. Beşte bir.

HUMS-İ ÖŞR Onda birin beşte biri. Yani, bir şeyin ellide biri.

HUMSA Boş böğürlü ve ince karınlı olmak.

HUMSE Hürmet.

HUMTANE Kadının kaynanası.

HUMUD Düşme. Zayıflama. * Sâkin olmak. Soğumak. Ateş sönmiyerek alevi azalmak. * Bayılmak ve kendini kaybetmek. * Ne helâle, ne de harama iştihası olmamak.

HUMUL Mahfe taşıyan deve. * (Haml. C.) Yükler.

HUMUL Bir kimsenin adı sanı batma, ünü ünvanı kaybolma.

HUMUZA Ekşilik.

HUMUZAT Ekşi şeyler.

HUMUZET Ekşilik. Kekrelik.

HUMUZİYET Ekşilik. Kekrelik.

HUMVE şiddet. * Suret.

HUN Hor ve zelil olmak.

HUN f. Kan, dem. * Öç, intikam, öldürme.

HUN-İ CÂN şarap.

HUN'A şekk, şüphe, zan. * Töhmet.

HUN-AB(E) f. Sulu kan, kanlı su, su ile karışık kan. * Mc: Kanlı gözyaşı.

HUNABİS(E) Arslan. * Zâlim ve kötü kimse.

HUNAK (C.: Havânik) Boğazda olan şiş.

HUN-ALUD(E) f. Kana bulanmış.

HUNAN Kuşların boğazında olan bir hastalık.

HUN-AŞAM f. Kan içici, kan içen.

HUNAT'E Kalın, yassı nesne.

HUNAYİS Çirkin.

HUNBAHA f. Kan bahası, diyet.

HUNBAR f. Kan yağdıran, kan yağdırıcı.

HUNCUR (C.: Hanâcir) Sütlü deve.

HUNCUR Boğazın başı.

HUNÇEGÂN f. Kendisinden kan akan.

HUNDURE Göz bebeği.

HUNEFA (Hanîf. C.) Allahın birliğine inananlar. (Bak: Hanîf.)

HUNEFŞAN f. Kan saçan, kan serpen.

HUNEYN Mekke-i Mükerremeye üç mil mesafede ve Mekke ile Taif arasında bir vâdinin adı.

HUNEYN VAK'ASI Hicretin sekizinci senesinde şirkten kurtulmamış bazı Arap kabileleri Mekkeyi geri almak maksadıyla hücum ettikleri zaman burada müslüman askerlere karşı gelerek başlangıçta galip gibi görünmüşlerse de daha sonra galebe ve zafer, İslâm askerlerine nasib olmuştur. Bu muhârebede Sahabe-i kiramdan birçok zatlar şehid olmuşlardır. (Bak: Uhud)(Eğer denilirse: Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, madem Habib-ü Rabb-il-Âlemin'dir. Hem elindeki hak ve lisanındaki hakikattır. Ve ordusundaki askerlerin bir kısmı melâikedir. Ve bir avuç su ile bir orduyu sular. Ve dört avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyafet verir. Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla o bir avuç topraktan her küffârın gözüne bir avuç toprak girmesiyle onları kaçırır. Ve daha bunun gibi bin mu'cizat sahibi olan bir Kumandan-ı Rabbâni, nasıl oluyor Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in bidayetinde mağlup oluyor?Elcevab: Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beşere mukteda ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki, o nev-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakim-i Zülkemâlin kavânin-i meşietine itaate alışsınlar ve desâtir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler. Eğer Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima harikulâdelere ve mu'cizelere istinad etseydi, o vakit İmam-ı Mutlak ve Rehber-i Ekber olamazdı.İşte bu sır içindir ki, yalnız davasını tasdik ettirmek için arasıra indel-hâce, münkirlerin inkârını kırmak için mu'cizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasılki herkesten ziyade evâmir-i İlâhiyyeye itaat etmiştir. Öyle de: Hikmet-i Rabbaniye ile ve meşiet-i Sübhaniye ile te'sis edilen Âdetullah kavaninine herkesten ziyade müraat ve itaat ederdi. Düşmana karşı zırh giyerdi, "Sipere giriniz!" emrederdi. Yara alırdı, zahmet çekerdi. Tâ tamamiyle hikmet-i İlâhiyye kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i kübrâya müraat ve itaati göstersin. L.)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   67   68   69   70   71   72   73   74   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin