Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə73/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   181

HÜCCET-ÜL İSLÂM İslâmın delili, hücceti. (Bak: İmâm-ı Gazâli)

HÜCCET-İ KASIRA Şahsa mahsus olup başkasına taâlluk etmeyen hüccet.

HÜCCET-İ KATIA f. Kat'i delil. Bir şeyin doğruluğunu şeksiz, şüphesiz isbata vesile olan.

HÜCCET-İ MÜSBİTE Bir şeyin isbatında delil olan hüccet.

HÜCCET-İ MÜTEADDİYE Taraflara münhasır olmayıp başkalarını da alâkalandıran delil.

HÜCCET-İ ZAHRİYE Kenarında sebebi yazılı bulunan hükmün tasdikli suretini ihtiva eden hüccet.

HÜCCİYET İhticaca salih olma. Delil sayılabilme, sağlam delil kabul edilir olma.

HÜCEC (Hüccet. C.) Deliller, senedler, vesikalar.

HÜCEC-İ HATTİYE Huk: Yazılı deliller. Bunlar tezvir ve tasni şüphesinden sâlim olduğundan onunla amel edilebilir, yani hükme medar olur, başka vech ile sübuta ihtiyaç kalmaz. (Beraetler, mahkeme kararları, tescil edilen vakriye gibi.)

HÜCERAT (Hücürat-Hücrât) Hücreler. Hüceyreler. Gözler, odacıklar.

HÜCESTE f. Uğurlu, mübârek, mes'ud.

HÜCEYRAT Hüceyreler. Hücrecikler. Küçük odacıklar.

HÜCEYRE Hücrecik. Canlı varlıkların veya nebâtatın vücudunu teşkil eden küçük küçük odacık halinde ve içi vücuda lüzumlu madde ile dolu hücrecik. En küçük canlı parça. * Küçük delik ve oyuk.

HÜCNET Kusur, noksan, ayıp. * Bayağılık, karışıklık, soysuzluk. * Sözdeki ayıp.

HÜCR Kucak, âğuş.

HÜCR (C.: Hevacir) Fuhş, hezeyan, kötü sözler.

HÜCRAT (Hücre. C.) Hücreler, gözler, odacıklar.

HÜCRE Oda. Odacık. * Hüceyre. En küçük canlı varlık. Canlı varlıkların en küçük yapısı.

HÜCRE-İ SAÂDET Saâdetli oda. Fahr-i Kâinat Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) odası.

HÜCRE Medine-i Münevvere'nin ismi.

HÜCRE (C.: Hucer-Hucerât) Deve ağılı. * Duvar çevrilmiş yer.

HÜCREVÎ Hücre gibi, hücre ile alâkalı, hücreye dâir.

HÜCU' Az uyku. Gece uykusu.

HÜCU Zemmetmek, çekiştirmek, kötülemek.

HÜCUD Uykusuz kalma. Geceleyin az uyuma.

HÜCUL (Hecl. C.) Uçurumlar, çukurlar, derinlikler, yaralar.

HÜCUM Saldırma. Hamle ile ileri atılmak. * Sert sözle birine çatmak, karşı çıkmak.

HÜCUMÂT-I SİTTE Altı Hücum. Altı maddelik bir müdafaa (olan bir eser ismi).

HÜCÜB (Hicâb. C.) Perdeler, hicablar.

HÜCÜRAT (Hücre. C.) Hücreler, odacıklar, gözler.

HÜD' Sâkin olmak.

HÜDA Doğru yol göstermek. * Doğruluk. Hidâyet. * Kur'ân-ı Kerimin bir ismi.

HÜDAFET Semizlik, besililik, etlilik.

HÜDAM Deniz tutması.

HÜDAT (Hâdi. C.) Hidâyet edenler.

HÜDB (C.: Ehdâb) Kirpik. * Mendil. * Testere çevresinde olan saçak.

HÜDBE (C.: Hüdeb) Hamle yapmak.

HÜDBÜD Sütün koyu ve yoğurt olması.

HÜDDAB Ensiz, ince, uzun yaprak.

HÜDHÜD Bir kuş ismi. Çavuş Kuşu veya ibibik denilir. (Peygamber Hz. Süleyman'ın (A.S.) zamanında, Hicaz ile Yemen arasındaki Sabâ nâm yerde melike olan ve güneşe tapan Belkıs ile Peygamber Süleyman Aleyhisselâm arasında muhabereye vesile olduğundan meşhur ve mübarektir.)

HÜDLUL Kurt. (Canavar)

HÜDN Barış, sulh, musalaha.

HÜDU' Kamburluk.

HÜDÜB (C.: Ehdâb) Sarık. * Kirpik, müjgân. * Havlu, el silmeye mahsus pamuklu bez. * Minder kenarında olan püskül.

HÜDÜD Çok yaşlı ihtiyar. İhtiyar ve zayıf olmak. * Bir binayı gürültüyle yıkıp göçürmek. (Bak: Tehdid)

HÜFAT Nazar etmek, bakmak.

HÜFFEL Memesi süt ile dolu olan koyun.

HÜKÂ' Öksürük.

HÜKAKE Kazılan şeyin kazıntısı, talaşı veya yongası.

HÜKEA Ahmak kimse.

HÜKEMÂ (Hakîm. C.) Âlimler. Çok bilgili kimseler. (Bak: Feylesof)(Enbiyanın ekseri şarkta ve hükemanın ağlebi garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki; şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir; akıl ve felsefe değil. Şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa'yiniz ya hebâen gider veya muvakkat, sathî kalır. M.N.)

HÜKEMÂ-İ KADİME Eski filozoflar.

HÜKEMÂ-İ İŞRAKİYYUN İşrakiyye mesleğindeki feylesoflar. (Bak: İşrâkiyyun)

HÜKEMÂ-İ MEŞAİYYUN Aristo felsefesi yolunda olan ve derslerini gezerek veren meşaiyyun filozofları. (Bak: Meşşâiyyun)

HÜKKÂM (Hâkim. C.) Hâkimler.

HÜKKÂM-I ADLİYYE Adliye hâkimleri.

HÜKL Karınca gibi sesi işitilmeyen hayvan.

HÜKLE Dil tutukluğu, kekemelik.

HÜKM (Hüküm) Karar. Emir. Kuvvet. Hâkimlik. Amirlik. * İrade. Kumanda. Nüfuz. * Kadılık etmek. * Tesir. Cari olmak. * Makam. * Bir dâvanın veya bir meselenin tedkik edilmesinden sonra varılan karar. * Man: Fikirler ve tasavvurlar arasındaki râbıtayı tasdik veya inkâr etmek.

HÜKM-İ ÂDİL Huk: Adalet üzere verilmiş olan hüküm.

HÜKM-İ GIYABÎ Huk: Taraflardan biri hazır olmadığı halde verilen hüküm.

HÜKM-İ KARAKUŞÎ Karakuş hükmü. * Mc: Hesaba kitaba gelmiyen, mantığa uymayan hüküm.

HÜKM-İ KAZA Allah tarafından evvelce verilmiş olan hüküm.

HÜKM-İ ŞER'Î Kur'an-ı Kerim'e ve Din-i İslâm'a uygun kanun ile verilen karar. Şeriatın hükmü.

HÜKM-İ TECRÜBÎ Tecrübe ile elde edilen hüküm. * Tecrübe neticesi hâsıl olan karar.

HÜKM-İ VİCAHÎ Huk: Tarafların her ikisinin de veya vekillerinin hazır bulundukları hâlde verilen hüküm.

HÜKM-İ VİCDANÎ Vicdana ait hüküm. Vicdanî kanaatla verilen hüküm.

HÜKM-İ YEZDANÎ Cenab-ı Hakk'ın hükmü. Allah'a mahsus kanun.

HÜKM-İ ZIMNÎ Fık: Zımnen vaki olan hüküm. (Bir kimse diğer bir kimse aleyhine; "Benim filân şahıs zimmetinde sâbit olacak şu kadar lira alacağıma onun emriyle kefil olmuş idin" diye dâva ve o kimse kefâleti ikrar ve borcu inkâr etmekle müddei, borcu isbat ederek hâkim dahi hükmetse bu hüküm kefil aleyhine sarâheten ve asıl gaib aleyhine zımnen hükmolunur).

HÜKMBERDAR f. Hükme muti olan, itaat eden, boyun eğen.

HÜKMEN Hüküm yoluyla, hükmünde ve değerinde olarak.

HÜKMÎ Hükme dair. Hükme âit ve müteallik. Bir karara dayanan, itibâri olan.

HÜKMÎ ŞAHIS Şahıs gibi muamele gören cemiyet, şirket gibi birlik teşkil eden müessese.

HÜKMKEŞ Emre itaat eden, hükme boyun eğen.

HÜKRE Cem'olmak, toplanmak, birikmek. * Yiyecek maddelerini, pahalanacak diye saklamak. * Azlığından bir yerde toplanan su.

HÜKU' Sâkin olmak.

HÜKÛMAT (Hükûmet. C.) Hükûmetler.

HÜKÜMDAR f. Padişah, hüküm sâhibi. En yüksek reis. İmparator.

HÜKÜMDARAN (Hükümdâr. C.) Hükümdarlar, Padişahlar.

HÜKÜMDARANE Hükümdar gibi, hükümdara yakışır bir surette.

HÜKÜMDARÎ f. Hükümdarlık, padişahlık, şahlık.

HÜKÛMET Bir memleketi idare edenler. Vekiller hey'eti. Devlet.

HÜKÛMET-İ ÂDİLE Âdil hükümet.

HÜKÛMET-İ ADL Huk: Miktarı şer'an muayyen olmayıp ehl-i vukufun (bilirkişinin) usulü dairesinde takdir ve tayin edeceği diyettir. Buna hükm-ü adl de denir.

HÜKÛMET-İ CUMHURİYE Cumhuriyet hükûmeti.

HÜKÛMET-İ GAYR-İ MÜSTAKİLLE İstiklâliyet ve hâkimiyet haklarını tamamen haiz olmayıp, diğer bir devletin boyunduruğu altında bulunan hükûmet.

HÜKÛMET-İ MEŞRUTA Meşrutiyetle idare olunan hükûmet.

HÜKÛMET-İ MÜSTAKİLLE İstiklâliyet ve hâkimiyet ve haklarını tamâmen hâiz olan hükümet.

HÜKÛMET-İ MÜSTEBİDDE İstibdatla idare olunan hükûmet.

HÜKÛMET KONAĞI Devlet memurlarının bulunduğu bina. Bunun yerine: "Bab-ı hükûmet, daire-i hükûmet" tabirleri de kullanılırdı.

HÜKÜMFERMA f. Hükümrân, hüküm süren. Hâkimiyetle idâre eden.

HÜKÜMLÜ Bir hüküm ve emri bildiren. * Mahkemece hüküm giymiş kimse.

HÜKÜMNAME f. Bir mahkeme veya hey'etin hüküm ve kararını hâvi vesika. Hükmü ihtiva eden kâğıt.

HÜKÜMRAN Hâkim, hükümdar. Hüküm ve saltanat süren. Hükümfermâ.

HÜLÂGU Mi: 1258' de Bağdadı zaptederek halkını kılıçtan geçirmiş, Abbasi Halifesi Musta'sımı ve bütün âile efradını öldürtmüştür. Cengiz Hanın torunu, Tülay Hanın oğludur. Tarihde en çok kan döken hükümdar olarak bilinir. Abbasi Devletini yıkan Moğol Başkumandanıdır.

HÜLAM Sirke ile pişen sığır eti.

HÜLAS Zayıf davar.

HÜLASA (Bak: Hulâsa)

HÜLB Kıl fırça, kıl kalem. * Kalın kıl kuyruk, yele kılı.

HÜLBE şiddet.

HÜLEFÂ (Halife. C.) Halifeler.

HÜLEFÂ-YI RAŞİDÎN En ileri sahabeden ilk dört halife. (Bak: Çâryâr)

HÜLHAL Saf su.

HÜLHÜL (C.: Helâhil) Öldürücü zehir.

HÜLK (HÜLKE) Yok olmak. Fâsid olmak. * Düşmek.

HÜLLAS İnsana ârız olan gevşeklik.

HÜLYA (Bak: Hulya)

HÜM Onlar. (Bak: Şahıs zamiri)

HÜMA (İki kişiye işaret olan zamir) O ikisi.

HÜMÂ f. Devlet kuşu. * Saadet. Mutluluk.

HÜMÂ-Yİ İKBAL Devlet kuşu. * Mc: Yüksek talih, iyi uğur.

HÜMÂ KUŞU Devlet kuşu. (Hikâyede: Gölgesi kimin başına düşerse o padişah olurmuş, derler. Hümâyun da buradan gelmiştir. Tayr-ı hümâyun, tâlih kuşu, uğur kuşu gibi isimlerle söylenir.)

HÜMA Bir çeşit diken.

HÜMAM Himmetli. Bir işe sıkı sıkıya sarılıp o işi bitiren. Sahi ve civanmerd. * Aslan. * Büyük ve sağlam.

HÜMANİZM Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi. * Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl bir nazariye.

HÜMAPAYE f. Çok yüksek dereceli.

HÜMAPERVAZ f. Hümâ gibi yükseklerde uçan. * Mc: Yüksek himmetli.

HÜMAT (Bak: Humat)

HÜMAYUN f. Padişaha ait. * Mübarek. Kutlu. Uğurlu. Âlî. * Kuvvetli. (Bak: Hümâ kuşu)

HÜMAYUNNAME f. Padişah tarafından bir hükümdara gönderilen mektub.

HÜMEYRA Pembecik.

HÜMEZE (Hemz. den) Dürtüştürücü, kırıcı, ısırıcı, sıkıcı. * El ve kaş işâretleri ile ayıplama. * Bir kişinin ardından ayıplarını söyleyen. Gammaz.

HÜMEZE SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 104. suresi olup Mekkîdir.

HÜMLUC Demirciler körüğü.

HÜMMA (C.: Hümmeyât) Hastalıktan dolayı vücudda meydana gelen harâret. * Nöbetli hastalık. * Sıtma.

HÜMME Kara. * Diş eti kararmak.

HÜMMEYAT (Hümmâ. C.) Hastalıktan dolayı vücutta meydana gelen şiddetli hararetler, ateşler. * Sıtmalar. * Nöbetli hastalıklar.

HÜMUD (Bak: Humud)

HÜMUD Elbisenin eskimesi. * Ateşin sönmesi.

HÜMUM Tasalar, kaygılar, kederler, gamlar, gussalar.

HÜMUMET Pek fazla ihtiyarlık, çok yaşlılık.

HÜNANE İç yağı.

HÜNBA' Ağır ve çirkin kadın.

HÜNBÜL Kısa boylu. Kürk.

HÜNER f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret.

HÜNERMEND f. Hüner sahibi, hünerli, marifetli.

HÜNERMENDÎ f. Hünerlilik, mârifetlilik.

HÜNERPİŞE f. Mahâretli, mârifetli, hünerli.

HÜNERVER f. Çok ustalıklı. Becerikli. Usta. Mahâret sahibi.

HÜNERVERÂN (Hünerver. C.) Mârifetli, hünerli kimseler.

HÜNEYHE Saat. * Kıyâmet.

HÜNKÂR f. Hükümdar. Padişah. Sultan.

HÜNKÂR MAHFİLİ Eskiden camilerde padişahlar için yapılmış olan yerler. Bu mahfiller camilerin zemininden yüksek olarak yapılır ve caminin iç kısmını görmek için kafes konulurdu. Bunun haricinde kafesin birkaç yerinde 20-30 cm. en ve boyunda açılabilir küçük pencereler de bulunurdu.

HÜNSA Erkek veya kadın olduğu belirsiz olan. * Aynı çiçekte dişi veya erkeklik uzvunun bulunması.

HÜNSAİYYET Aynı kimsede ve aynı zamanda hem erkeklik hem dişilik.

HÜNU' Sindirip hazmetmek.

HÜNUD Hindliler.

HÜR' Fâsid kelâm, çirkin söz.

HÜRAR Devede olan bir zahmet.

HÜRER (Hirre. C.) Dişi kediler.

HÜREYRE Kedi yavrusu.

HÜRİ' Bit.

HÜRMAN Akıl.

HÜRMET Riâyet. İhtiram. * Haysiyet. Şeref. * Haram olma. Haramlık. * Irz, nâmus gibi başkasına helâl olmayan husus. (İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü'minin bir tek seyyiesiyle bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü'mine adavet ederler. Halbuki: Cenab-ı Hak haşirde adâlet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a'mâl-i mükellefini tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlubiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiatın esbabı çok ve vücudları kolay olduğundan, bazen bir tek hasene ile çok seyyiatını örter. Demek bu dünyada, o adalet-i İlâhiyye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenâlıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile bakmak lâzımdır. Halbuki: İnsan, fıtratındaki zulüm damariyle, şeytanın telkiniyle, bir zatın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü'min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl, bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez. Öyle de; insan garaz damariyle, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur, mü'min kardeşine adavet eder. İnsanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur. L.)

HÜRMET-İ MÜSAHERE Sıhriyyet sebebi ile hâsıl olan haramlık. Yâni evlenmek sebebi ile meydana gelen akrabalık dolayısıyle hâsıl olan haramlıktır. Bu sıhriyyetin haramlık meydana getirmesi, ister meşru' nikâhla olsun, ister gayr-ı meşru' olsun "hürmet-i müsahere" meydana gelir.Meselâ: Hanefi mezhebinde, bir kimse kendisiyle gayr-i meşru' suretle mukarenette bulunmuş veya bir uzvunu hâilsiz şehvetle tutmuş veya öpmüş veya tenasül cihazına şehvetle bakmış olduğu bir kadının neseb veya süt itibarı ile onun anasını, ninesini, kızını, torunu aslâ nikâhlayamaz ve onlarla hiçbir surette evlilik teessüs edemez. Bunlar arasında ebedî bir haramiyet mevcuttur. Buna hürmet-i müsahere deniyor.

HÜRMET-İ RİBA Ribanın yani faizin haram oluşu. (Bak: Riba)

HÜRMETEN Hürmet olsun diye; hürmet, saygı ve ikram maksadıyla.

HÜRMETKÂR f. Hürmet eden, saygılı.

HÜRMÜZ (Hürmüzd) Eski İran takviminde, güneş yılının ilk günü. * Zerdüştlerin bâtıl bir inanışları olan hayır tanrısı. * Jüpiter (Müşteri) yıldızı.

HÜRNU' Küçük canavar.

HÜRR Kimsenin baskısı, zorlaması olmadan meşru' dairede istediği gibi yaşayabilen. * Esir veya köle olmayan. Serbest.

HÜRR Arslan.

HÜRRE Esir veya câriye olmayan hür kadın.

HÜRRE-İ MÜKELLEFE Fık: Akıl ve bâliğ olan hürre kadın. Sevap ve günahtan mes'ul olan kadın.

HÜRRİYET Serbestlik, hür oluş. * Adalet kanununda ve te'dibte, başka hiç kimse, kimseye taarruz ve tahakküm etmemesi ve herkesin hukukunun meşru' olarak korunması, herkesin meşru' hareketlerinde tam serbest olması.(İnsana karşı hürriyet, Allah'a karşı ubudiyeti intac eder.Rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinat'a hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye, o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmesi dahi o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet, bir pâdişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tenezzül etmez. Bir biçareye tahakküme dahi, o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek, iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet!... ) (Münazarat)

HÜRRİYET-İ DİNİYE Din hürriyeti. Herhangi bir kimsenin mensub olduğu dinin emirlerini ve icablarını yapmakta asayişe ve başkasının haklarına dokunmamak şartiyle serbest olması.

HÜRRİYET-İ HAYVANÎ Hayvancasına serbestlik. Hayvanlara yakışan bir serbestiyet.

HÜRRİYET-İ VİCDAN Amme hukuku ile ferdî hukuka tecavüz etmemek şartıyla herhangi bir kimsenin her hangi bir fikir veya dini kabul etmekte veya kabul etmemekte serbest olması. Ancak, İslâmiyeti kabul etmiş olan bir kimse, İslâmın esaslarını kısmen de olsa, inkâr ve reddetmekte serbest değildir; İslâm hukukunda mürted muamelesini görür. (Bak: Mürted)Dinî vazifeleri, dinin emirlerini yapmakta ve neşrinde serbestlik ise, din hürriyetidir.(Mâlumdur ki, her hükümette muhalifler bulunur. Asayişe, emniyete dokunmamak şartıyla, hiç kimse vicdaniyle, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes'ul olmaz. Bu, hukukî bir mütearifedir.Hz. Ömer, hilafeti zamanında, âdi bir hristiyan ile mahkemede birlikte muhakeme olundular. Halbuki o hristiyan, İslâm hükümetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlara muhalif iken, mahkemede onun o hâli nazara alınmaması açıkça gösterir ki, adalet müessesesi hiçbir cereyana kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu, din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir ki; komünist olmayan şarkta, garbda, bütün dünya adalet müesseselerinde câri ve hâkimdir. R.N.)

HÜRRİYET-ŞİKEN Hürriyeti bozan, hürriyeti kıran.

HÜSAM Keskin kılıç.

HÜSAMEDDİN Dinin keskin kılıcı.

HÜSBAN Azap. * Yıldırım. * Çekirge. * Saymak.

HÜSBANE Küçük ok. * Küçük yastık.

HÜSEYİN Küçük güzel. * (Hi: 6-61) Hazret-i Ali Radıyallahü Anhu'nun oğlu, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sevgili torunudur. Peygamberimiz (A.S.M.) "Hüseyin benden, ben Hüseyindenim. Allah Hüseyini seveni sever." buyurmuştur. Kerbelâda şehid oldu (R.A.)

HÜSEYİN-İ CİSRÎ (Hi: 1261- 1327) Suriye ulemasındandır. Baba ve annesi Ehl-i Beyt'tendir. Câmi-ül Ezher'de tahsil görmüş ve zamanının dinî, edebî ve felsefî ilimleriyle iştigal etmiştir. En meşhur eseri "Risale-i Hamidiye"sidir. Türkçeye ve Orducaya tercüme edilmiştir. 1307 senesinde Tercüman-ı Hakikat gazetesi, kitap olarak neşretmiştir.

HÜSEYN (Bak: Hüseyin)

HÜSN (Hüsün) Güzellik. İyilik. Eksiksizlik. Cemal ile kemal. (Bak: Celal, Cemal)(Evet mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, Bâki-i Hakiki'nin hüsün ve ihsan ve kemalâtının işaratı ve çok perdelerden geçmiş zaif gölgeleridir; belki cilve-i esmâ-i hüsnânın gölgelerinin gölgeleridir. S.)

HÜSN-Ü ÂDÂB (Hüsn-i âdâb) Güzel ve iyi edeblilik. Güzel terbiye. İslâmi terbiye.

HÜSN-Ü AHLÂK Ahlâk güzelliği.

HÜSN-Ü ÂKİBET İyi netice.

HÜSN-Ü BEYAN Akıcı ve güzel anlatış.

HÜSN-Ü Bİ-BAHANE Kusursuz güzellik. Günahsız mâsum güzellik.

HÜSN-Ü BİLGAYR Dolayısı ile, neticeleri ciheti ile güzel olan.

HÜSN-Ü BİZZAT Kendisi bizzat güzel olan.

HÜSN-Ü DELÂLET Hayırlı. İyi bir başlangıca delâlet.

HÜSN-Ü ENDAM Vücut güzelliği.

HÜSN-Ü HAL İyi hal. Güzel ahlâk.

HÜSN-Ü HAREKET Güzel muamele yapma, iyi muamelede bulunma.

HÜSN-Ü HÂTİME Neticeyi iyi bir halde bitirme. * İman ile âhirete gitmek. Kelime-i şehadet söyleyerek ölmek.

HÜSN-Ü HAYR Hayrın güzelliği

HÜSN-Ü HULK (Hüsn-i hulk) Ahlâk güzelliği. Güzel ahlâk.

HÜSN-Ü İBTİDA Mevzuya münasib bir ifade ile söze başlama.

HÜSN-Ü İDARE İyi idare etme.

HÜSN-Ü İMTİZAC İyi geçinme.

HÜSN-Ü İSTİ'MAL İyi ve güzel kullanma.

HÜSN-Ü KABUL İyi karşılamak. Güzellikle kabul etmek.

HÜSN-Ü MAHFÎ (Hüsn-i mahfî) Gizli güzellik. * Kalbî ve ruhî güzellik.

HÜSN-Ü MAKTA' Edb: Bir manzumenin, bilhassa gazellerin son beyti demek olan "makta" dan evvelki beyit.

HÜSN-Ü MA'NEVÎ (Hüsn-i ma'nevî) Manevî güzellik. İç güzelliği.

HÜSN-Ü MATLA' Edb: Bir gazelin ikinci beyti.

HÜSN-Ü MUAMELE (Hüsn-i muâmele) İyi muâmele. Güzel hatt-ı hareket.

HÜSN-Ü MÜCERRED Gayr olsun olmasın bizzat güzel olan şey. Bazı âza veya çizgilerin mütenasib terkib ve tertibiyle hâsıl olan hüsün, hüsn-ü mücerred değildir. Şartları zâil olsa, hüsün de zâil olur. Fakat, vücud, hayat, iman gibi varlıklar hüsn-ü mücerreddir ve bizzat güzeldirler. Güzellikleri başka şeylere bağlı değildir. * Hariçte maddi vücudu olmayan, ancak aklen mevsufsuz düşünülebilen hüsün ve zihnen anlaşılan güzellik.

HÜSN-Ü NİYET (Hüsn-i niyet) İyi niyet. Temiz kalblilik.

HÜSN-İ TA'BİR Müstehcen veya soğuk bir şeyin güzel ve edebe uygun bir tarzda ifade edilmesi.

HÜSN-Ü TA'LİL Edb: Herhangi bir hâdisenin hakiki sebebini saklayarak, güzel ve hayalî bir sebep göstermeye hüsn-ü ta'lil denir. Bu gösterilen sebep hakiki olmamalı, fakat güzel olmalıdır.Bağ-ı âlemde yüzün menendi bir gül isteyüp.Cüst ü cu idüp gezer gülzarı bülbül şah şah.(Fatih Sultan Mehmed)Bülbülün, gül bahçesini daldan dala gezmesinin sebebi, âlem bağında sevgilinin yüzüne benzer bir gül aramasıdır.

HÜSN-Ü TEDBİR İyi düşünülerek tutulan yol. Tefekkür ile tasmim etmek, ihtiyar olunacak meslek ve harekete karar vermek. * Bir kimseden bir haberi nakil ve rivâyet eylemek. * Bir şeye iyi muvaffak olmak için o işe muvafık ve hesaplı hareket etmek.

HÜSN-Ü TELAKKİ (Hüsn-i telakki) İyi anlayış. İyi kabul ediş. Güzel telâkki etmek. Anlayış gösterip iyi niyetle kabul etmek.

HÜSN-Ü TEVECCÜH Sevgi ile karışık medih ve takdir. İyi karşılanmak ve alâka görmek.

HÜSN-Ü ZANN (Hüsn-i Zan) Bir kimsenin veya bir hâdisenin iyiliği hakkındaki vicdâni ve iyi kanaat. İyi fikirde bulunup, iyi olacağını düşünmek.

HÜSNA (Ahsen'in müennesidir) İyi zan. En güzel. Amel-i sâlih. Pek güzel. * Cennet. * İyi amel ve haslet. Cenab-ı Hakk'ı görmek ve Ona iman ve ubudiyetle şereflenmek. * Düşman üzerine fevz ve zafer bulmak, şehidlik.

HÜSN-AVER f. Güzelliği çoğaltan. Güzellik veren.

HÜSNÎ Güzelliğe dâir. Güzelliğe âit ve müteallik.

HÜSNİYYAT Güzel olan hususlar.

HÜSN Ü AŞK Güzellik ve muhabbet: * şeyh Galib'in manzum hikâyesi.

HÜSN Ü KUBH Güzellik ve çirkinlik.

HÜSR Ziyan, kayıp, zarar.

HÜSRAN Ümit edilenin elde edilememesinden duyulan elem. Mahrumiyet acısı. * Zarar, ziyan, kayıp.

HÜSREV (Bak: Husrev)

HÜŞAD Suyu emmeyen sert arâzi.

HÜŞDAR (Bak: Huşdar)

HÜŞYAR Uyanık, akıllı, zeki. Ayık. Uslu.(...İstikbal karanlığı içinde saadet-i ebediyyeye giden nuranî yolu olan sırat-ı müstakime hidayeti istemek.. hem şimdi yatmış nebatat, hayvanat gibi gizlenmiş güneşler, hüşyar yıldızlar, birer nefer misillü emrine müsahhar ve bu misafirhane-i âlemde birer lâmbası ve hizmetkârı olan Zât-ı Zülcelal'in kibriyasını düşünüp Allahü Ekber deyip rükua varmak... S.)

HÜŞYARANE f. Akıllıcasına.

HÜŞYARÎ f. Hüşyarlık, akıllılık.

HÜTAF Çağırma, seslenme.

HÜTAME Kesinti, kırpıntı. Parça.

HÜTKE Perde yırtılıp rezil olmak.

HÜTR Ahmaklık, hamâkat, budalalık.

HÜTTAK (Hâtik. C.) Bozanlar. * Yırtanlar.

HÜTU' Boyun uzatmak. * Çok nazar etmek, çok bakmak.

HÜTUL Sürekli yağmur yağma.

HÜTUN Sürekli yağmur yağma.

HÜV' Kusmak.

HÜVAL Kundura kalıbının yukarı kısmını genişletmek için kullanılan takoz.

HÜVAM Hayranlık hâli.

HÜVE Arabçada: O (mânasına işâret zamiri)

HÜVE AHSEN O daha güzeldir, en güzeldir.

HÜVE HAKK(UN) O da haktır. O da bir haktır. (Bak: Ehakk)

HÜVE HASEN(ÜN) O bir güzeldir, hasendir.

HÜVE HÜVESİNE (Türkçe bir tabirdir) Noktası noktasına, hiç değişiklik yapmadan, aynen.

HÜVE-L AHSEN Sadece ve yalnız en güzel O'dur.

HÜVE-L BAKÎ Bâkî ancak O'dur. Allah (C.C.)

HÜVE-L EHAD O Allah birdir. (Bak: Ehad)

HÜVE-L HAKKU Hak sadece O'dur.

HÜVE-L HASEN Sadece, yalnız o güzeldir.

HÜVEYDA f. Aşikâr. Zâhir. Belli. Apaçık.

HÜVEYNA Kolaylık, sühulet.

HÜVF Soğuk rüzgâr.

HÜVİYYET Asıl. Mâhiyyet. Birisinin kimliği, kim olduğu, kökü, esası ve ne olduğu. * Cenab-ı Hakkın varlık sıfatı. * Hamiyyet ve istikametten, ulüvv-ü cenâbdan ibâret olan sıfât-ı hamide.

HÜVVE (C.: Hevvât) Derinliği genişliğinden çok olan çukur yer.

HÜYAM Azgınlık.

HÜYU' Korkaklık.

HÜYYAM (Hâim. C.) Sevgiden dolayı şaşırmış olanlar.

HÜZAHİZ Bağırgan deve. * Keskin kılıç. * Çok su. * Fitne.

HÜZAL Zayıflık, bitkinlik.

HÜZEYFE Ensar-ı Kiramdandır. Hüzeyfe-i Yemanî de denir. Hz. Muhammmed (A.S.M.) ona münafıkları bildirdiğinden dolayı, Hz. Ömer (R.A.) onunla istişare eder ve Onun, namazını kılmadığı kimselerin namazında bulunmazdı. Çok takvalı ve istiğna sâhibi bir zat idi. İran'ın fethinde bulundu. (Hi: 35) de Dâr-ı Beka'ya göç etmiştir (R.A.)

HÜZHÜZ Hafif ve zarif kimse.

HÜZÎ Kedi yavrusu.

HÜZLUL (C.: Hezâlil) Küçük dağ veya tepe. * Hafif adam.

HÜZN (Hüzün) Gamlı olmak. Keder Sıkıntı.

HÜZN-ALUD f. Kederli. Hüzünlü. Gamlı.

HÜZN-AMİZ f. Gam, keder ve hüzünle karışık.

HÜZN-AVER f. Keder veren. Gam veren. Hüzün verici.

HÜZN-EFZA f. Keder ve hüzün arttıran.

HÜZN-ENGİZ f. Hüzün veren. Keder verici.

HÜZN-GÂH Hüzün ve keder vakti.

HÜZUL Arıklık, bitkinlik, zayıflık.

HÜZÜV Maskaralık.

HÜZZAM Müzikte bir makam ismidir.

HÜZZET Boyun.

HÜZZÜ' (HÜZÂE) Maskaralığa almak.


IBARE Beyan etmek, açıklamak.

IBB (C.: E'bâ) Yük dengi, ağır yük.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin