Paradigma Bryan Magee Büyük Filozoflar Platon’dan Wittgenstein’ Batı Felsefesi Paradigma



Yüklə 2,52 Mb.
səhifə16/21
tarix28.07.2018
ölçüsü2,52 Mb.
#61317
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   21
Magee. Bir oyun yazarı veya romancı olarak yaşayacağına inanmak daha kolay olsa da, ben şahsen Sartre’ın bir filozof olarak uzun ömürlü ve kalıcı olacağına inanmanın oldukça güç olduğu kanaatindeyim....



288 Büyük Filozoflar


Genel bir çerçeveden bakıldığında, sizin Merleau-Ponty ile ilgili görüşünüz nedir?

Dreyfus. Ben Merleau-Ponty’den çok fazla etkilendim. Onun büyük bir filozof olduğunu düşünüyor, kalıcı olacağına inanıyorum. Mer- leau-Ponty’nin katkısı dünya içinde olma [varlık] tarzımız olarak bedeni gündeme getirmek olmuştur. Buna göre, Merleau-Ponty zihinsel- olmayan yöneltilmişliğimizi vurgulamak için, bedenimizden zaman zaman yönelimsel kumaş diye söz eder.



Varlık ve Zaman'da
iki büyük boşluk bulunmaktadır. Bunlardan biri, Heidegger’in bedenden, ya da becerilerden veya pratiklerden hiç söz etmemesidir. Ben bütün bunları, onun elimizde-kullanılmaya-hazır-olma, kullanılmaya-hazır-olmama ve varlığı anlama gibi soyut kavram ve fikirlerini açıklamak için gündeme getirdim. Demek ki, Merleau-Ponty bedenden ve bedenin birtakım becerileri nasıl kazandığından söz ettiği için, bize Heidegger’i anlamak ve açıklamak açısından yardım eder. O bir de Sartre’a cevap verir. Merleau-Ponty işte bu bağlamda bizim bütünüyle özgür olmadığımızı söyler. Her birimiz belirli bir şekli, hareket yeteneği, vs., olan bir bedenle -başka herkesin sahip olduğu aynı genel vücut türüyle- sınırlanmışızdır. Ona göre, bizler istikrarlı anlamları, yapıp ettiğimiz şeyler istediğimiz anda ve keyfî olarak değiştirmek bakımından özgür olmadığımız bedenlerimizde beceriler ve alışkanlıklar hâline geldikleri için, yaratabilmekteyiz. Daha çok Husserl’e benzeyen Sartre’ı cevaplama amacı güden Merleau-Ponty’nin Heidegger’in bir versiyonunu yeniden yaratmış ve bunu yaparken de, Varlık Zaman'ı tamamlamış olması Kıta Avrupası felsefesi tarihinin ilginç ironilerinden biridir.

Varlık ve Zaman'daki bir diğer boşluk da, algıdır. Heidegger algıdan sanki o durup şeylere dik dik bakmakmış gibi söz eder; bu, bizim şeyleri yalnızca kullanırken değil, fakat görürken de epeyce bir zaman sarfetti- ğimizi ima eder göründüğü için, Heidegger açısından bir talihsizlik olmuştur. Merleau-Ponty’nin algı analizi işte bu bağlamda, algıyı bizi dünyadaki şeylere dair olabildiğince uygun bir idrake veya doğru kavrayışa götüren cisimleşmiş bir faaliyet diye tarif ederken, onu elde-kulla- nılmaya-hazır-olmaya yaklaştırır ve böylelikle Heidegger’in pratik resmini tamamlar.

Magee. Birbiriyle yakından ilişkili olan şu iki noktadan, yani Sar- tre’ın Heidegger gibi olmaya çalışırken, Husserl’e giderek daha benzer biri olup çıkmasından ve de Merleau-Ponty’nin Sartre’a verdiği cevabın





Husserl, Heidegger ve Sartre 289


bir anlamda Heidegger’in Husserl’e gösterdiği tepkinin tam bir kopyası olması olgusundan özellikle etkilendiğimi belirtmem gerekir.

Düşüncelerini tartışmakta olduğumuz dört düşünürden bugün hiçbiri hayatta değil. Onların yirminci yüzyıl felsefesi içinde temsil ettikleri dikkat çekici geleneği, kendi kendisini doğal sonucuna erişmek suretiyle tamamlamış olan bir gelenek olarak mı görüyorsunuz, yoksa onu halâ yaşayan, ve dolayısıyla sürekliliği olan bir teşebbüs olarak mı değerlendiriyorsunuz?

Dreyfus. Bu felsefe geleneğinin bugün de yaşadığını, halâ fazlasıyla canlı olduğunu düşünüyorum. Husserl’in, Heidegger’in bir şekilde öldürmeye kalkıştığı fenomenolojisi bile, bugün yaşamaktadır. Benim noktai nazarımdan, Husserl bugün iki bakımdan yaşamaktadır: Birincisi, eğer deneyimleri -müzik dinlemenin, cinsel bir arzuya sahip olmanın, bir fenomenin nasıl bir şey olduğunu- betimlemek istiyorsanız, Husserl size bunu yapma ehliyeti ve bu betimleme işini hayata geçirmenin bir yöntemini sağlar.

Magee. Sözlerinizi, sadece bugün Britanya’da bizim tam tamına bu konularda aynen sizin söylediğiniz şekilde yazan parlak genç filozoflarımız olduğunu söylemek için kesmeme izin verir misiniz?

Dreyfus. Onlardan Amerika Birleşik Devletleıi’nde de var. Hus- scrl’in öteki yüzüne gelince, onun burada daha bile etkili olduğu söylenebilir. Buna göre, Husserl temelde yönelimsel içeriğin, bize zihinlerimizi şeylere yöneltme imkânı veren, yapısıyla meşgul olmuştu. Biliyorsunuz bugün biliş bilimi adı verilen ve fiilen zihinsel temsillerin yapısını araştırmaya çalışan yeni bir disiplin var. İşte Husserl bu türden bir araştırma yapan bir kimsenin uygulamak zorunda olduğu genel ilkeleri ortaya koymuştur. Ya da, yapay zekâda bilgisayarları kullanan insanlar gibi, bir zihin yaratmak, onu yeni baştan inşa etmek isterseniz, size ihtiyaç duyduğunuz ipuçlarını veya genel prensipleri sağlayan kişi yine Husserl olur. Onun düşüncelerinin birçoğundan, söz gelimi zihnin katı kural hiyerarşilerini takip ettiği düşüncesinden bugün bilgisayar programlarında çokça yararlanılmaktadır. Kısacası, Husserl büyük bir iş başarmıştır.

Heidegger de öyle. Bir kere Varlık ve Zaman üzerinde henüz gerektiği kadar çalışılmış olmadığını kabul etmemiz gerekmektedir. Ki bu eser dil, hakikat, yönletim, bilim ve benzeri konularda, çağdaş filozoflar için gerçekten değerli olan düşünceler ihtiva etmektedir. Söz gelimi,





290 Büyük Filozoflar


birtakım meşguliyet veya yapıp etmelerin belirlediği gündelik faaliyet fenomenine geri dönerseniz, ya kendi sezgilerine ya da dilsel kategorilerimize güvenen linguistik analizcileri eleştirebilirsiniz. Heidegger, işte bu bağlamda, sezgilerinize güvendiğiniz takdirde, inançların, arzuların, vb., insanların davranışını açıklamak açısından mutlak açıklayıcı gücünü muhakkak addedersiniz, ama bu, insanlar eylemde bulundukları zaman, normalde olup bitenin doğru ve doyurucu bir tasviri olmaz, der ki ben de onun becerilerle ilgili tasvirinin onun haklı olduğunu kanıtladığını düşünüyorum. O sadece, saydam meşguliyetin sona erdiği anza ve problem anlarının bir tasviridir. Aynı şekilde, dilimiz de ardalan becerilerini ifade etme, gündelik meşguliyet ve yapıp etmelerin anlaşılırlığını açıklama ihtiyacını, bütün bunların ihtiva erikleri varlığı anlama tarzlarını yansıtmaz. İkinci dönemin Heidegger’i, günümüzde nihayet Avrupa’da, özellikle de Fransa’da geleneği yapıbozuma uğratmak isteyenlerin babasıdır. Söz gelimi Michel Foucault ve Jacques Derrida, He- idegger’in bize onu aşmada yardım sağlaması için. Batılı varlık kavrayışımızın tam olarak ne olduğunu anlama projesini takip etmeye çabasını sürdürür.

Demek ki, bugünlerde entelektüel faaliyetin söz konusu filozofların ilgilerinin yakından ilişkili olmadığı bir alanını bulmak neredeyse imkansız gibidir.







GİRİŞ

Magee. İngilizce konuşulan dünyada, başka birçok bakımdan olduğu gibi, felsefe alanında da, günümüzde esas faaliyet merkezi, Britanya’dan ziyade, Amerika Birleşik Devletleridir. Dahası, orada yüzyıldan beri uluslararası önemi olan bir Amerikan felsefesi olmuştur. Nitekim Ber- trand Russell, kendi otobiyografisinde, Harvard felsefe okulunu, 19. yüzyılın son çeyreğiyle 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, dünyanın en iyi felsefe okulu olarak betimler. Bu dönemin Amerikan felsefesi temelde, o zamandan beri klâsik bir konuma yükselmiş üç kişi tarafından temsil edilir: C. S. Peirce, VVilliam James, ve John Dewey. Zaman zaman ortak bir adla, “Amerikan pragmatistleri” diye adlandırılan bu üç filozof, söz konusu ortak adın, grup isminin akla getirebileceğinden çok daha fazla farklılık gösterir.

C. S. Peirce, 1839 yılında, Harvard Üniversitesinde çalışan bir matematik profesörünün oğlu olarak dünyaya geldi. O baştan beri bir matematikçi ve bilim adamı olarak eğitim görmüş ve kendisine meslek olarak astronomluğu ve fizikçiliği seçmiştir. Felsefe, 48 yaşında emekli olup kendisini tümüyle ona vakfedinceye kadar, Peirce’ın boş zamanlarında ilgilendiği bir konu olarak kalmıştır. Kendisini tümüyle felsefeye vermesi, korkarım, onu 1914 yılında, yetmiş dört yaşındaki ölümüne kadar, yoksulluk ve borç batağına sürüklemiştir. Peirce hiç kitap yazmamış, eserlerinin çok büyük bir bölümü, Collected Papers [Toplu Yazılan] adıyla, sekiz cilt hâlinde, o öldükten sonra basılmıştır. Aslında, bu geç sayılacak bir tarihte bile, ortaya çıkarılacak daha pek çok çalışması vardı.

Peirce’ın gerçek bir çağdaşı olan William James 1842 yılında doğmuş ve o da, tıp dalından mezun olduğu Harvard’da eğitim görmüştür. Harvard’da önce anatomi ve fizyoloji dersleri veren James, daha sonra felsefe profesörü, ardından da psikoloji profesörü olmuştur. Onun en çok bilinen kitapları arasında, 1809 yılında yayımlanan The Principles of Psychology [Psikolojinin İlkeleri], 1902 yılında yayımlanan The Va- rieties of Religious Experience [Dinî Tecrübe Türleri] ve 1907 yılında yayımlanan Pragmatism [Pragmatizm] adlı eserler sayılabilir. 1910 yılında ölen James, Peirce’ın tersine, daha yaşadığı dönemde uluslararası bir ün kazanmıştır. Bu bağlamda, romancı Henry James’ın, onun kardeş-





292 Büyük Filozoflar


terinden biri olup, kendisini dünyaca ünlü büyük kardeşinin gölgesinde kalmış biri olarak gördüğünü kaydetmek hayli ilginç olacaktır.

Üç klâsik Amerikan filozofundan üçüncüsü ve günümüze en yakın olanı, 1859 yılında doğup 1952 yılma kadar yaşamış olan John Dewey’- dir. Önce Michigan Üniversitesi’nde, daha sonra Chicago Üniversitesinde ve son olarak da, New York’taki Columbia Üniversitesinde çalışan Devvey, bütün bir kariyerini üniversite hocalığından yapmıştır. Başka bir yer ya da zamandan pek az filozofun, pratik alanda ve kamu işlerinde onun kadar etkisi olmuştur. Onun yalnızca eğitim felsefesinin dünya çapında bir etkisi olmuştu ve o, hiç kuşku yok ki başka alanlarda da etki yapmıştı. Önem taşıyan pek çok kitabından birkaçını seçmek oldukça güç olsa da, herhâlde 1916 yılında yayımlanan Democracy and Education [Demokrasi ve Eğitim], 1922 yılında yayımlanan Human Na- ture and Conduct [İnsan Doğası ve Davranışı], 1925’te yayımlanan Ex- perience and Nature [Deneyim ve Doğa] ve nihayet 1929 yılında yayımlanan The Questfor Certainty [Kesinlik Arayışı] adlı kitapları öne çıkarılabilir.

Bu üç filozofun düşünce ve eserlerini, New York, Columbia Üniversitesi felsefe profesörü Sidney Morgenbesser’le tartışacağım.


TARTIŞMA

Magee. Gelin işe, pragmatizm terimiyle ilgili kimi yanlış anlamaları bertaraf ederek başlayalım. Birçok insan pragmatizmi, aşağı yukarı, yararlı ya da “işe yarayan” bir teori ya da düşünceler öbeğinin doğru diye nitelenebileceğini savunan bir felsefe olarak düşünmektedir. Ne var ki, pragmatizm gerçekte bundan çok daha ayrıntılı ve karmaşık bir felsefe değil midir?

Morgenbesser. James’ın yazılarında bu tanını akla getiren pasajlar bulunmakla birlikte, o, sizin de belirttiğiniz gibi, yanıltıcıdır. Verdiğiniz pragmatizm tanımı, tüm pragmatistlerin James’ın doğruluk anlayışıyla hemfikir olduğunu bile öne sürmektedir. Oysa değildiler. Pe- irce’ın James’ın doğruluk teorisine yönelik ciddî itirazları vardı. Bu yüzden, tüm pragmatistleri kapsayacak bir genelleme yapamayız; hepsini kucaklayacak tek bir tanım yanıltıcı olur. “Pragmatik” terimi çok çeşitli tez ve programa uygulanmıştır; örneğin, a priori konusuna iliş



Peirce, James ve Dewey 293


kin pragmatik teorilerden, pragmatik temellendirme teorilerinden ve kamu yönetimine pragmatik yaklaşımlardan söz edilebilir. Bunlardan büyük bir çoğunluğu, öyle sanıyorum ki, birbirlerinden kavramsal olarak bağımsızdır. Bu yüzden, Peirce, James ve Dewey gibi klâsik pragmatistlerden yola çıkıp, incelememizi onlarla sınırlamanın yerinde olacağı inancındayım. Bazı filozoflar şu şemanın yararlı bir şema olduğunu düşünmektedir. Peirce bize, bazı kavramların anlamlarını açıklığa kavuşturmayla ilgili pragmatik bir öğreti, pragmatik bir anlam teorisi sunmuştur; James ise, pragmatik bir doğruluk öğretisi ortaya koymuştur. Peirce bir araştırma teorisi geliştirmiş, Dewey ise Peirce’ın teorisinin bazı yönlerini alıp, onu sosyal felsefeyle siyaset felsefesine de uygulanacak şekilde genelleştirmiştir. Peirce’ın anlam teorisi ya da anlama yaklaşımı onun inanç teorisiyle yakından ilişkilidir. Birçokları için, önemli olan inanç, anlam, eylem ve araştırmayı birbirine bağlayabil- mektir.

Magee. Üç insan ve üç temadan söz ettiniz: Anlamla ilgili sorular, doğrulukla ilgili sorular ve araştırmayla ilgili sorular (araştırma daha çok bir eylem tarzı olarak görüldüğü için, ona daha sonra geleceğiz). Hem insanları ve hem de temaları birbirinden ayırdığımız takdirde, bu tartışmamızı, hiç kuşku yok ki daha açık ve anlaşılır hâle getirecektir. Önce Peirce ve onun anlam teorisinden başlayalım. Bunu yapmamızın nedeni, felsefî anlamı içinde pragmatizm terimini bulanın Peirce olması ve onun söz konusu bulguyu, belli ve özel bir anlam teorisine işaret etmek üzere gerçekleştirmiş olmasıdır. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?

Morgenbesser. Peirce şöyle bir pragmatik maksim geliştirmişti: “Bir kavram ya da fikrin konusunun -pratik bir anlamı ya da değeri olan- hangi etki ya da sonuçlara sahip olduğunu göz önünde tutun, bu etki ya da sonuçlara ilişkin kavrayışımız o konuya ilişkin kavrayışımızın bütününü meydana getirir.” Şu örnek, umuyorum yararlı olacaktır. Size, şekerin su içinde çözüldüğünü söylediğiniz zaman, ne anlatmak istediğinizi soracak olursam, muhtemelen benim ya da bir başkasının şekeri suya koyduğu zaman, şekerin çözüleceğini söylersiniz; şekere, belli eylemler gerçekleştirildiği zaman, sergilendiği gözlemlenebilen bir alışkanlık yüklemektesiniz. “Bu katıdır” şeklindeki, bildirsel görevi olan ya da haber kipindeki cümleyi ele alalım. Peirce bizim bu cümleyi “Şeker suda çözülür” cümlesini anladığımız tarzda kurmamızı söyler. “Bu çekiç katıdır” cümlesinin yapısı ve anlamıyla ilgili olarak tam bir açıklığa kavuşacak olursak, onun çekice, eylemlerimizle ortaya çıkanla-



294 Büyük Filozoflar


bilecek gözlemlenebilir alışkanlıklar yükleyen koşullu bir cümleyle karşı karşıya olduğumuzu görebiliriz. Peirce koşullu cümlelerin statü ya da yapısıyla -ya da daha genel olarak konuşulduğunda, onun belli bir davranışı sergileyeceğini söylediğimiz zaman, bir nesneye yüklemekte olduğumuz özelliklerin belirlenmesiyle- ilgilenmekteydi. Dikkat ediniz, burada rasyonel bir insanın ya da akıllı bir öznenin düşünceleriyle, fikirleriyle ilgili olarak açıklığa kavuşmak istediği takdirde izleyeceği bir işlem kuralına sahip oluyoruz.

Magee. Konunun özü, gerçekte anlamın her zaman vuku bulan, olup biten, veya vuku bulabilecek olan bir şeyle -çoğunluk, bizim kendimizin yaptığı ya da yapabileceğimiz bir şeyle- ilişkili ya da irtibatlandınlabi- lir olması gerektiğidir; bir iş ya da eylem anlamına gelen Yunanca pragma
sözcüğünden türeyen pragmatizm teriminin seçilmesi, işte bundan dolayıdır. Aynı hususu olumsuz bir açıdan ifade edecek olursak... Bize bir terimin uygun ve gerçek kullanımını başka bir terimin kullanılma tarzından ayırt etme imkânı verecek tasarlanabilir hiçbir oluşum ya da olaylar öbeği bulunmadığı takdirde, iki terim aynı anlama gelir. Bir terimin şöyle ya da böyle bir anlamı olabilmesi için, onun uygun kullanımı, en azından hipotetik olarak, bir şeyin özgül bir farklılığını ortaya koymalıdır.

' Ne var ki, Peirce anlam konusunu skolastik bir tarzda, yalıtlama içinde ele almıyordu, değil mi? Onun anlama yönelik ilgisi çok daha geniş bir çerçeve içinde ifadesini bulmuştur. Bize bu çerçeveden söz edebilir misiniz?



Morgenbesser. Peirce, inancın doğasıyla ilgilenmekteydi. Gelin anlama ve terimlerin anlamlarının aydınlatılmasına ilişkin tartışmamızı onun inanç konusundaki yaklaşımına bağlayalım. Peirce, bir inancın, en azından bir ilk yaklaşım ya da açıklama düzeyinde, bir eyleme eğilimi, belli bir türden bir alışkanlık olarak görülebileceğini savunuyordu. Buna göre, bir inanç (bir ilk açıklama ya da yaklaşım olarak) bir eylem ya da belli bir tarzda eyleme eğilimi -ya da dilerseniz, davranışı deneyime bağlayan bir yasa- ise eğer, bu takdirde inançtan anlama, dilsel anlama geçebiliriz. Çünkü deneyimi aşmaya kalkışan bir cümlenin, o bir inancı ifade ya da temsil etmek için kullanılamayacağı için, anlamdan yoksun olduğu düşünülecektir. Bütün bunlar, sürekli olarak ısrar ettiğim gibi, yalnızca bir ilk açıklama ya da yaklaşımdır, çünkü biz yalnızca inançlara dayanarak değil, fakat arzularımıza, değer ya da tercihlerimize göre de eyleriz.



Peirce, James ve Dewey 295


Peirce’a anlamın doğrulanabilirliği teorisinin babası adı verilmiştir. Anlamın doğrulanabilirliği teorisi söz konusu olduğunda, çok sayıda yaklaşım bulunduğunu belirtmek gerekir: Burada, onların tümünü ya da en azından en önemlilerinden bazılarını bile ele almak imkânsız ya da boşuna olacaktır; bu konuda, bütün bu teorilerin oldukça karmaşık ve çok yönlü bir biçimde geliştirilmeye elverişli olduğunu söylemek yeterli olabilir. Hâl böyle olmakla birlikte, şimdiye kadar söylemiş olduklarımdan hareket edilerek, Peirce’ın anlamlılık için gerek, ve bazı terimlerin anlamlarının açıklığa kavuşturulması için yeter bir koşul sunduğu sonucu çıkartabiliriz.

Magee. Peirce, anlamla olduğu gibi, inançla ilgili olarak da bir öğreti, yani daha geniş bir çerçeve içinde anlam kazanan öneriler ortaya koymaktadır. Tıpkı Peirce’ın bizim anlamlarla ilgili olarak açıklığa kavuşmamızı istemesinin de nedeninin, onun inançlarımızı açıklığa kavuşturmamızı istemesi olması gibi, onun inançlarımızı açıklığa kavuşturmamızı istemesinin gerçekte iki nedeni ya da amacı vardır: Bunlardan birincisi, bilgimizin temellerini güçlendirmek, İkincisi de eylemlerimizin temellerini sağlamlaştırmaktır.

Gelin bunlardan birincisini ele alalım. Peirce’ın anlam ve inanç teorileri bir araştırma teorisi içinde yer almakta ve o araştırmadan, dünyayı tanıma ve hangi türden olursa olsun, bilgilenme yönündeki bütün girişimlerimizi anlamaktadır. Bize bu araştırma teorisiyle ilgili olarak bazı bilgiler verebilir misiniz?

Morgenbesser. Burada, öyle sanıyorum ki, bir sıradan inanç te- orisyeni olarak Peirce’ı bir bilimsel araştırma teorisyeni olarak Peirce’- tan ayırmamız gerekmektedir. O genel olarak inancı tartıştığı zaman, şöyle bir tablo öngörür. Kuşkulu bir durum içinde bulunduğumuz zaman, inançlarımızın güvenilmez olduğu ortaya çıkar. Böyle bir durum karşısında bir şeyler yapılmalıdır. Biz, kuşkuyla baş edebilmek için, belli bir politika ya da yönteme ihtiyaç duyarız. Peirce, bağlanma yöntemi ya da otorite yöntemi gibi çeşitli yöntemleri gözden geçirir ve araştırma metodunun, inançlarımızı araştırma yoluyla gözden geçirme yönteminin diğer bütün yöntemlerden daha üstün olduğunu göstermeye çalışır.

Araştırma yaptığımız, hipotezleri test ettiğimiz zaman, belirli inançları sabit tutar, değişmez addederiz. Yani, işe hiçbir zaman sıfırdan başlayanlayız. Bununla birlikte, belli bir bağlamda sabit tutulan inançlar, başka bir bağlamda sınamaya tâbi tutulabilir. Şu hâlde, inançlarda



296 Büyük Filozoflar


yanlışa düşülebilir ve bütün inançlar gözden geçirilebilir. Bazı filozoflar bu yaklaşımı çok aydınlatıcı bulmuşlardır. Ama yaklaşımın gerisinde yatan felsefî amacın açıkça ortaya konması gerekir. Peirce bilgi konusundaki başka bir yaklaşıma, gerçek bilginin kesinliğe dayandığı, gerçekten bilme iddiasında olabilmezden önce, bildiğimizi iddia ettiğimiz önermelerin uygun bir anlam içinde, kesin olan önermelerle desteklenmesi gerektiği yaklaşımına meydan okumaktadır. O, birinci şahsın mevcut zihin hâlleriyle ilgili inançlarının tashih edilemez olup, bilgi iddialarımızı desteklemek bakımından temel olduğu görüşüne de karşı çıkar. Peirce’ın (birçoklarının Kartezyen diye nitelediği bir yaklaşım olarak) bu yaklaşıma karşı geliştirdiği çok sayıda argüman vardır. Filozofların hepsi değilse de birçoğu Peirce’ı ikna edici bulmuştur. O, her halükârda, Dewey’in ifadesiyle, kesinlik arayışına meydan okuyuşu ve temellendirmeyle bilgi konusundaki yararlı yaklaşımıyla takdir toplamıştır. Buna bazı pragmatist filozofların, Peirce’taki hiçbir şeyin, bilme iddiasında bulunduğumuz zaman, kesinlik içinde olabileceğimiz şeklindeki bir görüşe engel teşkil etmediğini söyleyeceklerini eklememiz gerekir. Gerçekten de, Peirce’ın inançlarımızdan bazılarını, yalnızca geçici olarak bile, sabit ve değişmez kıldığımız tezini açıklamak için, bu çizgiler boyunca bir şeylere gerek vardır. Bununla birlikte, “kesin” sözcüğü için söz konusu olabilecek kullanımlarla ilgili olarak dikkatli olmalıyız. Kesinliğin, gözden geçirilebilirliğe izin veren anlamlan vardır-ve kesinliğin derecelerinden de söz edebiliriz. Dolayısıyla, başka bir ek de düzen bakımındandır: Peirce’la, şimdiye kadar sunulduğu şekliyle temellendirme konusunda uyuşan filozoflar bile bazı inançların -muhtemelen algısal inançların- gözden geçirilebilir bile olsalar, bir ilk inanılırlıkları olması gerektiğini savunacaklardır. Ve Peirce, sanıyorum bu konuda da aynı fikri paylaşacaktır.

Peirce’ın bilimle ilgili yaklaşımı da farklılık gösterir. Burada, bir bilim cemaatine giren bir kadın ya da erkek resmine sahibiz. Söz konusu kadın ya da erkek araştırma faaliyetine, başka bir amaçla değil de, araştırmanın bizatihi kendisi için katılmakta ve hipotezleri zorunlulukla, onlara dayanarak hareket etmek için, kabul etmemektedir. Peirce, burada araştırmanın abdüktif, dedüktif ve endüktif gibi üç evresini mükemmel bir biçimde betimler. Abdüktif evrede, teoriler incelenmek, değerlendirilmek üzere öne sürülür. Dedüktif ya da tümdengelimsel evrede, onlar test ya da sınamaya hazırlanır. Endüktif ya da tümevanmsal evrede, sınamanın sonuçlarına değer biçilir. Bu evrelerle ilgili olarak söyledik





Peirce, James ve Dewey 297


leri açısından, Peirce zamanımızın Emest Nagel ve Kari Popper gibi şahsiyetlerinin bir öncüsü olarak görülebilir.

Magee. Biraz önce “yanılabilir” terimini kullandınız ve bunun bilindiği gibi, çok büyük bir önemi vardır. Peirce’ın zamanında hemen herkes bilimsel bilgiyi en yüksek derecede kesin ve çok güvenli, ve dolayısıyla da tashih edilemez, gözden geçirilip değiştirilemez bir bilgi olarak görmekteydi. O, bunun böyle olmadığını gören ve söyleyen ilk insanlardan biri olmuştur. Peirce, elbette ki ilk değildi ve ilk olma iddiasında bulunmadı -onun, bu konuda, kendilerinden haberdar olduğu ve öncülüklerini teslim ettiği bir ya da iki ilginç öncüsü vardı- ne var ki, öncüler arasında o da yer almaktaydı ve ondan önce hiç kimse, onun kadar ileri gitmemişti. O, bizim bilimde fiilen yaptığımız şeyin, işe yaradığı sürece, eldeki en iyi teoriyi kullanmak ve daha sonra, onunla ilgili güçlüklerle karşılaşmaya başladığımız zaman, daha iyi bir teoriye ulaşmaya çalışmak olduğunu mutlak bir açıklıkla görmüştü. Ve o böylelikle, bilimin temellerini tanımlamak üzere, “yanılabilircilik” terimini buldu. Söz konusu düşüncenin şu ya da bu versiyonu veya gelişimi, yirminci yüzyılın sonlarına doğru, bilim konusunda ortodoks bir görüş hâline gelmekle birlikte, onun zamanında ve sonraki uzun bir süre boyunca pek anlaşılmış değildi. Peirce’ın bilimle ilgili çok çarpıcı “modem” görüşlerin önemli bir bölümünü gerçekten de savunmuş olduğu söylenebilir, öyle değil mi?

Morgenbesser. Evet. Peirce, teorilerin yalın bir biçimde empirik genellemeler olarak görülebileceği, bilim adamlarının hipotezlerini ancak ve ancak, çürütülmeyip ya da yanlışlanmayıp, doğrulandıkları takdirde kabul ettikleri görüşüne karşı çıkmaktaydı. Teorilere değer biçmede ya da onları yargılamada bir rol oynayan çeşitli çevresel ya da bağlamsa! etkenlerin önemini vurgulamıştı. O istatistiğe dayalı hipotezlere de büyük bir önem vermişti. Ve Peirce determinizme de şiddetle karşı çıkmıştır.


Yüklə 2,52 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   21




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin