*İmamlarımızın yüzlerce hadisinde geçen batınî tefsirlerin sebebi ve delilleri*
(
اَّنِإ
ن ۡحَن
ِی ۡح ن
ىَت ۡوَمۡلٱ
ب ت ۡكَن َو
اَم
او مَّدَق
ۡم ه َر ـَثاَء َو
َّل ك َو
ء ۡیَش
ه ـَن ۡیَص ۡحَأ
یِف
ماَمِإ
نیِبُّم
)
[Yâsîn suresi 12]
"Şüphesiz ölüleri diriltecek olan biziz. Onların hazırlayıp gönderdikleri şeyleri ve izlerini de yazıyoruz;
ve biz her şeyi apaçık bir imamda saymışızdır."
Bu ayetin zahiri tefsiri, ölülerin diriltilmesi, bundan evvel hazırlayıp gönderdiklerinin ve bıraktıkları
izlerin yazılmasıdır. Batınî tefsiri ise Neml 80 ve Rum 52 ayetleri gereği, kalbi ölmüş ve Allah'ı ve
ahiret gününü anmaktan gaflet uykusunda olanlardır. Yazmak ise, Kur'ân'da, örneğin Kısas, oruç ve
vasiyet gibi konulara değinen ayetlerde yürürlüğe sokmak, farz kılmak manasında da kullanılır.
Dolayısıyla bu ayet-i kerîmenin bâtınî tefsirinin açılımı, "biz kalbi ölenleri diriltir, (Allah'ı anmaktan
gaflet uykusunda olanları uyandırır ve hidayet eder), onların (hidayete layık olmalarını sağlayarak)
hazırlayıp gönderdiklerini yazar, bunun etkilerini yürürlüğe sokarız. Ve biz, (onun hidayet yoluyla
dirilmesi için gereken) her şeyi apaçık bir imamda saymışızdır.
۞(
َّللّٱ
رو ن
َو ـَمَّسلٱ
ِت
ِض ۡرَ ۡلۡٱ َو
لَثَم
ۦِه ِرو ن
ة وَك ۡشِمَك
اَهیِف
حاَب ۡصِم
حاَب ۡصِمۡلٱ
ِف
ی
ةَجاَج ز
ةَجاَج ُّزلٱ
اَهَّنَأَك
بَك ۡوَك
ی ِ ر د
دَقو ی
نِم
ة َرَجَش
ةَك َر ـَبُّم
ةَنو ت ۡی َز
َّلّ
ةَّیِق ۡرَش
َلّ َو
ةَّیِب ۡرَغ
داَكَی
اَه تۡی َز
ء ی ِض ی
ۡوَل َو
ۡمَل
ه ۡسَس ۡمَت
راَن
روُّن
ىَلَع
رو ن
یِد ۡهَی
َّللّٱ
ۦِه ِرو نِل
نَم
ء اَشَی
ب ِر ۡضَی َو
َّللّٱ
َل ـَث ۡمَ ۡلۡٱ
ِساَّنلِل
َّللّٱ َو
ِ ل كِب
ء ۡیَش
میِلَع
)
[Nûr suresi 35]
"Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misali, içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil
bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır; (bu kandil) doğuya da batıya da ait olmayan, yağı
neredeyse ateş dokunmasa bile ışık veren mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Nûr üstüne nûr. Allah
nûruna dilediğini kavuşturur. Allah insanlar için misaller veriyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir."
(
یِف
تو ی ب
َنِذَأ
َّللّٱ
نَأ
َعَف ۡر ت
َرَكۡذ ی َو
اَهیِف
ۥ ه م ۡسٱ
حِ بَس ی
ۥ هَل
اَهیِف
ِ و د غۡلٱِب
ِلاَصأَـۡلٱ َو
)
[Nûr suresi 36]
"Allah’ın yapılmasına (yükseltilmesine) ve içinde isminin anılmasına izin verdiği evlerde, akşam sabah
Allah’ı tenzih ederek anarlar"
Nur 35 ayetindeki yağı zeytinden yakılan zeytin ağacının, hiç kuşkusuz, kutsal kitabın Zekeriyya
kitabındaki Zehra'nın (a.s) iki oğlunu simgeleyen zeytin ağacı ile arasında bir bağlantı vardır. Şimdi o
ifadeyi veriyoruz:
1 Benimle konuşan melek yine geldi ve uykudan uyandırır gibi beni uyandırdı. 2 “Ne görüyorsun?”
diye sordu.
“Som altın bir kandillik görüyorum” diye yanıtladım, “Tepesinde zeytinyağı için bir tas, üzerinde yedi
kandil, kandillerde yedişer oluk var. 3 Ayrıca kandilliğin yanında, biri zeytinyağı tasının sağında, öbürü
solunda iki zeytin ağacı da var.”
4 Benimle konuşan meleğe, “Bunların anlamı nedir, efendim?” diye sordum.
5 Melek, “Bunların anlamını bilmiyor musun?” diye karşılık verdi.
“Hayır, efendim” dedim.
6 Bunun üzerine şöyle dedi: “RAB Zerubbabil'e, ‘Güçle kuvvetle değil, ancak benim Ruhum'la
başaracaksın’ diyor. Böyle diyor Her Şeye Egemen RAB. 7 Sen kim oluyorsun, ey ulu dağ?
Zerubbabil'in önünde bir düzlük olacaksın! O tapınağın son taşını çıkarırken, halk da, ‘Ne güzel, ne
güzel!’ diye bağıracak.”
8 RAB bana yine seslendi: 9 “Bu tapınağın temelini Zerubbabil'in elleri attı, tapınağı tamamlayacak
olan da onun elleridir. O zaman beni size Her Şeye Egemen RAB'bin gönderdiğini anlayacaksınız.
10 “Küçük işleri yapma gününü kim küçümsüyor? İnsanlar Zerubbabil'in elinde çekülü görünce
sevinecekler.
–“Bu yedi kandil RAB'bin bütün yeryüzünde dolaşan gözleridir.”–
11 Meleğe, “Kandilliğin sağındaki ve solundaki bu iki zeytin ağacı nedir?” diye sordum, 12 “Altın gibi
yağ akıtan iki altın oluğun yanındaki bu iki zeytin dalı nedir?”
13 “Bunların anlamını bilmiyor musun?” diye karşılık verdi.
“Hayır, efendim” dedim.
14 Melek, “Bunlar bütün yeryüzünün mevlâsı Alî için kıyam eden Zehra'nın iki oğludur” diye açıkladı."
Bu ayetlerde geçen yedi kandil ve yedi oluk hakkındaki "bunlar Rabb'in bütün yeryüzünde dolaşan
gözleridir" ifadesi, Şia inancına göre, on dört masumun "Allah'ın gözü" olarak lakaplandırılması ve
Tevbe 105'te insanların amellerini gören (hakiki) müminlerden maksadın hadislerimize göre imamlar
olması ile açıklayabiliriz. Yine İmam Bakır'ın (a.s) baba tarafından İmam Hüseyn'in (a.s), anne
tarafından İmam Hasan'ın torunu olması, yedinci masum oluşu ve ondan sonraki imamların onun
soyundan olduklarını örnek gösterebiliriz. Yani ilk masumun ismi Muhammed (s.a.a), ortancasının
ismi Muhammed Bakır (a.s) ve sonuncusunun ismi Muhammed'dir. İlk Muhammed'in (s.a.a)
soyundan ortanca, ortanca Muhammed'in (s.a.a) soyundan sonuncu Muhammed (a.f) gelir. Yedinci
masumdan itibaren her iki zeytinağacını simgeleyen iki kişinin soyundandırlar. İşte Allah-u Teala, Benî
İsrail'in peygamberlik metinlerinin İbranice metnini çözümleyebilenler için burada harika bir misal
vermektedir. Buradan anlıyoruz ki, Allah-u Teala'nın İbrahim 24-25 ayetlerinde getirdiği şecere-i
mübareke nasıl Yuhanna vahyindeki "Mekke'nin ve sadece Mekke'nin anayolunun ortasındaki hayat
nehrinin içindeki hayat ağacının on iki çeşit meyvesi vardı ve her ay meyvelerini veriyordu"
Müjdesi ile ve "râsıhûne fi'l-ilm" (ilimde kök salanlar) Kur'an müfredatı gereği "kökleri suyun içinde
olan ve yere batan ağaç" manasında ve hayat suyu ırmağının içindeki hayat ağacına ve on iki imama
işaret ise, Şecere-i mübareke-i Zeytûne de, on dört masuma işaret eder. Nitekim hadislerde de böyle
geçmiştir. Dolayısıyla imamlarımız hadislerde batınî bir tefsir zikrettikleri zaman bu tefsirin
peygamberlerden onlara miras kalan ilmin bir göstergesi olduğunu bilmeliyiz. Peki neden İmam Kabe
gibidir denmiştir? Öncelikle bu, Yuhanna vahyindeki "Mekke'nin anayolunun ortası" sözüne işarettir.
Yine Hagay kitabındaki Kabe'den kavimlerin ve Kabe evi sakinlerinin Hemdad'ının
(Ahmed'inin/Muhammed'inin) yani İmam Mehdi'nin zuhur müjdesi haberinde geçen "Makamda
İslam'ı bahşedeceğim (Maqowm Abraham/makâm-ı İbrahim ve imamet) buyruğuna işarettir" Ki
orada, (eskiden büyük ihtimalle Kabah olan, sonradan küçük bir çizgi farkı ile Kabowd şeklinde
değiştirilen) Kabe evi ifadesi yer alır. İkinci olarak, Allah-u Teala bunun şifresini Kur'an-ı Kerim'de
batınî bir tefsirle vermiştir. Nur 35 ayetinde "Allah'ın (temellerinin) yükseltilmesine izin verdiği
evlerde ismi gece gündüz tesbih edilir." Buyuruyor. Şimdi devam edelim:
(
ۡذِإ َو
عَف ۡرَی
َرۡبِإ
مۧـِه
َدِعا َوَقۡلٱ
َنِم
ِتۡیَب ۡلٱ
لیِع ـَم ۡسِإ َو
اَنَّب َر
ۡلَّبَقَت
ۖ اَّنِم
َكَّنِإ
َتنَأ
عیِمَّسلٱ
میِلَعۡلٱ
)
[Bakara suresi 127]
"İbrâhim İsmâil’le birlikte o evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyordu: “Ey rabbimiz! Bizden bunu
kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin."
Yani, Allah-u Teala Kabe dışında da bazı evlerin yükseltilmesine ve onların içinde isminin anılmasına
izin vermiştir. Şimdi devam edelim:
(
َّنِإ
َل َّوَأ
تۡیَب
َع ِض و
ِساَّنلِل
یِذَّلَل
َةَّكَبِب
ك َراَب م
ا
د ه َو
ى
َنیِمَل ـَعۡلِ ل
)
[Âl-i İmrân suresi 96]
"Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan
Bekke’deki evdir."
(
ِهیِف
ت ـَیاَء
ت ـَنِ یَب
ماَقَّم
َرۡبِإ
َمیِه
نَم َو
ۥ هَلَخَد
َناَك
نِماَء
ا
ِ َّ ِللّ َو
ىَلَع
ِساَّنلٱ
ُّج ِح
ِت ۡیَب ۡلٱ
ِنَم
َعاَطَت ۡسٱ
ِه ۡیَلِإ
لیِبَس
نَم َو
َرَفَك
َّنِإَف
ََّللّٱ
یِنَغ
ِنَع
َنیِمَل ـَعۡلٱ
)
[Âl-i İmrân suresi 97]
"Orada apaçık deliller, İbrâhim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Gitmeye gücü yetenin o
evi hacc etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr/nankörlük ederse bilmelidir ki, Allah
alemlerden müstağnidir."
Makâm-u İbrahim'in zahiri tefsiri bildiğimiz Mekke'deki İbrahim makamı olsa Bakara 124 ayeti gereği,
batınî tefsiri imamettir. Yani Allah-u Teala, Kabe'nin temellerinin yükseltilmesi konusunda Hz.
İbrahim'e ve İsmail'e ruhsat vermesi, imameti onların soyunda bâkî kılacağı içindir. Çünkü İmam
Ali'nin (a.s) ve ondan sonraki imamların evi, Allah'ın gece gündüz tespih ve tenzih edilerek anıldığı ev
olacaktır. Bu sebeple, hadislerde İmam Kabe'ye benzetilmiştir ve o insanlara gitmez, insanlar ona
gider, diye buyrulmuştur. Yani Allah-u Teala Kabe'yi, İbrahim soyunda sürecek olan imametin nişanesi
kılmıştır. Nitekim bazı sahih hadislere göre, Kabe'nin inşası kurban olayından hemen sonra olmuştur.
O sırada Hz. İsmail 8 yaşındadır. Bazıları Hz. Ishak'ın kurban olayından sonra doğduğu sanıp eski
ahitteki "biricik/tek oğul" tabirini Hz. İsmail hakkında delil gösterse de, Barnabas Incil'inde de, Hz.
İsmail'in Hz. İshak'tan yedi yaş büyük olduğu nakledilir. Dolayısıyla eğer bu hadisler doğru ise, kurban
olayından sonra Saffat 112'de "ve onu İshak'la müjdeledik" geçmesi, bu konuya zıtlık arzetmez. Çünkü
"ve" ifadesi "beyan etmekte ardıcıllık" içerebilir ve zamansal olarak öyle olması gerekmez. Bilindiği
üzere, Hz. İbrahim Hz. İsmail'i kurban etmeye niyetlendikten sonra, koç fidye olarak gönderilince, Hz.
Adem'e tövbesinin kabulû için telkin edilen âl-i Abanın isimlerini 14 masumun isimleri ile tamamlayıp
Hz. İsmail'e olan fazla ilgisinden tövbe etmişti ve ardından imam olarak seçilmişti. Üstelik İmam
Ali'nin (a.s) Kabe'de doğuşu, onun imam oluşuna ve "Allah'ın yükseltilmesine izin verdiği" evin onun
mübarek evi olduğunun bir nişanesidir. Buna ek olarak, İmam Sadık'ın (a.s) hadisinde geçen: "Kalp
Allah'ın haremidir, o hâlde Allah'ın haremine Allah'tan başkasına yer verme" ifadesi, Kur'an'a göre Hz.
Musa'ya (a.s) "namazı "zikrim/beni anmak" için kıl" ayetine nispeten, mescidler de takvâ üzere
kurulmaları ve sadece Allah'tan korkan kimselerin onları onarması gerektiği, yine namazda yüzü
Mescid-ül-Haram'a yöneltmeye emredildiğimiz için, bu örnek verilmiştir. "Çünkü kalpler ancak Allah'ı
anmakla huzur bulur", namaz da Allah'ı anmanın bir yöntemidir ve namazda yüz hareme doğru
yöneltilir. Ev ise, temelleri yükseltilir ve Allah'ın emriyle ve onayıyla temeli yükseltilen evler (Allah'ın
evi Kabe, imamların gece gündüz Allah'ın ismini onda andıkları evleri ve Allah'ın buyruğuyla takva
üzere tesis edilmesi gereken mescidler) Allah'ın evidir. Yani, Allah'ın insanları imama yöneltmesinin
sebebi, şirksiz tevhidin şartı olmaları, kalplerin onların Allah hakkında tesbihi ve tenzihine iktida
ederek huzur bulmalarıdır. Bundan dolayı, onların başı olan İmam Ali (a.s) Kur'ân'da lisâne sıdk
(doğrudan başka söz söylemeyen bir dil) olarak nitelenmiştir. Bundan maksat, Hz. İbrahim'in (a.s) ve
diğer nebîlerin tevhid öğretisi ve ondan ve oğlu İshak (a.s') ile torunu Yakup'tan (a.s) miras aldığı
imamet makamı hakkında doğrudan başka söz söylememesidir. Dolayısıyla, kelime-i tayyibe,
imamların o Hazretin (a.s) soyundan gelen imamların imametini ifade eder. Bunların hepsi de lisâne
sıdk'tır. Yani tevhid ile imamet hakkında yalnızca doğruyu söylerler. Zira bildiğimiz gibi, kelime, dilden
dökülen bir lafızdır.
Not: ilginçtir ki, Meryem 49'da olduğu gibi 50. ayette de iki mef'ûl gelmesi nahiv gereği beklenirken,
bazı ulemamız bunu kabul edip de İmam Ali'nin (a.s) ismini isim ve mef'ul olarak orada kabul etmeye
yanaşmazlar. Halbuki Şia rivayetlerinde İmam Ali (a.s) sıddık-ul-ekberdir ve kendisi de: "benden başka
kim bunu iddia ederse, yalan söylemiştir" buyurur. Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz, birinci halifeye Sıddık
lakabı verdikleri için, kesinlikle eğer o ayette örneğin "Aliyyen" yerine "'atîqan" gelmiş olsaydı, bunu
Ebubekir'in kendi kaynaklarındaki lakabı kabul eder, bu konuda bize karşı ceale fiilinin ayette iki
mefûllü olması gerektiğini savunurlardı. Biz de bu durumda o ayette "atîqan" geçseydi de, bunu:
"onlar için doğrudan başka söz söylemeyen eski bir dil kıldık" diye tercüme etseydik ve bir mefûlü
ayette anladığımız için buyrulmamış diyerek işi gayba havale etseydik, bize hemen Şuara suresinde
84. Ayetteki Hz. İbrahim'in duası olan "bana gelecektekiler/sonuncular içinde doğrudan başka söz
söylemeyen bir dil karar ver" duasına istinaden, Meryem 50 ayetindeki Atîqan kelimesinin
gelecektekilerden ve sonunculardan (son ümmetten) biri olması gerektiğini, bunun ise ancak ve
ancak Ebubekir olduğunu söylerlerdi. Biz de buna en ufak bir itiraz bile edemezdik. Ama bütün
bunlara rağmen biz Kur'an'ın tefsirinde çoğunlukla "imamlar batınî tefsir yapıyor ve bu tefsirlerin
Kur'an'ın Kur'an'la tefsiri yoluyla sonuç vermesi kesinlikle imkânsızdır" gibi kendi imamlarımıza karşı
önyargılı sözler sarf ederek, imamlarımızın bu tefsirleri buyururken Kur'an'ın onları tasdik ve
tamamlamak için geldiği eski peygamberi metinlerdeki müjdelerdeki temsil ve darb-ı mesellerden
yararlandığını kabul etmemeye kendimizi zorluyoruz. Yani kısacası, o zamanki bir Ehl-i Kitab bilgininin
imamların bu hadisleri kendisine ulaşsa imamın neyi kastettiğini tam olarak bileceği veya en azından
sezeceği bir hususu, biz yadırgıyor ve hafife alıyoruz.
Ali Rıza Akbulut
Dostları ilə paylaş: |