158
muayyen bir zaman sonra bu anlayış etrafında bir zümreleşmenin başladığı
kesin görünmektedir. Nitekim Hasan b. Haydara el-Fergânî bu fikri ilk
yaymaya başlayanlardan birisidir. O, Allah’ın Hâkim’in bedenine hulul ettiği
fikrini Kahire’de yaymaya başlamış ve 409/1018 yılında, bu düşüncelerden
memnun olmayan bir kişi tarafından öldürülmüştür.
Hâkim’in uluhiyetini yaymak için girişimde bulunanların başında
Muhammed b. İsmail Anuş Tekin ed-Derezî gelmektedir. Batınî düşüncelere
sahip Buhara’lı bir Türk olan Anuş Tekin 408/1017 yılında Kahire’ye gelip
Hâkim’in hizmetinde bulunmuş, onun ilahlık iddiasını desteklemiş, hatta bu
amaçla bir kitap kaleme almıştır. Hâkim de mahiyetinde bulunanlara Anuş
Tekin’i dinlemeleri ve düşüncelerini kabul etmeleri talebinde bulunmuştur.
Ne var ki onun bu fikirleri ahalide tepkiye yol açınca, Hâkim’in emriyle
Şam’a gidip Vâditteym’e yerleşmiş ve faaliyetlerini burada sürdürmüştür.
Kendisine “seyyidü’l-hâdîn” (yol gösterenlerin efendisi) unvanını veren Anuş
Tekin’in, kendisini Hamza’nın yerine imam göstermesi ve bu uğurda ciddi
mücadeleye girmesi onun şirke düşmekle suçlanmasına yol açmıştır. Nihayet
9 Mayıs 1019’da Hâkim’in emriyle öldürülmüştür.
Hâkim-Biemrillah’ın uluhiyetinin ilan edildiği gün hareketin imamlığına
getirilen Hamza b. Ali, fırkanın teşekkülü ve yayılmasında
merkezi bir
fonksiyon icra etmiştir. İsmaili daîlerinin devam ettiği Dârü’l-Hikme
meclislerine katılarak kendini yetiştiren Hamza, Allah’ın Hâkim’de tecelli ve
zuhur ettiği fikrini yaymaya başlamış, İsmailîler’den bazı insanları ikna
etmeyi başarmıştır. Giderek davetini açıktan yaymaya çalışan Hamza, çok
geçmeden halkın galeyanını celbetmiş, öldürülmekten ancak Hâkim’in
yardımıyla kurtulabilmiştir. Ardından benzer güçlüklerle karşılaşmamak için
inzivaya çekilen Hamza bir yıl kadar sonra tekrar propagandalarına
başlamıştır. Hakim’in 1021 yılında esrarengiz biçimde öldürülmesinden
sonra ise, aleyhine gelişen siyasi şartları dikkate alarak, davetine icap eden
bir gurupla birlikte Mısır’ı terk edip Lübnan’daki Vâditteym’e kaçmıştır.
Taraftarlarının işlerini ise Bahâeddin el-Muktenâ’ya havale etmiştir.
411/1027 yılında Hamza tarafından imamlığa atanan Muktenâ Bahaeddin
(asıl adı Ali b. Ahmed es-Semmûkî) Hâkim’in vefatından sonra hilafete
geçen Zâhir döneminde Dürzî davetini kabul edenlere karşı girişilen baskıya
rağmen davet faaliyetlerini temkinli bir şekilde sürdürmüştür. İskenderiye
şehrini kendine merkez seçen Muktenâ, bir taraftan davetçiler vasıtasıyla bazı
bölgelere ulaşmaya çalışırken bir taraftan da fırka içinde arttığı görülen iç
ihtilafları çözerek toplumu birlik içinde tutmaya çalışmıştır. Zâhir’in
ölümünden sonra kısa süreli bir rahatlık
olmuşsa da peşinden yeniden
baskıların artması üzerine 434/1042 yılında davete son verdiğini, tevhid
inancının son şeklini aldığını, artık yeni hükümlerin gelmeyeceğini belirterek
gaybete girmiştir. Böylece fırka belirlenen ilkeler çerçevesinde son şeklini
almış, giriş ve çıkışlar yasaklanarak fırka “kapalı bir toplum” haline
dönüşmüştür.
Dürzî daveti, gönderilen dailer vasıtasıyla Kuzey Afrika’dan Hindistan’a,
Yemen’den Bizans’a kadar geniş bir coğrafyada yayılma
faaliyetine
girişmişse de daha çok Bilâdüş’ş-Şam diye anılan Ürdün, Filistin, Lübnan ve
Suriye bölgelerinde dar hatlar halinde taraftar toplayabilmiştir. Bu bölgede
çeşitli zaman aralıklarında büyük aileler olarak Tenûhîler, Şihâbîler, Ma’n
Oğulları ve Canbolatlar fırkaya intisap etmiştir.
Dürzîlik’in 12. yüzyıldan sonraki tarihi seyri Bilâdü’ş-Şam’daki siyasi
gelişmelere paralel olarak, bazı dönemleri karanlık, bazı dönemleri karmaşık
159
bir mahiyette devam etmiştir. Bu çerçevede özetle söylenebilecek olan şudur:
Haçlılar bölgeyi işgal ettiklerinde Dürzîler genellikle Haçlılar’la
müşterek
hareket etmiş, onların yanında yer almış ve onlara yardımda bulunmuşlardır.
Memluklüler devri Dürzîler için hareket alanlarının daraldığı bir dönem
olmuştur. 16. asrın başlarında Memluklülerin düşmesi ve Osmanlılar’ın
bölgede hakimiyeti ile yeni bir dönem devreye girmiş, Osmanlılar Dürzîler’le
ciddi şekilde uğraşmak zorunda kalmıştır. Büyük Dürzî aileleri kimi zaman
Hıristiyan Maruniler’le beraber olmuş, kimi zaman Maruniler’le ve
Nusayrîler’le kanlı mücadelelere girmişler, kimi zaman Osmanlı ile
olumlu
ilişkiler geliştirmiş kimi zaman da Osmanlı muhaliflerine destek olmuşlardır.
Birinci Dünya Savaşı’nda Fransızlar’a ve İngilizler’e taraftar olan Dürzîler,
Osmanlı aleyhine önemli faaliyetler gerçekleştirmişlerdir. 1921 yılında
Fransız mandası altında Dürzî emirliği kurulmuştur. Nihayet Suriye ve
Lübnan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra bu iki ülke ile İsrail ve
Ürdün’de varlığını devam ettirmeye başlamıştır.
Günümüzde Dürzîler’in kesin sayısı bilinmemekle birlikte Lübnan,
Suriye, Filistin ve İsrail’de yaklaşık 450.000 civarında Dürzî bulunduğu
sanılmaktadır. Ayrıca 19. yüzyılda göç eden Dürzîler Amerika, Avustralya ve
Batı Afrika’da bazı ülkelere yerleşmiş olup küçük topluluklar halinde
varlıklarını devam ettirmektedir.
Dostları ilə paylaş: