214
görüldü. 1869’da İngiltere’ye giderek, bulunduğu on yedi ay süresinde İngiliz
üniversite teşkilatını inceledi. Ülkesine dönüşünde
Tehzîbü’l-Ahlâk adıyla
aylık bir gazete çıkararak Müslümanları Batı kültürüne ve İngiliz hükümetine
ısındırmak
için çaba gösterdi; din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılması ve
dinin her işe karıştırılmaması gerektiğini savundu. 1877’de Aligarh’da bir
kolej kurdu. Bu kurum onun ölümünden sonra 1920’de üniversiteye dönüştü.
1886’da Müslümanları eğitim ve siyaset sahalarında aydınlatmak için İslâm
Eğitim Konferansı’nı başlattı. Hayatının sonlarına doğru İngilizlerden “sör”
ve “şovalye” ünvanları alan Ahmed Han 1898’de Aligarh’da öldü.
İslâmiyet’in akılla uzlaştığını kabul eden Ahmed Han, Avrupa aydınlan-
ma akılcılığı ile tabiat felsefesinin geniş ölçüde tesirinde kalmıştı. İnanç
sistemlerini değerlendirirken “tabiata uyma” ilkesini kabul etmiş ve İslâm’ın
bu ölçüye en çok uyan din olduğu sonucuna varmıştır. Kâinatın tamamen
sebep-sonuç ilişkisiyle
yürüdüğünü öne süren Ahmed Han, dolayısıyla
mucize ve kerametleri kabul etmemiş, mucizelerle ilgili nasları tabiat
kanunlarına uyumlu şekilde yorumlamıştır. Kur’ân’daki dünyevi hükümleri
dinin bir parçası olarak görmeyen Ahmed Han, hadislerin kabulünde akıl ve
tabiata
uyum kriterini getirmiş, bu uyumu bulamadığı hadisleri reddetmiştir.
Onun, dinin anlaşılmasında Kur’ân’la yetinen bir telakkiye sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Fıkıh, hadis, tefsir ilimleriyle bunların prensiplerinin yeniden
münakaşa
edilmesi gerektiğini, bu bakımdan bir Luther’e ihtiyaç duyulduğu-
nu söylemesinden, Ahmed Han’ın, Protestan reformuna
benzer bir hareketin
İslâm dünyasında gelişmesini arzu ettiği hissedilmektedir (Öz, 1989).
Din ile siyasetin birbirinden ayrılması gerektiğini savunan ve cihanşümul
hilafet yönetimine sıcak bakmayan Ahmed Han,
bu düşüncesiyle, daha sonra
Mısırlı Ali Abdürrâzık (1888–1966) tarafından kuvvetle müdafaa edilen laik
İslâm tezinin bir öncüsü sayılabilir. Aslında Ahmed Han, tüm bu fikirleriyle
ilk İslâmcılar arasında aykırı bir konuma sahip olmuştur. Onun dini ihya eden
değil, bilakis tahrip eden birisi olduğu ileri sürülmüştür. Efgânî ve Abduh
onu İngiliz sömürgeciliğine hizmet etmekle suçlamışlardır. “Modern
hayata
yönelik özgün İslâmi bakış ve duruş geliştirmek yerine, İslâm’ı modern
hayata uydurmaya çalışmak” ithamı, Ahmed Han’ı diğer İslâmcılardan ayıran
bir ölçüt olabilir. Yakın dönem “İslâm modernizmi” hareketlerinin de maruz
kaldığı benzer ithamlardan, ünitemizin sonraki bölümlerinde bahsedilecektir.
Dostları ilə paylaş: