217
Osmanlı İslâmcılığı ve Sonrası
Mustafa Sabri’nin de mensubu olduğu Osmanlı İslâmcılık
hareketi, ittihad-ı
İslâm adı altında 1870’li yıllardan itibaren Osmanlı devletinin hakim siyasi
düşüncesi oldu. Islamcı olarak bilinen münevverler bu ilk yıllarda siyasette
katılımcılığı savunan düşüncelerini II. Abdülhamid’in monarşik yönetimi
altında açıklama imkanı bulamadılar. İktidara muhalif bir
grup oluşturarak
meşrutiyet yanlısı faaliyetler içerisinde oldular. Fikir hareketi olarak
İslâmcılık Osmanlı ülkesinde esasen II. Meşrutiyet sonrasında Sırât-ı Müs-
takîm dergisinin 14 Ağustos 1908’de yayın dünyasına girişiyle başla-
tılmaktadır. Sırât-ı Müstakîm’den sonra Sebîlürreşâd, Beyânü’l-Hak, İslâm
Mecmuası, Volkan gibi dergilerde
kümelenen Said Halim Paşa, Şeh-
benderzâde Ahmed Hilmi, Şeyhülİslâm Mûsâ Kâzım, Babanzâde Ahmed
Naim, Seyyid Bey, Mehmet Ali Aynî,
Mehmed Akif, Said Nursî, Elmalılı
Hamdi, Aksekili Ahmed Hamdi, Mehmed Şemseddin (Günaltay) gibi isimler
tarafından başlatılıp geliştirildi (Kara, 1995, s. 26-8).
İktidardaki İttihad ve Terakkî partisinin Türk milliyetçisi bir çizgiye
kayması, İslâmcı gruptan ayrılan Türkçü bir ekibin 1911’de
Türk Yurdu
dergisini çıkarması, Müslüman Arnavut ve Arap unsurların Osmanlı
hükümetine baş kaldırması gibi gelişmeler sonucunda ve I. Dünya Savaşı’nda
alınan ağır yenilgi ve toprak kayıpları sonrasında İslâmcılığın 1920’lere
gelindiğinde en azından siyasi alanda pek bir ağırlığı kalmamıştı. Fakat
İslâmcıların büyük bölümü Milli Mücadele’ye destek verdi. Birçoğu ilk
meclise mebus oldu. Cumhuriyete sıcak baktılar. İçlerinde saltanatın ve
hilafetin kaldırılmasına destek verenler çıktı.
Laik devrimlerle beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni ideolojisinin
yerleşmesi sonrasında İslâmcılar farklı tutum ve tavırlar geliştirdiler. Yeni
oluşan maarif ve hukuk kurumlarında, siyasi organlarda ve dini idarede görev
alarak uzlaşan İslâmcılar az sayıda değildi. Bunlar dışında Mustafa Sabri gibi
muhalifler yurtdışında kalmayı tercih etti. Elmalılı Hamdi (1878–1942)
gibiler ise uzlete çekilerek mesailerini ilmi çalışmalara hasrettiler. Said Nursî
(1878–1960) ve Süleyman Hilmi (1888–1959) gibi isimler de bazen aktif
bazen pasif tarzda cemaatleşme gayreti içinde oldular.
1925–1950 arasında İslâmcı aydınlar fikri mesailerini daha çok İslâm’ın
iman, ibadet, ahlak konularında harcadılar.
Mevcut sistem içinde dini
kimliğin korunup geliştirilmesine, maddi ve manevi kalkınmanın birlikte
gerçekleştirilmesine katkıda bulunmaya çalıştılar. Alternatif bir İslâmcı
siyaset ideolojisi ve projesi üretimi peşinde olmadılar.
1950’lerde başlayan demokratik gelişmeler sonrasında ise, o döneme
kadar oluşan birikimin siyasete taşınması ve dini değerlerin
sosyal ve siyasi
projelerde yer bulması süreci başlamış oldu. 1960’lardan itibaren günümüze
kadar Hasan el-Bennâ, Seyyid Kutub gibi İhvân-ı Müslimîn’e mensup
liderler ile Ebû’l-Hasan Nedvî, Mevdûdî gibi
Hint bölgesi bilginlerinin, İranlı
Şiî müelliflerin ve Seyyid Hüseyin Nasr gibi gelenekselci, Fazlurrahman gibi
modernist düşünürlerin eserleri yoğun şekilde Türkçe’ye çevrilmiş, bu
kitaplar ve Necip Fazıl,
Nurettin Topçu, Sezai Karakoç gibi yerli
düşünürlerin eserleri, İslâmcı olarak tanımlanan aydınların fikri eğilimlerini
farklı biçimlerle de olsa
etkilemiş, ayrıca İslâmcılığın siyasallaşması sürecini
hazırlamıştır (Türköne, Özcan, Kutluer, 2001).
Dostları ilə paylaş: