37
Tahkim Olayı
Hz. Ali’nin hakemi olarak Ebû Mûsâ el-Eşarî seçilirken, Amr b. el-As da
Muâviye’nin hakemi oldu. Her iki hakem bir araya geldiler ve Hz. Osman’ın
katillerinin bulunup derhal cezalandırılması ve bunun
da şura yoluyla
gerçekleştirilmesi konusunda anlaştılar. Bu kabul, Hz. Ali ile Muâviye’nin ilk
etapta görevlerinden alınmalarını ve şura yoluyla alınacak karara uymalarını
gerektiriyordu.
Hz. Ali’nin hakemi olan Ebû Mûsâ el-Eşarî, antlaşmayı herkesin
huzurunda dile getirdi. Ondan sonra söz alan Amr b. el-As ise antlaşma
metnine sadık kalmayarak, Hz. Ali’yi görevden alıp yerine Muâviye’yi
getirdiğini söyledi. Bunun üzerine ortalık yeniden karıştı.
Bir sonuca
varılmadan olay neticelendi.
Bu olay, Muâviye için siyasi bakımdan ciddi bir kazanım oldu. Zira bu
sayede, Hz. Ali’nin ordusu önünde bozguna uğramaktan kurtuldu ve
siyasi
anlamdaki hak talebi zımnen onaylanmış oldu. Şam valiliği görevini
sürdürdüğü gibi, kendisini Hz. Ali’den sonra devlet başkanı yapacak
hazırlıklara da böylelikle başlamış oldu.
Ancak Hz. Ali için aynı şey geçerli değildi. Taraftarları ikiye bölündü.
Hz. Ali’yi tahkime zorlayanlar, bunu yapmakla günah işlediklerini,
fakat bu
günahlarından tevbe ettiklerini, Hz. Ali’nin de tevbe etmesi gerektiğini ileri
sürdüler. Daha da ileri giderek Hz. Ali’yi hakem tayin ettiğinden dolayı
küfürle suçladılar. “Hüküm (hakemlik etmek) ancak Allah’ındır” sloganı
altında toplanan ve Hz. Ali’ye cephe alan
bu topluluk, İslâm tarihinde
Haricîler olarak adlandırıldı. Hz. Ali, Nehrevan denilen yerde onların
üzerine
yürüdü ve pek çoğunu öldürdü. Ancak hicretin 40. yılında (m. 661) yine
onlardan birisi olan Abdullah b. Mülcem tarafından şehit edildi. Böylelikle
yaklaşık otuz yıl süren dört halîfe dönemi sonlanmış oldu.
Cemel ve Sıffîn savaşlarından sonra, bu savaşlara yol açan olayların
sorumluları ile bu savaşlarda ölen ve öldürülenlerin durumları dinî bir
problem olarak Müslümanlar arasında tartışılmaya başlandı.
Katletme gibi
büyük bir günahı işleyen Müslümanın dünya ve ahiretteki durumu münakaşa
edildi. Bu üzücü olayların Allah’ın takdiriyle mi yoksa insanların
özgür
iradeleriyle mi vuku bulduğu konuşuldu. Bu türden teolojik ihtilaflar bir
tarafa, tartışmalar Müslümanları aynı zamanda siyasal tavır almaya sevketti.
Her siyasi görüş sahibi kendi tavrının haklılığını ispat için Kur’an’dan ve
Sünnetten delil aramaya yöneldi. Dolayısıyla imamet, iman-amel ilişkisi,
büyük günah, küfür, mürtekib-i kebire gibi konular etrafında şekillenen
münakaşa ortamı çeşitli mezheplerin ortaya çıkmasında önemli rol oynadı.
Dostları ilə paylaş: