68
davranışları” anlaşılmıştır. Kelam ilminde bid’atin karşıtı olarak sünnet, “Hz.
Peygamber’in düşünce ve davranışlarına uygun bir yolu, O’nun emir ve
yasaklarını, ilk Müslümanların Resûlüllâh’tan tevarüs
ederek takip ettikleri
anlayış ve çizgiyi” ifade eder. Sözlükte “topluluk, insan gurubu veya kitlesi”
anlamına gelen
cemaat ise, ıstılahta, “İslâm ümmetinin çoğunluğu (sevâd-ı
â‘zâm), âlimler, bilhassa müctehid âlimler topluluğu demektir. Ehl-i Sünnet’e
mensup olanlara
Sünnî adı verilmektedir.
Tarihsel süreç ve olaylarla ilişkili olarak sünnet ve cemaat kavramların-
dan oluşturulan
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat terkibi uzun bir zaman diliminde
terimleşmiştir. Söz konusu ifade ilk defa Ebû’l-Leys es-Semerkandî (v.
373/983) tarafından kullanılıncaya kadar, onun alt yapısını oluşturan Ehl-i
Hadis,
Ehl-i Eser, Ashab-ı Hadis, Ashab-ı Eser ve Sünnî gibi terimler kulla-
nılmıştır (Sarıkaya, 2005, s. 50). Bir terkip halinde “Ehlü’s-Sünne ve’l-
Cema’a” ifadesini, elimizde bulunan kaynaklardan Ebû’l-Leys
Semerkandî’nin Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber adlı eserinde görüyoruz. Tarihte ise
kısaca “Ehl-i Sünnet” tabirinin çok daha önce Hasan el-Basrî tarafından
kullanıldığını biliyoruz.
Tam ismi Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat
olan Ehl-i Sünnet; Hz. Peygamber’in,
sahâbenin ve onların yolunu takip eden ilk nesillerin inanç sahasındaki görüş
ve tercihlerini benimseyip izleyen geniş kesimlere verilen isimdir. Bu
terkipteki ilk terim olan sünnet, Hz. Peygamber ve sahâbeyi referans
vermekte; ikinci terim olan cemaat ise Müslümanların çoğunluğunun siyasi
temayülüne, birlik ve beraberliğe işaret etmektedir. Sünnetin zıddı bid’at;
cemaatın zıddı ise tefrika olarak anlaşılabilir.
Sünnet ve Cemaat
Ehli tabiri, bütün Müslümanları içine alabilecek
genişlikte olan şemsiye bir kavramdır. Başlangıçta Müslümanlar tek bir
topluluktan ibaretti. Çeşitli nedenlerden dolayı kopmalar oldu ve bir takım
fırkalar meydana geldi. Sünnet ve Cemaat Ehli oluşumu bir zorunluluğun
sonucuydu. Oluşan farklı ve bazen aşırı görüşlerin arasında,
doğru bilinen
ana yol üzerinde, sınırları ve ilkeleri belirli merkezî bir bünyeye ihtiyaç vardı.
Eğer farklı fırkalar meydana gelmeseydi böyle bir belli bünyenin oluşmasına
ihtiyaç duyulmayabilirdi.
Ehl-i Sünnet’in doğuş seyrini net olarak ortaya koymak bazı zorlukları
beraberinde taşımaktadır. Ancak şu söylenebilir ki, Hz. Peygamber’in
vefatının ardından fitne hadiselerinin ortaya çıkmasıyla Sünnî
çizgi kendini
belli etmeye başlamıştır. Hz. Osman’ın şehit edilmesi ve sonrasında yaşanan
siyasi olaylar kafalarda soru işaretleri oluşturmuştu. Bu olaylarda ölen ve
öldürenin Allah katında durumu nedir? İnsan kaderine mahkûm mudur?
Büyük günah işleyenin durumu nedir? Büyük günah sahibi hâlâ Müslümanlar
arasında yaşamaya devam edebilir mi? Bu sorular ve sorulara verilen farklı
cevaplar etrafında oluşmuş fırkalar karşısında, Müslümanları bir arada
tutacak, tefrikayı engelleyecek mutedil fikirlere ihtiyaç vardı. İlk dönemlerde
Cemel ve Sıffin savaşları sonucunda İslâm toplumundaki siyasi ayrılıklara
karşı, özellikle Haricî farklılaşmaya karşı olan genel dini yapı,
Cemaat ya da
Ehl-i Cemaat olarak tanımlandı. Aslında bu, aynı zamanda siyasi birliği
sağlamaya yönelik, mevcut iktidarın yanında yer alanları, en azından
karşısında olmayanları tanımlayan siyasal bir kavramdı. Bu yüzden, Hz.
Hasan’ın iktidar talebini sonlandırıp hilafeti bir antlaşmayla Muaviye’ye
devrettiği 41. hicri yıla Cemaat Yılı adı verilmişti.
69
Her gruba olduğu gibi Ehl-i Sünnet’e de verilen
çeşitli isimler bulunmak-
tadır.
Ehl-i sünnet; Hz. Peygamber’in uygulamalarına ve sözlerine sıkı
sıkıya bağlı gruplar tarafından sahiplenilmiş bir isimdir. Topluluk taraftarları
anlamındaki
Ehl-i cemaat; Ehl-i sünnet tarafından en çok tercih edilen
isimlerdendir. “Yetmiş üç fırka” hadisinin bazı versiyonlarında geçen
Sevâd-
Dostları ilə paylaş: