~ 60 ~
büyük değişikliğe sebebiyet vermiştir. Bir zamanlar devletçi
ekonomi modelini ve ikameci
politikayı benimseyen Türkiye Cumhuriyeti devleti, Turgut Özal ile birlikte liberal anlayışı kabul
etmiştir. Buna göre ekonomide devletin rolü yeniden düzenlenmiş; serbest piyasa ekonomisi dikkate
alınarak destekleyici ve denetleyici rol verilmiştir. Belki de Turgut Özal‘ın kişisel hayatının da bir
etkisi olarak Türkiye bahsi geçen yıllarda Batı ve özellikle ABD ile yakın ilişkiler geliştirmiştir.
1987‘de AET‘ye yapılan başvuru, 1990‘da Birinci Körfez Savaşı boyunca ve devamında ABD ile
yakın
iş birliği, 1991‘de Filistin‘e rağmen İsrail ile ilişkilerin büyükelçilik düzeyine çıkarılması
ifaden edilen çabaların somut örneklerini oluşturmuştur. Aslında sıralanan dış politik hamleler
liberal devlet anlayışının temel mantığının gereği olmuştur. Bu anlayışın gereği olan politik
hamleler iç politikada da görülmüştür. 1987‘de Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi çerçevesinde
bireysel başvuru hakkının tanınması, 1988‘de işkencenin ve kötü muamelenin engellenmesine
yönelik uluslararası sözleşmenin imzalanması, 1991‘de TCK‘nın bazı maddelerinin kaldırılarak
temel hak ve hürriyetlerin güçlendirilmesi aynı anlayışın ifaları olmuştur. Tüm bunlarla birlikte
Turgut Özal, Türkiye‘nin gelişmekte olan bir ülke durumunun farkında olarak Türkiye‘nin
potansiyelini tetikleyecek kuvveti Batı‘da aramıştır. Liberal ekonomi modeli ile Türkiye‘yi hızlı bir
şekilde kalkındırmak isteyen Turgut Özal, bunu bir süre için başarsa da mevcut alt yapının yetersiz
olmasından dolayı sonuçta başarısız olmuştur. Bu başarısızlığın
en büyük iki etkeni ise
Türkiye‘deki demokratik kültürün tam olarak oluşmaması ve özel sektörün yetersiz kalması
olmuştur.
İktidara geldiği ilk dönemden son anına kadar Türkiye‘yi Batı eksenli liberal ekonomi modeli
ile kalkındırmayı amaçlayan Turgut Özal, aynı zamanda bir yönetim mücadelesi vermiştir. İktidara
geldiği ve kurucusu olduğu Anavatan Partisi‘ni dönemin askerlerinin izni ile kuran Özal, iktidara
geldikten sonra da askeri baskıyı hissetmiştir. Açıklanan durum Türkiye‘de özellikle dış
politika
üretiminde aktif/pasif tutum ekseninde iki başlılığa sebebiyet vermiştir. İki başlılık ise Türk dış
politikasında hızlı, sert ve hareketli adım atılmasını engellemiştir. 1991‘de bağımsızlığını kazanan
Türk cumhuriyetlerine yönelik politikada ağır kalınması ve sonuç itibariyle oluşan nüfuz alanının
yeterli derecede kullanılamaması söz konusu olumsuzluğun net örneğini teşkil etmiştir. Ayrıca,
1990‘da Birinci Körfez Savaşı‘ndaki Türkiye‘nin hamleleri ve sonrasında içeriden gelen istifaların
seyri iki başlılığın ne derecede çetin olduğunu göstermiştir. Tüm bu süreçte ise Turgut Özal, daha
çok muktedir olmaya başladığı bir dönemde vefat etmiştir.
Turgut Özal, iç politikada uyguladığı liberal devlet anlayışının benzerini dış politikada
uygulamak istemiştir. Devletler arası ilişkilerin uluslararası hukuk ve ekonomi temelinde barışçıl
hamleleri içermesi gerektiğini düşünen Turgut Özal, bu alanda Türkiye‘nin hareketliliğini
güçlendirmek istemiştir. 1985‘te Ekonomik İş Birliği Örgütü‘nün ve 1992‘de Karadeniz Ekonomik
İş Birliği Örgütü‘nün kurulması, 1986‘da Barış Su Yolu Projesi‘nin ilan edilmesi dış politikadaki
liberal anlayışın örnekleridir. Bunun yanı sıra Özal, dış politikada realist bir çizgi de benimsemiştir.
Azerbaycan ile Ermenistan arasında gerçekleşen Birinci Dağlık Karabağ Savaşı esnasında konuyla
alakalı olarak 20 Ocak 1990 tarihinde yaptığı tarafsızlık açıklaması ve 1992‘ye kadar tarafsızlık
tutumunu koruması realist çizgisinin bir örneği olmuştur. Türkiye‘nin 1988‘de Filistin Devleti‘ni
tanımasına rağmen 1991‘de İsrail ile ilişkilerini büyükelçilik düzeyine çıkarması
yine realist
tutumunu göstermiştir.
Turgut Özal, her ne kadar uluslararası alanda liberalizm ve bazen de realizm ilkeleriyle
hareket etmeye çalışsa da Türkiye‘nin mevcut potansiyelini dikkate alarak hareket etmek zorunda
kalmıştır. Bu ise Turgut Özal‘ın dış politikasını istikrarsızlığa götürmüştür. 1992‘de başlayan Bosna
Savaşı‘nda aktif bir dış politika izleyen Turgut Özal, BM kapsamında kararların alınması yönünde
çaba
sarf etmiş, Türkiye‘nin BM çerçevesinde uygulanan yaptırımlara ve askeri operasyonlara
katılmasını sağlamıştır. 1990‘da başlayan Birinci Körfez Savaşı‘nda Irak‘taki Saddam Hüseyin
iktidarının son bulması ve saldırgan tutumun terk edilmesi için yoğun çaba sarf eden Turgut Özal,
ABD‘nin ve BM‘nin Irak‘a yönelik önlemler almasında rol oynamıştır. Türkiye‘nin BM
çerçevesinde uygulanan yaptırımlara katılmasını sağlamış fakat içeriden gelen tepkilerden dolayı
askeri operasyonlara katılmasını sağlayamamıştır. 1992‘den itibaren Birinci Dağlık
Karabağ
Dostları ilə paylaş: